Gülce Edebiyat Akımı

Tam Görünüm: BÖLÜM 4- AŞK
Şu anda Hafif Görüntüleme modundasınız. Sayfayı normal görüntülemek için, buraya tıklayın.
AŞK


Mustafa CEYLAN
**************

Ozanımız Muharrem Yazıcıoğlu, aşk’ı-sevgiyi çok ileri, doruk noktalara çıkarmış bir ozammızchr. Hattâ diyebilirim ki, kimi dizeleri, Hallac’a “Enel Hak” dediğinde derisini yüzdüren söylem biçimine yakın ve bazen de o söylemi geçmektedir.
Aşk ve sevgisiz hiç bir şey olmaz.

Aşk ateşi yakıcı ve kavurucudur. Pervanenin muma koşuşu neyse, aşığın sevgili’ye koşması da odur. Ölümüne, yanmaya ve yok olmaya yapılan koşu işte... Akıl tüccarının, iflas topu attığı an aşkın başlangıç anıdır. Duygu gelir, akıl gider...

Aşkın mayası sevgidir, hoşgörüdür, birliktir. Aşkın tersi kin’dir. Aşk kini,- nefreti siler, kara bulutları süpürür. Aşkın yuvası, mekânı yürek; komutanı ise gönüldür. Sönük, cılız aşk olmaz. Hele ateşsiz asla! Ona aşk denmez. O posadır. Ateşli aşk ezelden ebede uzanır. Ölümsüzlüğe talip olan ateşli aşkı yaşar.

İşte Yazıcıoğlu’da bakımz ne diyor?:

“Gerekir'"’ şiirinde;

“Aşkı olmayanın ateşi olmaz
Ateşi olmayan asla yol almaz”

Evet, yol almak, mesafeleri kat etmek, engelleri ve ufukları aşmak isteyenin aşk ateşi yüksektir. O ateşi maddi hiçbir “termometre” ölçemez. Ölçmeye kalkan termo¬metre paramparça olur.

Zamanı yenen tek olgu aşktır. İnsan ölür, ama aşkı ölümsüzdür. Ölüyü aşkı yaşatır. Aşk hamuru sevgi ile mayalanır. Sevgi insana çok şey katar. Seherde bül¬bülün ötüşü de güle olan aşkındandır.

Nitekim Yazıcıoğlu’da ;
Aynı şiirinde;

“Aşkın mayasında sevgi yatıyor
Sevgi insanlara neler katıyor?
Seherde bülbül de aşkla ötüyor"

Diyerek, tezimizi doğrulamakladır. Kâinat, aşk üzre meydana gelmiştir. İçindeki varlıklarda aym tutkuyla canlılıklarını ve varlıklarım sürdürürler. Aşkın bittiği nok¬tada varlık sıfırlamverir... Bu yüzden, aşkı olmayan ölü demektir.

Yazıcıoğlu, aşk elinden yanmasına yanar ama, kimi zaman da başkalarının aşkına olan hayranlığını gizleyemez. Başkalarının ulvi-yiice-güzel aşkları o’na feyiz verir.
Ve der ki;

Gene aynı şiirinde;

“Yazıcıoğlu aşk eliııdeıı yanarını
Aşk olandan feyiz alır kanarım
Aşkı olmayam ölü sanırım,

diyerek, aşksız hiçbir canlının yaşayamayacağını vurgular.

Madem ki bizi var eden Hak’tır ve o bizdedir. O bize bizden yakın ve en iyi DOST’tur. O DOST’u sevmek, O’na aşık olmak en güzeli değil mi?
Ölmeyecek bir DOST’u, sönmeyecek bir aşkla sevmek gerek. Arayıp bulmak için, uzun gayretlere ihtiyaç yok. O DOST’un kendisi zaten İNSAN’dayım demiyor mu? O zaman insana bakmak, inşam sevmek DOST’u sevmektir.

İnsan insanı seviyorsa, insanı insandan seçip ayırt edemez.
Nitekim, ozammız Yazıcıoğlu’da benim gibi düşünerek,

“Makamın yoktur” şiirinde;
“Yazıcıoğlu Hak ademde kaçamam
İnsanları birbirinden seçemem” demiş.

İnsanlar arasında ayırım-seçim yapmak, hattâ birini diğerine üstün tutmak yanlış olsa gerek. Kim diyebilir ki, şu daldaki meyve olgunlaşmayacak? Su varsa ıslatır. Güneş varsa ışıtır. Ağaç varsa, yaprağı, dalı, budağı, çiçeği olur. Ağaçlan çılgın kibrit aleviyle ağlatanlara yazıklar olsun!..

Bu oluş, bu her saniye diriliş, bu denge, bu güzel düzeni bozmamalı, onun nabız atışlarında kendimizi bulmalıyız. Kendimizde o evrenin-doğa’mn, o aşkın bir parçasıyız. Neden, kendi kendimize düşmanlık?

Düşmanlığı ancak cahiller yapar. Köre güneşin ışık faydası ne ki? Kör göremiyorsa suç ışığın değil. Birlik halkasından kopan paslı bir teneke olur.

Yazıcıoğlu’da,
“Yunus sendedir” şiirinde;

"......................................
Birimiz hepimiz, hepimiz birdir
Hak insanda insan hakta bir sırdır
Cahil görmezse can gözü kördür

” Demekte. Can gözü kör olana ne anlatsan nafile!.. Göz kör oldu mu, kulak sağır, el ve ayak ta kötürüm olup çıkar.

Çalışmamızın bu noktasında ozanımızın güzel bir şiirine daha göz atalım olmaz mı?


NAFİLE

Varlığı kendinde görmeyen iıısan,
Aynada kendini görse nafile.
Çarık giyip tarla sökmeyen kimse,
Yetişmiş mahsülii derse nafile.

Sevda çekip yâr yoluna bakmayan,
Mevsimlerde boz bulanık akmayan
İnsanlığın madalyasın takmayan
Gazi olup savaş verse nafile.

Tabiatın tadı nedir ermese,
Sohbet edip güzel ile gülmese
Hayatta ki yeri nedir bilmese
Meydanda kendini yorsa nafile.

Yazıcıoğlu her insan bir alemdir
İnsanı sevdiren tatlı kelamdır
Birlik yazan kalem bizim kalemdir
Doldurup tüfeği vursa nafile. “

Çünkü, kendini bilmeyen, büyüğü de, küçüğü de bilmez. Bilemez... O şaşkın bir yolcudur ancak. Hedefsiz... Deıııin Prof. Dr. Ağabeyim Yılmaz Özkan’ m bir yazısından evrenin büyüklüğünden Örnekler sunmuştuk. Bakın, şimdi de aym yazıdaki mikromatik alem, yani küçük-mikro alemden Örnekler verelim :

“Alemler yalnız büyüklükleriyle değil, küçüldükleriyle de şayanı hayret rakam¬lara erişen bir genişlik içinde kainatı doldurur. Bunu da mikromatik alem mefhumu altında şöylece gözden geçirebiliriz,:

Maddenin bize, göre son merhalesi atomdur. Buda Nötron, Proton ve elektronlardan müteşekkildir. Fakat bu anlayış izafidir. Yoksa hakikatte Atomunda son madde olduğunu kabul edenlerden değilim. Atomlarda birer alemdir. Atom çok küçük bir parçadır. Bir toplu iğne ucu büyüklüğündeki uzvi maddede bulunan atomların sayısını ne kadar tahmin edersiniz. Yapılan hesaplara göre bunun miktarı 8x10 üzeri 21 dir ki, bu rakamın ifade ettiği manâyı zihinde dahi şeldllendimıek mümkün değildir.

Fakat bu rakamın dehşeti hakkında belki kaba bir fikir veririz diye bir mukayese yapalım.

Daha önce Andromeda nebulası ile güneşimizi mukayese ederken aradaki farla gösteren rakamın değerini belirtmek için , bir saniyede ikişer saymak şartı ile dört milyon sene saymak lazımdır demiştik. Ve bunu pek büyük bir rakam olarak telakki etmiştik.

Fakat bir toplu iğne ucu büyüklüğündeki uzvi maddeyi teşkil eden atomların sayısına ait yukarda ki rakam evvelkinden çok daha fazladır. Yine bunu saniyede ikişer saymak şaftı ile ancak yüz yirmi trilyon senede tamamlayabiliriz. Bu ise bizim için hakikaten bir ebediyettir. Ve bu ebediyet bir toplu iğne ucu büyüklüğündeki maddeyi teşkil eden atom adedinin içine sığmaktadır. İşte insanın aklı burada durur.


Acaba bir atomun büyüklüğü ne kadardır?

Bu hususla verilecek rakamlar, bize hiçbir şey ifade etmez,. Çünkü bunlar bizim için hiçbir objektif kıymete haiz olmayacak kadar küçüktürler. Bununla beraber bu hususta kaba bir fikir edinmek için yine mukayese yolu ile bazı tahminlerde bulunmak mümkündür.

13 cm. çapında olan camdan yapılmış bir Kruks balonu alalım. Bu balon, içindeki havasının bir milyonda biri kalıncaya kadar, içindeki hava boşaltılmış olsun. Bunun her hangi bir kenarına endüksiyon akımı ile fevkalade küçük, mikroskopik bir delik açılmış olsun. Acaba bu balonun içindeki havasının miktarı, dışardan hava alarak normal duruma dönüşünceye kadar geçecek zamanın müddeti ne olmalıdır. ? Bu tahmini hesabı yapabilmek için atomları o kadar küçük farz edelim ki, bu mikroskopik deliklen bir saniyede yüz milyon tane atom rahatça geçebilsin.

Evvela, ancak bir mikroskopla görülebilecek kadar küçük bir delikten, bir saniyede. yüz milyon tanesinin kolaylıkla geçebileceği bir cismin küçüldüğünü tasavvur etmek mümkün olmaz. Kaldı ki iş bu kadarla da bitmeyecektir. Eğer farz etliğimiz gibi bu delikten saniyede yalnız yüz milyon atom geçmiş olsaydı, acaba bu balonun dolabilmesi için ne kadar zaman beklememiz lazım gelirdi. ? Böyle bir sual karşısında hemen insanın aklına birkaç saatlik zaman gelir.

Halbuki yapılan hesaplara göre burada o kadar uzun bir zaman geçecektir ki , biz buna bir ebediyet deriz. Çünkü, bu zaman, dört yüz küsur milyon senedir. Bu hesaba, göre, eğer dünya ilk meydana geldiği vakit böyle bir balon hazırlanmış olsaydı, bu güne kadar henüz dolmuş bile olmazdı. Hakikatte iş hiçte böyle değildir. Bu balonun dolması için yarım saatlik bir zaman bol, bol kafi gelmektedir. İşte Atomun küçüklüğü hakkında aklımız bu noktadan itibaren durmağa başlıyor. Zira yarım saatte dolan bu balonun mikroskopik deliğinden, bir saniyede geçen atom miktarı bile bizim aklımızın kabul edemeyeceği rakamlara dönüşmektedir.

Yine yapılan hesaplara göre, hakikatte bu delikten bir saniyede geçen atomların sayısı 6x10 üzeri 21 dir. Aklımızın hududundan taşan her büyük rakam hakkında olduğu gibi burada evvela hiçbir fikri reaksiyon göstermeyiz...

Fakat bu rakamın kıymetini de yukarda ki mukayese yolu ile bulmaya çalışırsak başımızın dönmeye başladığını fark ederiz,. Tecrübe edelim: Bu rakamı da evvelkiler gibi saniyede ikişer saymak şattı ile yaklaşık olarak yüz trilyon sene saymamız, gerekecektir.

Bu hesaba göre atomun küçüldüğü hakkında edineceğimiz fikir ne olabilir. ?

Atomlar o kadar küçüktürler ki, saniyede ikişer saymak şattı ile onların ancak yüz trilyon senede sayısını bitirebileceğimiz miktarı, mikroskopik bir delikten bir saniyede geçirmektedir.

Atomun son maddi aşamada bir varlık olmadığından evvelce bahsetmiştik. Fakat atomun yapısından bahsederken, makromatik alemin sentezinde karşılaştığımız güçlüklerden ve imkansızlıklardan daha büyük güçlükler ve imkansızlıklarla karşılaşacağız- İşte buradan itibaren maddenin, sonsuz maddi haller alemine adımımızı atmış bulunuyoruz.

Şimdiye kadar bahsettiğimiz sonsuzluklar, maddenin bizim kanılarımız karşısında kıymet kazanan cesametine aittir. Fakat maddenin üç boyut realitesi içinde anlaşılması imkânından gittikçe uzaklaşılan sayılamayacak öyle pilazmatik seyyal (akışkan) halleri vardır ki artık bunlar bizim anladığımız manadaki madde mefhumundan çıkarak enerjinin bilemediğimiz, anlayamadığımız ve duyamadığımız sonsuz, teşekküllerini meydana getirmek üzere kainata yayılıp giderler. ”

Ya işte böyle... Büyüklük içinde gizlenmiş daha nice büyük âlem var... Ve bütün bunların hepsi insan için, insanda... Sadece “parmak izi” denen olaya baksak yeterli...

Ayak izi kim bilir neler anlatır bize ?

însan’ ın emrine ve hizmetine sunulmuş cümle âlemler... Sadece o “emanet”i kabul ettiği için. Hakk’ın sevdiği bir yaratıktır insan. Ya taş olarak yaratılsaydık? Ya da başka bir şey ?...

İnsan olmanın erdemine ve bilincine varmalı... İnsan, kendisine “şah damarından yakın” olan sevgiliyi sevmeli. Bütün bu âlemi, insanın emrine veren sevgiliyi...

“Kendini bilmek” ve “olmak” varken, aşk ocağında “pişmek” varken, tebessüm eden bakışlarla kâinata ve insana “hoşça.bakmak” varken, asık surat, kin ve nefretle bakmak niye İd ? Yakışır mı insana ?...

“Kâmil insan” kara sevdalı insandır. İnsanda huzur, bereket, aşk ve kutsiyet görendir. İnsan toplumunun ışığıdır. Karanlıkları aydınlatandır. Yol gösterendir.

Karaciğerimizin her birinin içinde 400 işçi çalışan ve binlerce dönümlük araziye yayılmış tam 16 adet fabrika kadar bir fonksiyon icra ettiğim düşünmek yeterli. Böbreklerimizi, kalbimizi ve dünyanın etrafını defalarca dolanacak uzunluktaki kılcal damarlarımızı tahayyül etsek o bile yeter...

En güzel şekilde yaratılmış insana, en güzel şekilde donatılıp sunulmuş bir dünya...

Ey insanoğlu, peki bu ayırımcılık, bu sen- ben kavgası niye ki ?

Bilime sırt çevirmek, batılın peşinde koşmak, fitne ve fesadın oyuncağı olmak yakışıyor mu sana? Ne kadar kalacağını sanıyorsun dünyada ?

Bak, toz zerresi bile değilsin... Şu halde, gel tefekkür etmeyi ören... Peşin yargılı ve yobazların ardı sıra saman çöpü gibi akıp gitme... Sana cennet vaat edenlere, dön ve önce sen kendine bak hele de ! Cehennemle korkutanlara da gülüp geç. Anlat, insan olmanın güzel yanım. Yürek denen olayı söyle. O küçücük et parçası içine dağların ve nice âlemlerin sığmasını işaret et.

Oku, araştır, işit, düşün... Sen de o yeteneklerin hepsi var. Zerreden sonsuzluğa kadar açık olan kollarınla kucakla her şeyi... “Kör olma !” İyi bil ki, kör gözle hiç¬bir yere varamazsın, vaat edilen Cennete de varamazsın. Aç gözünü, gönül gözünü aç dostum...

Ailen, çevren, içinde yaşadığın toplum; paylaştığın doğa senden çok şeyler bek¬liyor. Hadi silkin biraz da, “kemâlât ocağı” nda pişiver... Olmaz mı ?