Gülce Edebiyat Akımı

Tam Görünüm: AĞUSTOS BÖCEĞİNİN SENFONİSİ(10.08.2007)(Saküder.org.tr)
Şu anda Hafif Görüntüleme modundasınız. Sayfayı normal görüntülemek için, buraya tıklayın.
AĞUSTOS BÖCEĞİNİN SENFONİSİ(10.08.2007)(Saküder.org.tr)

--------------------------------------------------------------------------------

AĞUSTOS BÖCEĞİNİN SENFONİSİ


Karıncanın gölgesiyiz”, “Yunus’un odunuyuz” dedik de, küresel ısınmanın göklerimizi alev dudaklarıyla yalayıp süpürdüğü sımsıcak bir zaman diliminde, ağustos böceklerinin bitmeyen senfonisini dinlerken, ne karınca gölgemiz, ne de Yunus odunluğumuzdan bahsedemez olduk.

Antalya sıcağının terletip dumanımızı göğe savurduğu bir öğle vaktinde Antalya Sanatçılar Derneği(ANSAN)bahçesinde, “Bizim Dede Korkut’umuz” Naim Tuncalı Hocamızın masasındayız. Naim Hocamız, ne zaman aransa o bahçede, kadim dostlarla beraberdir ve dem şiir üstünedir hep…

Ansan Bahçesi, Antalya kent merkezinde, Kalekapısı’nda, saat kulesi dibinde. Bu bahçe Antalya Sanatının nefes aldığı, şairin, yazarın, ressamın, heykeltıraşın, kısaca tüm sanatçıların buluştuğu, yürek yüreğe verdiği bir bahçe.

Bu bahçenin bugünlerde konukları var. Ağustos böcekleri. Hem de bitmeyen aşk senfonileriyle…

Ağacın gövdesinin rengini giyinmiş ağustos böcekleri. Gözlüklerimin mahareti yetersiz kalıyor onları seçmemde. Ama, o küçümen vücutlarından çıkardıkları “cırıltılı sesler”le bahçeyi ve bahçe göğünün belirli yükseltisini doldurmaktalar. Rahatsız olan da var, senfoniyi duymayan da var.

Tıpkı bizim bazı muhalifkoliklerimiz misali çok gürültücü bir böcek bunlar. Gürültüyü de vücudlarındaki mükemmel bir sistemi kullanarak çıkarırlarmış meğer. Gövdelerinin arka kısmında hava kesecikleri üzerine yerleşmiş sağlı sollu iki plaka varmış. Ağustos böceği, taş kadar sertleşmiş bu plakaları çalarak o çok iyi bilinen sesini çıkarırmış. Plak, bağlı olduğu kas tarafından çekilip bırakılınca, boş bir teneke kutunun çıkardığı sese benzer bir ses oluşurmuş. Böceğin yaptığı bu çekme-bırakma işlemi saniyede 500 kez tekrarlanırmış... Yani, gözünüzü yavaşça açıp kapama sürenize bir saniye dersek, bir saniyede 500 kere bu işlemin yapılması ne demektir, bir düşünün hele?! Saniyede 500 kere sürecek bir kas hareketi. Adeta bir elektronik devre bu. Bırakın saniyeyi, dakikada o kadar ses çıkarsa, bizim muhalifkolikler, ortalığı toza dumana katarlar. Öyle değil mi? Böceğin göğüs kısmının alt tarafında bulunan uzantısının açılıp kapanmasıyla da ses yükselir veya alçalırmış. İnsan kulağı, saniyenin onda birinden daha kısa süreli açılıp kapanmaları, yani ses kesiklerini fark edemezmiş. İşte bu nedenle biz ağustos böceğinin cızırtısını sürekli devam ediyormuş zannedermişiz...

Görüyor musunuz manzarayı? Düşünmeye çalışın hele…

Ağustos böceğini susturmanın çok ilginç bir metoduna şahit oldum. Kökleri derinlere inmiş, böceği gövdesinde gizleyen ağaçlara “usülünce” tekme atan dostlarımızı görünce şaşırıp kaldım. Böcekler, ağaç gövdesindeki sarsıntıyı anında hissedip susuveriyorlardı.

Ağacı tekmeleme ne derece doğru? Bu işin bir başka boyutu. Ancak, böcekle ağacın bir bütün haline gelişini de izledik, o anda.

Ah ağustos böceği ah !... Yalnızca bir ay yaşadığını bilebilsek. Sadece bir ay… O çıkardığın gürültüyü de dişilerini yanına çağırmak için, onlara kendini beğendirebilmek için çıkardığını öğrenebilsek ah!.. Bu sesin bir seranad, bir senfoni olduğunu fark edebilsek, seni susturmak için tekmeler miyiz ağacı?

Bir ay… Biz aylarca nelere, hangi gürültülere katlanmadık ki oysa…

***

Ses, var…Varsın ses… Ama elle tutulamaz, gözle görülmezsin. Uçarsın, kanatlısın. Yükselirsin, nereye gidersin bilemem… Kayıt cihazımla seni kaydederim, istediğim zaman dinlerim, anılarım canlanır. Sesi kendi ölçü aletlerimle mesela metre ya da kantarla ölçüp tartamam. Biliyorum ki, sesin şiddetini, boyutunu ölçen teknik cihazlar da var. Ölçmüşler senin çıkardığın sesi. Araştırmacılar ölçmüş. Minik mikrofonları yanaştırmışlar yanına ve çıkardığın sesin 158 desibel olduğunu kayda almışlar. 158 desibel, bir el bombası sesine eş değermiş bak. Senin işitme organın, kulağın, karnının uzağında, bir kapsülün içinde olmasaydı, sağır olurmuşsun, kulağın dayanamazmış.

Ses fazla, anlamsız olunca “ses kirliliği”ne de neden olabilmekte. Çağımızın önemli problemidir ses kirliliği…

***

Ah benim ağustos böceğim, ah!.. Yan gelip yatmanın simgesi yapmışlar seni. Ne diyeyim bilmem ki… “Azimle çalışan ve geleceğini de düşünen insan çalışır ve alın teriyle kazanır” derler. Derler ya nerde alın teriyle kazanıp zengin olan mı var? Senin sesinin niye çıktığını bir ben bilirim, bir de bizim gölgesi olmaktan mutlu olduğumuz karınca bilir. Başkası anlamaz ki be böceğim….

Bunca hiciv-taşlama yazan ozanlarımız-şairlerimizin sesini-seslenişini sana benzetenler var. Seni o kısacık ömrüne sığdırdığın aşkını terennüm ettiğin seslenişine bakarak, tembelliğin simgesi yapanlar hatalı olsa gerek. Oysa sen, o karanlık, o soğuk, kara toprağın içinde kaç yıl bekledin, gün ışığına çıkmak için ?…

Derin meseleler ve derin dönemlerle iç içeyiz.

Gün ışığına çıkmayı bekleyen ağustos böceklerimiz pek de çok. N’ eylemeli acaba? Sen deyiver, tecrübeni konuşturuver; olmaz mı? Rengini aldığın ağaç gövdesi bizim ülkemiz ve sen bizim ağustos böceğimizsin. Kısacık, günleri sayılı ömrünü uzun sanma böceğim, söyle hadi, de haydi!

Sen veriyorsun, biz sana kızıyoruz, gürültün rahatsız etti diye…

Senfonini dinletiyorsun ya, çileni bilebilsek ah!...


Mustafa CEYLAN