26/10/2013, 12:08
ŞİİRBAZ SULTANLAR(7)-SULTAN V.MEHMED REŞAD (Reşad)
Mustafa CEYLAN
***************
Demiştir Ki:
"Bin yıl yaşasak yine cihân bu
Gerdîş bu zemîn bu âsumân bu"
*
V. Mehmed Reşâd, Sultan Abdülmecid’in Çırağan Sarayında 1844 yılında Gülcemal Kadınefendi’den dünyaya gelen 3. Oğludur. II. Abdülhamid’in 31 Mart vakasıyla tahttan indirilmesi üzerine, 27 Nisan 1909 tarihinde 65 yaşında Osmanlı tahtına oturmuştur. 9 Yıl saltanat sürmüştür.
Arapça ve Farsça’yı iyi bilen, hattat bir padişahdır.
Divanı yoktur.
Ey Oğul!
Reşat Altını ve Reşadiye… Bu iki söylemin asıl sahibi Sultan Reşad’dır. Çünkü, piyasaya onun adını taşıyan "Reşat Altını" onun zamanında sürüldü. Birçok İstanbul semtine, Anadolu kasaba ve köylerine de "Reşadiye" adı verildi.
Saltanat koltuğuna oturur oturmaz ne mi yaptı? Abdülhamit’in ikamet sarayı olan Yıldız Sarayı’ndan ayrılarak Dolmabahçe Sarayı’na yerleşti. İlk işi bu oldu. Fakat Dolmabahçe Sarayı eski ve bakımsızdı. Saray çok ayrıntılı onarımdan geçirildi; saraydaki bütün odalar, bodrum katı dahil olmak üzere tamir edilip uygun bir hale getirildi ve elektrik ve kalorifer tesisleri yapıldı. Şiirbaz Sultanımız, gaz lâmbasını elektriğe ve soba ile ısınmayı kalorifere tercih ettiği için kurulan yeni tesisat kullanılmadı.
İşte böyle A Oğul, işte böyle…
Bu Sultanımız, II. Mahmut'un torunudur. 18 oğlu ve 24 kızı olan Sultan Abdülmecit'in yaş sırasına göre üçüncü oğluydu. Annesi Gülcemal Kadın Efendi veremden öldüğü zaman Mehmed Reşat 7 yaşındaydı. Çocukluğu, padişah olan babasının yanında geçti. Eğitimine fazla önem verilmedi. Babası ve amcası Sultan Abdülaziz’in saltanat yıllarında özgür ve rahat bir şehzadelik yaptı.
Ve
1872'de başkadını olan Kamures ile "izdivaç" yapıp , "aile" kuran Osmanlı şehzadeleri arasına girdi.
1876-1909 ağabeyi II. Abdülhamit döneminde, veliahtlık yapmasına rağmen, Dolmabahçe Sarayı'nın Veliahtlık Dairesinde kapalı hayat yaşamak zorunda kaldı. Veliaht olduğu için devamlı kontrol altında tutuluyordu. Seyrek olarak Balmumcu Çiftliği'ne gitmesine izin verilmekteydi. Ama başkalarıyla görüşmesi ve İstanbul'da gezinmesi bile yasaklanmıştı.
Ve
Gözlerinin mavi olduğu Mehmed Reşat'ın kendine nazar değireceğinden korkan ağabeyi II. Abdülhamid onunla karşı karşıya görüşmekten kaçınmış olduğu söylenmiştir.. Günlerini haremde geçirir; Dürr-i And, Mihrengiz adlı kadinefendileri ve Ziyaeddin, Necmeddin, Ömer Hilmi adlı şehzadeleriyle ilgilenip eğlenirmiş. Fars edebiyatına, Mevlevilik konularına ve özellikle Mesnevi'ye yakın ilgisi olan bir Sultan’dır.
1908'de İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra Veliahd olarak protokole göre "Devletû Necabetû Veliahd-ı Saltanat Reşat Efendi Hazretleri" şeref adını kullanarak törenlere iştirak etmeye başladı. Halk arasında güler yüzü ve sıcak bakışı ile sempati topladı. Onun bu popülerliğinden ağabeyi hiç hoşlanmazdı. Cülus töreni Beyazıt'ta bulunan Harbiye Nezareti binasında yapıldı.
Bu tören için yeni padişah Dolmabahçe Sarayı'nda Sirkeci'ye kadar "İhsaniye" istimbotuna binip gitti. Bu deniz yolculuğu sırasında donanma gemilerinden yapılan şeref top atışları onu korkuttu. Sirkeci'den Beyazıt'a saltanat arabası ile çıkarken yolun iki tarafında dizili İstanbullular tarafından coşkunlukla alkışlandı. Biat duasından sonra yaptığı konuşmada “Hürriyetin ilk padişahı benim ve bunda müftehirim”. demiş ve bundan sonra "Meşrutiyet Padişahı" olarak anılmaya başlanmıştır.
*
Şiirbaz Sultanımız, aldığı kararlar ile haftalık Cuma alayının semtin değişik camilerinde yapılmasına başlandı. Bu nedenle Abdülhamit döneminde kullanılmaması dolayısıyla çürümeye yüz tutan saltanat arabaları onarıldı; şehir yollarına alışık yeni atlar satın alındı; seyis ve arabacılara yeni sırmalı üniformalar hazırlandı. Kortej protokolü sorunlarına çare olarak bu alaylarda padişahın yanına en kıdemli asker, Ahmet Muhtar Paşa oturtulmaya başlandı.
Evet Oğul;
Böyledir Saray iklimi, böyledir.
Önce mekân değiştirilir. Yer gök yeni duruma göre donatılır, sonra tören ve ağırlama vaziyetleri… Debdebeye düşkünlük, Devlet yönetimine verilecek önemi azaltır. Bu sebeple de zaten yumuşak huylu ve zayıf iradeli olan Sultan, Devletin yönetimini ittihat ve Terakkicilere havale edivermişti. Devleti İttihat ve Terakki’nin Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa'ları yönetmeye başlamışlardı.
Onun saltanat döneminde meydana gelen olayları satır başları ile ele alacak olur isek;
İlk saltanat günlerinde adi suçlularla siyasi suçluların idamına onay vermeyeceğini söylemesine rağmen iktidardaki İttihat ve Terakki’nin ısrarlarına dayanamadı ve meydanlarda kurulan darağaçlarında asılan suçluların cesetleri ile İstanbul sancılar çekmeye başlamıştı… Çok sayıda kanun, kararname ve irade-i seniyeye hiçbir itiraz şerhi koymadan ve hatta farkına varmaksızın onay verir hale geldi…
19 Ocak 1910 günü Meclis-i Mebusan binası olan Çırağan Sarayı, çatı katında bir yangın çıktı ve bina kullanılamaz hale geldi.
.
Aynı yıl, Arnavutluk’ta Arnavutlar; Suriye’de Dürziler, Yemen’de Zeydîler isyana kalkıştılar.
Ahmed Samim Bey'in başyazarı olarak yayınlanan "Sada-yı Millet" Gazetesi’ nin Patrikhane lehine çalıştığı söylentileri yayılması üzerine, 9 Haziran 1910'da baş yazar Ahmed Samim Bey bir suikastle öldürüldü.
Mayıs ve Haziran ayları boyunca devlet erkanı; meclis ve ayan üyeleri; yabancı elçilerle ile alafranga tertipli ve müzikli ziyafet ve şölenlere iştirak etti. Tokatlıyan Oteli, Beylerbeyi Sarayı, Dolmabahçe Sarayı'nda eğlenceli buluşmalar peşpeşine gerçekleştirildi.
6 Şubat 1911'de devlet idaresinin merkezi olan Bâb-ı Âli'de yangın çıktı, Sadrazamlık ile Hariciye Nezareti daireleri kurtulup. Şura-yı Devlet, Dahiliye Nezareti, Mektupcu, Teşrifatçı, Beylikçi, Sadaret Kalemi daireleri ile Vak’anüvis daireleri tamamen yandı. Ve aynı yıl içinde eski Fransız imparatoriçesi Eugenie ve yazar Pierre Loti İstanbul’u ziyaret ettiler.
5 Haziran 1911 günü Sultan V. Mehmed denizden "Barbaros" zırhlısı ile Rumeli gezisine başladı. Selanik, Üsküp ve Priştina'yı ziyaret etti. Kosova'da bulunan ceddi I. Murad'ın türbesi olan Meşhed-i Hüdevandigar'da 100.000 kişinin katıldığı bir cemaatle cuma namazı kıldı. 26 Haziran'da İstanbul'a döndü.
Saltanatı 9 yıl sürdü. 3 Temmuz 1918 tarihinde kalp yetmezliğinden vefat etti. Sağlığında mimar Kemalettin Bey'e yaptırdığı Eyüp'teki Sultan Reşat Türbesi'ne defnedildi.
*
Demiştir Ki:
"Savlet itmişdi Çanakkale'ye bahr ü berden
Ehl-i İslâmun iki hasm-ı kavîsi birden
Lâkin imdâd-i İlâhî yetişüp ordumuza
Oldı her bir neferi kal'a-i pulâd-beden
Asker evlâdlarımun pîşgeh-i azminde
Aczini eyledi idrâk nihâyet düşmen
Kadr ü haysiyyeti pâmâl olarak itdi firâr
Kalb-i İslâma nüfûz eylemege gelmiş iken
Kapanup secde-i şükrâna Reşâd eyle du'â
Mülk-i İslâmı Hudâ eyleye dâ'im me'nem"
(Yücebaş, Hilmi; a.g.e, 121)
*
GAZELİNİ TAHMİS
Milletim gafil iken nükte-i hayrü şerden
Yoğiken habbe bile haznede sîmü zerden
Bahsederken hocalar câmide harfi cerden
Savlet itmişdi Çanakkale'ye bahr ü berden
Ehl-i İslâmun iki hasm-ı kavîsi birden
Şiddeti cû ile muhtaç olup ekmekle tuza
İşte bak benzedi millet güneş altında buza
Heybeyi vurmuş idi yağcı Şefik bey omuza
Lâkin imdâd-i İlâhî yetişüp ordumuza
Oldı her bir neferi kal'a-i pulâd-beden
Acı sözler dönüyor gerçi adû bezminde
Yine sabitkadem oldu vükelâ cezminde
Çektik amma nice zahmet bu işin hazminde
Asker evlâdlarımun pîşgeh-i azminde
Aczini eyledi idrâk nihâyet düşmen
Borcumuz etti hemen belki de birkaç milyar
Bulgur esnafına verdik yedi milyon lira kâr
Şu temâşâyı gören bir sürü düşman tüccar
Kadr ü haysiyyeti pâmâl olarak itdi firâr
Kalb-i İslâma nüfûz eylemege gelmiş iken
Harbin alâmına va sanma sakın şimdi deva
Sana bin vâdü vaîd etse de hergün vükelâ
Böyle bir heyeti nuzzar ile azdır şu belâ
Kapanup secde-i şükrâna Reşâd eyle du'â
Mülk-i İslâmı Hudâ eyleye dâ'im me'nem"
Fazıl Ahmet AYKAÇ
(Yücebaş, Hilmi; a.g.e, 122)
*
“Sultan Reşad’a mesanesinde bir ameliyat yapılacaktı. Güçlükle yürüyerek ameliyat masasının önüne gelince ellerini açarak ve kıbleye teveccüh ederek, insanın rikkatine dokunan bir dua etmiş :” Yarabbi!Milletimin ve memleketimin bütün mukadderatını hayırlara tahvil et! Eğer memleketim ve milletim için muzır olacaksam beni bu ameliyat masasından kaldırma!” demiş. Etrafnda bulunanlar ve sair doktorlarla helallaştıktan sonra ameliyat için cesaret ve metanetle yatmış.
Kendisine muvaffakıyetle ameliyat yapılmıştı. İyileştiğini tebrike gelenlerin “Maşallah! Büsbütün geçirdiniz! Artık yüz seneden fazla muammer olursunuz!” gibi sözlerine Sultan Reşat:
-“Ne kadar yaşayacağımızı biz bilmeyiz. Ancak Cenabı Hakk bilir. Mukadder ne ise ömrümüz o kadar olur. Yalnız diyebiliriz ki:
“Bin yıl yaşasak yine cihan bu,
Gerdiş bu, zemin bu, asüman bu!”
Diye cevap vermiş.
*
Sultan Reşad Umumi Harp içinde İstanbul’a gelen Avusturya İmparatoru ile İmparatoriçesine bir ziyafet verdiği gün kendisini görenlerin dikkatini çekmiş. Yemek masasından kalkarken pantalonu askısız kalmış ve düşüyormuş gibi, bir koluna İmparatoriçeyi takmış, diğer koluna da hem kılıcını tutmaya, hem pantalonunu kaldırmaya çalışıyor gibi garip ve biçare bir hal almış. Görenlerin kendisine:
“Ne günlere kaldık, ey Gazi Hünkâr?”
Demek isteyecekleri sırada, kendisinin Mithatpaşa zade Ali Haydar Mithat Beye, önünden geçerken ve yüksek sesle :
-“Mithat Bey, Mithat Bey! Ne günlere kaldık?dediğini duyuyorlarmış.
A.Şinasi HİSAR
(Yücebaş, Hilmi; a.g.e, 123)
*
ZEVCELERİ:
1-Kâmures Kadın :
“Mehmed Reşad’ın baş kadınıdır. Şehzadeliği esnasında 1873 de Ziyaettin Efendi’yi doğurdu. Tarihe çok meraklı imiş. Bilhassa Osmanlı tarihini okumayı severmiş. Bayram tebriklerinde başına taç, üzerine baştan başa sırma ile işlenmiş kuyruklu bir elbise giyermiş. Bulgar kralı Boris İstanbul’a gelince verilen ziyafette o da hazır bulunmuş “Baş kadın Efendi’yi şahsen bilmezdim. Ama pek nazik, pek halûk, yaşlılığına rağmen hâlâ pek güzel olduğuna ve hayatlarını daima sarayda kapalı olarak geçiren ve başlıca eğlenceleri yemek yemek olan bütün saraylılar gibi yürüyüşüne, her hareketine fazla bir ağırlık verecek derecede şişman olduğuna musahiplerin gevezelikleriyle vâkıf idik…”-(Uluçay, M, Çağatay; a.g.e 183)
2- Mihrengîz Kadın :
“Mehmed Reşad’ın ikinci kadını. 1888’de veliaht olduğunda Ömer Hilmi efendi’yi doğurdu. Son senelerde sık sık hastalandığından çok zayıflamıştı. Cumhuriyet’in ilânından sonra Mısır’a gittii. İskenderiye’de öldü.”(Uluçay, M, Çağatay; a.g.e 183)
2- Dürrüaden Kadın :
“Mehmet Reşad’ın üçüncü kadını. 1878’de Necmeddin efendi’yi doğurdu. Mehmed Reşad’ın tahta cülus ettiği sene hastalandı. Hava değiştirmek için Üsküdar’daki Valdebağı köşküne giitti., burada 17 Ekim 1909’da öldü.” (Uluçay, M, Çağatay; a.g.e 184)
4- Nâzperver Kadın :
“Mehmed Reşad’ın üçüncü kadınıdır. Dürrüaden Kadın’ın ölmü üzerine bu mevkiye yükselmiştir. Uzun boylu ve şişman imiş. Padişaha bir çocuk doğuramadığı için üzüntülü imiş. Abdülhamid ölünce Nazperver Kadın çok üzülmüş, onun bu halini gören padişah: “Korkma Kadıni ben bu sefer ölmem, biraderimin vefatından sonraki ilk hastalıktam endişe edebilirsin!” demiş.(Saray Hatıralarım, a.g.e,15,59,60) (Uluçay, M, Çağatay; a.g.e 184)
5- Dilfirîb Kadın :
“Mehmed Reşad’ın dördüncü kadınıdır. Mehmed Reşad’ın ölümünden sonra sarayda kalmaya devam etti. Hanedan âzalarının sürülmesi üzerine dışarıya gitmedi. Erenköydeki köşküne çekildi. 1952 yılında kanserden öldü.(Saray Hatıralarım : 17, 55, 60) (Uluçay, M, Çağatay; a.g.e 184)
ÇOCUKLARI:
1- Mahmûd Necmeddin Efendi.
2- Ömer Hilmi Efendi.
3- Mehmed Zıyâaddin Efendi.
4- Refî‘a Sultân .