Gülce Edebiyat Akımı

Tam Görünüm: Sarıkamış Dayanışma Grubu’ndan Kamuoyuna Duyuru (Basın Bülteni): 27 Aralık, 2007
Şu anda Hafif Görüntüleme modundasınız. Sayfayı normal görüntülemek için, buraya tıklayın.
Sarıkamış Dayanışma Grubu’ndan Kamuoyuna Duyuru (Basın Bülteni):
27 Aralık, 2007

Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı olarak, son günlerde çoğunlukla ismim verilerek basında çıkan Sarıkamış Harekatı’ndaki şehit sayısı tartışmaları ile ilgili haberler üzerine, aşağıdaki açıklamayı yapmayı gerekli görüyorum:

“90.000 şehit bir simgedir, patenti bize değil Türk Halkına aittir.”

2003 yılında bir sivil inisiyatif olarak harekete geçen ve 2005 yılında yasal bir dernek statüsüne kavuşan Sarıkamış Dayanışma Grubu (SDG)’nun amacı; yakın tarihimizdeki bir acı gerçeğin tabu olmaktan çıkarılması, bütün yönleriyle tartışılması idi. SDG olarak Sarıkamış'tan bugün de, yarın da alınacak birçok ders olduğuna inanıyor, bu konuda bütün gücümüzle toplumsal bir hassasiyet yaratmaya çalışıyoruz.

Bu konuda devlet tarafından yayınlanan ilk basın bülteni, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök tarafından 2004 yılında yayınlanmış ve daha sonra bu bir gelenek halini almıştır. Birkaç yıl öncesine kadar neredeyse hiç konuşulmayan bir tarihi gerçeğin Genelkurmay'ın her yıl basın bülteni yayınlayacağı kadar ciddiye alacağı bir noktaya gelmesinde, birçok akademik tez - anı kitabının hazırlanmasında ve piyasadan kaybolmuş olanların tekrar yayınlanmasında, kaybolmaya yüz tutmuş Allahuekber ve Soğanlı Dağı şehitliklerinin yerlerinin tesbit edilip birer anıtmezara (kardeşmezarına) dönüştürülmesinde Sarıkamış Dayanışma Grubu’nun ve başkanı olarak benim, küçük de olsa bir katkım olmuşsa, bu şehitlere olan görevimizi yapmış sayacağım. Bu gün bu şehitlerin “Bir gecede tek kurşun atmadan donarak yaşamlarını yitiren zavallılar” olmayıp, “iki hafta boyunca kahramanca savaşan; dereler, tepeler, köyler zapteden, süngü hücumu ile Sarıkamışa giren ve bir gece işgal eden kahramanlar” olduklarını kamuoyuna anlatabilmişsek ne mutlu bize. Elbette görevin bundan sonrası artık tarihçilere aittir. Ben tarihi bir hobi olarak yaşayan, ilgili, meraklı, bu ülkeye karşı sorumluklarını derinden hisseden bir bilim adamıyım, bir kalp cerrahıyım. Sarıkamış’lı olduğum için de çocukluğum bu şehitlerin ağıtları ile doludur ve yörenin yerleşik halkı olan dedelerimin 1856, 1878 ve 1914 Osmanlı Rus savaşlarının mağdurları olması da ayrıca yüreğimin derinliklerini sızlatan yaralardır. O ağıtlar yakılan binlerce şehit içinde dedelerimin de bulunması hassasiyetimi açıklamaya yeter sanırım.

Kişisel görüşüm bugün bu şehitlerin sayısını konuşmanın körlerin bir fili tarif etmeye çalışmasından farkı olmadığı şeklindedir:

1. Dünya Savaşı'nda Kafkas Cephesi 4 yıl sürmüştür. Doğu Beyazıt'tan Karadeniz'e bir çizgi çekerseniz 400 km. genişlik, Erzurum'dan itibaren 150 km. uzunluğunda bir cephedir. Bu gün kamuoyunda bu uzun savaştan sadece 22 Aralık 1914 - 05 Ocak 1915 arasındaki 2 haftalık bir süreç konuşulmaktdır.

1. Dünya Savaşı sırasındaki askeri ve sosyal koşullar üst rütbeli askerlerimizin, subaylarımızın anılarında, hatta bizzat Enver Paşanın askere verdiği söylevde anlatılmaktadır. “ Askerler ! Hepinizi ziyaret ettim. Ayağınızda çarığınız, sırtınızda paltonuz olmadığnı gördüm....” Mareşal Liman Von Sanders, anılarında “ Üniforrma ve techizatı eksiksiz olarak hazırlanan bir bölüğün, denetlemeye gittiğim farklı garnizonlarda tekrar tekrar karşıma çıkarıldığnı gördüm” demiştir. Askerin ancak % 5' inin okuma yazma bildiği bir ortamda karargah notlarının ne kadar başarılı tutulacağı da malumdur. Tümenlerin, alayların Ruslara esir düşecekleri belli olduğunda askeri teamüller gereği kararaha ait tüm evrakı yakarak imha ettiklerini de Kafkas Cephesinde bizzat bulunmuş subaylarımızın anılarında yer almaktadır (Şerif İlden, Ziya Yergök, Ali İhsan Sabis, Halil Ataman). Askerlik şubelerinde seferberlik ilanını takip eden günlerden itibaren nüfus kayıtlarındaki eksiklik ve hatalardan dolayı yaşanan akıl almaz karışıklıkları ve bunların sonuçlarını bizzat Genelkurmay Merkezindeki Türk subayları anılarında belirtiyor. (Kazım Karabekir Paşa, Tuğgeneral Ziya Yergök, Yedek Subay Faik Tonguç vd...)

Genelkurmay Sarıkamış'tan döndüğünü kabul ettiği 12. 000 askerin de yukarıda çok kısaca özetlemeye çalıştığım nedenlerden dolayı yanlarında getirdiği hiç bir belge yoktur. Genelkurmay bugün şehit sayısı olarak 65. 000 rakamını verirken yukarıda kısaca özetlediğim nedenlerle bu şehitlerin yalnızca 17. 000'inin isimlerini belirleyebilmiştir. Yani tipide kaybolan, çıldırıp uçurumlara düşen, Ruslara esir düşen (sadece Hamamlı'da kurulan bir esir kampında yaşamını yitiren Türk askeri sayısının 7 bin olduğu mevcut anıt üzerinde belirtilmiştir), kimi zaman cephede şehit düşen, yaralı olduğu halde kağnılarla hastanelere taşınmak üzere yola çıkıp yollarda ölen, hastane köşelerinde tifüsden ölen isimsiz kahramanların kayıtlarının kimi zaman tutulamadığı bizzat cephede ya da hastanelerde görevli Türk askerlerinin anılarında tarihe not düşülmüştür. 10. Kolordunun Erzurum'dan çıkarken 45. 000 mevcudu olduğu, Allahuekber Dağı eteklerine geldiği sırada bunun 28.000 mevcuda indiği, o ulu dağ 4 günde aşıldığında Başköy ve Beyköy’e sadece 1200 (bazı anılarda 3000) Mehmetçiğin ulaşabildiği yazılmaktadır. Onların da çoğunun ayağı donuktur. Eğer bugün Sarıkamış’ta şehit olduğundan emin olduğunuz bir dedenizi ararsanız, bu dedenin şehadetine şahit olan geri dönen arkadaşları olmasına rağmen Genel Kurmayın çoğunlukla size vereceği cevap “Yapılan karye muayesinde askerde gaip(hiçbir defterde ismine rastlanmamış)” olacaktır.

Gündeme gelmesini ve tartışılmasını çok istediğim diğer bir konu şu anda hiç konuşulmayan sivil halkın yaşadığı dramdır. Osmanlı çekildikten sonra geri gelen Ruslar “36 yıl tabyalarımazda ekmeğimizi yediniz, Osmanlı gelince askerine alkış tuttunuz” diyerek 12-80 yaş arasındaki sivil halkı (aralarında kadınlar da vardır-Halil Ataman’ın anıları) sürgüne göndermişlerdir. Bu esirlerin çoğu yollarda katledilmiştir ve genelkurmayın şehit kriterlerine uymadığı için şehit listerinde yer almamışlırdır. Nargin Adası'na 1915-1917 yılları arasında 40.000 esirin aralarında 2-15 yaşındaki çocukların bulunduğunu dönemin Azerbaycan gazetesi Açıksöz yazmıştır (7 Aralık 1917). SDG olarak uzun çabalar sonucu Rus arşivlerinden temin ettiğimiz filimlerde bu çocukların görüntüleri yer almaktadır. Sibirya yollarında ve esir kamplarında ölen askerlerimizin ve sivillerin sayısını da ne yazık ki hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Sadece Nargin Adası’nda günde 10 -15 esirin yaşamı yitirdiği ve adanın batı ucuna götürülüp defin bile edilemediği anılarda yazılmaktadır. Bu kahramanların hiçbirisi ‘şehit kriterlerine’ uymadığı için resmi kayıtlardaki ne isimleri bilinen 17 000 nede kabul edilen 65.000 sayısının içinde yer almamaktadır.

Büyükelçi kitabında 2. Dünya Savaşı sırasındaki anılarını okuduğumuz Behiç Erkin 1. Dünya Savaşı'nda Genelkurmay Merkezi'nde, Asker Alma Dairesi’nde üst rütbeli bir asker olup Ankara'da Türk Tarih Kurumu'na bağışladığı anıları bugünlerde torunu Emir Kıvırcık tarafından yayına hazırlanmaktadır. Erkin''in anılarının bir bölümüne Türkiye'de ilk kez Reyhan Yıldız ile birlikte yazdığımız Ateşe Dönen Dünya: Sarıkamış isimli kitapta Sn. Kıvırcık'ın izniyle yer verdik. Behiç Bey'in, bu hafta baskıya girecek kitabımızda da yer alan bir anısını bu vesileyle naklediyorum; "Seferberlikten evvel III. Ordu'nun mevcûdu takrîben 100.000 kişi idi. Sarıkamış Muhârebesini müteâkıp III. Ordu mıntıkasında silâh altına alınabilecek ne kadar erât var¬sa hepsini aldık; ordunun mevcûdu yine takrîben 100.000 kişi oldu. Hâlbuki o mıntıkada silâh altına alınan efrâdın yekûnu 800 bin kişi idi. Bu hesâba göre, zâyiâtımız aşağı yukarı 800 bin ere baliğ oluyor demektir. Bunun dörtte birini kayıt yanlışı diye kabûl etsek dahi, yine 600 bin kişinin esir olmuş, donmuş, yara¬lanmış, ölmüş ve firâr etmiş bulunduğu netîcesine varırız". Enver Paşa bu hesaba o ünlü cevabını vermiştir “Onlar nasıl olsa bir gün ölmeyeceklermiydi”

Şevket Süreyya Aydemir'in Enver Paşa isimli 3 ciltlik eserinin 3. cildinin yanısıra, 1976 yılında basılan 1. Dünya Savaşı Ansiklopedisi'nde de yayınlanan (Yener Yayınları, 1976, Cilt 2, sayfa 346-347), TTK Kazım Orbay Arşivi'ne ait olduğu belirtilen bir belgenin imza bölümünde: Taltifat, madalya; Süleyman Paşa, Ferik (Divan-ı Harb Reisi); Behiç Bey, Miralay (Harbiye Nezareti Ordu Dairesi Reis Vekili yazmaktadır. Bu çizelge Behiç Bey'in iddialarını destekler niteliktedir. Sadece bu belge bile Sarıkamış Harekatı’ndaki şehit (ve diğer zaiyat) sayısına dair anlatımların çeşitliliğine bir örnektir. Bu konuda ne kadar farklı rakamların telaffuz edildiğine örnek olması ümidiyle, yukarıda bahsettiğim ‘Ateşe Dönen Dünya: Sarıkamış’ kitabından kısa bir bölüm sunuyorum;

"Genelkurmay Başkanlığı 1933'te Sarıkamış yitiklerini 108 bin kişi olarak açıklamıştır. Geri dönen on iki bin askerin kaçının tifüsten öldüğü bilinmemektedir. Bazı yazarların alaycı bir şekilde yaklaştıkları 75 000 kişilik ordunun 90 000 şehidi olurmu sorusunun cevabı çok basittir: Bu sayı tüfekli asker sayısıdır, bu savaşa giden istihkamcı, topçu, ikmal, levazım ve sıhhiyeci olup yaşamını yitirenlerin de bu savaşın askerleri sayılması gerekmezmi. Ayrıca Kafkas Cephesinin başında (Kasım 1914) asker sayısı General Fahri Belen Tarafından 189 562 olarak gösterilmiştir (Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi). Köprüköy ve Azap savaşlarında gerek ileri giderken, gerekse çekilirken verilen onbinlerce şehidi ne yapacağız. Şu anda yapıldığı gibi yok saymak doğrumudur. !916 da tekrar saldırmaya başlayan Ruslar açılan Anadolu kapılarından 250 km içerilere girdiği zaman katlettikleri ve esir aldıkları onbinlerce sivil ve askerimizi nereye tasnif edeceğiz. Liman von Sanders Sarıkamışa giden 90 bin Türk askerinin 12 bininin geri döndüğünü yazmıştır (4), Hüsamettin Tugaç'a göre şehit ve esir sayısı 40 bindir. Rus yazar Paul Muratoff Türk kayıplarını 75 bin olarak tahmin etmiştir (5), Türk Kültürü Dergisinde de Türk ordusunun kayıpları 75 bin olarak verilmiştir. İlhan Selçuk Yüzbaşı Selahattin'in Romanı'nda 112 bin kişilik Türk ordusundan 53 bin askerin donarak öldüğünü, 7 bininin esir düştüğünü, 30 bininin hastalanarak savaşamaz hale geldiğini yazmıştır. (6) General Hüseyin Işık Harekata katılan 118 bin askerden 18 bininin geri döndüğünü, hasta ve yaralılardan 10 bin askerin daha kurtarıldığını belirtmiştir. İngiliz binbaşı M.Larcher (Bu kitap SDG katkıları ile Can Kapyalı tarafından Fransızcadan günümüz Türkçesine tercüme edilmektedir) Türk Ordusunun harekat sırasında Kafkasya'da 40 binden fazla esir, 90 binden fazla kayıp verdiğini yazmıştır. Necati Ökse Türk kayıplarını 60, Rus kayıplarını 32 bin olarak verirken, Ergünöz Akçora Allahuekber Dağları'nda 20, Sarıkamış civarında 78 bin Türk askerinin donduğunu ifade etmiştir (7)”

(4) Birinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye'de Bulunan Alman Generallerin Raporları, Akdes Nimet Kurat, Ankara 1966, s. 79
(5) 1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi, W.E.D. Allen-Paul Muratoff, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1966, s. 264
(6) Yüzbaşı Selahattin'in Romanı, İlhan Selçuk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1975, s. 118
(7) Tarihin Sarıkamış Duruşması, Dr. Ramazan Balcı, Tarih Düşünce Kitapları, 2005, s. 290-291

Bu konudaki verilen rakamların farklılığı dikkate alındığında ortaya çıkan sonuç şudur; bizler bu savaşta ne kadar asker kaybettiğimizi korkarım hiçbir zaman kesin olarak öğrenemeyeceğiz. Kanımca, şehit sayısı tartıştırılarak bazı gerçekler saptırılma yoluna gidilmektedir. 90.000 rakamının patenti bize ait değildir; Sarıkamış'ı Enver Paşa'nın sansürüne, akademisyenlerin - tarihçilerin konuya olan ilgisizliğine rağmen ağıtlarıyla, türküleriyle unutmayan, unutturmayan halkımıza aittir.
Bu güne kadar, Sarıkamış diye kırıldı 35 000 evin ocağı veya 65 000 evin ocağı şeklinde bir ağıta rastlanmamıştır.

Harekatın 90. Yılında 90 bin şehidin Genelkurmay'ın himayesinde ve iki bin asker, iki bin sivilin katılımıyla anılmış olması da bu sembolün kabülenilmesinde büyük anlam taşımaktadır. Aslında 90 000 bile oldukça mütevazi bir simgedir.

Bazı haberlerde 'tarihi tarihçilerin yazması gerektiği’ başka bir deyişle ‘herkesin işini yapması’ isteniyor, tarihin yanlış anlatıldığından şikayet ediliyor; herkes işini yapsa ben de sadece cerrahlık yapmaya hazırım. Ama gazetecilerin, bilim adamlarının, tarihçilerin şunları sorgulamalarını bekliyorum;

1 - Bugüne kadar Rus Arşivlerinde, Alman arşivlerinde, bırakın o kadar uzağa gitmeyi Osmanlı arşivlerinde Sarıkamış konusu ile ilgili araştırma yapan kaç tarihçi vardır? (SDG’nun katkıları ile 1935 yılında Rus Askeri Akademisi tarafından basılmış "Sarıkamış Operasyonu" isimli kitap Kafkas Üniversitesi Öğretim üyelerinden Nurhan Aydın tarafından tercüme edilmiş olup yayına hazırlanmaktadır.)

2 - Türk Tarih Kurumu'nda bulunan Kazım Orbay, Behiç Erkin ve diğer askerlerimizin arşivlerinde kaç tarihçimiz merak ederek herhangi bir çalışma yapmıştır?

3 - Enver Paşa’nın 1908 yılına kadarki dönemi kapsayan el yazması anılarını okumak için neden 2006 yılına kadar bekledik? Bu anılardan başka; ellerinde, sonraki dönemlere ait bir evrak, anı, mektup, belge var mıdır? Varsa bunları okumak, öğrenmek için daha kaç yıl beklememiz gerekmektedir? Ailenin ekonomik gücünün tüm bu evrakı tasnif ederek yayınlanmasını sağlayacak kadar iyi olduğu bilinmektedir.

5 - Sarıkamış'a gitmek için Konya'da günlerce soğukta 'giydirilmeyi' bekleyen' 21 bin Mehmetçiğin hatırına sorunuz (binlercesinin yaşamını yitirdiğini biz söylemiyoruz, Behiç Erkin anılarında tanık göstererek yazıyor ve ne yazık ki bunlar da ‘şehit’ kriterine uymuyor); doyuramadığı, giydiremediği binlerce askeri Turan hayaliyle ölüme terkedenleri sorunuz. Samsun’dan , Ulukışla’dan Erzuruma 1-1,5 ayda yürüyerek gelen asker ve subayın Erzurum’a geldiklerinde ayaklarında neden çizme, ayakkabı, çarık kalmadığını sorunuz. O dağlarda vatan evlatlarının çığlıkları hala yankılanırken, eşine cepheden muhabbet dolu mektuplar yazanları sorunuz.

4 – Sorunuz; Sn. Murat Bardakçı kendisinde bulunduğunu birkaç kez köşe yazılarında kamuoyuna duyurduğu Sarıkamış Harekatı’nda 10. Kolordunun komutanı olan Hafız Hakkı Paşa’nın o dönemin karanlık kalan birçok bölümünü aydınlatacak olan (hastanede vefat ettiği zaman baş ucunda bulunup daha sonra ailesine teslim edilmiş olan) günlüğünü her hangi bir tarihçi incelemek amacı ile bu değerli tarihçiye müracaat bulunmuşmudur. Bence artık Sn Bardakçı’nın da Sarıkamış’a hizmet etmesinin zamanı gelmiştir.

Bizler bu savaşta ne kadar asker kaybettiğimizi korkarım hiçbir zaman kesin olarak öğrenemeyeceğiz ama Liman von Sanders ‘in yazdığı raporun başına koyduğu cümleyi hepimiz çok iyi öğrenmeliyiz: “Bu (Sarıkamış) taarruzu haklı çıkarmak yolunda herhangi bir sebebi Harp Tarihi hiçbir zaman tesbit edemeyecektir”

Unutmayınız Çanakkale Savaşı’nda yitirilmiş şeçkin şehirli gençlere karşın Allahuekber ve Soğanlı Dağları’nda yaşamlarını yitirenler 15-35 yaş arasında adları, suretleri olmayan, adeta sır olan yoksul köylü çocuklarıdır. Genç subaylar ise Balkan Harbinin onur kırıcı sonuçlarını telafi etmek için ölümüne savaşmış kahramanlardır.
Şehit sayısının ne önemi var. Bugün güneyde bir şehit verdiğimiz zaman kaç bin ananın yüreği yanıyor, kaç bin babanın canı gidiyor, görmüyormuyuz. Gelin tüm şehitlerimizi aziz mertebesine yükseltelim.

Saygılarımla,

Prof. Dr. Bingür Sönmez
Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı

Bir kez daha kanadı insanlığım, kanadı tarih' im, kanamalı yüreğim...

Özüyle ülkesine, insanına, ulusuna sevdalı bir bilim adamının ve O' na inanarak aynı idealle ve yasal bir çerçeve içinde el ele vermiş bir avuç insanın yaptığı/yapmaya çalıştığı bu soylu çalışmalara bile çomak sokup fitnelik katacak, anlamsız çelmelerle farklı anlamlar yükleyip tarihe ihanet edecek adamlar olabiliyor; her devirde olabildiği gibi...

Dostça...