Gülce Edebiyat Akımı

Tam Görünüm: Dortmund
Şu anda Hafif Görüntüleme modundasınız. Sayfayı normal görüntülemek için, buraya tıklayın.
Dortmund, Almanya’nın Kuzey Ren Westefalya Eyaletinin Ruhr Bölgesinde yaklaşık 600.000 nüfuslu bir kent. Rakımı 86 metre. Dortmund-Ems Kanalıyla kuzey denizine bağlanan kent, aynı zamanda bölgesinin önemli bir limanı konumundadır.

Dortmund’a giderken küçük bir sorun da yaşadım. Bu benim burada ilk tren yolculuğumdu. Solingen’e gelince aktarılacağım trenin peronunda bekleyen ve birkaç dakika farkla saatine uygun olan bir trene bindim. Tren hareket eder etmez bilet kontrolleri başladı. Bir hafta boyunca geçerli olacak tren biletimi gösterdim, adam kabul etmedi. 40 km’lik yola 35 Avro istedi.
Meğer ben hızlı trene binmişim. 10 km ilerdeki ilk durak olan Wuppertal’da ineceğim dedim ve durumu 15 Avro ile kurtardık. Çünkü benim biletim, normal trenler, tramvaylar, metro ve belediye otobüslerini kapsıyordu. Hızlı trenler ise çok pahalıydı.
Wuppertal’de normal trene binerek Dortmund Hauptbahnhofa geldim. Almanya’da ana tren garlarına hauptbahnhof (hatbanof) deniliyor. Genelde şehirlerin en merkezi yerinde bulunuyor ve hbf şeklinde kısaltılıyor. Şehir içindeki diğer istasyonlara ise bahnhof deniliyor. Gezilerimin başlangıç ve bitim noktaları hatbanoflar olduğu için bu açıklamayı yapmak gereğini duydum.
Dortmund’un hauptbahnhofu çok büyük ve oldukça karmaşıktı. Ama ben zentrum (şehir merkezi) yazan yönde ilerleyerek istasyondan çıkıp tam karşıya doğru yürüyerek yolu geçip merdivenleri de çıkınca, sağda Anadolu Döner’i gördüm. Buraya girip gezilecek yerleri sordum. Dönerci: “Buralar hep çarşıdır” dedi.
Dortmund yaşamın sönükleştiği Kuzey Ren Westefalya Eyaletinin madencilik kentlerine göre daha canlı bir görünüm sergiliyordu. Kırsalı tamamen yeşil alanlarla kaplı fakat merkezde binalar yollar derken yeşil kaybolup gidiyor.
Kent merkezinde trafiğe kapalı alanları, yani çarşı pazarı oldukça geniş bir alana yayılıyor. Çok büyük AVM’ler var. Saat 17.00’ye kadar buralarda dolaştım. Öğle yemeğini Antep Dönercide yedim, biraz sohbet ettik.
“Dortmund’un parkları ve kanalları meşhurmuş. Hani nerede” dedim. “Kanallar uzaktır. 8-10 km. ötede Hörde’de” dedi.
 “Hörde’ye nasıl giderim” dedim. “Hatbanoftan U41’e bin Hörde zentrumda in” dedi. Dediği gibi metroda U41 ile Hörde’ye gidip merkezini gezdim. Kanallara gittim. Fotoğraflarını çektim. Kanal orta büyüklükte bir gölet gibiydi.
Dortmund’a daha önce de arabayla gelip bir düğün salonuna uğrayıp merkezinde gezmiştik. O gelişimde düğün salonuna girince yanda duvara matkapla panoları yerleştiren iki kişi görmüş ve onlarla sohbet etmiştim.
 Yanlarına varıp kolay gelsin diyerek, önce tepkilerini ölçmeye çalıştım. Kuru kuruya bir sağ ol derlerse konuşmak istemediklerini düşünerek geçip gidecektim.
Ama içten bir biçimde “Sağ ol abim, hoş gelmişsin, nereden geliyorsun?” diye sözü uzatınca, konuşmak istediklerini anlayarak sorular yöneltmeye başladım. 40-45 yaşlarında esmer olanı Kütahyalı, 50-55 yaşlarında daha uzun boylu olanı Zonguldaklıydı.
Soruyu ikisine birden yönelttim. “Almanya’da yaşamaktan memnun musunuz?” İkisi birden “Yok abi, burada yaşanmaz” dediler. Zonguldaklı: “Burada hayat hiç değişmeden dümdüz gider” dedi. Kütahyalı da “çok sıkıcıdır” diye ilave etti.
“Bizde de her saat başı bir olay oluyor. Trafik, doğal afet bir tarafa her gün bombalar patlıyor, mitingler basılıyor, terörde üç beş kişi can veriyor. Böylesi daha mı iyi” dedim. “Yok öyle değil de” diyerek, Almanya’nın da çekilmez derecede sıkıcı olduğunu anlattılar. Hem çalışıyor ve hem de konuşuyorlar; bu yüzden konuşmalar matkap gürültüsüne karıştığından, sık sık tekrarlar yaparak sürdürüyorduk konuşmayı.
“Peki Türkiye’de yaşamaya ne dersiniz?”
                “Ah burnumuzda tütüyor. Tatili dört gözle bekliyoruz.”
                “Hayır ben tatil demiyorum” dedim. Bu yaşa dek Türkiye’de yaşamınızı sürdürecek kadar bir birikim sağlayamadınız mı? Sağladıysanız neden Türkiye’de değil de burada yaşıyorsunuz? Türkiye’deki kötü yönetim ve düzensizlik mi korkutuyor sizi; yoksa uyum sağlayamamaktan mı korkuyorsunuz?”
                Zonguldaklı, “Para olduktan sonra ben Türkiye’de krallar gibi yaşarım” derken; Kütahyalı çocuklar alışamazlar” dedi. Anlaşılan kendileri için bir sorun görmezken, çocuklar bahane ediliyordu. Sohbet bu biçimde biraz devam ettikten sonra sadede geldiler.
Biz buralara alışmışız abi, biz Türkiye’de yapamayız dediler. Bundan da anlaşıldığı kadarıyla Almanya’da yaşayan Türkler için Türkiye bir tatil ülkesi, bir özlem ülkesi olarak kalacaktı.
                Düğün salonunun sahibi Erzurumlu adama burada yemek yiyebileceğimiz bir restoran sorduk. Gösterişli lüks bir yer mi, yoksa yemekleri çok güzel olan bir yer mi istersiniz” dedi.
Biz “Yemekleri güzel olsun” deyince; Bardak diye bir restoranı önerdi. Gerçekten de çok güzel bir yerdi. Mersinli sahibi, burada işlerinin iyi olduğunu, çocukları da ayrı işler yaptığını onlar biraz kendilerini toparlayınca burayı satıp Mersin’e gitmek istediğini söyledi.
                Düşündüm: çocuklar ne zaman ve ne kadar toplayacak kendini? Bunun bir sınırı var mı? Yoksa Türkiye’de yaşamayı göze alamıyor da bu bir bahane mi? Ya da ortada kalmak gurbetçiliğin kaderi mi; anlayamadım doğrusu.