Gülce Edebiyat Akımı

Tam Görünüm: HİCİV EDEBİYATIMIZA DAİR
Şu anda Hafif Görüntüleme modundasınız. Sayfayı normal görüntülemek için, buraya tıklayın.
HİCİV EDEBİYATIMIZA DAİR

Hilmi YÜCEBAŞ
***********

.........................
Edebiyatımızda oldukça mühim bir yer tutan hiciv ve hezl, meşrutiyetten sonra genişlemiştir.

Kıymetli Profesör Fuad Köprülü'nün dediği gibi: "Devr-i Hamidi'de, yalnız Şair Eşref'in büyük bir kudretle-Hükümetin tazyikatına rağmen-mahdut bir şekilde yaşattığı bu vâdi, matbuatın zincirleri kırılınca, tabii genişleyecekti."

......Hiciv'in Türk edebiyatındaki mevkii üzerinde kısaca duralım: Bu kelime Arapça'da (Hecv) şeklinde ise de Türkçe'ye (Hiciv) olarak girmiştir. Frenkler de (Satire)derler.

Hiciv;(Medh)in zıddıdır. (Medhiye) tâbiri altında, mütalea olunabilecek kasideler bir zatı, bir binayı, bir yeri, bir vâkıayı nasıl hakikatin üstüne çıkararak öğerse,(Hicviye)ler de yine gerçeği bir yana atarak, öylece yerer.

İkisinin de birleşik mümeyyiz vasfı(Mübalâğa)dır. Aradaki fark medhiyelerde mübalâğanın medhedilenin lehine, hicviyelerde ise (mevsufun)muhatabın aleyhine kullanılmasından ibarettir.

Hiciv, her zaman mevzuunu doğrudan doğruya ele almaz. Bazen konusu olan şahıs veya şeyin zatında mevcut olan güzel sıfatları "Selb ve nefyedip" onları zıddını isnad etmek suretile doğrudan doğruya vâki olmaz da, medheder görünerek zemmeder ki buna eski edebiyat sanatları tâbirlerinden (Te'kidüzzemin bima yüşbihül medih) yani, medhe benzetilerek yermeği pekleştirme denir.

Hüseyin Kâmi'nin bir sadrazam hakkındaki hicviyesinden:

"Kaplan gibi et ekl eder
Arslan gibi oynar poker
Endişei milletle hem.."

mısralarında görüldüğü gibi...

Medh şeklinde yapılan bir hiciv daha:

"Fahr-i âlemsin ve likin fâsı yok
Gevher-i kânsın ve likin râsı yok
Dilerim Hak'tan bunu her ruz-u şeb
Sana bir merkeb vire kim bâsı yok"

Hicivci bazen de doğrudan doğruya mevzuu zemmetmez de onun yüksek sıfatının icap ettirdiği karşılığı ednâ bir vasfın karşılığı şeklinde irad etmekle hicvi tahakkuk ettirir.

Hoca sınıfından, fakat tam manâsıyla fikir hürriyetine sahip olanlardan Şair Hayret Efendi'ye;
-........Efendi Bâlâ olmuş!
Haberi verilince merhumun:
-Basbeter olsun!...cevabı gibi..
O zamanlarda Bâlâ rütbesi vezirlikten evvelki mertebe idi.
Bu haber karşılığında mutad cevap: "Allah daha âli etsin!" demek iken, Hocanın hem rütbeyi, hemde ona erişeni bir çırpıda tepetaklak edip "besbeter olsun!" demesi de beliğ bir hicivdir.

Bazen sorunun cevabı veya hitabın karşılığı onu söyleyeni doğrudan doğruya değil de dolayısile hicveder.

Şair İbnürrumi'nin iğneli dilinden bıkan hükümet reisi onu davet eylediği bir ziyafette zehirletiyor. Zeki şair zehirlendiğini anlayınca meclisi terkederken Emir ile aralarında şu konuşma geçiyor:

-Böyle birdenbire kalkıp nereye gidiyorsun?
-Gönderdiğin yere..
-Bizim pedere selâm söyle..
-Cehenneme uğrayacak değilim !..

Ne ince karşılıklardır. (Ahrete)demiyor da zehirlendiğini anladığını vasıtalı beyan ile (Gönderdiğin yere)diyor. Ondan sonra Emir'in (Babam da oradadır.Selâm söyle) siparişine karşı (Baban cehennemdedir, ben cennete ulaşıyorum) demeyip de (Cehenneme uğrayacak değilim) tarzında cevap vermesi hicvin en acı ve en zarif şeklidir.

Bunlara bakılarak (Hicv)in konu yaptığı şahıs ve şeyi zemm veya kadh'ı tazammun eylemesini mutlak olarak bir hakikatin açıklanması diye kabul etmemelidir.

Hiciv, hicivcinin edebiyat sanatını kullanarak mevzuunu kötülüklerle teşhiridir.

Bu gösteriş; hakikatin ifadesi olabileceği gibi, hakikatin zıddı olarak heccavın infialinden doğan yersiz zemler ve hakaretler dahi olabilir.

Merhum üstad Tahir Nadi'nin kendisine ait olarak anlattığı şu fıkralar (Hiciv) bahsinde en güzel açıklamadır:

"Diyarıbakırda muallim bulunuyor ve oradaki medresenin bir odasında oturuyordum. Bir kış gecesi nargilemi kurmuş, semaveri ateşlemiş, demlenmiş çayımı içmeğe hazırlanmış iken ansızın Vali Arif Paşa'nın ağası gelip karşıma dikildi.

-Paşa, dedi seni istiyor!
Keyfim kaçtı. Buram buram kar yağarken rahatımı bozmak, sıcak odamı bırakmak istemedim.

-Yarın gelirim! dedim. Gitti, bir müddet sonra tekrar geldi.
-"Paşa, al gel, gelmezse zorla getir buyurdu.

Deyince, çaresiz giyindim, yola düzüldük ve paşanın huzuruna vardık. Paşa, ilim ve irfan sahibi bir zat idi. Mektupçusu ise tam mânasıyle cahil ve kaba, fazla olarak da kendini âlim ve zarif sayan bir ham ervah hödük idi. Odadan içeri girdiğimde orada memleketin eşrafı, ileri gelenler ve memurların da bulunduklarını gördüm.

Paşa ayağa kalkınca hepsi birden hürmet göstermekte acele ettiler. Bana yer gösterildi; oturdum. Paşa:

-Hoca, dedi, seni ne diye çağırttım biliyor musun?
-Hayır, dedim, bilmiyorum!
-(Mektupçuyu gösterek) Bizim mektupçu kendini pek beğenir. Şunu bir güzel hicvet de bu huyundan vazgeçsin. Hadi göreyim seni!

Vaziyeti kavradım. Şöylece bir etrafıma baktım,herkes susmuş,ben ne söyleyeceğim diye dikkat kesilmişlerdi. Sonra mektupçuyu süzdüm.

O da hiddetini yenmiş, fakat kıpkırmızı kesilmiş, mağrur ve sert bakışlarını bana dikmişti. Derhal cevap verdim:

-Emredersiniz paşam! Bu zatı hicvetmek kolaydır. Ancak müsaade buyurunuz da önce (hicv)in ne demek olduğunu kısaca arzedeyim. Malum-u devletinizdir :
Hiciv; mevzuu olan şahısta maddi ve manevi ne kadar güzellikler ve iyilikler varsa onların hepsini de yok ederek, her birinin aksi olan ne kadar kötülükler ve münasebetsizlikler varsa onları isnad eylemekten ibarettir.

(Mektupçuyu göstererek)Ben bu zata bütün dikkatimi üzerinde toplayarak bakıyorum. Onda maddi ve manevi güzellik ve iyilik namına hiç bir şeyi göremiyorum ki bunları teker teker selbedip de zıdları olan çirkinlikleri ona isnad edebileyim.

Oradakiler son derece memnun, mektupçu utancından büzülmüş ve üzülmüş idiler.

Paşa :
-Hicvin bundan güzeli olamaz ve mektupçu daha mükemmel hicvedilemez.
Dedi. Bu fıkraya bir şey ilâvesini gerekli bulmuyorum. Çünkü:
(Hicv)in mahiyeti bundan daha güzel anlatılamaz.

Türk edebiyatındaki medhiyeler, hicviyeler manzum olmak mutattır. Ancak her manzum sözün edebiyattan medut olması iktiza etmeyeceği gibi, her medhiye ve hicviyenin de edebiyat çerçevesi içine sokulması düşünülemez. Hele Divan şairlerimizin bir köşkü, bir anı veya bir ünlü zatı tasvir eden öyle bir takım kasideleri vardır ki bunların olanca kıymetleri, Arapça ve Acemce seçkin lugatlerin kulağa hoş gelen terkipler halinde mısralara yerleştirilmiş bulunmasından ibarettir.

Bunlar, manâca mübalâğanın kıvamını taşırmış, adeta hayal ve vehim hududunu bile aşmış bulundukları için kulaklara nağme halinde bir tesirleri olsa bile, mâna ve müedda bakımından en küçük bir değer taşımazlar. Renkli çocuk balonları gibidirler, görünüşleri cazip ve dolgun, fakat içleri kof, yükselir gibi gözükmeleri câli ve muvakkat, sukut edip sönmeleri ise seridir.

Bu kaide hicviyeler hakkında da vârittir. Hicviyelerin edebiyattan sayılması için, mümeyyiz vasfı olan ( hiciv-yani yermek, biçimsizlikleri açıklamak)işinin sanat inceliğini taşıması lâzım gelir. Böyle olunca alelâde külhanbeyi küfürlerini, vezinli, kafiyeli olarak sıralayan nazımlar; hicviyat değil, müstehcenat nev'indendir. İşte bundan dolayıdır ki Süruri'nin Hezliyat'ının çoğu "Hicviyat" sayılmayıp "Müstehcenat" ve "Manzum Küfriyat"tan maduttur. Yine bu itibarla bir çok ünlü hicivci şairlerin hicviyelerinden bir kısmını, edebiyatın (Hiciv) nevinin dışına atmak mecburiyetindeyiz.

Nitekim Nef'i' nin, Eşref'in ve benzerleri hiciv üstadlarının pek sanatlı, çok iğneli, gayet ince hicviyeleri karşısında kaba ve çirkin manzum söğüntüleri de görülmektedir. Mesela Eşref'in istibdat devrini zemmeden şu kıtası muhakkak ki çok ince bir hicivdir :

"Bize zincir-i esaret yakışır ziynet için,
Vatanın mahvına zira ki bütün diş bileriz..
Değil evrak-ı havadiste kıraat etmek
Levh-i mahvuzda hürriyeti görsek sileriz."

Bir de şuna bakalım:

Merhum Tahir Nadi üstadımızın, bir Maarif müntesibi hakkındaki;

"Humkunun ölçüsünü bulmadı fen âcizdir,
Cehlinin debdebesi koskoca umman gbidir."

Nazımları ne hoş,ne güzel hicivlerdir. Aynı üstadın, yine devri sabık Maarifçilerinden biri hakkındaki:

"(...............)denilen safil-ü pespâyetebâr
Kahbe sistemli teres, Türklük için mucibi âr
Bulamazsın arasan beynini mikroskop ile
İzzeti nefs-ü hamiyyet ile namus-ü vekaar"

Nazmında da teres gibi mübtezel kelimenin tam yerine kullanılmasiyle ifadeye kuvvet verdiğini görüyor ve bu kıtayı edebiyattan saymakta duraklayamıyoruz.

Hicivde bayağı ve hasis kelime ve tâbirlerin kullanılması mutlak olarak Hasaset ifade etmez.Adi bir tâbir; yerinde kullanılmakla üsluba kıymet verir. Mesele kelime ve tâbirin âdiliğinde değildir, o bayağılığın ifadeye şiddet ve değer verecek yerde aşağılatmasındandır. Bunun ölçüsü sağlam zevktir.

Görülüyor ki, hiciv; mevzuunda ne kadar seçkin, güzel, mutena vasıflar varsa onların hepsini kaldırıp yerine onların zıddı olan "evsafı zemime" ve "tavsifatı mekruha" yı koyarak muhatabını küçültmekten, onunla alay etmekten, onda az buçuk da olsa mevcut kötülükleri şişirip büyütmekten ibarettir. Şartı ise, gerek lâfız, gerek mâna bakımından nükte ve zarafet taşımasıdır. Gerçi mizahın şartı da budur amma, lâtife ve nükte libasına da bürünmüş olsa hicivde zem ve kadh adeta temel unsurdur. Bazı hicviyelerde (hiciv) ile (mizah) unsurlarının ustalıkla birbirlerine karıştırılmış bulunduğunu görürüz.

11. Kasım 1954
Hilmi YÜCEBAŞ

Hiciv Edebiyatı Antolojisi
Dizerkonca Matbaası
İstanbul-1955
Sayfa:3/10



--------------------
Kaynak gösterilmeden ve sitemizin adı da belirtilmeden ALINTI yapılamaz. Copryt ©