Gülce Edebiyat Akımı

Tam Görünüm: ŞAİRİ ŞİİRİ ÜZERİNDEN KONUŞMAK
Şu anda Hafif Görüntüleme modundasınız. Sayfayı normal görüntülemek için, buraya tıklayın.
ŞAİRİ ŞİİRİ ÜZERİNDEN KONUŞMAK 


Coşkun KARABULUT
*****************

Üniversitede okurken Füsun Altıok(Akadlı), Zeynep Arıoba, Hülya Kızıltan(Yetişkin) başta olmak üzere çok değerli hocalardan ve yazarlardan da sanat felsefesi ve sanat sosyolojisi gibi dersler alırdık. Gerek, gördüğümüz bu derslerden, gerekse okuduğum kitaplardan kendime bir sanatçı portresi çizmiştim. Genel olarak sanatçının, özel olarak da şairlerin yetenekli insanlar oldukları, hep güzeli aradıkları, geçici güzellikleri değil de kalıcı güzellikleri arayıp bulup eserlerinde verdiklerini düşünürdüm. Sanatı sadece eğlenceli, hoş bir zaman geçirme aracı olarak değil de, bilimin ulaşamadığı alanlara el atıp sezgi gücünü de kullanarak nesnenin içine girebilen, nesnenin yaratılış hikmetini de görebilen, görünenin ardındaki görünmeyeni görebilen, hakikatin bilgisine sanat yoluyla erişebilen bilge insanlar olarak , hani neredeyse peygamber gibi insanlar olarak düşünürdüm Nitekim Yunus Emre, Mevlana gibi şair ve düşünürleri de okuduğumda bu düşüncelerim iyice pekişiyordu. 

Yıllar sonra edebiyat dünyasına girdiğimde, kitapları olan şairlerle tanıştığımda şair kimliği hakkındaki düşüncelerimde şoka uğradığımı söyleyebilirim. Aslında çok güzel insanlarla tanışıp kalıcı dostluklar da kurduk. Ama gelin görün ki bu güzel dostların şiir kitaplarında şiir yoktu.. En azından benim düşündüğüm anlamda diyeyim. Aralarında isim yapmış olanlar da vardı ama onlarda da bir kibir, bir hava sormayın. Kendilerinden başka kimseyi tanımıyorlar, küçük görüyorlar, dedikodusunu yapıyorlar, onların bulunduğu ortamlara gitmiyorlar gibi… 

Hakikati aramak, kalıcı güzellikleri bulup çıkarmak, fani bir bedenin içinde sıkışıp kalmış insanoğluna özgürlüğe götürecek yolda ışık tutmak, nesneye hükmetmek… Sanki benim düşlediğim şair tipi kitaplarda kalmıştı ve hani derler ya güzel atlarına binip gitmişlerdi. Yerelden ülke düzeyindeki şairleri tanıdıkça görüşlerim değişmedi ne yazık ki. Her ne kadar düşündüğüm boyutta olmasa bile , duyarlılık yaratmaları, birbirinden uzak olaylar arasında çağrışımlar yapabilecek bilinç kazandırmaları, sorgulayan, eğilmeyen ve hep güzeli talep eden birey yaratma açısından , sayıları az da olsa gerçek anlamda şairlerin olması beni mutlu etti, umutlandırdı ve bu yolda yürümemde moral verici oldu. 

Şiir üzerine çok kitaplar okudum, kurallar kaideler öğrendim ama beylik laflara hep mesafeli durdum. Aklımın bir tarafında hazırda tuttum ama sürekli sorguladım ve ne yapacağıma kendim karar verdim. Dayatmalara hiç taviz vermedim. Bu dayatmalardan biri de şimdi konumuzla da ilgili olan şu ifadeydi: “ Şairin şiiridir önemli olan.Kişiliği, nasıl biri olduğu bizi ilgilendirmez.” Buna benzer bir ifadeydi yani. Nedenmiş? Ya da acaba öyle mi? 

Şairin malzemesi sözcüklerdir ve şiiri de şairin sözüdür. Şiirinden bakarak şairi konuşursak şairin ne yaptığı ne eylediği de bizi ilgilendirir hatta başka bir yola da çıkmaz bu sokak. Çünkü söz eylemdir. Eyleme dayanmayan söz ya yalandır, ya boştur. Sözünün gereğini yapmayan da ister sıradan insan olsun ister şair olsun yalancıdır, samimi değildir, iki yüzlüdür. Ve söz doğruyu söylemek için vardır. Söz, yalanı uzun süre kaldıramaz, söyleyeni öyle bir yerde ve zamanda deşifre eder ki kişi neye uğradığını şaşırır. “ Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.” gibi atasözlerimiz de bu tecrübenin sonucu söylenmiş sözlerdir. 
Yaşayan şairlerin davranışlarını gözlemleyerek, yazdıklarıyla tutarlı olup olmadıkları görülebilir. Peki ya yaşamayan ve yaşamlarını gözlemleyemeyeceğimiz şairlerin şiirlerine bakarak yazdıklarıyla ne derece tutarlı olup olmadıklarını anlayabiliriz? Sözcüklere bakmak yeter. Sözcükler sahiplerinin kim olduğunu hiç sakınmadan ele verirler. İçtenlikle söylenmeyen, doğrunun ifadesi olmayan sözcükler, söyleyeni yıllar önce ölüp gitse de, satır aralarından sızarak sahiplerini ele verirler. İçtenlikle söylenmiş sözler, doğrunun ifadesi olan sözleri okuyanlar mutlu olurlar, yaşama sevinci duyarlar ve sözcüklerdeki mutluluk ve enerji okuyana da geçer Tam tersine yalanın ifadesi olarak istemedikleri bir yerde sıkışıp eziyet çeken sözcüklerin “bizi buradarı kurtarın” dercesine çığlıkları yüzyıllar sonra da olsa okurlara ulaşır ve bu ızdıraplara dayanamayan okurlar mutsuz olur, o kitapları okumaktan sıkılırlar. 

Aslında şiirin yazılma aşamasında belli olur sözcüklerin mutlu olup olmayacağı. Ve okuru da mutlu edip etmeyeceği. 
Sözcüklerin şiire nasıl girdiklerine bakarak da şair hakında konuşmak mümkündür. Daha şiire bakmadan, şiir daha olmamışken ya da olmaya başlamışken. 
3 ÇEŞİT ŞAİR TİPİ 
Edebiyat yaşantımda yaptığım dış ve iç gözlemlerde 3 çeşit şair tipine rastladım: 
1- Kendilerine şiir verilenler ya da şairin içinde yazılıp gelen şiir 
2- Şiir yazanlar ya da şairlerin içlerinde yazılmayan şiiri, dışlarında teknik bilgiyle yazma çabaları 
3- Ne şiir verilen ne de yazabilenler. Ama ortada en çok şairim diye dolananlar ve şiirden en fazla nemalananlar. 
Şiirle düzyazının sözlüklerdeki herkese genel ve ortak olan sözcüklerle yazılıyor olmasına ya da öyle gürünmesine rağmen, şiire giren sözcüklere kayıptan bir el dokunarak anlamlarını alıyor ve sadece o şiire özgü olmak üzere yeni anlamlar vererek şiire sokuyor.Yani şiire giren sözcükler , şiirin nefesiyle bayılıyorlar. Sonra onlara şiirin elleri dokunuyor. Uyandıklarında şiirin verdiği bütün çerçevesinde yeni anlamlara kavuşmuşlardır. Bütün sözcükler bu şirin genel bütünlüğü içinde anlamlara sahiptirler. Şiirin verdiği enerjiyle hepsi mutludurlar ve cennetteymişlercesine havalara uçmaktadırlar. 

Şair yeteneği olanlara , bir iki dize fısıldanır. Şiiri yazdıran bu ilk dizeler, lokomotif dizeler sadece şair yeteneği olanlara verilir. Şairin işi kolaydır artık. Çünkü bu ilk dizlerin içinde oluşacak şiirin tüm şifreleri de verilmiştir. Edası, tınısı, melodisi, notaları , ruhu,canı ne varsa hepsi. Bu şifreyi alan birkaç dize ya da sözcük şairin bilinç düzeyine çıkarak şiirin yazılmakta olduğunu ve hazır olması gerektiğini haberdar ederler. Şiir şairin içinde yazılmaya başlanmıştır.Yeteneği olan şairler bunu hissederler. Kan dolaşımları hızlanır, nabız atışları , damarları genişler daralır, içlerine mutlu bir esinti girer ve bütün benliklerini dolaşır. Bir heyacan bir heyecan sormayın. Bedenlerindeki bu muhteşem değişikliği hisseden şairler yazılmakta olan şiirden kendilerine fısıldanan, verilen bir iki lokomotif dizeyi hemen kaydedip şiirlerini yazmaya koyulacaklardır. Şiir şairin içinde yazılmış bitmiş ve çekirdek dizeler verilmiştir. Bundan sonra yapılacak iş, işin teknik yönüdür, şiirle bir ilgisi yoktur. Bundan sonra şir birikimiyle, tecrübesiyle kendi üslubunca şiiri kâğıda dökecektir.İçeride yazılan şiiri nesneleştirecektir artık. 

Şairler sözcükleri doğruların ifadesi için kullanmışsa, içtenlikli kişilerse yani sözcüklerle araları iyiyse, gelen ilk dizelere arkadaş olacak sözcükler de güle oynaya gelirler ve şiire girmeye can atarlar. Duruşu dik olan, içten, sıcak, dürüst, aydın şairlerin şiirlerine girecek olan sözcükler, kendilerini kullanmadıklarını bildikleri için , kendilerince bir jest yaparak şaire fazla yük bırakmadan o şiire yakışacak sözcük arkadaşlarını kendileri seçerek şaire yardımcı olurlar. Ve bu sözcükler şairi mutlu ettikleri gibi, okuyanları da, yıllar sonra da olsa mutlu derler, yaşama sevinici verirler. 

Kendilerine şiir verilmeyip de yazmaya çalışanların işi biraz daha zordur. Herkese ortak olan sözlüklerdeki sözcükleri alacaklar, şiirlerini kuracaklardır.Ama aldıkları bu sözcüklere şiirin nin değmesi için, bu şairlerin şiirin yazılma süreci içinde bir ara boyut değiştirerek, şiir ülkesine gidip, şiirin malzemelerini alıp getirmeleri gerekmektedir. Tad, tuz, baharat, aroma her neyse artık alıp getirecekler ve o sözcüklere dokundurarak onları “şiir sözcükler” haline getireceklerdir. Şiir ülkesine gidebilenler ve şiir malzemelerini getirebilenler, şiirin elini sözcüklere dokundurarak o herkese ortak olan sözcükleri, şiir sözcük yapacaklar ve sadece o şiire özgü yeni anlamlara kavuşturacaklardır. 

Bunu yapamayanlar, yani dünyadaki malzemelere, şiir ülkesine geçebilip şiir ülkesinden şiir malzemesi katamayanlar asla şiir yazamayacaklar ve hepimizin bildiği edebiyat memurları olarak kalmaya mahkum olacaklardır.Şiir sadece bu dünyaya özgü malzemelrle(sözcük) yazılmaz. Mutlaka bir başka alemden(şiir ülkesi) bir el değmesi gerekmektedir. 

Yazdıkları sözcüklere şiir ülkesinden şiir malzemesi getiremedikleri için, bütün ustalıklarını, birikimlerini, teknik becerilerini “sıkı şiir” yazmak için kullanacaklardır. Yazdıklarının içinde şiirin esamesi bile okunmadığını kimse anlamasın diye, “alışılmamış bağdaştırmalar”, “metinlerarası sıkı geçişler” falan yapıp anlaşılmaz hale getireceklerdir. Ne kadar tutarsa artık. Ama yazdıkları ne kadar sıkı olursa olsun, şiirle ilgisi olmayıp teknikle ilgili olduğundan şiir değildir. Şiir olmayınca da ruhu, müziği,tınısı, notası olmadığından sıkar okuyanı. Ne kadar güzel olurlarsa olsunlar motorsuz uçaklara benzerler ve iki metre bile havalanamazlar. 
Bir de sözcüklerle araları iyi olmayıp da, “söz ve eylem” konusunda siclleri bozuksa, ve sözcükleri yalanın ifadesi için de kullanmışlarsa, hiçbir sözcük bunların şiirine girmek istemez ve köşe bucak kaçarlar. Kerpetenle söker gibi çeker alır yerlerinden ve ızdırap çektirir sözcüklere. Kan ter içinde kalır sözcük bulayım derken ve çok büyük iş yaptığını sanarak böbürlene böbürlene “ Bu şiir beni çok yordu!” demezler mi? 

Diğerlerine gelince; Ne şiir verilenler ne de şiir yazabilenler.Çok iyi dostlarım vardır içlerinde ama ne yapayım ki başka şiirin esamesinin bile okunmadığı bir dünyada sözcükleri altalta koymayı marifet sanarak sözcük istifçiliği yapmaktan başka bir şey ellerinden gelmemektedir. . Söylenecek fazla bir şey yok. 
Sonuç olarak; Eğer bir şiir, okuyana yaşama sevinci veriyor, ufkunu açıyor, yaşamını olumlu anlamda dönüştürüyor, enerji veriyor ve mutlu ediyorsa; şairinin de böyle bir insan olduğu ve aynı duyguları yaşadığı muhtemeldir. Çünkü yazılan her şiir şairin canından bir parça taşır ve onun kimliğini , mizacını, yaşama bakışını bize işaret eder. 

Yok eğer bir şiir, okuyanın ruhunu sıkıyor, bunaltıyor, derbeder ediyor ve yaşamı zehir ediyorsa, dünyayı başına yıkıyorsa; şairinin de ne kendisiyle ne de başkalarıyla ve dünyayla pek barışık olduğu söylenemez. 
Sözlerimi büyük yazar TOLSTOY’un örnek aldığım sözleriyle bitirmek istiyorum: 

SANAT NEDİR* adlı eserinde bakın ne diyor ünlü yazar TOLSTOY: 
\"Bir eserin, bütün insanlık için yararlı olması için, iyi ve kötüyü ayırması, güzel ve anlaşılır olması gerekmektedir. Sanat ancak, belli bir sınıf için değil, büyük kitleler için yarar sağladığı zaman sözü edilebilir bir değere ulaşır. 

Fırsatçıların her zaman kullandıkları bir yöntem vardır. Halkın kullanmadığı, dile yerleşmemiş kelimeleri kullanarak, gerektiğinde icat ederek halkın gözünde kendisini yüceltmek. Bu, \' halk, anlamadığına inanır\' mantığıdır ve çoğu zaman başarılı olur. Kitleler, bilmedikleri kelimelerin ardından sürüklenirler. Bu arada sanat da tükenmeye yüz tutar. Ortodoks kilisesinin sapık fikirlerinin, ağır bir dille düzenlenerek halka benimsetilmesi bu yöntemin en çarpıcı örneklerindendir.\" 

Ve son olarak da şöyle diyor: :\"Bir eserin ilginçliği , onun gösterişinde değil, ortaya koyduğu yeni düşüncede olmalıdır. İlginçliği bayağı şiirsellikte, gösterişte, taklitte aramak sanata bir şey kazandırmaz. Bunlar zengin sınıfın sanat üzerinde oynadığı bir oyundan başka bir şey değildir.\" 

* SANAT NEDİR? L.N.TOLSTOY, Şule Yayınları İstanbul ,Eylül 1992, Çev.Baran Dural, s,74,80,130 
Herkesin birbirinin varlığına saygı gösterdiği, birbirinin yaşamını kolaylaştırdığı, güzelleştirdiği ve anlamlı kıldığı; insan- hayvan-çiçek böcek ve tüm doğasıyla sürdürülebilir bir yaşam anlayışı içinde mutlu, huzurlu ve güven içinde yaşamasını diliyorum. Asıl şiirin bu anlamda yaşanılması için çaba gösterenlerce yaşamın içinde yazılmakta olduğunu düşünüyor ve şairlerin de sadece kâğıt üzerinde kalacak güzellikler yaratmayıp, yaşamlarını da şiir gibi yaşamalarını diliyorum,