Gülce Edebiyat Akımı

Tam Görünüm: Türk Musikisi Müzesi…
Şu anda Hafif Görüntüleme modundasınız. Sayfayı normal görüntülemek için, buraya tıklayın.
Türk Musikisi Müzesi…
(Bu yazı cümle seçilmiş ve atanmışlara açık mektuptur.)

Gazanfer ERYÜKSEL

M. Nazmi Özalp’in Ruşen Ferit Kam (26 Mart 1902 – 28 Temmuz 1981) üzerine yazdığı biyografi kitabını incelerken üstadın Türk Musikisi Müzesi kurulması için gösterdiği çabalar ve yaşadığı hayal kırıklıklarından söz edilmektedir.
İşte bu noktada musiki tarihimizde hızlı bir ufuk turu yaparak yaşadıklarımızın köklerini beraberce hatırlamaya çalışalım.

1828 yılında Sultan II. Mahmut’un isteğiyle “Enderun” kimlik ve isim değiştirerek “Mızıka-i Hümayun” adını alır. Batı müziğine verilen önem ve değerin sonucu Türk musikisi devletin koruyuculuğundan uzaklaşır. Bu durumun önemli sonuçlarından biri Türk musikisinin piyasaya itilmesi olmuştur. Eğlence sektörünün müsaadesi oranında yapılan musikinin asıl ve asli yapısı bozulmuş icra özellikleri de unutulmuştur. Müziğin tarihimizde metalaşması başlar. Klasik repertuarın seçkin eserleri olan sanat değeri yüksek besteler çalınmaz ve söylenmez olur.
20. yüzyılına bu şartlarda gelinmiştir. Aklı başında ve sağduyulu bazı sanat adamları musiki cemiyetleri kurarak bu olumsuz gidişi durdurmaya çalışmışlardır.
Cumhuriyet’in, Osmanlı döneminden devraldığı iki büyük sanat kurumundan biri Darülbedayi (Güzellikler Evi) yani bugünkü Şehir Tiyatroları diğeri ise Darül-Elhan (Melodiler/Nağmeler Evi) bugünkü adıyla İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'dır.

Birinci Dünya Savaşı sürerken Darülbedayi'nin kapanmasından sonra yeni bir müzik okulu açılması için çalışmalara başlanmış ve 1 Ocak 1917 tarihli Meclis-i Vükela (Bakanlar Kurulu) kararı ile daha çok Türk Müziği'ne ağırlık verecek dört yıllık bağımsız bir okul olan Darül-Elhan kurulmuştur. Darül-Elhan adı da anlamca "Konservatuvar" terimini karşılamaktadır ve Melodiler/Nağmeler Evi anlamına gelmektedir. Darül-Elhan Osmanlı Döneminde İstanbul'da kurulmuş olan ilk resmi müzik okuludur.

1926 yılından Darülelhan’ın konservatuara dönüştürülmesiyle Türk Musikisi eğitimi engellenmiştir. Kapatılan Türk Musikisi bölümünün öğretim üyeleri Türk Musikisi Tasnif Heyeti’nde görevlendirilmiştir.
1943-1948 arasında müdürlük yapan H.Saadettin Arel, Türk Müziği Bölümü’nü yeniden açmış, Batı Müziği Bölümü’nü yeniden düzenleyerek Avrupa konservatuarları düzeyine yükseltmeye çalışmıştır. Arel'in yönetimi sırasında, Şehir Orkestrası ve Şehir Korosu’ndan sonra Türk Musikisi İcra Heyeti de kurulmuştur.
Musikimizi ayağa kaldıranlar…

İşte bu karmaşık dönemde Hüseyin Sadettin Arel, Dr. Suphi Ezgi, Ali Rıfat Çağatay, Ruşen Ferit Kam, Mesut Cemil, Münir Nurettin Selçuk, Refik Fersan, Fahri Kopuz, Rauf Yekta Bey, Cevdet Kozanoğlu gibi sanatçıların gayretleriyle musikimizde önemli gelişmeler olur. Bir yandan musiki nazariyatı inşa edilirken, bir yandan da musiki tarihi araştırmaları başlatılır. Bu dönem, halk müziği derleme çalışmalarının da başlatıldığı tarihtir. Halk musikimiz adeta yeniden keşfedilmiştir. Muzaffer Sarısözen öncülüğünde Anadolu adım adım dolaşılarak türkülerimiz ses kayıtları da alınarak derlenmiştir.

Biz dönelim Türk Musikisi Müzesi kurulması için Ruşen Ferit Kam’ın çabalarına…
Üstadın 28 Mayıs 1975 tarihinde hazırladığı Rapor’u beraberce okuyalım.

“Türkiye’de Musiki Aletleri Müzesi açılması hakkında Rapor:
Bütün medeni ülkelerde olduğu gibi bizde de musiki aletleri müzesinin açılması mecburidir.
Günden güne kaybolmakta olan Türk Sanat ve Halk Musikileri aletlerini bir araya toplayıp halkın bilgi ve çalışmasına yardımcı olarak sunmak ulusal bir hizmet olacaktır. Medeniyetimizi ve dünya ölçüsünde bir medeniyet seviyesine ulaştığımızı, medeni olan ülkelere ispat etmek için bu müzenin kurulması lazımdır. Çünkü Berlin, Londra gibi önemli merkezlerde, İsviçre ve İtalya gibi diğer ülkelerde bu müzeler çoktan kurulmuştur.
Bizde kurulacak bu müzeye Türk sanat ve halk musikileri aletlerini koymak, kaybolmuş aletlerin büyük resimlerini olsun göstermek gerekir. Müzeye konacak aletler yalnız Türk sanat ve halk musikilerinde kullanılmış ve kullanılan aletler olmamalı, buna Doğu’da ve Batı’da antik değeri olan aletler de bugün kullanılmakta olan musiki aletleri dâhil edilmelidir.
Müzeye konacak aletlerin yanı sıra bizdeki basma ve yazma eserlerle Batı dünyasındaki Türk Musikisi hakkında yazılmış eserlerin bir araya getirilmesi her bakımdan faydalıdır. Musiki Aletleri Müzesi’nin kurulabilmesi için ilk planda yapılması lazım gelen işler aşağıda gösterilmiştir.
a) Müzenin açılmasına karar verildiğinin basın ve diğer yayın organlarıyla halka duyurulması.
b) Müzeye konacak alet ve kitapların satın alınması.
c) Şimdilik müze binası olmaya elverişli bir yerin, asıl bina yapılıncaya kadar kiralanması veya tahsis edilmesi, aslı binanın en kısa zamanda inşası için gerekli formalitelerin tamamlanması.
d) Müzede işten anlayan bir uzmanın ve ayrıca kâfi miktarda lutiyenin (çalgı yapımcısı G.E.) vazifelendirilmesi şarttır. Zira sıradan memurlarla bu işlerin yürütülmesi mümkün değildir.
Müzenin açılamasına karar verildiği takdirde kültür ve sanat hayatımızda bir boşluk doldurulmuş olacaktır. 28. 05. 1975”
Bu rapora ulaştığın kitabın (Ruşen Ferit Kam, Biyografi, M. Nazmi Özalp) ilk basımı 19 Mayıs 1982 tarihinde yapılmış ve 500 adet basılmıştır. İkinci basım tarihi ise 1995, baskı adedi 5.000’dir.  İkinci basımın önsözünde yazarın attığı tarih 10 Ağustos 1993’tür. Önsözün tarihine bakarsak ikinci baskı için kitap iki yıl bekletilmiştir. Birinci baskının da 500 adet yapıldığımı hatırlayarak kitabın ikinci baskısı 13 yıl sonra okura ulaşabilmiştir. Ve bugün kitabın mevcudu yoktur.
Bunlar da bir şey mi? Ruşen Ferit Kam’ın raporu yazdığı tarih olan 28 Mayıs 1975’den bugüne tam 40 (kırk) yıl geçmiştir. 1975’den bugüne 40 içinde kaç hükümet ve Kültür Bakanı geldi geçti. Ama Türk Musikisi ve çalgıları için bir müze kurulmamıştır.

Ne yapmalı?
Bir musikişinas olarak evvel emirde M. Nazmi Özalp’in Türk Musikisi tarihi adlı değerli eserinin yeni baskısı yapılmalıdır. Bu eser Türk musikisi tarihindeki kaynak boşluğunu gidermeye hizmet edecektir.
Bir başka hamle ise Türk Musikisi Müzesi’nin kurulması için gerekli hamlelerin yapılmasıdır. Yazımızın girişinde “Bu yazı cümle seçilmiş ve atanmışlara açık mektuptur” ibaresini kullandık.
Bu satırları kaleme alan musikişinas şu anda Antalya’da yaşamaktadır. Antalya için kullanılan sıfatlardan bir de“dünyanın turizm başkenti” olduğudur. Öyleyse ülkemizin en çok turist girişi yapılan kentlerinden biri olan Antalya’nın belediye başkanına bu görev pek yakışacaktır.
Duyar gibiyim, “Kaynak nasıl bulunacak?” sorularını…
Kaynak her zaman vardır. Namazda niyeti olanın ezanda kulağı olurmuş… Siz yeter ki Türk Musikisi Müzesi’ni kurmak isteyin… Merak edip de soran çıkarsa kaynağını da söyleriz.

Meraklısı için ek:
Ruşen Ferit Kam kimdir?
(1902 İstanbul – 28 Temmuz 1981 İstanbul)




Türk kemençe virtüözü, koro şefi ve müzik yazarıdır. Ömer Ferit Kam’ın oğludur. Tamburi Cemil Bey’in plaklarını dinleyerek kemençe çalmasını öğrendi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Türk Dili ve Edebi¬yatı Bölümü’nü bitirdikten sonra öğretmen¬lik yaptı. 1927’de kurulan İstanbul Radyosu’na kemençeci olarak girdi. Daha sonra Ankara Radyosu’na geçti. Orada solistlere eşlik etti, stajyerlere çeşitli dersler verdi, koro şefliği ve radyo müdürlüğü (1951-53) yaptı; bir ya da birkaç çalgı eşliğinde (özellikle Vecihe Daryal’la birlikte) saz eserleri seslendirdi. “Açıklamalı Klasik Türk Müziği” programlarında yönettiği korosuyla birçok klasik yapıtı radyodan ilk kez dinletti. Koro şefi olarak plak doldurdu. Bir süre Kahire Konservatuarı’nda ders verdi. Ankara Devlet Konservatuarı’nda da Türk Müziği Tarihi ve Divan Edebiyatı dersleri okuttu. Radyo Dergisi’nde yayımlanmış bes¬teci yaşam öyküleri dışında, Nazîm üzerine bir araştırması (Bestekâr-Şair Nazîm, Haya¬tı, Eserleri Hakkında Tetkikat, 1933) vardır. Ayrıca müzikle ilgili birçok makale de yazmıştır.
Ruşen Ferit Kam Tamburi Cemil Bey’den sonraki en büyük kemençe virtüözü sayılır. Cemil Bey’in sanatına derin bir hayranlık duymakla bir¬likte, taksimlerinde onu taklit etmemiştir. Taksimleri Camii Bey’inkiler kadar parlak olmamakla birlikte, kişisel bir üslubu yansı¬tır. Kam’ın bilinen tek bestesi “Bir nevci- vandır, âşub-i candır” dizesiyle başlayan Hicazkâr şarkıdır.