Gülce Edebiyat Akımı

Şu anda Hafif Görüntüleme modundasınız. Sayfayı normal görüntülemek için, buraya tıklayın.
Kitlesel Karşı Koyma Refleksi

Mustafa Ceylan



Seçim sathına girildiği şu günlerde, kimileri liste başlarına oturduklarından ceylan derisi koltuklarını düşlerken, bu vatanın sevdalıları uyumamakta, gecesini gündüzüne katmakta; vatanın ve milletin bütünlüğünün tesisi ve umudun yüreklerde yeniden filizlenmesi için çaba sarfetmekte, düşünmekte, kaygı duymakta ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar ayakta kalmasını, bölücü hain örgütün ve iç uzantılarının yok olmasını arzulamaktadır.

Atatürk’ümüz misali karlar arasında uykusunu bile gözlerine haram etmektedir.

Seçimler mi? Nasıl olsa olur… Seçilecekler seçilir.

Önemli olan bu Cennet vatanın köyünde, kentinde, dağında, ovasında, şehrinde, çarşısında ve evlerinde vatandaşlarımızın huzuru ve güveni, birlik ve beraberliğidir.

Nitekim;

Genelkurmayımız 8 Haziran tarihli 7 maddelik bir basın açıklamasıyla bunu işaret etti...

Bu açıklamanın 6 maddesinde,

Bölücü terörün Mayıs 2007 tarihinden itibaren tırmanacağı ve bunun, aynı zamanda PKK’nın gerçek niyetini de çok açık bir şekilde ortaya koyduğu, yurt içinde ve yurt dışında barış, özgürlük ve demokrasi gibi değerleri, paravan olarak kullanan kişi ve kuruluşların, bu olayların gerçek yüzlerini görme zamanının geldiği ifade edildikten sonra;

“Türk Silahlı Kuvvetleri, terörle mücadele konusunda sarsılmaz bir kararlılığa sahiptir ve bu tür saldırılara gereken cevabı vereceği tartışılmaz bir gerçektir.” Denilmektedir.

Basın açıklamasının son maddesinde de “Türk Silahlı Kuvvetlerinin beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesi” istenmektedir.

Evet, kitlesel karşı koyma refleksi… Demokratik toplumlarda ulusun ortak vicdanı, sessiz çoğunluğun yükselen sesidir. Uyanıştır… Karanlığa, zulme ve çekilen acılara karşı duruştur. Bölmek isteyene, senelerden beri Anadolu’nun her kasabasına, her köyüne şehit tabutu gönderen hain örgüte ve onun işbirlikçilerine karşı; bir ve beraber olarak “yeter, haddini bil! Vatan bölünmez!” diye basında, sokakta, alanlarda, kısaca her alanda haykırmaktır. Muhteşem ve sessiz çoğunluğunu sesini yükseltmesidir... Ülkesine, bayrağına sevdalıların tek bilek ve tek yürek oluşudur.

UMUDUN YEŞERMESİ

Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın 14 Şubat 2007 tarihinde Washington’da yaptığı konuşmada söylediklerine bir bakalım :

“Soruyorum; sizin, bizim bugünkü durumumuz, Samsun'a çıkmadan önce 16 Mayıs 1919'da Atatürk'ün karşı karşıya olduğu sorunlardan daha mı büyük? Hayır değil. Ordun yok, paran yok, Anadolu insanı savaş yorgunu. O Anadolu insanı ki, yılların verdiği ihmalle bayanların okuma yazma oranı yüzde 5, erkeklerin yüzde 10. Atatürk tüm bu olumsuzluklara karşı 'biz bu olumsuzlukları yeneriz' diyor. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti bu kadar mı kötü? Değil. En kötüsü, ümidini kaybeden insan, gerek bireysel, gerek kurumsal olarak... Türkiye Cumhuriyeti, onu oluşturan insanlar ümitsiz olduklarında kaybederler, olmamaları lazım. Şimdi zaten Türkiye Cumhuriyeti'nin insanları da şu anda böyle değil. Kendimize güvenmemiz lazım. Türkiye Cumhuriyeti büyük, güçlü bir devlettir. Bu gücünün bilincinde olması lâzım. Türkiye güçlü bir ülke. Türkiye, onun bunun iteleyeceği bir ülke değildir'' DİYOR.



Kitlesel karşı koyma refleksi ile Anadolu’nun kıyama gelmesi, Sakarya’nın ayağa kalkması, yüreklerde ülke ve ulus bilincinin yeşermesi gerekir. İsmet Paşa(İnönü) : "Namussuzların çıkardığı ses kadar namuslular ses çıkarsa, ülkede namussuzluk olmaz" demişti. Bu bölücü terör örgütü çok yaktı canımızı, çok...Birde içerde, medyada, siyasette "insan hakları vs" adı altında kuzu postuna bürünmüş destekçi borazanları yok mu?..Milletimizi çileden çıkaran da bunlar. Kitlesel karşı koyma refleksi, "Çanakkale ruhu" dur. Asla bir iç kargaşa değildir! Aksine, birliğin destanlaşmasıdır. Terör belâsından kurtulmak isteyen Anadolu'nun, askerinin yanında oluşunu göstermesidir. Bölünmüş Türkiye haritası çizenlere Türk'ün unutulmaz şamarının "demokratik olarak" vuruluşudur.



Kuzey Irak’tan ülkemizin içine kuş uçsa, artık haberimiz olacak. Zira, yeni güvenlik stratejisi ile ordumuz, askeri konuşlanmasını tamamlamış durumda.



Bana göre maksat, Irak’a girmek değil,(gerekirse girilir de), hain örgüt militanlarının giriş yollarını tıkamak ve geçilmez, sarsılmaz bir duvar örmektir. Bu işlem tamamlanmıştır.



Şimdi sıra, içeride, ülkemizin diğer bölgelerinde işbirlikçilerinin ve içerdeki örgüt mensuplarının sergileyecekleri eylemler karşısında uyanık olmak, bunlara karşı bir ve beraber olduğumuzu ifade etmenin zamanıdır.



İç desteğini yok etmek, göbek bağı kesilmiş terör örgütünü hava alamaz duruma getirmektir. Milli birlik ve beraberliğimizle, ayrık otlarının yeşermesi önlendiği gibi, gönüllerde bayrak, ülke ve ulus bilincini şaha kaldırmaktır.

Hep birlikte; Genelkurmay Başkanımız Büyükanıt’ın 14 Şubat 2007 tarihinde Washington’da yaptığı konuşmada söylediklerini söylemeli ve demeliyiz ki:

“Türkiye bölünüyor mu? Kim bölecek Türkiye'yi? Kim bölebilir? Türkiye'yi bölmeye kimin gücü yeter? Türkiye'yi bölmeyi rüyalarında görenler, bu rüyanın sonunda kâbus görür. O dinamik güçler, Türkiye'yi koruyan o dinamik güçler varolduğu sürece, o rüyayı görenler kâbusla uyanırlar ve derslerini alırlar. Bir kere buna inanmamız lâzım. Biz inanıyoruz. Kimse Türkiye'yi bölemez, ona cesaret edemez. Onu düşünenlerin biz gereğini yaparız. Böyle bir güç var mı? Yok. Hayâl kuranlar var. Hayâl kuranlara destek verenler de var. Geçmişte de hayâl kurulmuş. O hayâllerin içinde boğulurlar. Kimseye Türkiye'yi böldürmeyiz. Hiç kimse, hiçbir kurum Türkiye'yi anayasasıyla belirlenmiş rejiminin dışına çıkaramaz. Türkiye demokratik, laik, sosyal ve üniter bir devlettir. Bunun dışına Türkiye'yi çıkaracak hiçbir güç yok ve olmayacaktır."

İşte askerimizin toplumsal refleksle varmak istediği nokta bu noktadır.



İşte bu noktada;

Yurt içinde ve yurt dışında barış, özgürlük ve demokrasi gibi değerleri, paravan olarak kullanan kişi ve kuruluşların, bu olayların gerçek yüzlerini görmeleri için, halkımızın gayri şehitlerimizin arkasından ağıt yakması yerine, sesini yükseltmesi, gerekirse beş-on milyon insanın katıldığı terörü ve bölücülüğü kınayan mitingler düzenlenmesi gerekmez mi?



Cumhuriyet mitinglerinin arkasından kapağı parlamentoya atmak için aday listelerinin başına oturanlar, dağda değil gelsin ovada siyaset yapsın diyenler, şehitlerimize kelle, bebek katiline sayın diyenler, bakalım şimdi ne yapacaklar?



Siyaset, toplumumuzu iki kutuplu bir yapıya çekmek istedikçe, askerimiz tehlikenin farkına varmış, birlik ve beraberlik istemektedir.



Ülke bütünlüğü, üniter yapımız tehlikede iken "bana ne" diyemeyiz.



Atatürk’ün bir işareti ile bir gecede kıyama gelen Anadolu insanı, kağnılarla, çapayla, kazmayla, kürekle yollara düşmüş, “her şey vatan için” demişti. Şükür bugün, her türlü teknik imkâna ve hattâ mali güce de sahip, hem yetersiz de olsa sivil kuruluşları bulunan bir Milletiz. Ordumuzun istediği toplumsal reflekste sivil toplum kuruluşlarımıza, meslek odalarımıza, derneklerimize, sendikalarımıza, vb.. kuruluşlarımıza görevler düşmektedir.



Bunun parti ve siyasetle alâkası yoktur. Bu milli bir görevdir. Zira bir başka Türkiye yok.