07/01/2015, 11:13
ŞİİRDE ÜST-DİL ARAYIŞLARI: Anadilinizi öğrendiniz de sanki!
Coşkun KARABULUT
“yaza çıkarttık danayı beğenmez oldu anayı”
Geçen akşam televizyonda(TRT 2) Selim İleri’nin sunduğu “Edebiyat –Yarımküre” adlı programı izlerken, uzun süredir hakkında yazmak istediğim bir konu gündeme gelince dikkatle konuşmacıları dinlemeye başladım. Şair konuklar, şiir üzerine kendi düşüncelerini açıklıyorlar; edebiyat dergilerinin bugünkü durumundan, dergilerde yayınlanan şiirlerin kalitesizliğinden ya da çok şiir yayınlanmasının şiir kirliliğine neden olacağından falan dem vuruyorlardı. Bunlar olağan görüşlerdir ve bir başkası da çıkıp tam tersi şeylerden sözedebilir. Ancak konuk şairlerden birinin şiir üzerine görüşlerini dinleyince, bu konuda yazmam gerektiğinin vaktinin gelmek şöyle dursun geçmekte olduğunu fark ettim. Çünkü böyle birtakım beylik ifadeler genç şairlerin kafasını karıştırmakta, bulandırmakta ve daha işin başında önlerini tıkayarak gelişmelerini önlemektedir. Programdaki konuk şairimiz şöyle diyordu: “Şiir bir üst-dildir. Böyle olunca herkesin anlamasını bekleyemeyiz. Şiirin az okurunun olması doğaldır. Okurlar da şairleri anlamak için çaba harcamalıdırlar.” Tam olarak bu ifadeler yoktu ama anlam bakımından böyleydi söylenenler. Şiirin düzyazından ayrıldığını ve biçimin biraz daha öne çıktığını şiir yazan ve okuyan herkes bilir. Sözü daha etkili kılmak ve karşısındakileri heyacanlandırmak için şiirin ne derece önemli bir sanat dalı olduğunu bilmeyen var mı/ Ama şiiri halkın anlamadığı, sadece kendileri gibi üç-beş çook önemli seçkinin anlayabildiği ve bu nedenle böbürlendiği, tüm aynalarda kendini gördüğü hatta herkesin kendi yüzüne bakmak için tuttuğu aynalarda bunların göründüğü, yani herkesin yüzünün silindiği ve kendi kimliklerini kaybederek bu beylerin yüzüne dönüştüğü bir tuhaf ayna olarak algılamaları şiirin içine düştüğü çıkmazın esas nedenidir.
Ne demektir ÜST-DİL? Bir DİL’in dil olabilmesi için sadece sözcüklerin olması yetmiyor ki! DİL, birdenbire oluşan bir şey değil ki! Binlerce, onbinlerce yıl süren gelişmesi boyunca, bir toplumun bütün varlığını, kültürünü, ideolojisini, inancını kendinde barındıran ve kendine göre bir terminolojisi olan (semantik, fonetik, vs) oldukça karmaşık bir yapıdır. Üstelik o dili konuşanların ağız, dil ve damak yapıları bu dile göre şekillenir ve yıllar boyunca ne yaparsanız yapın bu yapıyı değiştiremezsiniz. İnsan ve dil birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Bu binlerce yıl boyunca kendi pratiği içerisinde gelişip değişen dili, öyle birkaç kişinin keyfiyle alıp da “ben üst- dil yarattım, alın gözünüz, aydın hayrını görün” demesi bana çok komik geliyor. Halkın giderek şiir okumamasının nedeni de zaten bu anlayıştır. Neymiş efendim ,bizim beyler ÜST-DİL yaratmışlar, halkımız da bunu anlamadığı için şiir okumaz olmuş ve halkımız bu dili anlamaya başladığı zaman ancak şiiri sevebilecekmiş. Sanki bu ÜST-DİL’i yaratanlar kendileri yeni sözcükler yaratmış, sanki yeni anlamlar getirmiş, yeni ağızlar,lehçeler söyleyişler getirmişler de halk da bunları anlayamamış! Yaptıkları şey; halkın kullandığı dili alıp kuşa çevirmek, sonra bir kuş dili yaratarak kendi aralarında bu kuş dilini konuşarak hava atmak. Ve kimselerin de bu dili anlamadığı için kendilerini seçkinler sınıfına üye kaydederek burunları havada böbürlenip durmak.
Oysa bilmiyorlar ki, o kendilerini anlamadığı sandıkları halk, onlardan nice evvel ne güzel şiirler yazmışlar, bunları yaşama geçirmişler ve nice şiir sanatlarını bu bir iki sözcükten oluşan deyimlerde, atasözlerinde yaşatarak bugüne getirmişler. Üstelik de yaşamımızın her alanında geçerli olmak üzere kullanıma hazır vaziyette bulundurarak. her birinin içinde mecaz da var, kafiye de var, kinaye, tezat, telmih, eğretileme, değiştirmece ne ararsanız var. Ve şiirin o çok önemli saydığı somutlaştırma işlevinin en güzel örnekleri halkın kullandığı o mütevazi söyleyişlerde var. ÜST_DİL yaratmaktan önce halkın şu dilini bir öğrenin yeter de artar bile şiirler yazmak için.
DOĞAN AKSAN’ın TÜRKÇENİN GÜCÜ adlı kitabı (1993 BİLGİ YAYINEVİ, Ankara) okumasını öneririm herkesin. Hem anlam, hem biçim hem de nice söz sanatı var halkımızın kullandığı deyimler ve atasözlerinde. Onlardan birkaçını paylaşmak istiyorum:
-Adam sandım eşeği , kaba serdim döşeği
-Bıldır ölmüş bir eşek, gelin bu yıl ağlaşak (Bıldır.geçen yıl)
-Evinde yoktur gecelik, gönlünden geçer hocalık
-Evinde yok ayran aşı, kendi gezer bölük başı
-Yaza çıkarttık danayı, beğenmez oldu anayı
-Elin hastası, ele uyur gelir
-Görgüsüzden hamur alacağına, eğil de yerden çamur al
-Her ite taş atılsa, yerde taş kalmaz
-Eşeğe rakı içirmişler, çulunu bahşiş vermiş
-Keçiye rakı içirmişler, kurdun evini sormuş.
Evet, “yaza çıkarttık danayı, beğenmez oldu anayı”atasözünde olduğu gibi, şiir yazmak için üst-dil falanla uğraşmaktan önce ana dilimizi bir öğrenmeye bakalım.
Coşkun KARABULUT
“yaza çıkarttık danayı beğenmez oldu anayı”
Geçen akşam televizyonda(TRT 2) Selim İleri’nin sunduğu “Edebiyat –Yarımküre” adlı programı izlerken, uzun süredir hakkında yazmak istediğim bir konu gündeme gelince dikkatle konuşmacıları dinlemeye başladım. Şair konuklar, şiir üzerine kendi düşüncelerini açıklıyorlar; edebiyat dergilerinin bugünkü durumundan, dergilerde yayınlanan şiirlerin kalitesizliğinden ya da çok şiir yayınlanmasının şiir kirliliğine neden olacağından falan dem vuruyorlardı. Bunlar olağan görüşlerdir ve bir başkası da çıkıp tam tersi şeylerden sözedebilir. Ancak konuk şairlerden birinin şiir üzerine görüşlerini dinleyince, bu konuda yazmam gerektiğinin vaktinin gelmek şöyle dursun geçmekte olduğunu fark ettim. Çünkü böyle birtakım beylik ifadeler genç şairlerin kafasını karıştırmakta, bulandırmakta ve daha işin başında önlerini tıkayarak gelişmelerini önlemektedir. Programdaki konuk şairimiz şöyle diyordu: “Şiir bir üst-dildir. Böyle olunca herkesin anlamasını bekleyemeyiz. Şiirin az okurunun olması doğaldır. Okurlar da şairleri anlamak için çaba harcamalıdırlar.” Tam olarak bu ifadeler yoktu ama anlam bakımından böyleydi söylenenler. Şiirin düzyazından ayrıldığını ve biçimin biraz daha öne çıktığını şiir yazan ve okuyan herkes bilir. Sözü daha etkili kılmak ve karşısındakileri heyacanlandırmak için şiirin ne derece önemli bir sanat dalı olduğunu bilmeyen var mı/ Ama şiiri halkın anlamadığı, sadece kendileri gibi üç-beş çook önemli seçkinin anlayabildiği ve bu nedenle böbürlendiği, tüm aynalarda kendini gördüğü hatta herkesin kendi yüzüne bakmak için tuttuğu aynalarda bunların göründüğü, yani herkesin yüzünün silindiği ve kendi kimliklerini kaybederek bu beylerin yüzüne dönüştüğü bir tuhaf ayna olarak algılamaları şiirin içine düştüğü çıkmazın esas nedenidir.
Ne demektir ÜST-DİL? Bir DİL’in dil olabilmesi için sadece sözcüklerin olması yetmiyor ki! DİL, birdenbire oluşan bir şey değil ki! Binlerce, onbinlerce yıl süren gelişmesi boyunca, bir toplumun bütün varlığını, kültürünü, ideolojisini, inancını kendinde barındıran ve kendine göre bir terminolojisi olan (semantik, fonetik, vs) oldukça karmaşık bir yapıdır. Üstelik o dili konuşanların ağız, dil ve damak yapıları bu dile göre şekillenir ve yıllar boyunca ne yaparsanız yapın bu yapıyı değiştiremezsiniz. İnsan ve dil birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Bu binlerce yıl boyunca kendi pratiği içerisinde gelişip değişen dili, öyle birkaç kişinin keyfiyle alıp da “ben üst- dil yarattım, alın gözünüz, aydın hayrını görün” demesi bana çok komik geliyor. Halkın giderek şiir okumamasının nedeni de zaten bu anlayıştır. Neymiş efendim ,bizim beyler ÜST-DİL yaratmışlar, halkımız da bunu anlamadığı için şiir okumaz olmuş ve halkımız bu dili anlamaya başladığı zaman ancak şiiri sevebilecekmiş. Sanki bu ÜST-DİL’i yaratanlar kendileri yeni sözcükler yaratmış, sanki yeni anlamlar getirmiş, yeni ağızlar,lehçeler söyleyişler getirmişler de halk da bunları anlayamamış! Yaptıkları şey; halkın kullandığı dili alıp kuşa çevirmek, sonra bir kuş dili yaratarak kendi aralarında bu kuş dilini konuşarak hava atmak. Ve kimselerin de bu dili anlamadığı için kendilerini seçkinler sınıfına üye kaydederek burunları havada böbürlenip durmak.
Oysa bilmiyorlar ki, o kendilerini anlamadığı sandıkları halk, onlardan nice evvel ne güzel şiirler yazmışlar, bunları yaşama geçirmişler ve nice şiir sanatlarını bu bir iki sözcükten oluşan deyimlerde, atasözlerinde yaşatarak bugüne getirmişler. Üstelik de yaşamımızın her alanında geçerli olmak üzere kullanıma hazır vaziyette bulundurarak. her birinin içinde mecaz da var, kafiye de var, kinaye, tezat, telmih, eğretileme, değiştirmece ne ararsanız var. Ve şiirin o çok önemli saydığı somutlaştırma işlevinin en güzel örnekleri halkın kullandığı o mütevazi söyleyişlerde var. ÜST_DİL yaratmaktan önce halkın şu dilini bir öğrenin yeter de artar bile şiirler yazmak için.
DOĞAN AKSAN’ın TÜRKÇENİN GÜCÜ adlı kitabı (1993 BİLGİ YAYINEVİ, Ankara) okumasını öneririm herkesin. Hem anlam, hem biçim hem de nice söz sanatı var halkımızın kullandığı deyimler ve atasözlerinde. Onlardan birkaçını paylaşmak istiyorum:
-Adam sandım eşeği , kaba serdim döşeği
-Bıldır ölmüş bir eşek, gelin bu yıl ağlaşak (Bıldır.geçen yıl)
-Evinde yoktur gecelik, gönlünden geçer hocalık
-Evinde yok ayran aşı, kendi gezer bölük başı
-Yaza çıkarttık danayı, beğenmez oldu anayı
-Elin hastası, ele uyur gelir
-Görgüsüzden hamur alacağına, eğil de yerden çamur al
-Her ite taş atılsa, yerde taş kalmaz
-Eşeğe rakı içirmişler, çulunu bahşiş vermiş
-Keçiye rakı içirmişler, kurdun evini sormuş.
Evet, “yaza çıkarttık danayı, beğenmez oldu anayı”atasözünde olduğu gibi, şiir yazmak için üst-dil falanla uğraşmaktan önce ana dilimizi bir öğrenmeye bakalım.