Gülce Edebiyat Akımı

Tam Görünüm: Çarkı Felek
Şu anda Hafif Görüntüleme modundasınız. Sayfayı normal görüntülemek için, buraya tıklayın.
Çarkı Felek



Ahmet ÖZDEMİR


Folklorumuzda büyük bir yeri olan "felek" kelimesinin çoğulu "eflak"tır. Felek yalnız gökyüzü için söylenmiştir. İslam âlemi, yıldızları da içine alan fezaya eflak demiştir.

Türklerde ise bu sonsuzluğa kökler yani gökler denmiştir. Arap ve İranlılar gök kubbenin durmadan dönmesine "Çerh-i felek" derlerken Türkler bu deyimi Türkçeleştirerek "Çarkı felek" yapmışlardır. Bir başka deyimle de dönen gök kubbeye "Gök çığırısı" denmiştir. Bilindiği gibi, çığrı sözü değirmen su dolabı gibi aletlerin çarkları için kullanılmaktadır. Bugünkü Türkçemizde kullandığımız çıkrık kelimesi çığırının küçültme ekli halidir.

10. yüzyıldan kalan bir şiirde günümüz Türkçesiyle:

 

"Tarın acun yarattı

Yıldızlar sıralanır.

Felek uğurlu döner

Gece gündüzü örter," denilmektedir.

 

İslamiyet'ten sonra da Türkler kaderini hep feleğin dönüşüne bağlamışlar ve bütün kötü kaderleri "Kahbe feleğin" bir oyunu olduğunu sanmışlar:

 

 " Kahbe felek sana netdim neyledim

Attın gurbet ele parelerimi

Ahırında beni sılamdan ettin

Kestin mümkünümü çarelerimi "

 

türküsünde olduğu gibi türküleştirmişlerdir. Felekle ilgili pek çok şiir ve türkü vardır. Bu türkülerden birisi de

 

" Felek şad olacak günün görmedim

Garip gönlüm bir efkâra düşürdün

El uzadıp gonca gülün dermedim

Bülbül gibi intizara düşürdün

sözleri ile başlamaktadır. Hele uzun havalar saymakla bitmez. Malatya'dan "Feleğin ettiği işi duydun mu?", Gaziantep'ten "Felek getirdi gene benim özümü", Erzican'dan "Felek ilen şu cihanı bölüştük", Diyarbakır'dan "Felek ki gayet dönek dünya" gibi onlarca uzun havayı sıralayabiliriz. 

"FELEK"İ, "ELEK"E BENZETİYORLAR:

Türkler "Ebekuşağını bir eleğe benzetmişlerdi. Bunun için de Arapçadaki "Alâimi Sema" deyimi, Türkçede "Eleğim-sağma" şekline girmişti. Türk halk edebiyatında bunun birçok örneklerini görüyoruz. Ayrıca, bu iki söz arasında, bir kafiye benzerliği de vardı. Nitekim XVII. yüzyılda yaşamış olan Türk halk şairi Kul Adil, şöyle diyordu:

 

"Her insanda yetmiş ikidir melek,

Feleğin misâli heman bir elek,

Dört kapusı vardır, Oniki çırağ,

Delilü burhandır uyabilürsen!"

 

Felek, insanları eleyip ayırması bakımından da bir eleğe benzetilmiştir. "Oniki çırağ" ise, "Oniki burç" dur. Yunus Emre, Felek'i göğün en üst yani Atlas katına uzatmıştır:

"Felek-i Atlas'da durdum,

Muhammed nûrunu gördüm,

Yedi kezin cevlân urdum,

Bu benim karağım anda!"

İslam tasavvufunda göğün ilk yedi kat göğün katlarıdır. Sekizinci katta yıldızlar ve burçlar dönerler. Dokuzuncu kat arştır. Dokuzuncu katın yukarısı ise Atlas'tır.

Türkler Felek'i bir yandan elek'e benzetirken, Yunus Emrede kendisinden önceki mutasavvıfların etkisinde kalarak Felek'i değirmene benzetiyordu:

"Dünya bir değirmendir ol çalaba fermandır,

Azraildir demişler, ol unu öğüdüne!"

 

Eski Türk inançlarında ve Orta Asya Şamanizm'inde olduğu gibi Türk Tasavvuf edebiyatında da, "Göğün üst katlarında gece ve gündüz gibi bir ayrılık yoktu". Bu katlar, her zaman için aydınlık ve nurlu idi. Bunun örneğini de yine Yunus Emre'den alalım:

"Ol Felekte dün olmaz",

Ay, gün doğup dolunmaz!"

Tasavvuf edebiyatındaki "Dokuz eflâk" deyimi ile "Göğün dokuz katı" söylenmek istenmiştir. Aynı deyimin içinde "Dokuz burç" da gizlidir. Yunus Emre, buna "Dokuz arslan" diyordu.

Eski Türklerde de "Dokuz kat gök" deyimi, hem çok yaygın ve hem de yerlidir. Fakat Türklerle Çinliler, "On iki burç" a daha çok önem veriliyorlardı. Çünkü bu anlayış, takvim düzenine de uygun geliyordu.