Gülce Edebiyat Akımı

Şu anda Hafif Görüntüleme modundasınız. Sayfayı normal görüntülemek için, buraya tıklayın.
ATATÜRK`ÜN DİNİ DÜŞÜNCE VE İNANÇLARI

Atila ŞİMŞEK
(e)Kur. Albay
***************


Yakın yıllara kadar Atatürk`ün İslam dini ile ilgili söylediklerini, yaptıklarını, yapmak istedikleri gerçek yönü ile ele alıp objektif olarak incelenmemiş, Atatürk`ün dine ve İslam’a karşı olduğu hiçbir temele dayanmadan, bazı çevrelerce kasıtlı olarak yayılmak istenmiştir.Bu konu sürekli işlenerek inanan kişileri Atatürk düşmanı yapmakta kullanılmıştır.

Bugün Türkiye`de Ulu Önder Atatürk`e sığınılarak yürütülen din düşmanlığı yanında, dine sığınarak yapılan Atatürk düşmanlığı da had safhaya ulaşmıştır. Atatürk`e dayanılarak yapılan bu iki faaliyetin maksat ve hedefleri değişik olup, bu iki grubun propaganda ve baskısı öyle büyük boyutlara ulaşmıştır ki; dindar olmakla,bu kutsal vatanı düşman işgalinden kurtaran Atatürk`ü sevmek
birbirine aykırı olarak sergilenmiş, birine Müslümanlık derken, diğerine kafirlik gözü ile bakılmaya başlanmıştır.

Atatürk`ün dinsiz ve İslam’a karşı olduğu, dini isteklere hoşgörü göstermenin laiklikten taviz vermek olduğu düşüncesi tamamen yanlış ve maksatlı düşüncelerin ürünü olup, milli birlik ve bütünlüğümüze yönelik propagandaların başını çekmektedir.

Atatürk`ün din aleyhine, özellikle İslam dini ve Müslümanlık aleyhine söylediği tek bir kelime dahi bulunmamaktadır. Aksine İslam dininden ve Hazret-i Peygamberimizden övgü ve saygıyla bahseden ve Müslümanlığı ile iftihar eden birçok sözleri bulunmaktadır.

Öncelikle hepimizin bilmesi gereken bir konu vardır ki; Atatürk Müslüman bir toplum içinde ve Müslüman bir aileden doğmuştur.

Bir insanın dini inançları, dini duyguları ve dini kültürü; doğup büyüdüğü, terbiyesini aldığı ailesi, içinde bulunduğu toplum, çevresi ve okuduğu okullar arasında çok sıkı bir ilişki bulunmaktadır.Bu açıdan baktığımızda Atatürk`ün hayatında din ile ilgili son derece önemli ayrıntılar görmekteyiz.

Atatürk, öncelikle dini inançları çok yüksek olan bir aileden, Müslüman olan bir anne ve babadan doğmuştur. Atatürk ilk dini bilgilerini ailesinden, özellikle annesinden alıştır.Atatürk`ün annesi Zübeyde hanım Atatürk`ü devrin geleneklerine uygun bir Müslüman ailenin çocuğu gibi yetiştirmiştir.Yine zamanın adetlerine göre ilahilerle diğer bir deyişle "Amin Alayı" ile okula başlatmıştır.

İlk eğitimine başladığı okullarda ciddi bir din eğitimi almış daha sonra okuduğu Selanik Askeri Rüştiyesi ve Manastır Askeri İdadisinde ciddi ve üst seviyede din kültürü almıştır. Selanik Askeri Rüştiyesi ve Manastır Askeri İdadisi ders programları incelendiğinde bu okullarda çok ciddi ve üst seviyede din eğitimi verildiği görülmektedir.

Atatürk aldığı bu din eğitimi sayesinde din ile ilgili olarak okuduğu ve incelediği Cactani`nin "İslam Tarihi",Corci Zeydan`ın "Medeniyet-i İslamiye Tarihi" gibi bugün ancak İlahiyat Bilginlerince okunan ve incelenen eserleri belirtmek yerinde olur. Atatürk`ün İslam dini ile ilgili bilgi ve kültürü daha sonraki dönemlerde liseler için yazdırdığı tarih kitabının "İslam Tarihi" bölümünü bizzat kendisinin yazması ile ortaya çıkmıştır.(1)

Milletinin tarihini yazan büyük liderler, mensup oldukları milletin maddi ve manevi değerlerine sahip ve bunları hayatlarının her safhasında başarıyla uygulamış kişilerdir. Unutulmamalıdır ki! Ulu Önder Atatürk bir ferdi olmakla iftihar ettiği Yüce Türk Milletinin maddi ve manevi değerlerini benimsemiş, özellikle milletimizi yüzyıllar boyu etkilemiş, ruh ve şekil vermiş manevi değerlerimizden en önemlisi olan Kutsal Dinimizle bütünleşmiş ve İslam dinine olan inancını hayatının her safhasında vicdanının en huzurlu köşesinde saklamıştır.

Mustafa Kemal Atatürk`ü dine, İslam’a karşı göstermek isteyenler çok iyi bilmelidirler ki; Atatürk softa ve yobazların yanında olmamış,yalnız dinin yanında olmuştur.Türk Milletinin tertemiz inanç ve inanışına her zaman saygı duymuş,inanmış,dinin yüce bir kuru olduğunu devamlı söylemiş,ancak din duygusunun sömürülmesine asla izin vermemiş ve verdirmemiştir.

Türk`ü ve Türk Milletini yürekten seven bir kişi olarak Milleti gibi İslam Dinine yürekten inanmış, hatta bu yüce milletin "Daha da dindar olması gerektiğini" açık yüreklilikle söylemiştir.(2)

Fransız gazetecisi Mavrice Perno`nun sorduğu sorulara verdiği cevaplar bunun en güzel ve net kanıtlarıdır.

M.Perno: Şu halde yeni Türkiye`nin siyasetinde dine aykırı hiçbir temayül ve mahiyet olmayacak mı?

Atatürk: Siyasetimizi dine aykırı olmak şöyle dursun, dini bakımdan eksik bile hissediyoruz.

M.Perno: Düşündüklerinizi daha açık izah eder misiniz?

Atatürk: Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, gelişmeye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor.Halbuki Türkiye`ye istiklalini veren bu Asya milleti içinde daha karışık,suni,batıl inanışlardan ibaret olan bir din daha vardır.Fakat bu cahiller,bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır.Eğer ışığa yaklaşmazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir.Onları kurtaracağız.(3)

Atatürk diğer bir konuşmasında ise Peygamberimiz Hazret- i Muhammet için şunları söylemiştir."O Allah`ın birinci ve en büyük kuludur O’nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor .Benim,senin adın silinir,fakat sonuca kadar O ölümsüzdür"(4)

Yine Atatürk saltanatın kaldırılmasıyla ilgili 30 Ekim 1922 günü TBMM. de yaptığı konuşmada;

"Ey arkadaşlar! Allah birdir,büyüktür."Adet-i İlahiye`nin gerçekleşmesine bakarak diyebiliriz ki.diye başlayan konuşmasına devamla,"Onlara Hazret-i Adem Aleyhisselam`dan itibaren bilinen ve bilinmeyen ve sayısız denecek kadar çok nebiler,peygamberler ve resuller göndermiştir.Fakat Hazret-i Peygamberimiz aracılığı ile son dini ve medeni gerçekleri verdikten sonra artık insanlarla aracı kullanarak ilişki kurmaya gerek görmemiştir.İnsanların bilinç düzeyi,aydınlanma ve gelişimi her kulun doğrudan doğruya ilahi ilhamlarla ilişki kurma yeteneğine vardığı kabul buyurmuştur.Ve bu sebepledir ki Cenab-ı Peygamber,Hatem-ul-embiya olmuştur ve kitabı,son kitaptır.Son peygamber olan Hazret-i Muhammet Sallallahualeyhivesselam,bin üç yüz doksan dört sene evvel Rumi Nisan içinde ve Rebülevvel ayının onu,ikinci pazartesi gecesi sabaha karşı tan yeri ağarırken doğdu........

Bugün o gündür, gerçekten Arab’i tarihlerde bu akşamı doğum gününün tam yıldönümüne rastlıyor, inşallah bu hayırlı tesadüftür. Hazret-i Muhammet çocukluk ve gençlik günlerini geçirdiği dönelerde yüzü nurani, sözü ruhani, doğru yolda ödünsüz, sözüne sadık, mertlik ve güzel huy sahibi olarak başkalarına üstün olan Hazret-i Muhammet Mustafa,önce bu özel ve üstün özellikleri ile kabilesi içinde "Muhammed-ul Emin" oldu.Ondan sonra kırk yaşında peygamberlik ve kırk üç yaşında elçilik geldi.

Alemlerin Peygamberi Efendimiz sayısız tehlikeler içinde, sonsuz zahmetler içinde yirmi sene çalıştı ve İslam Dinini kurmaya ait peygamberlik görevini yerine getirmeyi başardıktan sonra "Yüce mevkisine kavuştu".(5)

Atatürk’ün 1 Mart 1922 tarihinde yine mecliste yaptığı bir konuşmasında hutbe ile ilgili soruları şöyle cevaplıyordu.”Camilerin mukaddes mimberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek ,en verimli kaynaklardır .Mimberlerden halkın anlayabileceği dilde, ruh ve beyine hitap olunmakla Müslümanların vücudu canlanır,beyni temizlenir,imanı kuvvetlenir,kalbi cesaret bulur.Fakat buna karşılık,hutbe okuyanların taşıması gereken özellikler ve dünyanın durumunu anlayıp bilmesi önemlidir.”(6)

Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konuşmasından takriben bir yıl sonra ”Balıkesir Zağanos Paşa Camii”nde bir Cuma hutbesi okumuştur.

“Ey Millet !

Allah birdir, şanı büyüktür.Allah’ın selamı,atıfeti,hayrı üzerinizde olsun.Peygamberimiz Muhammet Mustafa (S.A.V.) Efendimiz Hazretleri Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakayık ve akaid-i katiyyeyi(kesin inançları) telkin etmek için memur olmuştur,mersul olmuştur.

Peygamber Efendimiz Hazretlerinin delalet-i peygamberanesiyle tesis etmiş olan dinimizin Kanun-i aslisi cümlenizce malumdur ki Kuran-ı Azimüşşanın ihtiva ettiği nusuhtur (Öğütlerdir).Bu nusuha istinaden tesis etmiş olan dinimiz 1300,bu kadar seneden beri alem-i beşere feyz-i ruhaniye vermiş son dindir ve din-i ekmeldir.Çünki tabiata,akla,mantığa tamamen muvafık ahkamı ihtiva eder.

Filhakika böyle olması ve en son din olabilmesi için bu mezayayı aliyeyi (yüksek meziyetleri) cami bulması (içine alması) icap eder Çünkü aksi takdirde kavanin-i ilahiye (İlahi Kanunlar) betinde tezat olması lazımdır .Zira bilcümle Kavanin-i diniyeyi yapan ve kuran Allah Azimüşşan’dır.

Biliyosunuz Cenab-ı Peygamber bütün mesai-i zatiyesinde (şahsi çalışmalarında) iki haneye malik bulunuyordu .Biri kendi evi,diğeri Allah’ın evi idi.Millet işlerini ekseriya Allah’ın einde,camide Eshab-ı Kiram ile iştişare ederek yapardı.Biz bu dakikada Allah’ın evinde bulunuyoruz.

Allah’ın huzurunda, Peygamberimiz Aleyhissalatü VesselamEfendimizin Ehl-i İman ile beraber içtima ettiği Dar-ı Kudside bulunuyoruz .Böyle bir sevaba beni muzahir eden (kavuşturan) Balıkesir’in didar,çok kıymetkar ve kahraman insanlarının huzurudur.Bundan dolayı çok memlunum.Çünkü Cenab-ı Hak’ka karşı en kıymetli bir vazife ifa ettiğimizden naşi (dolayı) en büyük sevaba nail olacağım.

Ey Balıkesir Halkı !

Camiler yalnız birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için değildir. . Camiler bilhassa din ve dünya için neler yapmak mecburiyetinde olduğumuzu düşünmek, meşveret etmek içindir. Her şey ancak meşveretle iyi tarika (yola)sevk edilir.

Biliyorsunuz ki Cenab-ı Peygamber ekseriya rufeka-ı mesaisiyle (çalışma arkadaşlarıyla) meşveret eder.dünya umurunda (işlerinde) kendinden kuvvetli,daha zeki arkadaşları olduğunu teslim buyururlardı.

Binaenaleyh, sizin de kendi işlerinizde her birinizin dimağları mutlaka ayrı ayrı hal-i faaliyette (çalışma halinde) bulunmalıdır.

Bugün burada memleketimizin mamuriyeti için , bütün bunların istinat ettiği istiklal-i tammemiz (tam bağımsızlığımız) bila kayd-ı şart hakimmiyemiz için neler düşündüğümüzü açıkça söyleyelim,hasbihal edelim.

Ben size yalnız kendi düşündüklerimi değil sizin düşündüklerinizi bilmek istiyorum .Esasen amal-i milliye (milli emeller),irade-i milliye.temayulat-ı milliye demek,halkın içerisinden şu veya bu birkaç kişinin emelleri değil,bütün milletin muhassalası (özü) demektir.Bu muhassalanın fevkine çıkmak ve tahtında (Altında) kalmak mutlaka yanlıştır.

Hakiki yolu bulabilmek için halkın efkarı hissiyatını (fikri duygularını) daima bilmek lazımdır. Buna binaen sizden çok rica edeceğim Bana ne sormak istiyorsanız sorunuz, dinleyeceğim. Cenab-ı Hakka tekrar hamd ve sena ederek burasını terk ve sizi dinlemek üzere aşağıya iniyorum”.

Atatürk mimberden indikten sonra “Hutbe” ile ilgili olarak sorulan bir soruya şu cevabı vermiştir.

“Hutbe demek halka hitap etmek. yani söz söylemek demektir.Hutbenin manası budur.Hutbe denildiği zaman bundan bir takım kavram ve manalar çıkarılmamalıdır.Hutbeyi söyleyen hatiptir.Yani söz söyleyen demektir.

Biliyoruz ki , Hazret-i Peygamber Efendimiz hayatta bulunduğu dönemde hutbeyi kendileri söylerlerdi.Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek ilk dört Halife’nin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki,gerek Peygamberin,gerek dört Halifenin söylediği şeyler o günün meseleleridir.O günün askeri ,idari,mali,siyasi ve sosyal konularıdır.Müslümanlar çoğalmaya,İslam ülkeleri genişlemeye başlayınca,Hazret-i Peygamber’in ve dört Halife’nin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkan kalmadığından,halka söylemek istedikleri şeyleri tebliğe bazı kişileri görevlendirmişlerdir.Bunlar herhalde Müslümanların en büyük reisleri idi.Onlar cami şeriflerde ve meydanlarda ortaya çıkar,halkı aydınlatır ve doğru yolu göstermek için ne söylemek lazımsa söylerlerdi.

Bu usülun devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aydınlatması.Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir.Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın aklı faaliyet durumunda bulunacak,iyi şeyleri yapacak ve illetin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunu arkasından gitmeyecektir…

Ancak , millete ait işleri milletten gizli tuttular.Hutbelerin halkın anlamıyacağı bir dilde olması ve onların da bugünkü gereklere ve ihtiyaçlarımıza değinmemesi,halife ve padişah adını taşıyan zorbaların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.

Hutbeden maksat halkın aydınlanması ve doğru yolun gösterilmesidir , başka bir şey değildir.Yüz,iki yüz hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak,insanları bilgisiz ve tembellik içinde bırakmak demektir..Hatiplerin halkın kullandığı dille konuşması lazımdır.

Geçen sene Millet Meclisi’nde söylediğim bir nutukta demiştim ki; Mimberler ,halkın şuurları ve vicdanları için bir ilim ve nur kaynağı olmuştur.Böyle olabilmesi için mimberlerden yankılanacak sözlerin bilinmesi,anlaşılması ve ilmi ve fenni hakikatlere uygun olması lazımdır.Asil hatiplerimizin siyasi,sosyal ve medeni gelişmeleri her gün takip etmeleri gerekmektedir.Bundan dolayı hutbeler tamamen Türkçe ve zamanımızın ihtiyaçlarına uygun olmalıdır ve olacaktır.”(7)

Atatürk 16 mart 1923 tarihinde Adana’da yaptığı bir konuşmada İslam dininin mahiyeti, çalışmaya verdiği değer ve gerçek din alimi konularına değinmiş,fikir ve düşüncelerini şöyle açıklamıştır.

“Bizi yanlış yola sevk edenler, bilirsiniz ki çoğu din perdesine bürünmüşler ,saf ve temiz halkımızı hep dini kural sözüyle aldata gelmişlerdir.Tarihimizi okuyunuz.Dinleyiniz.Görürsünüz ki milleti mahveden,esir eden,harap eden kötülükler hep,din perdesi arkasındaki dinsizlikten ve kötülükten gelmiştir.Elhamdülillah,hepimiz Müslümanız.Hepimiz dindarız.Artık bizim dinin icabatını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur.Analarımızın,babalarımızın kucaklarında verdiği dersler bile,bize dinimizin esaslarını anlatmaya kafidirler.Buna rağmen,hafta tatili dine muğayyirdir gibi hayırlı ve akla dine mufafık meseleler hakında,sizi iğfal ve idlale çalışan habislere ittiat etmeyin.Milletimizin içinde hakiki ve ciddi ulema vardır.Milletimiz bu gibi ulamasıyla müfteridir.Onlar milletinin emniyetine ve ümmetinin itimat’ına mazhardırlar.Bu gibi ulemaya gidin.Bu efendi bize böyle diyor,siz ne diyorsunuz deyiniz.Fakat suret-i umumiyette buna ihtiyaç yoktur.

Bizim dinimiz için herkesin elinde bir değer ölçüsü vardır. Bu değer ölçüsü ile herhangi bir şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla,mantığa,toplum çıkarına uygundur.Biliniz ki o dinimize uygundur.Bir şey akıl ve mantığa,toplum çıkarına,İslam’ın çıkarına uygunsa,kimseye sormayın o şey dindir.Eğer bizim diniz akıl ve mantıkla uyuşan bir din olmasaydı en mükemmel din olmazdı,en son din olmazdı.Bizim dinimiz milletimize hakir,miskin ve zelil olmayı tavsiye etmez.Bilakis Allah’ta,Peygamber’de insanların ve milletlerin izzet ve şereflerini muhafaza etmeyi emrediyor.(8)

Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla ilgili olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı inançsız olma sanıyorlar, asıl inançsızlık onların bu inanıştır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı İslam’ın inançsızlara esir olmasını istemek değil de nedir .Her sarıklıyı hoca sanmayın,hoca olmak sarıkla değil akılladır.(9)

Atatürk’ün 20 Mart 1923 tarihinde Konyalı gençlerle yaptığı konuşmasında aşağıdaki değerlendirmelerini yaptığını görmekteyiz.

“Müslüman kavimler içinde pek azı bizim ulusumuz olan Türkler kadar ulusal gelenek ve görenekleri bakımından sakat şeylere sahip değildi Türk toplumsal geleneklerinden pek çoğu İslam gerçeğine uygun ve yakındı. Ama Türkler bulundukları alan, yaşadıkları bölgeler bakımından bir yandan İran ve öbür yandan Arap ve Bizans uluslarıyla temas içindeydiler.Kuşku yok ki temasların uluslar üzerinde etkileri görülür.Türklerin temas ettiği ulusların o zamanki uygarlıkları ise bozulmaya başlamıştı.Türkler bu ulusların sakat adetlerinden,kötü yönlerinden etkilenmekten kendilerini alıkoymuşlardır.Bu durum kendilerinde karma karışık,bilinç dışı,insanlık dışı düşünüşler doğurmaktan uzak kalmamıştır.İşte düşünüşümüzün belli başlı nedenlerinden birini bu nokta oluşturuyor.

Yine biliyorsunuz ki İslam alemi içindeki toplumlar ile Hıristiyanlık alemi yığınları arasında birbirini bağışlamaz gören karşıtlık vardır.İslamlık Hıristiyanların,Hıristiyanlar İslamların sonuna değin düşmanları oldular..

Aydınlar asıl yığını kendi hedefine yöneltmek ister halk yığınları ise bu aydınlar sınıfına bağımlı olmak istemez o başka bir yön belirtmeye çalışır.Aydın sınıfı telkinle,uyarılarıyla çoğunluk yığını kendi amacına göre inandırmayı başaramayınca başka araçlara başvurur.,Halka baskı ve zorlamada bulunmaya başlar…artık burada asıl çözümleyici noktaya geldik:halkı ne birinci yol ile,ne zorlama ve baskı ile kendi hedefinde sürüklemeyi başaramadığımızı görüyoruz;neden?Arkadaşlar bunda başarılı olması için aydın sınıfla halkın düşünüş ve hedefi arasında doğal bir uyum olması gerekir.Yani aydınlar sınıfının halka telkin edeceği ülküler,halkın ruh ve vicdanından almış olmalı,oysa bizde aydınların telkinleri ulusumuzun ruhunun derinliğinden alınmış ülküler midir?Kuşkusuz hayır;aydınlar içinde çok iyi düşünenler vardır.Ama genellikle şu yanlışımız da vardır ki inceleme ve araştırmalarımıza alan olarak çoğunlukla kendi ülkemizi,kendi özelliklerimizi ve gereksinmelerimizi almalıyız.Aydınlarımız belki bütün dünyayı,büyün başka ulusları tanır ama kendilerini bilmezler.”(10)

Yine Atatürk 1923 yılında İzmit ve Eskişehir konuşmalarında şunları söylemiştir.

“Cenab-ı Peygamber bu devletlere gönderdiği peygamberlik mektuplarında buyurmuşlardır ki ; Allah birdir ve ben O’nun tarafından size gerçekleri anlatmakla vazifeliyim.Hak dini İslam dinidir ve bunu kabul ediniz.Ben size Hak dinini kabul ettirmekle zannetmeyiniz ki,sizin milletinize,sizin hükümetinize el koymuş olmayacağım.Siz hangi hükümet şeklinde hangi durunda bulunuyorsanız o yine aynı kalacaktır.Yalnız Hak dinini kabul ediniz ve koruyunuz.”(11)

Atatürk başka bir konuşmasında İslam dininde ruhban sınıfının olmadığını şöyle söylüyordu;”Her şeyden önce şunu en basit bir dini gerçek olarak bilelim ki, bizim dinimizde özel bir sınıf yoktur.Ruhbanlığı reddeden bir din,tekelciliği kabul etmez.O halde biz diyemeyiz ki,bizde özel bir sınıf vardır.Diğer insanlar dini yönden aydınlatma hakkından yoksundur.Böyle düşünecek olursak kabahat bizde,bizim cahilliğimizdedir.Hoca olmak için yani dini gerçekleri halka telkin etmek için mutlaka hoca elbisesi şart değildir.Bizim yüce dinimiz her erkek ve kadın Müslüman’a genel olarak araştırmayı farz kılar ve her erkek ve kadın Müslüman toplumu aydınlatmakla yükümlüdür.

Efendiler bir fikri daha düzeltmek isterim. Milletimizin içinde gerçek din adamları,din adamlarımız içinde de milletimizin hakkı ile iftihar edebileceği bilginlerimiz vardır.Fakat bunlara karşı hoca elbisesi altında gerçek ilimden uzak,gereği kadar öğrenmemiş,ilim yolunda gereği kadar ilerleyememiş hoca görünüşlü cahillerde vardır.Bunların ikisini birbiriyle karıştırmamalıyız.Seyahatlerimizde birçok gerçek aydın,din bilginimizle temas ettim,onların en yeni ilmi terbiyeyi almış sanki Avrupa’da tahsil etmiş bir seviyede gördüm. İslamiyet ruhu ve hakikatlerini çok iyi bilen din adalarımızın hepsi bu olgunluk derecesindedir. Şüphesiz ki,bu gibi din adamlarımızın karşısında imansız ve hain din adaları da vardır,bunları onlarla karıştırmak doğru değildir.”(12)

Bir gün Ankara Orman Çiftliğinde çeşitli konular görüşülürken yanlarında bulunan Asaf İLBAY’a Atatürk’ün din hakkındaki fikirlerini öğrenmek için fırsat doğmuştur. Atatürk ile baş başa kaldığı bir andan faydalanarak “Paşam din hakkında düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum” der.

Atatürk;”Din vardır ve lazımdır .Temeli çok sağlam bir dinimiz var.Malzemesi iyi,Fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış,harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş.Aksine bir çok yabancı unsur binayı fazla hırpalamış,bu gün bu binaya dokunulamaz,tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üzerine yeni bir bina kurma lüzumu hasıl olacaktır. Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakla serbesttir.Biz dine saygı gösteririz.Düşünce ve tefekküre muhalif değiliz.Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor,kasde ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz.Mürtecilere asla fırsat vermeyeceğiz.”diye belirtmiştir.(13)

“Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar” isimli eserin yazarı Münir Hayri EĞELİ, “Atatürk için dinsiz diyenler oldu.Bunu bir moda imiş gibi yayanlar vardı.Onun laiklik anlayışını dinsiz gibi göstermekte fayda bulanlar oldu.Halbuki Atatürk yobaz aleyhtarı idi.Size başımdan geçen bir vakayı naklederek başlayayım.

Bir gün Necip Ali Ona; Efendim Münir Hayri namaz kılar dedi.En yakın dostunun beni bu şekilde takdim ettiğini gören beni sevmeyenler;şimdi kovulacağımı zannederek gülüştüler.Atatürk ile aramızda şu konuşma geçti.

-Sahi mi ?

-Evet,Paşam.

-Niçin namaz kılıyorsun ?

-Namaz kılınca içimde bir huzur ve sukun hissederim.

Atatürk demin gülenlere döndü.

-Batmak üzere bulunan bir gemide bulunsanız ,herhalde yetiş gazi demesiniz;Allah dersiniz.Bundan tabii ne olabilir.Sonra bana döndü.

-Dünyadaki işlerine zarar getirmemek şartıyla namazını kıl, heykel yap ,resim de.

Atatürk asla dinsiz değildi .Laikti.Taassubun şiddetli düşmanıydı.Medreseleri kapattığı zaman yakınında bulunan Rahmetli Galip’e;

-Yahya Galip Bey , Müslümanlıkta rakiplik yoktur.Medreseler eski Türklerin kurdukları modern üniversitelerin taassubun elinde ıslah olmayacak tereddiye uğramış harabeleridir.Bunları ne ıslah,ne de idame ettirmek kabildir.Yıkmaktan kastımız budur.Müslümanlıkta imam,cemiyetin en üstün adamıdır,zamanın en münevver adamıdır.Dört beş yüzyıl birbirini tutmayan içtihatlarla,esen rüzgarlara göre verilmiş fetfalarla inançlarıyla oynanan Türk Milletinin din duygularını,bir sürü skolastik cahilin eline bırakamayız.İleride bu işi bizzat elime alacağım.” Diyerek konuya açıklık getiriyordu.(14)

Yine konuşmalarında üstünde önemle durduğu iki konuya değinerek ”Din lüzumlu bir müessesedir .Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur.”diyordu.(15)

“Milletimiz ,din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir.Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanlarından cekip alamamıştır ve alamaz.”diyordu.

Yukarı da açıklamaya çalıştığımız gibi Atatürk Din ve Peygamberimiz hakkında samimi bir inanca sahiptir Ancak bir takım hurafeler,safsatalar ve çıkar hesaplarıyla,inananların saf ve temiz inançlarını







özellikle siyasi ve maddi çıkar aracı olarak kullanmak isteyen softa ve yobazlarla amansız bir mücadeleye

girmiştir. Ve ”Türkiye cumhuriyeti’nin şeyhler,dervişler,müritler ve meczuplar ülkesi olmadığını” defalarca belirtmiştir.(16)

Atila ŞİMŞEK

Kur.Alb.(e)

KAYNAKLAR :

1.Sadi Borak, Atatürk ve Din

2.3.Enver Ziya Karal , Atatürk’ten Düşünceler



4.15.16.Utku Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri.

5.13.14.Sadi Borak, Atatürk ve Din.

6.K.Öztürk, Atatürk’ün TBMM. Açık ve Gizli Oturumlardaki Konuşmaları.

7.Kemal Aytaç, G.M.K Atatürk,Din Politikası Üzerine Konuşmaları.

8,9.10.12.17.Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri.

11.Arı İnan, G.M.K. Atatürk’ün 1923 Eskişehir,İzmir konuşmaları.

13. Mahmut Esat Bozkurt. Yayınlardan Hatıralar.
Bileği kadar yüreğiyle inanmış ve halkını, toplumunu ayrımsız yanına alarak koca cihana kafa tutmuş; bir milletin kaderini değiştirmiş, yeniden yazmış bir yiğit insanı, bir milli kahramanı dinsiz imansız göstererek halkının gözünden düşürmeye çalışan sözüm ona vatansever /yurtsever ve dindar geçinen kişi/zümre ve/veya taraflarca ileri sürülen akıl ziyanı saçma sapan iftira ve söylemlere öyle kızıyor, bunları ortaya atanlara öyle acıyorum ki!

İnsanda az biraz akıl, vicdan ve tarih bilinci olmalı! Onca yazı, belge var tarihi, akademik ve anı bağlamında. Ki, bunları da bırakınız bir kenara; NUTUK var! El insaf!

Atamız, bugün din adına dini kullanarak ne gibi yanlışların ve hilelerin yapılabileceğine dair olasılıkları o gün görmüş, hissetmiş ve bunun gereğini yaparak, bir takım önleyici düzenlemelere gitmiştir.

Din ve vicdan özgürlüğü gibi kavramlar çok hassas ve kişi içselliğinde anlam kazanan, değerlenen, toplumları barış içinde birer kültürel motifler olarak bir arada tuttuğu gibi, aynı ölçüde de istismara açık kavramlardır.

Ata' mız, Kurtuluş savaşı sırasında bağımsızlık için mücadele verirken, dini kullanarak çeşitli yalan yanlış söylem ve eylemlerle halkın kendisine verdiği desteği zayıflatmak ve böylece kendi saltanatlarına hayatiyet ve süreklilik kazandırmak isteyenlerin oyunlarını bozdu. O gün, o hassas dönemlerde sağduyu kazanmış olsa da; bugün için aynı şeyi söylemek çok zor! O ulusal ruh, kendi bağrından çıkardığı hainlerle, ihanet odaklarıyla, ne yazık ki bugün dibe vurmuş gibi! Öyle olmasa idi bugün din, bu derece hoyratça siyasete ve başka çıkar amaçlarına alet edilemezdi!

Gerek coğrafya gerek bölge gerekse toplum olarak son derece hassas, kırılgan bir konumdayız. Saydığım bu özellikler en ufak bir Sorumsuzluğu, tutarsızlığı ve kararsızlığı kaldıramayacak kadar önemli mes'uliyetler yüklemekte omuzlarımıza. Bu yüzden, sen ben kavgalarını, küçük hesaplarla menfaat çatışmalarını bir kenara bırakmalı; toplumsal ve ulusal menfaatleri öne çıkaracak, bu toplumu yeniden bir arada kenetleyerek güçlendirecek yapılanmaya gitmeliyiz.

Çok ama çok değerli bir yazıydı. Paylaşıma teşekkürler...