SiteAna Sayfa
Güllük Dergisi
Şairlerimiz
Arama
Üyeler
Video
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Şifremi Hatırlat
Beni Hatırla
Your browser does not support the audio element.
Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi
Web'de Ara
Sitede Ara
0 Oy - 0 Yüzde
1
2
3
4
5
Konu Modu
Babanız Yine Aşık Çocuklar(Tahir Kutsi Makal)
Site Yönetimi
Admin
Üyelik tarihi:
Jan 2008
Mesaj Sayısı:
12,518
Konu Sayısı:
11,588
#1
05/04/2009, 00:45
Babanız Yine Aşık Çocuklar(Tahir Kutsi Makal)
-Araştırma-İnceleme-
MUSTAFA CEYLAN
*************************
“SOHBET
Babanız yine âşık çocuklar
Yüzünün gülüşü ondan
Erken gelişi ondan
Ve bu sefer iş berbat!
Babanız yine âşık çocuklar.
Aşksızlığı kaldırın mezara
Şiirin bini bir para gayri
Türkünün bini bir para
Cıvıl cıvıl kuş sesleri balkonda
Evde cıvıl cıvıl çocuk kahkahaları
Derim ki bu sevgide etmeli sebat!
Babanız yine âşık çocuklar.
Babanız yine âşık çocuklar
Mahzun duruş çoğaldı
Kalpte vuruş çoğaldı
Son resmi de yırtıver, at!
Babanız yine âşık çocuklar.
Duyurmayın ananıza, utanırım
Döğüş-kavga çıkarır, onu iyi tanırım
Sizi asar, beni keser, surat asar, surat!
Azar köftesi gelir sofraya, surat çorbası konur
Bırakın yüzüm gülsün ne olur
Bırakın hızlı çarpsın yüreğim
Bırakın bir daha âşık olayım
Bırakın erken öleyim
Duyurmayın ananıza, utanırım
Babanız yine âşık çocuklar.”
İşte Tahir Kutsi’yi edebiyat dünyamızda ölümsüzleştiren şiirlerden birisi bu. “Babanız Yine Aşık Çocuklar”
Bu duyuş, bu duygulanış, bu yürekten seviş, bu candan sesleniş ancak ve ancak büyük şairlere mahsus bir özelliktir sanıyorum. Kimileri şiiri “söylenmemişi söyleme sanatıdır” diye tarif eder. Türk edebiyatının korkusuz, gözünü budaktan esirgemeyen, sözünü her türlü bela karşısında bile kısıtlamadan söyleyen Tahir Kutsi gibi birisi bu kadar güzel, bu kadar içten, candan, samimi bir şiir yazabilirdi. Ömrü sevmelerle geçmiş, hayatın esasını sevgi olarak görmüş, özümsemiş bir şairin türküsüdür bu...
Bu şiir, 40 yaş üstündeki tüm sevenlerin şiiridir. Bu şiiri kime okuduysam, mutlaka bir daha, bir daha okumamı istediler. Elbette şairinden de defalarca okumasını istediler, buna bizzat şahit oldum. Denedim, gördüm; bu şiir değil, gönüllere serinlik veren bir sihir...
Tahir Kutsi, edebiyat tarihimizde sadece bu şiiriyle yer alsaydı, başkaca bir eseri olmasaydı, gene onun adını unutulmazlar arasına bu şiir nakşederdi... 27 satırdan oluşan bu şiir, aynı zamanda kitabının da adı. İnanç yayınları arasında yer alan eser, 62 sayfa, üç bölümden meydana gelmekte ve içerisinde 39 adet şiir bulunmaktadır.
Üstadın, “Fakir İşi”, “Öpkü”, ve “Babanız Yiine Aşık Çocuklar” isimlerinde üç adet şiir kitabı bulunmaktaydı. Şiirdeki gücünü de biz, bu üç eserden anlamış ve ortaya koymuştuk.
O, gerçekçi bir şairdi. Lirik bir anlatımı vardı. Karacaoğlan gibi sevmişti hep. Sevgi, onun yüreğinde kendiliğinden bir manyetik alan oluşturmaktaydı. Beyniyle yüreği o manyetik alanın tesiriyle rezonans yapmaya başlardı. Bir anda sevda rüzgârının önünde bembeyz kâğıt kesilirdi. Sevda da yaş denen bir sınırlamayı asla kabul etmezdi.
Şimdi o’ nun “50. Yaş Şiirine” bir göz atalım:
“50. YAŞ ŞİİRİNE GİRİŞ
Vay be! .. Yarım asır, nasıl devirdik
Geriye bakarsan daha dün gibi
Hele düşün yaşanmamış günleri
Çile çemberinde gizli ok yedik
Gönlümüzü kevgirlere çevirdik...
Hüzün mü, sevinç mi, karmakarışık
Sevgiler... Sevgililer... Acılar...
Bu yaşta anladım değerlerini
Gönle hüküm geçmez zor yılın başı
Bakarsın dumanaltı, yahut körkütük âşık
Çocukça koşuşmalar ve büyümek heves
Sokak çığlıkları, arkadaş ıslıkları
Okumaklar, askerlik, ev gezmeleri
Düğün dernek... ve hasta ziyaretleri
Düdükler, borazanlar... ve ezan sesi
Ve sonra sırtımızda dost cenazesi...”
Görüldüğü gibi, kısa bir şiir içinde bütün bir ömrü ne de güzel anlatıvermiştir. Sade, yapmacıksız kelimelerle. Onun şiiri, bir Selçuklu halısı kadar güzeldi..
Ustalar ustası dediğimiz bir şairin şiiri de böyle güzel olurdu işte...
“Öptükçe günah azalır mı? ” İşte bu soruya “Babanız Yine Aşık Çocuklar” diye cevap veren üstad, elbette azalır düşüncesindeydi. “Tanrı, dudağı niye yaratmıştır? ” diyen şair, bir aşk tutkunuydu. Aşkı olmasaydı, o çok daha önce göçmüştü diyebilirim. Aşkı olmasaydı, sudan çıkmış balıktan farksız olurdu. Yüreğinin gümbürdeyişi, kaleminin kıvraklığı hep aşktandı. Aşktan ötesi, sadece öte idi ona... Öte ise, diğeri, başkası demekti. Başkası ise sadece kabuktur, öz değildir. Öz aşkın kendisi demekti.
Karacaoğlan gibi seven, Ferhat gibi dağ delen şairimiz, “ilk buluşmada” çılgınlar gibi sevişmek istediğini bir şiirinde belirtmişti. “Dokunmak, hissetmektir” diyen usta, beş duyudan en üstün olanının “dokunma duyusu” olduğunu vurgulamıştı. İnsan gözleri kör, kulağı sağır yaşayabilir, ancak, dokunma duyusuz yaşayamaz diyordu. Ve dokunma duyusunun da en güzel organı dudak; dudak ta öpmek içindir diyor ve dudaklarımızı iyi ve güzelden yana kullanım diye de ekliyordu.
Karacaoğlan bir yürekte üç sevgi taşırmış. Bir şiirinde üç kız adından da bahseden Karacaoğlan, sonunda “gelin”de karar kılmıştı. Tahir Kutsi’de “çağdaş Karacaoğlan” olarak, aynı duygular içerisinde bir şairdi. Güzeli görünce dayanamaz, akıverirdi... Bir anda çağlayan olur, bir anda gök gürültüsü olur, bir anda sevda çiçeklerini gözbebeklerine yağdırıverirdi...
Şairler severse büyürler. Severse üretirler, ürün verirler. Sevmeyene zaten şair denemez ki... Şairin sevgilisi olmak da ona göre bir kahramanlıktı. “Her insan şairin sevgilisi olamaz. Ancak, kahraman kadınlar şairin sevgilisi olur” diyordu.
Gelin, o’nun “Sancı” şiirini birlikte okuyalım:
“SANCI
Radyoda iyi bir istasyon arar gibiyiz
En güzel şarkıları kaçırdık hadi koş
Madem ki peşimizdeler, madem ki dur durak yok
İlk buluşmamızda son hızla sevişmeliyiz...
Senin bir köyden kalkıp İstanbul’a geldiğin var mı?
Senin seni İstanbul’ da gördüğün var mı?
Perşembe sancılarından sonra düşüp öldüğün var mı?
Samatya meyhanelerinde seni içtiğin var mı?
Samatya’ da deniz bir yığılı aşk
Aşkı köpüklerden alıp alıp öptüğün var mı? ...
Kesişen zamanlarda sevmeyi bilmiyoruz
İlk gençlik günlerimiz genzimize zehir
Ne kadar sevişsek geriye kalan pişmanlık
Ne kadar günah işlesek sevap...
Sigaraya uzanan ellerin söndüğünde
En gizli yerlerini saygıyla öpüyorum
Seni her öpüşümde günahların affa uğruyor...”
Hele şu “Sarı Keklik” şiirine bakın...
Keklik anlatılırken, kim ve nasıl anlatılmıştır? Bazen insan, sarı kekliklerin gözlerinin önünde başkaları tarafından vurulduğunu görür de, sesini çıkaramaz. İçinde ihtilâller oluşur. Kendini yer bitirir... Karamsar, boşluk ve uçurum dolu bir ortama yuvarlanır insan... Sarı kekliği gözünün önünden gitmiştir...
Hele bir göz atın bakalım şu nefis şiire:
“SARI KEKLİK
Sarı keklik şimdi geçti buradan
Az sonra da onu avcılar vurdu
Avcıların ağzı kırmızı gülüyordu...
Üstüme üstüme varma bu gece
Sen olsan da vururdun be kardeşim...
Akşamüstü kör dereye inerdik
Sarı keklik ak kanatlar çırpardı
Kör derenin kara taştan bağrına!
Gayri keklik, cevap vermez çağrıma
Bre avcı, avlanmasan ne vardı! ..
Mayınlar döşensin sokaklarına
Silahlar sıkılsın şakaklarına! ..
Bu ses sarı kuşun ötüşü değil
Vurursan vururum, bunu böyle bil
Sen olsan da vururdun be kardeşim...”
Şair, görülmeyeni, görülemeyeni görendir. Çünkü, şairin bir gönül gözü vardır. Gönül gözü açık şairler, muhteşem şiirler dokurlar. Gönül gözü, olayların, eşyanın ve zamanın arkasını görür. Perdeler, dağlar, engeller, saatler, hepsi hepsi gönül gözü karşısında sıfırdır.
Tahir Kutsi’ nin gönül gözü de açıktı. Hem öylesine açıktı ki, o göz, maddi gözlerini de yönlendirirdi. O’ nun gönül gözü, dağları, devleri, mevsimleri aşmıştı. Aşmıştı da sevgiliye ulaşmıştı.
İşte şiiri:
“UĞURLAMA ŞENLİĞİ
Gidiyordun
Kör dumandı ortalık
Göz gözü görmüyordu
Ben seni görüyordum.
Karalar aşırı bir ülkedeydin
Ufuk dardı
Arada dağlar vardı
Dağlar, devler kadardı.
Ben seni görüyordum!
Bırak onlar günahını alsınlar
Senin beni sevdiğini sansınlar
Karış kör duman ormanlara
Aş dağları, uzaklaş ülkelerce
Ufku karart.
Kara karartılar çökert yüreciğime
Gözüme mil çek ve kaybol
Ben seni görüyorum! ...”
Ve işte ihtilâlleri sona erdirmek isteyen bir şiiri:
“CANÇİÇEK
Gönlümde ayaklanma var
Gel, şu ihtilâli bastır...
Bekliyorum, gel...
Beklemek cana değer
Özlem canlara değer.
Beklettin, özlettin...
Gece yarısı gelmişsin
Derim: Hoş gelişler ola..
Seni severim!
Ben böyle severim işte
Hırçın ve öfkeli severim.
Daha ne istersen söyle...
Böyle severim.
Öfkeyle severim seni, candan!
Aşkımın namlusu kanlara değer.
Gece gel, bastır isyanı
Gece yarısı aşklarına
Gündüz şapka çıkarılır...”
Tahir Kutsi, edebiyat dünyamızda hiçbir “izm” e bağlanmamış bir şair ve yazarımızdı. Bence kendine göre bir yol ve anlayış ortaya koymuş, ondan da ayrılmamıştı. Bana göre “Makalizm” adı verilebilirdi o yola. Böyle demiştim rahmetliye 1998’ in Haziran ayında. O da bu fikrimi kabul etmiş olmalı ki, ondan sonra bana yazdığı mektuplarda “Makalog” demeye başlamıştı.
Bir sanatçının, bir şairin asli görevi de bu olmalı. Yani, kendi özünün, kendi ruh kökünün haykırışlarını, asla başka şair ve düşünürlerin ortaya attığı kalıp ve anlayışları taklit etmeden, yeni ve orijinal olmalıdır.
Nitekim, üstada; “aşkı asla tehir etmeyen Tahir” demiştim. Ve eklemiştim: “Benim Gizli Yazılarım” kitabıyla şiirlerini bir araya toplasak, bir harmanda gönül döveninin altında başaklara ayırsak, sevda değirmeninde un etsek, karşımıza pırıl pırıl, duru, sade, temiz, fıstık gibi bir “ekol” çıkar. Kendine has bir ekol. İşte “Makalizm” diye ben buna derim. Hani “Bir yiğide iki sevda çok mudur? ” diye soru soran, “öpüldünüz” diyen bir ekol var ya işte o...
Bu değerlendirmemize son derece memnun olan üstad, bu nedenle bana “Makalog” ünvanını takmış ve “beni en iyi anlayan sensin be fırtına” demişti.
Şimdi üstadın güzel bir şiirine göz atalım olur mu?
“SIZI
Aklına bir şey gelmesin deme, adın geliyor
Adın aklıma gelsin de sen gel beni tut
Gülmelerin geliyor, ard arda kadehlerin
Kılcal damarlarıma işleyen gülmelerin...
Ben bir garip kişiydim kendi halimde
Karşıma çıktın, bendimi yıktın
Büyülü gülümsemeyle yıktın barajı
Nerdeyse sebebim sen olacaksın...
Öyleyse bu işler oraya varır
Çırılçıplak çıkarsın günahlarından
Bir çılgın kahkaha aklı başlardan alır
Adın aklıma gelir ve kadehler kırılır...”
1998’ de demiştim ki: “Makalizm’ in esaslarını tespit etmeye çalışan bir “Makalog” olarak ben de, onun bu yürek dolusu, bir cihan dolusu bu ekolüne doğrusu hayran kaldım. Yaşama tutkusu, gençleşme sanatı diye bir olguyu onun bu fikir sisteminden yakaladım da gönlümün balkonuna çiçeklendirip koyuverdim...
Makalizm, sevgiyi, sevmeyi, öpmeyi, gönül almayı asla tehir etmez. Gönüllerde taht kurmak hedeflerinden birisidir. Makalizm de para, pul, mevki, şan, şöhret ve çıkar asla konu edilmez. Makalizm “vermek” üzerine bina edilmiştir. Almak, koparmak, yıkmak değil; vermek, yaşatmak ve inşaa etmek üzere kurulmuş bir gönül sistematiğidir. Kökleri Yunus, Mevlâna, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu gibi yücelerde bulunan bir sistemdir...”
İşte böyle...
Üstad, “Sarı Keklik” ten sonra “Ürkek Üveyik”i de kaçırmanın telaşı içine düşmüştü. Çok uzaklardan gelen ürkek üveyiği kaçırmamak istemişti. Yakalamalı ve onu bir güzel sevmeli diyordu. Gelin “Ürkek Üveyik” şiirini okuyalım.
“ÜRKEK ÜVEYİK
Kör dumana kara kurşun sıktılar
Sekeledi, sana değdi.
Karanlıkta bir göz kırptım
Seninle göz göze geldik
Sarmaştık, öpüştük, seviştik
Sevmesem çıldıracaktım...
Bataklık, en güzel çiçeğin ülkesiydi
Nilüfer boy verdi cıvık çamurda
En derin batağa kurban olayım
Üveyikler uçuştu kıyılarında
Sularda çırpınan üveyiğin sesiydi
Çığlık çığlık, çığlık çığlık, ardarda...
Ürkek üveyiğim, gel bilişelim
Karanlıktan çıktım, batağa düştüm
Kanat çırp, soluk soluğa yaklaş!
Sarmaşalım, ağlaşıp sevişelim
Sonra ürk, sonra kaç, sonra uzaklaş...
Göz göre göre kaçırdım üveyiği
Sıcak tutuşlarda kanadını yitirdim
Batıyorum, yakala ellerimi!
Karanlıktayım, şavk ver gözbebeğim! ..
Ürkek üveyiğim, daha yeni başladık
Şaştım bu şiiri nasıl bitirdim!
Demek ki gönlümde aşk açığı var
Doldursa doldursa bir üveyik doldurur...”
Üstad, “Sana Doğru Koşuyorum” başlıklı nefis şiiri ile de sevdiceğine bir kere daha yürekten seslenmeyi ihmal etmemişti. Şöyle demişti:
“KOŞU
Gerçekte ve rüyada hep
Sana doğru koşuyorum.
Bilmiyorum nedir sebep
Sana doğru koşuyorum.
Bazen harman içindesin
Bazen orman içindesin
Bazen duman içindesin
Sana doğru koşuyorum.
Yürüyorum, yürüyorum
Sevgi bağı örüyorum
Uzaklardan görüyorum
Sana doğru koşuyorum.
Gülüşünle akla beni
Alkışla, destekle beni
Bir gün daha bekle beni
Sana doğru koşuyorum.”
Üstadın sevdiceği, nedense bütün şiirlerinde uzaklardan gelmekteydi. Kimi zaman onu beklemekte, kimi zaman ona telefon etmeye gitmekte, kimi zaman da ona koşmaktaydı. Bazen de o sevgili, kilometreleri aşarak ona gelmekteydi. İkisinin bir araya gelişiyle de hemencecik gece olmakta, çılgın öpüşmelerle haşin sevişmeler başlamaktaydı.
Evet, nasıl romanlarındaki bütün kahramanları uykuyu seviyor ve uyumaya doyamıyorlarsa, şiirlerindeki sevgilileri de uzaklardan gelmekteydi.
Bunda, çocukluk ve gençlik yıllarının izi vardı. Gençlik yılları hem çalışıp hem okurken, gazete ve matbaalarda kâğıt yığınları üstünde uyumaya çalışan, bir yandan hayatını kazanmaya, geçimini temin etmeye çalışan, öte yandan tahsil yapmak istediği zamanlardı. Sevgi dolu yüreği sevmeye hasret kalmış ve aşka doymamıştı. Bu şekilde olan aşıklar da elbette, sevdiklerini uzaklardan çağırırlar. Öyle değil mi?
Uzaklar, mesafeler sevgi karşısında milim kadar olamaz. Seven isterse bir anda gönül gözü ile dağları, bulutları aşar da sevdiğine kavuşur. Hasreti dindirir. Tahir Kutsi’ nin yaptığı da buydu işte...
İstanbul, Tahir Kutsi’ nin hayatının nirengi noktalarından birisiydi. Orada gençlik yıllarının en çilekeş günleri geçmişti. Ve orada ömrünün önemli bir bölümü kâğıtlar, sancılar ve gazeteler arasında, gazete ve sütunların çılgın yükselişlerinin arasında geçmişti. Ülkenin bir uçtan bir uca geçirdiği hastalıkları yaşamış, boğazın serin maviliklerini dahi göremez olmuş, matbaa mürekkeplerinin verdiği tutku ile İstanbul’ u yudum yudum içmişti. Bir kadehe doldursalar İstanbul’ u bir yudumda içecek tek insan o idi...
İşte o’ nun İstanbul ve sevgilisi üzerine kaleme aldığı bir şiiri daha:
“İSTANBUL ŞENLİĞİ
Sayın Nevin – Behlül Dal’a
Yine çok uzakta seni düşündüm
Dünya bizsiz olmazdı
Güneş bizsiz doğmazdı
Geceyi tüketir de yeni güne başlardık
Şölen kurar bir düğüne başlardık
Hey gidi hey İstanbul günleri...
Nerde bir güzellik, sahip olurduk
Sofra bizsiz olmazdı
Tabak denizsiz dolmazdı
Masalar bitince umudu karşılardık
Bir sonsuz koşuşmada ne yaman aşıklardık...
Uzaktan da yaşanırmış İstanbul
Anladım ki bize darmış İstanbul
Ayrılınca daha geniş
Uzaktan, gönlünce yerleş...
An güzellikleri, sarmış sonsuzluğa
Başlat İstanbul’a dönüş şenliklerini
Hey gidi hey İstanbul günleri...”
Tahir Kutsi, İstanbul akşamlarında bir başka olurdu. Bir başka Tahir Kutsi, taa Denizli’ nin Oğuz Köyünden çıkar Boğaz’ın iki yakasına bağdaş kurup oturur da güzelleri, güzellikleri çevresine toplardı. Bir Anadolu rüzgârı olur eserdi güzellerin saç uçlarında veya eteklerinde... Mavilikleri Boğaz’ın suyundan alır, sarayların bahçelerindeki kızların yüreklerine, gönüllerine ve göz bebeklerine yerleştirirdi... Yeşillikleri de İstanbul koruklarından alır veya saray bahçelerindeki ağaçlardan ödünç ister, sevda tutkusu ile karıştırır cümle insanların yüreğine, gönlüne, gözüne serpiştirirdi...
İşte üstad, böylesine duygulu ve güçlü bir şairimizdi...
“Hey gidi İstanbul günleri” der de tabağı denizsiz bir yere koymazdı. Deniz, huzurun ifadesiydi. Deniz, aşk dalgalanışlarının simgesiydi. Deniz üstadın kendisiydi...
Karacaoğlan kitabını yazan üstad, Karacaoğlan gibi aşık olmak ve sevmekle kalmamış, onun gibi yazmaya da başlamıştı. İşte örneği:
“ÖNCE SELAM
Sabah yeli, selâm söyle o yâre
Bizim sevgimizi azımsamasın.
Tahir’ de Zühre’ yi böyle severdi
Bir başka sevgili lüzumsamasın!
Güzellesin, yeşillesin, allasın
Her ne derdi varsa bize yollasın
Can alıcı yolda kendin kollasın
Gözlenen yolları tozumsamasın.
Bu Beyler deresi, bura Beydağ’ı
Eridi kalmadı yüreğin yağı
Bre rüzgâr, tez uyandır ahmağı
Varıp mezarını kazımsamasın! ..”
Evet, “seher yeli”ne seslenen üstada çoğu kimse gibi ben de “Çağdaş Karacaoğlan “ demiştim.
Böylesine seven Tahir Kutsi’ nin bir de sevdiğine serzenişini ifade eden şiirini okumak ister misiniz? Öyle hemen-hırçın-delicesine seven aşık Tahir Kutsi’ nin sevgilisinin adının bir başka masada söylenmesi üzerine kaleme aldığı şiirini okuyalım. İşte, seven bir yüreğin isyanları oynaması diye buna denir.
Ne olmuştur?
Seven yürek adetâ vurgun yemiştir. Vurgun yiyen gönlün yazdığı şiirin adı da “vurgun” olur.
Tahir Kutsi’ nin vurgunu da nefis bir şiir.
Seni seviyorum dese bile, adı bir başka masada dillenmiş birisinin sevgisine inanamazdı. Çünkü o, gerçekten severdi. Çünkü o, sımsıkı sever ve sevdiğini sarardı. Ölürcesine sever, hırçın sever, deli-dolu severdi. Sevmediğine de “sevmiyorum” demez, ancak, o kişinin “seviyorum” demesine de inanmazdı. İşte şiir:
“VURGUN
Hangi törede var, hangi yasada
Adın söyleniyor başka masada
İçimde kıpırtı başlamasa da
Seni seviyorum, dersen inanmam.
Nereye gitmişsem beni itmişler
Dostlarım çekilip çekip gitmişler
Gönlümü gönlüne mahkum etmişler
Seni seviyorum, dersen inanmam...
Nerde başlarsa başlasın ağrı
Çekeni çelmeler sevdalık kahrı
Doldurup verseler içerim zehri
Seni seviyorum, dersen inanmam...”
Tahir Kutsi, sevgilisinin karşısında tarifsiz duygular içinde kalırdı. Bazen de dili tutulur gibi olur, mıknatısa yapışır, yutkunur, önce susar, gözleriyle aşk dağının yamaçlarında dolanır, sonra yalın kılıç sevdalara dalardı. İşte o anda şiirin en kralını patlatırdı. İşte o anda karşısındaki bile şaşırır, dona kalırdı. Sevgilileri onun yalın kılıç sevda şiirleri karşısında sadece teslim bayrağını çekmek zorunda kalıverirlerdi.
Bazen de sevgisinin büyüsüne kapılır, ne söylediğini, ne yaptığını bilemezdi. Kendini o büyülü bakışların, o efsunkâr havanın rüzgârına bırakıverirdi. Adetâ yarı baygın bir halde kalırdı. Ardından kendini çimdikler de, kendine gelir ve şiirin en hasını haykırırdı.
Sevgilisine “gitmen mi gerekirdi, var git dedimse” diyen ve pişmanlık içeren dizelerinden de, onun bazen yaptığı yanlışlıklar sonrası dizlerine vurarak duyduğu pişmanlıkları algılarız. O pişmanlıklar da üstada muhteşem şiirler yazdırmıştı. Giden sevgilinin ardından olmazları oldurur, yeni devlet kurar, yeni yasa çıkarır veya mucizeleri gerçekleştirirdi. Uzaktaki sevgiliye bunlar yapılırken, yakındaki sevgili aceleci bir şekilde aşka davet edilirdi. Aşkı mucizeler üstü mucize olan bir şairin şiir dünyası işte böyle olur.
“Kanlı Bayrak” ile aşkın ne alâkası var demeyin. İşte aşağıda bir şiirini sunuyorum ki okunmaya değer. Kanlı bayrak ile sevdayı anlatmanın yolu, Tahir Kutsice sevmek, onun kültür dokusunu yakalamakla mümkün olur. “Kalbimi verdim sana, üstüne bir devlet kur” diyen hangi şair vardır? Kalbini veriyor ve üstüne bir devlet kurmasını istiyor. Şuna bakınız hele:
“KANLI BAYRAK
Sevgi için bir yarışma başladı
Ya sen kazanırsın, yahut hiç kimse
Seni seyrederken gün yavaşladı
Gitmen mi gerekirdi, var git dedimse!
Dayanılmaz o türlü bir gülüşe
O çeşit bakışlara dayanamaz her gönül
Sevgi, kalbimizde her geçen gün gelişe
Ellerinde gül olsun. Güller gibi gül...
Var gel dostum, haydi gel, ben adam yemem
Geri geri gitmesin o güzelim ayaklar
Kalbimi verdim sana, üstüne bir devlet kur
Dalgalansın içimde kana batan bayraklar...”
Hele bir de şu şiiri okuyunuz bakalım:
“ÇİLİNGİR SOFRASI
Sayın, O. Behlül Dal’a
Kır kadehi arkadaşım
Tüm kadehler kırılmalı
Rakı fıçılara konup
Yalnız bize verilmeli
Güzelliği ve güzelleri sev
İster yalı olsun, ister bizim ev
Erkenden kızlara verelim ödev
Çilingir sofrası tez kurulmalı...
Bu işler âdaba, erkâna tâbi
Girmesin araya sefih ve sabi
Baba Rauf şimdi buz ister abi
Kristal içinde buz konulmalı...”
İşte, “Bizim Meclis” adını verdiği ve rahmetli M. Rauf Alanyalı’ nın da ismi geçen bir şiirdi bu... Dost böyledir işte, böyle yazar. Dostluklar ebedidir. Dostluklar yazıldıkça, paylaşıldıkça çoğalır.
Günler, gelip geçecektir. Gelen günler sevmeyen birisi için sadece kayıp günlerdir. Kayıp günler de o’na göre “ayıp” günlerdi. Bu tür günlere sahip olanlar, aslında yaşamamaktadır. Yaşamayan birisinin ise insanlar arasında gezinip durmasına gerek var mı ki? Seven insan için gelen günler müjdelidir, güzeldir. Güzel günlere de güzeli güzelce sevmekle erişilir. Güzeli sevmeyen, görmeyen, sormayan da çirkindir, kötüdür. Kötü, karanlıklar ve yıkıntılar arasında yok olup gider. Böyle düşünüyordu üstad. İşte şiiri:
“KOŞMACA
Sayın Ali Rıza KARATAŞ’a
Uzaklara dalıp dalıp gidersin
Bari sen de yakınlara dal, derler
Yazık olur yenileyip seversen
Eski sazı ayar eyle, çal, derler.
Günler gelir geçer diye sayıp dur
Bir şey desem söylemesi ayıptır
Gelen günler sevmeyene kayıptır
Sevmeyenler sevenlerden bol, derler.
Yaralardan akan kızıl kan benim
Bu ten benim, cânan elin, can benim
Tüten benim, yanan eldir, “yan! ” benim
Bundan böyle bir çukura dol, derler.”
Eski sazı ayar eyleyip çalmak, sevgilinin üstüne sevgili bulmamak demektir. İnsanlar böyledir işte. Sevginin derinliğini ve enginliğini bilmezler de, öylecene öğüt verirler. Eski sazı çal derler. İşte Tahir Kutsice bir yaklaşım ve söyleyiş...
Tahir Kutsi, kırmızı ve beyaz renge tutkundu. Sadece Türk Bayrağı’ nın renkleri olmasından değil, o renklerde kar rengini, kan rengini gördüğünden de tabi... Türk kızlarının yüzlerinin ve yanaklarının rengi bayrağa benzemektedir. O, kırmızı ve beyazın canciğer sevdalısıydı. Şiirinin içine bu iki rengi sindirmiş, saklamıştı. Sadece bu iki renkle yazdığı nice şiir vardır. Ya da mısralarının arasında bulunan bu iki renk sizi sarıp sarmalayıverir...
Aynı zamanda çok iyi bir folklor ve halk edebiyatı araştırmacısı olan üstadda her renkten bir esinti vardı da, ancak, kırmızı ve beyazın esintisi bir başkaydı.
Ona göre kan kırmızıdır, temizdir, gereklidir. Kızların kan renkli yanakları da öyledir. Temizdir, kırmızıdır, gereklidir. Beyaz ona göre, buluttur, pamuktur, sevgidir, huzurdur, barıştır, esenliktir, mutluluktur. Çiçekler, kan kırmızı açmalıdır. Aksi takdirde çiçekler manâsızdır. Çiçekler kan kırmızı açarsa, kelebekler uçuşur, bilekler kelepçeden kurtulur ve tutuşurlar... Çiçeklerin kan kırmızı ve bembeyez açması özgürlüktür. Tıpkı canımız, güzelimiz, bayrağımızın özgürlüğün simgesi olduğu gibi...
Bu bizim, dünyalar güzeli Anadolu kızlarımızın yüzleri, gözleri, dudakları, yanakları... Hele al bayrağımız.... İkisi de bizim için kutsal, ikisi de mübârek... İkisi de uğrunda ölüm göze alınabilen...
İşte buna dair şiiri:
“KAN KIRMIZI
Kar yağıyor, karda kan izi kara.
Kar yağıyor, karda kan izi benim! ..
Kan kadar kırmızı
Kan kadar gerekli
Kan kadar temiz
Ağlayan o kız benim! ..
Kelepçeli kollarda bilekler mora durur
Kelepçeli kollarda nabız bir başka vurur
Kelepçeli el benim
Bu uğurlu yol benim
Götüren gardaşımdır
Omuzdaki sal benim! ..
Gün gelir, bahar olur, güneş bize de doğar
Eğilen baş diklenir, düşen kol havalanır
Uçuşur kelebekler
Ve tutuşur bilekler
Birden bire açışır
Kan kırmızı çiçekler...”
Şimdi üstadın, şiiri “can çocuğu” olarak ele alan güzel şiirine bir bakalım. Olur mu?
Şiir ona göre can çocuğu, can kız, can oğul ve can çiçeğidir. Şiir, bizim evlâdımızdır. Şiiri sevmeyen insan, evlâtlarını da sevmez, ulusu da, insanlığı da... Şiir bir can çocuğu olarak zor doğar. Doğduğu zaman da unutulmaz. Hem kendini, hem de yazarını unutulmaz kılar. Çocuklarımız, can çocuklarımız da aynıdır.
İşte şiiri:
“CAN ÇOCUĞU
Kolaydır sanma
Şiir,
Zor iştir! ...
Şiir can çocuğudur.
Et tırnaktan ayrılır
Kol vücuttan ayrılır
Can bedenden ayrılır
Şiir can çocuğudur
Zor doğar! ...
Can oğul
Can kız
Can çiçek!
Şiir, zorlu gerçek!
Şiiri doğuran can.
Can ne?
Topraksa tohum nerde?
Deniz ise hangi iklim?
Rahim ise hangi kan?
Kan
Kangren
Toprak, deniz ve deprem
Çamur...
Kan, dalgalar ve yağmur
Yıkanarak can olur
Şiir can çocuğudur
Can çocuğu zor doğar
Şiir,
Zor iştir.
Ana ölür, evlât yaşar...”
Şu işe bakın. Üstad, “Ana ölür, can çocuğu şiir yaşar.” demiş. Tıpkı kendi başına geleni, geleceği söylemiş.Üstad, aramızdan ayrıldı. Canının çocuğu olan bu şiir yaşıyor işte. Büyük şiir, hayırlı evlât gibidir. Atasını öldükten sonra da yaşatır. “Can çocuğu” şiiri de Ata’ sı Tahir Kutsi’ yi yaşatmaya talip...
“Can Çocuğu” şiirini düşünürken, karşıma üstadın “Ölem” şiiri çıktı. Çocuk ve özlem... Beni de derinden etkileyen iki husus... Gurbette ki kızım ve torunlarım geldi aklıma. Hey Koca Tahir Kutsi hey! .. Duygularımızın birbirine bu kadar yakın olduğunu bilmiyordum. Her iki şiirini de okurken, içimi, yüreğimi anlatmışsın. Hey kurbanı olduğum koca üstad! Ruhun Cennette olsun olur mu?
Senin çocukların Çeyiz, Çimen ve İklim’e ithaf ettiğin o güzelim “Özlem” şiirini bir okuyalım da seni yâd edelim.
Ah, sen sağ olsaydın. Ah bu güzel şiiri senin sesinden dinleseydim. Ah bir güzel seninle dertleşip, özlem giderseydim... “Nerde benim kırk belikli kızlarım” dediğin kızların da duysaydı bu şiirini bir kere daha, hem de senin sesinden. Ne güzel olurdu, ne!
“ÖZLEM
Çeyiz, Çimen ve İklim’e
Sılam gurbet oldu, hayrete düştüm
Buradan gitmeye gayrete düştüm
Hiç ayrılmazken hasrete düştüm
Nerde benim can çiçeği kızlarım
Resimlere bakar, yine özlerim
Biri bana inat saçın kestirmiş
Biri bir gönülde rüzgâr estirmiş
Biri sevmiş ama surat astırmış
Nerde benim kırk belikli kızlarım
Gece gündüz ulaşmıyor sözlerim
Gece sözleşirler, gündüz bozarlar
Biri güler bakar, biri azarlar
Bu son ayda geçmez oldu Pazar’lar
Nerde benim güller açan kızlarım
Yolum bağlı, titremede dizlerim
Tahir “Gönül kızlar kalesi” dersin
“Oğlu da yanımda kalası..” dersin
“İlle de anası.. anası..” dersin
Kazıkbel’ de içer içer sızarım
Nerde benim ak topuklu kızlarım...”
Tahir Kutsi, “Öpkü ve Babanız Yine Aşık Çocuklar” kitaplarında görüleceği gibi, yaşantısı içinde de aşkın ortasında, sevgi kervanının başındaydı. Her türlü sorumluluğu üzerine alarak, tüm cefalara katlanarak, eziyetleri sıfırlayarak sevgi yolunun yolcusu olmaya devam ediyordu. Aşk onun aküsüydü. Enerjisi nötralize olduğunda aşk aküsü onu yeniden şarz ediyor ve yeniden hayata sarılmaya itekliyordu.
Sevmek, yeniden filizlenmektir. Sevmek, baharı yakalamaktır. Sevmek, kendisi ile barışık olmaktır. Sevmek, mucizeyi yeniden yaşamak ve yaşatmaktır. Sevmek, erimenin durması ve var olmanın başlamasıdır.
Üstad, Yunus ve Mevlâna misal sevgi akımının öncüsüydü. O akımın fikri sistematiğini “Benim Gizli Yazılarım” kitabında her yaştaki insana uygun olacak şekilde açıklamıştı.
O, denizaşırı bir sevgiliye tutkundu. Dedik ya sevgilileri uzaklardadır diye... Denizaşırı sevgi’ de kaptana can evinden, gönül çatısından seslenir. Dur, bak, dinle, işit deyip; beni seven, beni bekleyen birisi var demişti.
İşte şiiri:
“DENİZ AŞIRI SEVGİ
Kaptan dur ki sana diyeceğim var
Kuş uçmaz, kervan geçmez
Denizlerden geçir gemini
En uzağa varınca dümeni bırak
İskeleye bak, sancağa bak göreceksin
Oralarda bir sevdiğim olacak! ...
Yalnız beni seviyordu, bir daha sor.
Yalnız onu seviyorum, var selâm söyle.
Gözü kördü: Kimseye bakmadı.
Ayağı topaldı: Kimseye gitmedi
Kolu çolaktı: Kucaklaşmadı.
Dilsizdi: Söyleşmedi...
Gönül gözünü açtı, beni sevdi.
Yürüdü, bana geldi,
Konuştu, anlamadım, ben konuştum duymadı.
Denize yürüdü senin koştuğun gibi
Uçsuz bucaksızlığa koştu
Son görüşümde yazması sulardaydı...
Kaptan, dur ki sana diyeceğim var:
İyi başla, sözün sonunu getir
Konuş, duyacak o, bir daha söyle.
Sevdiğimi söyle, ağrımı bitir!
Boşluğa söyle, iskeleye, sancağa bak
Oralarda bir sevdiğim olacak! ...”
Tahir Kutsi, dostluklara çok değer veren birisiydi. Dostlarıyla haşır neşir olmayı severdi. Dost meclislerini özler, sever, yaşardı. Dostların sayesinde “felçi bile yendim” demişti. Dostları olmasaydı felç üstü felç olacağını sanıyordu. Dostları onun her şeyiydi. Dost paylaşan, sırdaş ama sıradan olmayan.... Dost ki, isterse Çin’den-Maçin’ den gelsin.... Yeter ki dost gelsin fark etmez. Dostun geldiği yer değil önemli olan, hitabı, gönlümüzü alışı, gönlümüzde kalışı önemlidir. Gayrisi söz çuvalıdır...
Dost, sır dinleyip saklayandır. Gönül tahtımızdaki yakınımızdan yakınımız... Cümle hastalıkların tek ilâcı, serinlik, gizlinin gizlisi, muştu, bayram sabahıdır dost... İşte üstadın bir dost şiiri:
“AĞIR SORU
Sayın M. Rauf Alanyalı’ ya
Sevgili dost, iyi bak
Güneş rakı burcunda
Ufak ufak içersek
Ölüm mü var ucunda?
Ne derlerse desinler
Biraz peynir kosunlar
Dostlar yağ-bal yesinler
İçerler en sonunda
Çin-i Maçin’ den gelirler
Gönlümüzü alırlar
Belki bizde kalırlar
Bilmem ayın kaçında
Mirim dedi, su içme
Vara yoğa sır açma
Güneş battı, gel, kaçma
Sorarlar başucunda! ...”
Şimdi de Tahir Kutsi’ nin “Gelişi Güzel”, “Türkülerde Bulduğum”, “Kırık Türkü”, “Ağıt” şiirlerine bir göz atalım mı, ne dersiniz?
Bu şiirlerde Tahir Kutsi, “İstanbul dediğin bir kara sevda” demekle kalmıyor, “kıyamam Avanoslum” dedikten sonra, “Ağıt” şiirinde “Adım attığın yerde ben varım” demektedir. “İzin ver seni seveyim, çünkü sen, sevdikçe güzelleşiyorsun” diyen Tahir Kutsi, bu üç şiirde de gönlümüzün en gizemli caddelerinde gezinmiştir. Bu üç şiir, o’ nun fikir sistematiğini ortaya koyan önemli şiirlerden bir kaçıdır. Biz bunları özellikle seçtik.
“Hep yalan söyledi falcı karılar” diyen üstad, bakalım bu üç şiirde neler söylemiş?
“GELİŞİ GÜZEL
Delişmen halin olsun gelirken üzerinde
Sevinçler parıldasın yedi renk gözlerinde
Mavi desem içimden, gözlerin mavi
Yeşil geçirsem, inat üzere yeşil!
Çağla vakti olsa vakit, üstelik yine yeşil
Sarı düşünsem, yüzünün rengi gözlerinde
Kara desem, kara karartılar çöküyor üzerime
Sekizinci renk, dosttan ırak; ölüm sarısı!
Sende arama, sana göre değil.
Delişmen halin olsun bakarken üzerinde
Sevinçler pırıldasın yedi renk gözlerinde...
Gecenin ıslaklığı üstümde halâ, saat on iki!
Işıksız sokakların korkunçluğu büyük.
Ahtapot örneği üstüme abanmış gece
Çok şükür yalnızım, çok şükür kimsenin haberi yok
Çok şükür sabah gören “biri ölmüş” diyecek.
Pişmanlık, içime attığım zehir
Verimli saatleri kaçırmak ardı ardına
En verimli saatin gece on bir, on iki
Başlayan güne girdik, artık ümidim kırık
Delişmen halin olsun kaçarken üzerinde
Gözlerine verdiğim; ardından gelmeyecek! ..
Ağlamanda fayda yok, unuttum gözlerini
Uzatman faydasız ellerini, ellerim tutmayacak
Ne öpülesi ellerdi onlar, ver ki bir daha
Ver ki bir daha ki ellerini yüzüme..
Yüzümde gezinsin ellerin sıcak
Ellerin yok!
Bu dudaklar senindi değil mi önceleri?
Benim gördüğümde de bunlar var mıydı?
Ben geldim, diyen bunlar mıydı?
Bu dudaklar ne böyle, bu kadar güzel
Bu dudaklar bu kadar yakın.
Bu kadar uzaklaşmış benden
Senden bu kadar kopmuş...
Yok dudakların! .. Yok ellerin,
Yok gözlerinin yedi renk bakışı
Gelişin çok güzeldi, yok olsun gidişlerin! ...”
“TÜRKÜDE BULDUĞUM
Bir meyhanenin yıkık masasında buldum seni
Bir türküde buldum.
Türküde bir bıçak parlıyordu
Bıçaktan kan damlıyordu
Seni güler buldum
De hadi! ...
Korkulu karanlığında gecenin, adımlarını duyuyorum
Karamsarlığım vurmuş başıma
Başımı raylarda unutmuşum
Düşüncelerim raylarca uzun
Sen geçeceksin biliyorum tren yerine
Ellerinle öleceğim, biliyorum
İnsanlık görsün, mutluluk nedir, öldür
De hadi!
İstanbul dediğin bir kara sevda
Kaçtıkça kişinin içine işler
Hançer mi desem? –diyemiyorum-
Aşk dedim
Sen söyle bir şeyler
De hadi! ..
Alımlılığın kimsede yok bilir misin?
Sana bu güzelliği ben verdim haberin ola
Sen bu güzelliğinle İstanbul gibisin
Kurulma ki senden üstün neler var
Hem, senin “güzelliğin beş para etmez”
Benim “içimdeki bu aşk olmasa! ..”
De hadi! ..
İzin ver, zafere kavuşayım
Sevdim seni işte
Uzatma.
Sevildikçe güzelleşiyorsun
Kimse duymasın... De hadi! ...”
“KIRIK TÜRKÜ
Söyleyin yârime çok ağlamasın
Gözlerde biriken yaşa kıyamam
Söze; seviyorum diye başlasın
Gözlerin üstünde kaşa kıyamam..
Kıyamam Avanoslum
Kıyamam sana dostum
Avanos senin olsun
Sanadır benim kastım...
Yârimin yanında canım sıkılmaz
Her şeyden bıkılır ondan bıkılmaz
Her darbeyle sevgi gölü yıkılmaz
Gönül barajında taşa kıyamam.
Avanoslum, kıyamam
Sevmelere doyamam
Bir kere söz vermiştim
Yerli yersiz cayamam.
Ne olursun neredeysen gel şimdi
Aşkın ile yandığımı bil şimdi
Elimi uzattım, sen de al şimdi
Beni çarpan bir bakışa kıyamam.
Kıyamam Avanoslum
Kıyamam sana dostum
Kıyamam ben kıyamam
Sevmelere doyamam...”
“AĞIT
Bahardır, yeşil giy, dedimse giymeyebil
Kırmızı renklerin de bana yakınlığını anla
Renk için adam öldürülmez, rengini bir köşeye koy
Renklerden sıyırıp senin koluna gireceğim!
Susuzluğum dudaklarımdaydı, onları görmedin sen
Hep yalan söyledi falcı karılar
Bir çay bardağına bandın aşkı, tutun al, dedin
Elime geçse ye kalbin, eridi aktı
Ha nasıl, dedin sonra başın önüne eğik
Gözlerin ağlamaklı.
Adım attığın yerde ben varım
Ayaklarının altındayım, çiğniyorsun
-Of, ayakların ne güzel! ..
Üç adım ötemdesin, görüyorsun
-Gözlerin ne güzel of! ...
Üç kere öksürüyorsun, öksürme yeter!
Yeter, söz ciğerlerden alındı! ..
Üç kere ölüyorsun ardarda, üçüncüsü ayıp,
Ölmek yok!
Yalnız, ölüm sana yakışmıyor
Çağır beni! ..
Ellerin ellerimdeydi, ellerini öpüyordum
Öyle güzeldi ki ellerin, yüzün utanıyordu
Dudakların aralıktı, ha ha! diyordu
Çek, dedim ellerini! ..
Kutuplarda mısın ne, üşüyorsun
İnip kalkıyor göğsün, dudaklarını geç!
Tek ciğerin yoksa al benden birini
Al ciğerlerimi, sen solu yeter!
Ben, senle yaşarım
Yaşa sen...”
Tahir Kutsi, “dağ köyünün kara gülünü” severdi. Ona sarılır, onu öper, koklar, bağrına sarardı... Bir dağ köyünün türküsünü söyler gibi sevgilisinin hasretini dile getirirdi.
Dağ köyünün kara gülü, dağ rüzgârları gibidir. Saçları ona değdikçe serinlik vermekteydi. Koca dağ yeli onun olmuş, artık Tahir Kutsi’ nin bağrında eser olmuştu. Kara gül sağanaktır, fırtınadır, boradır. Onunla konuşmaya değil, sevişmeye ve yaşamaya başlamalıdır. Dağ rüzgârı ve dağ gülü böyledir işte...
Tahir Kutsi şiirlerinde hece veya aruzun kalıplarından hareket etmezdi. Dağ rüzgârı esintileriyle dolu şiir dokusu vardı. Serbest vezinle yazdığı şiirlerinin en önemli hususiyeti, iç âhenkti. Bir de şiirin konusuyla, kullandığı kelimelerin birbirine uyumuna özen göstermişti. Kafiye yapmak telâş ve kaygısında değildi. Ancak, kafiye yaptığı da sıkça görülmüştü. Yapmacıksız, candan, samimi söylemlerle gözlerimizin önüne şiirini sererdi. Bu nedenle de, onun şiirinde herkes kendini bulurdu.
Şiirlerinde, Anadolu kültürü ve halk edebiyatımızın obje ve etkileri kendilerini sıkça gösterirdi. Onlar, bir şiirde adetâ “ben buradayım” diye seslenirlerdi. Derin folklorik bilginin mısralar arasına yerleştirilmesiyle, halkla iç içe bir şiir anlayışını ortaya koyuyordu. Sözlerini fazla uzatmadan, edebi sanat ve süslemelerden kaçınır, samimi bir havada diyeceğini derdi.
Üstadın “Bir Koca Dağ Türküsü” şiirini geliniz birlikte okuyalım:
“BİR KOCA DAĞ TÜRKÜSÜ
Bir koca dağ yelidir esen
Görsen tanırsın
Sağnaktır, fırtınadır, boradır
Göz göze gel, ıslanırsın!
Doruklarda buldum onu
Koca dağ yeli gibiydi saçı
Değdikçe serinliyordum
Başımda esiyordu
Bağrımdaydı...
Kör karanlıkta yakaladım
Durakaldı, bakakaldım...
Hiç konuşmadı, hiç konuşmadım
Kimse konuşamazdı ki zaten! ..
Ağaçlar, sular suskundu
Hiç konuşmadan varıldı sevişmeye
Gözgöze gelindi, ıslanıldı..
Sahi, şimdilerde nerelerdesin
Dağ köyünün kara gülü nerde? ..”
Şimdi de üstadın “Sevgi Yangını” şiirini okuyalım, olur mu?
“SEVGİ YANGINI
Ovayı, dağları germe önüme
Irmağı, çayları serme önüme
Gökyüzüne merdiven var, direk yok
Sende beni sevecek bir yürek yok!
Gelme bura, git yârim
Dura dura git yârim.
Geyik gelir, koyun gelir, kurt gelir
Belâ gelir, çile gelir, dert gelir
Yeryüzünde gitmekler var durak yok
Çileleri kabul eden toprak yok
Belâlardan al yârim
Bir selâmı sal yârim.
Gözler halkalanmış, saç ağarmıştır
Yaş kemalin bulmuş, kırka varmıştır
Ekinler sararmış, biçen orak yok
Tam burada başka söze gerek yok
Sar sarmala sar yârim
Bu iş bu kadar yârim! ..”
Şaire göre, sevgili; sevmek için, sevilmek için hazır olmalıydı. İkide bir sevdiğinin önüne engeller çıkarmamalıydı.
“Ovayı, dağları germe önüme
Irmağı, çayları serme önüme” derken işte bu haykırışını yansıtıyordu. Aksi takdirde, “bu engelleri çıkaran kişide sevecek yürek yok” demektir. Çünkü, onu sevecek yürek hiçbir engel çıkarmadığı gibi, çıkan tüm engelleri de çabucak aşan ve ona koşan demekti. “Seven yürek sahibi böyle olmalıdır” demişti.
“Artık yaş kemale ermiştir. Saçlar ağarmış, gözler halkalanmıştır. Ekinler sararmıştır. Artık sevgili, engeller çıkarmayı bırakmalı ve “bu iş bu kadar” deyip, yarini sarmalıdır” diyordu. “Seven Ferhat gibi olmalı, dağları delmelidir. Engelleri bir anda kaldırmalı ve hasreti sona erdirmelidir. Yaş geçip gitmekte, zaman insan yüreğinden çok şeyler alıp götürmekte, saçlara kar yağdırmaktadır. O halde, beklemeye ne gerek var? ! Engellere takılıp kalmaya ne gerek var, lâzım olan âcil sevgidir” diyordu.
“DAYANMA GÜCÜ
İnsanoğlu çok şeylere katlanır
Yağmur yağar, göl olur
Deniz boğar adamı,
İnsan insanı boğar.
Yangın olur, kül olur
Han yanar, hamam yanar
Sevmekler, ayrılıklar, yine sevmekler
Ters döner, adam yanar.
İnsanoğlu çok şeylere katlanır.
İnsanoğlu çok şeylere katlanır
Deprem gelir, yer sarsılır, yarılır
Su basar arkları, sel olur
Ardarda yıkılır barajlar
Umutlar kursakta kalır.
Yakınlarda ölüme gel gel olur
Ağlar insanoğlu, yas tutar
Ağlar ağlar, sonra gözler pas tutar
Kurur göz pınarları, adam pınara koşar
İnsanoğlu çok şeylere katlanır...
İnsanoğlu çok şeylere katlanır
Katlamalı savaşların topudur yankılanan
Kan birikir, kan renkleri gül olur.
Göze göz, dişe diş, vuruşa vuruş!
Durur durur, durur da vurur birbirine
Ölü çıkar her evden ağlayan yoktur
Kalan sağlar tutunacak dal olur
İnsanoğlu çok şeylere katlanır.”
Tahir Kutsi’ ye göre “hayat bir uğraşı, bir mücadeledir. Hem öylesine bir mücadele ki, sadece diğer insanlar veya uluslarla yapılan mücadele değil; insan, tabiat ananın depremiyle, seliyle, yangınıyla ve tümüyle tabii afetlerle mücadele halindedir.
Bu mücadele bir ömür boyu devam eder gider. İnsan zaten dünyaya imtihan için gönderilmemiş midir? Elbette bu imtihan salonu olan dünyada her türlü belâ ile mücadele edecektir. Ölenler rahmete kavuşacaklar, geride kalanlar ise yaşama mücadelesine devam edeceklerdir. Kalan sağlar tutunacak dal arayacaklardır. İnsanoğlu çok şeylere katlanacak, çilelerle yoğrulacaktır. Çünkü hayat tamamiyle bir mücadeledir.
Umut hiçbir zaman bitmez. İçimizin balkonlarında çiçek açar da karanlık günlerimizin üzerine ışık düşüverir... Ya umut, ya düşlerimiz olmasaydı ne yapardık ki? Nasıl yaşardık ki? Hayat ve dünya, umutsuz ve düşsüz çekilmez olurdu. Hayat ve dünya, düşle anlam kazanmaktadır. Umut, atılım yapmamızı sağlayan bir dinamik. Düş, o atılıma heyecan kazandıran hadisenin adıdır...
Şimdi Tahir Kutsi’ nin “Kararsız”,”Askerlik Arkadaşı”, “Dağ Köyünde Barış Düşünceleri”, “Kanamalı bir Hasta”, “Yergi ve Yabankızı” şiirlerini okuyalım. Olur mu?
“KARARSIZ
Yüreğim kızartma tavasında ve ben yorgunum
Cız cızır yüreğim, cız cız, çatapat!
Yüreğim yangın yerinde
Yanaşma yanarsın, eski defteri kapat!
Yorgunum, yangındayım, seni nasıl seveyim.
En ağır yükleri sırtıma bindirdiler
En zorlu savaşlarda yenik sayıldım
Yüreğimi ısıtıp bana verecektiler
Yandı tavada, hopladı yüreciğim
Beynime acı biber gibi öç tohumu ektiler
Yorgunum, yangındayım, çaresizim ve yıldım
Yılgın adam kimseleri sevemez!
Yanyana yürüyorduk, ayağım tökezledi
Bir bir ele geçti can gardaşlarım
Yeniden bir sevgiye nasıl başlarım
Yüreğim mangalda, ızgaralar kül
Çekil git gülümsemelerden, güzelliklerden
Uzun yol yorgunuyum, ateşteyim taşıma beni
Köz-kömür olmuş yürekle seni nasıl seveyim! ”
“ASKERLİK ARKADAŞI
En uzak dağ köyünde en yakın dostum yaşar
Ormana yürürken beni anmıştır
Orman ulu
Dağ köyü ıssız.
Tepelerde kılıç şakırtıları
Dağ köyündeki dost uyanmıştır! ..
Yine andım, bana daha yaklaştı
Omuz omuzaydık, soluk soluğa!
Her an bir yıldız düşüyordu
Ateş altındaydık, titriyorduk
Dostum üşüyordu.
Sustu yanımızda bir başka soluk
Dağlı koca eller kavradı düşenleri
Düşenler bayraklaştı! ...
Yürü, daha hızlı, daha önlere!
Tüfek, mavzer, top, cephane ve mermi
Beldekiler sabahaca yeter mi?
Yetmez!
Sırrım saklıdır onda:
Ayıptır söylemesi,
Kayalara yaslandık, tam siper olduk!
Mahcup ve perişan çıktık günlere! ..
Son gün yaralıydım, sırtındaydım
Her yanına kan sızıyordu
Terli ensesini okşuyordum
Kanlı ellerimi öpüyordu
Tenlerimizin sıcaklığı kan-köpüktü
Sağ kalanlarla zaferlere koşuyordum...
Dağ köyüne çekip gittiğinde, ağlaştık
Unutma beni, dedi: unutmam onu
Unutma beni dedim; unutmaz beni
En uzak dağ köyündeki en yakın dost unutmaz
Neler desem, düşman anlar, dost anlar
Her sözüm bir destanı tamamlar
Benden iyisini dağ köyündeki dostum bilir
Çok yaşadı o, çok gördü
Ve çok gezdi. Çok gezen bilir
Onun sözü bir destanı tamamlar
En yakın dostluğu yalnız o anlar...”
DAĞ KÖYÜNDE
BARIŞ DÜŞÜNCELERİ
Şu karşı tepeye kar yağar gibi
Usuldan usuldan düşerdi bomba
Gök gürlercesine patlardı sonra
İrkilirdik, çömelirdik, dinelirdik
Gördüğümüz gövde, gördüğümüz baş
Gördüğümüz, içinde yaşanan savaş! ..
Yürüdük karşı tepeye ve tepelere
Genç gelin göğsüne süt yürür gibi
Bilinmez yönlere yıldız altında
Yürüdük yeni açılan cephelere.
Ardda kaldık, öne çıktık yürüdük
Arda baktık, öne baktık yürüdük.
Asker arkadaşım beni seviyordu
Seviyordum onu ve yavuklumu
Babaları seviyorduk ve anaları
Kardeşleri, bacıları, komşuları
Kan akan gözlerle geride kalmıştılar
Namluya mermi sürerken onları düşünüyorduk
Topçular karşı tepeyi dövüyordu
En çok barışı seviyorduk bırak kavgayı
Her tepe düştükçe barışı özlüyorduk
Kurtarılmış tepelere çekilen bayrağı
Birbirimizi öper gibi öpüyorduk
Bacımızı sever gibi bayrağı seviyorduk!
El sıkışmalar, şapka fırlatmalar, havai fişekler
Dağ özlemi, köy özlemi, sevgililer özlemi
Hangi limana varmaz barış dolusu gemi
Özler insan sevdiklerini, dağa bulut çökünce
Savaş günlerini özler, sonra da barışı
Sonra kucaklaşmalar, el sıkışmalar, havai fişekler...”
“KANAMALI BİR HASTA
Bir kanama tutturdu dost bakışları
Anladım, seni bırakmalıyım
Ben yapamam, en iyisi sen terket!
Beni kır,
Bağır, çağır!
Küfret, sersemlet, haykır! ..
Yık-dök ortalığı, çirkinleş
Kara çürük içinde kalsın her yanların
Yüzüne bakılmaz ol, bakamaz ol yüzüme
Üzüm üzüme baka baka kararsın
Köprüleri yak, beni yık ve terket! ...
Kınama türküleri dolaşıyor dillerde
Bırakmalıyım bulutları, gitmeliler
Dikenler çoğalmalı güllerde
Gülü al ve uzağa yürü
Bırak beni, kır beni
Kopar zincirleri, çekilip git
“Terkettim onu” söyle ve terket.
Gün gelsin, dün olsun, sonsuz an olsun
Zaman senin olsun
Her ne ise o, sende kalsın
Terketmiş ol beni sonsuzluğa
Sonsuzluk bir şarkıdır en sevdiğim
Yasla gönlünü şimdi uçsuz bucaksızlığa
Neşeli türküler gelsin acılı bakışlar..
Kınamalı gözlerin aklarına kan gelsin
Söz verdim bırakamam, sana yakışır! ..”
“YERGİ
Tutup ihtiyar kızlar beni kaçırmaya geldi
Arala perdeleri, çatlamış, evde kalmış kızlar
Kır o aynayı orda,al o aynayı ordan
Dudaklarımı unutmuşum,kır gönder bana!
Teptim beklemeleri,üfledim lâmbaları,söndürdüm
Vurulsun tamtamlar, ver elini, kaçmalıyız!
Kaçmasam karanlıklara seni unutabilirim
Yalnızlığımı bulmasam seni yitireceğim
Söndürdüm kısık lâmbaları, sisli camları kırdım! ..
Kaçalım ama sen gelme, bekletirsin, sen uyu.
Özlenen sen oldukça her kahrı çekilir gurbetin
Arala yeter ki perdeleri, biraz ışık!
Uzatıp arala dudaklarını da, kıskansınlar.
Bizi kimse yargılayamaz, çünkü onlar da suçlu!
Asıl suçlu evde kalmış ihtiyar kızlar
Elâ pırıltıları uzak tut üzerimden, kıskanıyorum
Arala perdeleri yeter ki; çatlasın kıskananlar! ...
YABAN KIZI
Sen bu yaylalarda yaylayamazsın
Çevir dümenini, var git sapadan
Çek ojeli ellerini çapadan
Bilir bilmez adım atma güzelim
Al kuzuya, mor tokluya özenme
Peştemalli yavukluya özenme
Vara yoğa çalım satma güzelim
Ne diyordun söyle, flört mü, kur mu?
Pop’a alışan dil, ağıt okur mu?
El nasır tutmazsa hasır dokur mu?
Çırpındıkça daha batma güzelim
Yabandan söz etme, yaban yıkılsın
“ Amca” dediğin ve “baba” n yıkılsın
Ocağın, bucağın, oban yıkılsın
Doğru yürü, yana yatma güzelim...
İşte Tahir Kutsi’ nin gönülden seslenişinin şiiri:
EKSİK TAMAMLANDI
Yunus bize gel eyledi
Vara vara aşka vardık
Bu aşk bizi del’eyledi
Dura dura aşka vardık
Dervişlerin hırkasını
Sevgilerin en hassını
Aşkın yedi belasını
Sora sara aşka vardık.
Mevlâ’m bizleri kayıra
Düze, ovaya, bayıra
Bütün düşleri hayıra
Yora yora aşka vardık.
Yunus önde, biz arkada
Hiç keramet yok hırkada
Şerlerin hepsi korkuda
Vura vura aşka vardık! ”
Evet, büyük şair böyledir işte.Gerçekleri bütün katılığı ile söyleyiverir. Tahir Kutsi de öyle yapmış. “Kerametin hırkada olmadığını, postta, kavukta olmadığını” belirtmiş. “Asıl kaynağın aşk olduğunu, aşksız hiçbir şeyin yapılamayacağını” ortaya koymuş.
Aşkın yedi belâsını çekmeli insan.Çekmeli ki bütün düşleri hayıra yormasını bilmelidir.Aşkın yedi belâsı insanı deli eder Aşk delisi yapar. Aşk delisi sevgilerin en hasıyla harmanlanmış kişidir. “Sevgilerin en hası Yaradan’dan ötürü yaratılmışı sevmektir.” İnsanı Yaradan aşkıyla sevmektir.
İnsan sürekli bir arayış içinde olmalıdır. Dervişlerin hırkasını sorarken, gönül dağlarının rüzgârını iyi ölçmelidir. Akılla gönlü bir potada birleştirdin mi, işte o an kurtuldun. Aksi taktirde, akıl doğuda, gönül batıda ise, yanar gider Kerem’in arpa tarlası...
Tahir Kutsi,Yunus Emre sevdalısıdır. Eskişehir’de veya Karaman’da yapılan Yunus Emre toplantılarına çoğu kere katılmış ve çok önemli bildiriler sunmuştur. Böylesine bir şair, elbette Yunusca bir söyleyiş biçimini kendine ilke edinir ve “Eksik tamamlandı” der...
Daha öncede belirttiğimiz gibi, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal gibi yıldızlarımızdan istifade etmesini bilen ustalar ustası Şairimiz,Yunus Emre ve Mevlâna gibi ruh mimarlarımızdan da ilham almış, hattâ şiirinin dokusuna onların felsefesini kazandırmıştır.
Tahir Kutsi “Babanız Yine Aşık Çocuklar” şiir kitabında, Anadolu’dan manzaralar da sunmuştur. Nasıl ki, “İç Göç” romanını yazmıştır, aynen onun gibi “İç Göç” şiirini de yazmıştır. “İç Göç” şiirinden sonra “Gözdağı” ve “Öğretmene Selam” şiirlerini ve “Yolcu” şiirlerini bundan sonra okuyacaksınız.
Anadolu tutkunu olan şairin şiirlerinde bir Selçuklu halısının motiflerini, kınalı ellerde çizilen çiçekleri, dağ-kır çiçeklerini bulursunuz.
Anadolu insanın şiiridir o’nun diline dolanan... O hep, bizim havaları söyler...Köy o’nun temelidir.Köylü onun yaşama gayelerinin başında gelir. Şiirine de yansımıştır bu gayesi...
Tahir Kutsi’nin şiir dili Anadolu bozkırında yüzyıllardan beri kendi kendine akıp giden özgür çeşmeler gibidir. Kelimeleri ve üslubu çeşme kenarlarından saçlarını yıkamak için suya uzanan salkım söğütlerin dalları gibidir. Şiirdeki buluşları, bağ bozumlarının heybelerinin üstündeki şekillerdir, desenlerdir, renklerdir...
Sözümüzü burada noktalayalım da, şairin yukarıda isimlerini bildirdiğim şiirlerine bir göz atalım.Olmaz mı?
“YOLCU
Buradan bir yolcu geçti
“Dur yolcu”dedim,duraksadı.
Durgundu, yorgundu, bitkindi.
Uzaklardan geliyordu
Yolu uzundu, yükü ağırdı ve vakti yoktu.
“Dur” dedim, durdu.
Attan indi, aksadı.
İncik-boncuk vardı heybesinde
Bir dilim kuru ekmek
Bir baş soğan vardı
Söylese sabahaca susmazdı
Zamanı dardı.
Sevgi yorgunuydu yolcu.
Çok yollar tepmişti aşk için..
Her köyden geçişinde bir garip olmuştu
Kuşların uçuşu dokunmuştu.
Tabanca seslerindeki kurşun
Kulaklarına varıp çökmüştü
Bir başına kalmıştı, garip kalmıştı.
Sevdiği kızı övdü, yürüdü.
Kendi kendisine sövdü, yürüdü.
Bir yolcu geçti demin buradan
“Dur yolcu dedim” bırakıp geçti...
İÇ GÖÇ DESTANI
Öf anam, ovada traktör homurtusu
Yanık mazot kokusu, kesik düşük sesi öf
Öf, ilmik ilmik kopan etim, bağrıma çöken kasavet
Beynimi ahlat çöğrüne vuran römorkun tekeri öf
Yaklaştıkça büyüyen akıl almaz biçer-döver öf
Hıracık kaldığımız yanında, zor-aciz kaldığımız! ...
Vay şeytan icadı vay, iki büklüm eden bizi
Vay dirliksiz kalası, nettin dirliğimizi?
Vay senin neren medeniyet, kısalttın elimizi
Gelip çöktün ya ortaya lök gibi, bize ekmek yok
Ne köy olur bizden gayri, ne kasaba
Zehirli gaz dumanı mideye çöreklenen:
Vay ben sana sormaz mıyım?
Kaymakama varmaz mıyım?
Gözlerini kırmaz mıyım?
Lastiğini yazmaz mıyım? ...
“Halimiz arzolunur kaymakam bey oğlum
Deyip deyeceğim şu kâğıtta yazılı
Maden Memet yazdı içer ama iyi yazar
Kör vekil yazardı ya, görünmedim davam, onda
Hani geçen birini vurmuştuk kazayla!
O dava Kör vekil’de Para pul komadı yuttu
İnsan canı bunca kıymat, ya bizim kıymatımız ne?
Yöğmiye üç pangınot ederdi şimdi sıfırız
Çapadan kazanırız, çift sürer, ekin biçer döveriz
El tarlasında doğmuşum ben, el evinde ölürüz.
Babam harpten dönmemiş, biz de olsak ölürüz
Vatan bu kaymakam bey, vatan anamın namusu
Üç karış toprak ne gezer bide ama,
Ölü koyacak yer ne gezer
Kaymakam, şu ovadan bir dönüm de bize ver
Yurt dediğin toprak, uğruna ağa ölmez
Biz ölürüz kaymakam bey, üste ağa da vurur
Traktörü ekmekten-aştan eder, hemi de etti işte...”
Çare yok ha, ne yapmalı? ..
Durmak haram olsa gerek
-Kes bir bilet Haydarpaşa’ya
Halimi diyeceğim Vali Paşaya! ...
-ve devam eder-
Bir sen kaldıydın Ayşe önüme dikilmedik
Gavurun kızı seni, haspanın hası seni! ...
O ne burun kıvırmak, gülüp geçivermek ha?
Haber salıp ilkin, sonra gelmemek ha,
Beşibirlik, üstüne tarla, çifte çalgılar ha
Masallarda o kırk gün kırk gece süren düğünler
Etme eyleme gel, halımızca olalım, gurbetlik kötü
Gidip gelmemek var neyse ya, gelip elde
-İnadın kurusun emi! boynu kopsun ananın-
Vay be sana sormaz mıyım?
Vagonlara dolmaz mıyım?
İstanbul’a varmaz mıyım?
Üç aydan ırak tutma gözün
Köye kâtip gelmiş sanın! ...
-...ve bitmez-
Benim suçum yok ama arkamdalarmış
Tam teçhizat habarı aldım, “yandım ağalar
Kırma tüfek, yağlı kurşun, yandım ağalar
Kama, ustura, bıçak yine yandım ağalar
Herkesin günahı boynuna, suç da” öyle değil mi?
Dedem vurmuşsa babalarını, bana ne
Ben olsam vurdurmazdım, önüne gerilirdim
Hemencik ölürdüm de korkmazdım böyle!
Hey, beni ne sandınız?
Bir daldım mı yandınız!
Ama leke var ucunda
-Hapislik umrumda değil-
Ben giderim yollar bitmez
Kimse ardımdan el etmez
Yürüdük bakalım, çıktık gurbete
Ünümüz gitse de ölümüz gitmez...
GÖZDAĞI
Arkamızdan haset ile baktılar
Hakkımızda ağıt türkü yaktılar
Kapılar çarpıldı ardı ardına
Son telefonlar suratıma kapandı
Verme bana göz dağını
Aldım ağzımın payını
Gönlünü almaya vaktim olmadı
Her ne hata ettim ise affola!
Gönül ot yemez, çok yer
Kemerleri bağla şimdi uçacaksın
Yine zorlayacağım kapıları
Birbiri üstüne telefon edeceğim
Kalbim, en iyi sığınağımdı
Sırtımdan vurmayla ne kazanırsın
Sen yoksan nereye kaçacağım
Zorlanıp zorlanıp açacaksın!
Yakacaksın şeytan çardaklarını
Yeniden karşıma çıkacaksın!
Öyle sevineceğim ki
Dünyalar benim olacak.
Benim olan dünyanın tapusu senin
Yeniden türküler yakılacak...
Telefonu açık tut, kapıları kapama
İkide bir suçlarımı vurma kafama
Aldım mutsuzluktan bana düşeni
Her ne hata ettim ise affola! ..
ÖĞRETMENE SELAM
Öğretmenim,
Mutluluğumdur benim...
Göz aydınlığım!
Onu görünce doğdum sayılır,
En mutlu doğum günüm
Öğretmenim; şölenim, düğünüm! ...
Öğretmenim,
Bilgeliğimdir benim...
Şarkılarıyla büyürüm
Yarına onunla yürürüm.
Onu görünce aydınlandım ilkin
Ayağım yürür oldu,
Gözlerim görür oldu
Dört mevsimde öğretmeni görürüm...
Öğretmenim,
Anam, atamdır benim
Bir harf öğretmiştir, kuluyum
Öğretmenim, kulun kölen olayım
Yansıt bana bilgi ışıklarını
Öğret bana görgü kurallarını
Varlığın aydınlatır beni
Yarınlara götür beni
Dört mevsimde öğretmeni görürüm
Öğretmenim, şölenim, düğünüm...
Alıntı
Tweet
Benzeyen Konular
Konu:
Yazar
Cevaplar:
Gösterim:
Son Mesaj
Tahir Kutsi Makal'ın Hayatı
Site Yönetimi
0
2,032
05/04/2009, 01:33
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Tahir Kutsi Makal'ın Felçi Yenişi
Site Yönetimi
0
1,469
05/04/2009, 01:30
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Tahir Kutsi Makal'ın 'Benim Gizli Yazılarım' kitabı
Site Yönetimi
0
1,558
05/04/2009, 01:29
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Tahir Kutsi Makal İle Röportaj-1
Site Yönetimi
0
1,478
05/04/2009, 01:28
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Tahir Kutsi Makal İle Röportaj-2
Site Yönetimi
0
1,979
05/04/2009, 01:27
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Tahir Kutsi Makal ile Röportaj-3(Son Bölüm)
Site Yönetimi
0
1,460
05/04/2009, 01:26
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Ders Kitaplarında Tahir Kutsi Makal
Site Yönetimi
0
1,420
05/04/2009, 01:24
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Tahir Kutsi Makal ve 'TARLA Dergisi'
Site Yönetimi
0
1,789
05/04/2009, 01:23
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Tahir Kutsi Makal (ANADOLU’DA AĞITÇI KADINLAR)
Site Yönetimi
0
2,893
05/04/2009, 01:22
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Tahir Kutsi Makal (HALK OZANLARININ ÇUKUROVA HARİTASI)
Site Yönetimi
0
1,975
05/04/2009, 01:17
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Lütfen seçim yapın:
--------------------
Özel Mesajlar
Kullanıcı paneli
Kimler Çevrim içi
Arama
Ana Sayfa
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-- GÜLCE ŞİİR TÜRLERİNE GÖRE ŞİİRLER
---- BULUŞMA
---- ÇAPRAZLAMA
---- TRİYOLEMSİ
---- ÜÇGÜL
---- ÜÇGEN
---- DÖNENCE
---- TOKMAK
---- AKROSTİK
---- SONE'M
---- GÜLCE
---- TEKİL
---- YİĞİTCE
---- YUNUSCA
---- BAHÇE
---- SERBEST ZİNCİR
---- ÖZGE
---- GÜLİSTAN
---- YEDİVEREN
---- TUĞRA
-- GÜLCE YAZAN ŞAİRLERİMİZİN GÜLCE ve DİĞER ŞİİRLER
---- (H)
------ Harun YİĞİT
------ Harun YİĞİT
------ Hasan ULUSOY
------ Hasan ULUSOY
------ Hatice ALTAŞ(Asi Çiçek)
------ Hatice ALTAŞ
------ Hacer KOZAN
------ Hatice KATRAN
------ Hatice KATRAN
------ Hikmet ÇİFTÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
---- (I-İ)
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim İMER
------ İbrahim İMER
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İhsan ERTEM
------ İhsan ERTEM
------ İsmail KARA(Karozan)
------ İsmail KARA(Karozan)
---- (K)
------ Köksal KIRLIOĞLU
---- (M)
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Meltem ARAS
------ Meral ADAK
------ Meral ADAK
------ Melahat TEMUR
------ Mevlüde DEMİR
------ Mevlüde DEMİR
------ Miktad BAL
------ Miktad BAL
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ MUSTAFA CEYLAN(Editör)
-------- Mustafa CEYLAN
---------- Mustafa CEYLAN(On Punto Yazıları)(Makaleler)
---------- GÜNE BAKIŞ
---------- TAŞ YAĞMURU(Ceylan'ın kaleminden)
---------- Hakkında Yazılanlar
---------- DİĞER ŞİİRLERİ
---------- Hayatı
---------- Sanatı
---------- Hocaları
---------- Çocukluğu
---------- Gençliği
---------- Özlü Sözleri
---------- Önsöz Yazdığı Kitaplar
---------- Siyasete İlgisi
---------- Bestelenen Şiirleri
---------- Fotoğrafları
---------- Mühendisliği
---------- Düzenlediği Etkinlikler
---------- Konferansları
---------- Yer Aldığı Antolojiler
---------- Kitapları
---------- EZAN SUSMAZ Kitabı içindekiler
---------- "YANDI BU GÖNLÜM"-Hacı Bayram Veli Kitabı içindekiler
---------- TAHİR KUTSİ MAKAL Kitabı İçindekiler
---------- SEĞMEN RUHU Kitabı İçindekiler
---------- TOROSLARIN TÜRKÜSÜ Romanı
---------- Armağan-2(AHMET TUFAN ŞENTÜRK İÇİN NE DEDİLER?)Kitabı içindekiler
---------- Armağan-1(ANILAR KORİDORU İÇİNDE SARIVELİLER)Kitabı
---------- YARALI CEYLAN Şiir Kitabı İçindekiler
---------- PAŞA GÖNLÜM Şiir Kitabı İçindekiler
---------- Kırat Geliyor Kitabı İçindekiler
---------- Her Yönüyle YENİMAHALLE Kitabı
---------- Tarihi ve Folkloruyla Elmadağ Kitabı İçindekiler
---------- Köylerimiz Kitabı İçindekiler
---------- Köyümüz Yeşildere Kitabı İçindekiler
---------- Bayramlar Haftalar Günler Kitabı
---------- Ahmet Tufan Şentürk Kitabı
---------- Halil Soyuer Kitabı
---------- Detanlaşan Köylü İsa Kayacan Kitabı
---------- Abdullah Satoğlu Kitabı
---------- Güzide Taranoğlu Kitabı
---------- Gülendenin Beşiği Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ (2006)Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ(2007)Kitabı
---------- CEYLAN-Tahliller-MAKALELER-Görüşler
---------- Güllük Dergileri
---------- Kapodokya Güneşleri Kitabı
---------- Bir Yanardağ Fışkırması Kitabı
---- (P-R)
------ Rahime KAYA
------ Rahime KAYA
------ Refika DOĞAN
------ Refika DOĞAN
------ Ramazan EFE
------ Ramazan EFE
------ Rengin ALACAATLI
---- (S-Ş)
------ Sabiha SERİN
------ Sabiha SERİN
------ Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
------ Serap HOCA(Serap DEMİRTÜRK)
------ Süleyman KARACABEY
------ Süleyman KARACABEY
------ Serdar AKKOÇ
------ Serdar AKKOÇ
------ Sevgili ÖZBEK
------ Sevgili ÖZBEK
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şükran GÜNAY
------ Şükran GÜNAY
---- (T-U-Ü-V)
------ Turan UFUKTAN
------ Ümran TOKMAK
------ Ümran TOKMAK
---- (Y-Z)
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf Ziya KARAHASANOĞLU
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Yıldız TOKSÖZ
------ Yıldız TOKSÖZ
GÜLCE'YE DAİR
-- GÖRÜŞLER
---- Gülce Nedir?
---- Gülce ve Ozanlık
---- Gülce Manifestosu
---- 5 Hececiler ve Gülce
---- Garip Akımı ve Gülce
---- Fecr-i Ati ve Gülce
---- Hisarcılar ve Gülce
---- Neyzen Tevfik, Aşk
---- Mazmunlar
---- Gülce Ne Değildir?
---- Hece Vezni ve Gülce
---- Serbest Şiir ve Gülce
---- Aruz Vezni ve Gülce
---- Gülce ve Zolal
---- Gülce Tarihinden
---- GÜLCE-(Atölye)-Video Dersler
------ Gülce Etkinlikleri
------ Kurucular Beyanı
------ Gülce 2009
------ Doğru Yaz/Konuş
------ Gülce-2010 Projeleri
------ Gülce-2011 Projeleri
------ Üstad Necip Fazıl'dan
------ Gülce-Aruza Dair
------ Öneriler-Çalışmalar
------ GÜLLÜK DERGİSİ
------ Gülce'ye Öneriler
------ Röportajlar
------ Negatif Bakışlara
------ Aleyhimizdekiler
------ M.E.B' na
---- Gülce'de Mesajlar-Projeler
------ Gülce-Güldeste(1)
------ Destanlarımız
------ Dede Korkut
------ Öncü Kadınlarımız
------ Peygamberlerimiz
------ Nutuk(Gülce)
------ Nutuk(Z.Korkmaz)
------ Kutlu Hanımlar
------ Ozanlarımız
------ NasrettinHoca
------ Yedi Askı
GÜLCE TÜRK ŞİİR AKADEMİSİ
-- Şiir Akademisi
---- Şiir Akademisi
------ HALK EDEBİYATI
-------- DİVAN EDEBİYATI
-------- BATI EDEBİYATI
-------- YENİ TÜRK EDEBİYATI
---- Hece Vezni' ne Dair
---- Şiir Tahlilleri
---- Aruz Vezni' ne Dair
---- Hiciv Tarihinden
---- Ustalardan Şiirler
---- Ustalardan Makale
---- Aramızdan Ayrılanlar
------ Ustalardan Şiirler
-------- A. Tufan ŞENTÜRK
-------- DİLAVER CEBECİ ANISINA
---- Şiir Üstüne (Serbest)
---- Atışma Sayfamız
---- Denemeler-Makaleler
---- Şiirde Dönüşüm
---- Şiir ve Anlatım
-- Türk Edebiyatı Şiir Türleri
---- Şiir Türleri
---- İslâmiyet Öncesi
---- Servet-i Fünun
---- Garip Şiirler
---- Akımlar
---- Edebî Sanatlar
---- Söz Sanatları
---- Şair Padişahlar
---- Şiir Tarihimizden
---- Yıllara Göre Edebiyat
---- Mehmet Nacar
DÜNYA EDEBİYATI
-- Dünyadan Şiir Türleri
---- Burns Stanza
---- Choka
---- Go Vat
---- Catena Rondo
---- Onegin Stanza
---- Canzonetta
---- Bauk Than
---- Rhupunt-Galce
---- Septilla
---- Viator
---- Luc Bat
---- Tritena
---- Pantoum
---- Shakespeare Sonnet
---- Diamonte
---- Villanelle
---- Hutain
---- Hex Sonnata
---- Hexaduad
---- Haynaku
---- Harrisham Rhyme
---- Guzzande
---- Gratitude
---- Glosa
---- Garland Cinquain
---- Fornlorn Suicide
---- DÜNYA EDEBİYATI
---- Dünyadan Destanlar
---- Dünyadan Şiirler
KAYNAKÇA
-- Konularına Göre Şiirleriniz
---- Aşk Şiirleriniz
---- Atatürk Şiirleriniz
------ 23 Nisan Şiirleri
------ Atatürk'e Dair
---- Kahramanlık Şiirleriniz
---- Doğa Şiirleriniz
------ 2009 Yılı Sayılarımıza
---- Taşlama Şiirleriniz
---- Gurbet Şiirleriniz
---- Tasavvuf Şiirleriniz
---- Barış Şiirleriniz
---- Şehir Şiirleriniz
---- Anne Şiirleriniz
------ Babanıza Şiirler
---- Doğum Günü Şiirleriniz
---- Deprem Konulu Şiirler
---- Diğer Şiirleriniz
---- Köşe Yazarlarımız/Makaleler
------ Mustafa CEYLAN
------ Refika DOĞAN
------ Osman ÖCAL
------ Ahmet ÖZDEMİR
------ A. S. ATASAYAR
------ Prof.Dr.İsa KAYACAN
-------- Prof. Dr. İSA KAYACAN
------ Rahime KAYA
------ Harun YİĞİT
------ İlqar MÜEZZİNZADE
------ Sündüz BİGA
------ Nazmi Öner(Şiirler)
------ Nazmi ÖNER(Nesirler)
------ Coşkun KARABULUT
------ Prof.Dr.İsmail YAKIT
------ Prof.Dr.Asım YAPICI
------ Sabit İNCE
------ Muhsin DURUCAN
------ Abdulkadir GÜLER
------ Ünal Şöhret DİRLİK
------ Metanet YAZICI
------ A.Aşkım KARAGÖZ
------ Gazanfer ERYÜKSEL
------ Mehmet GÖZÜKARA
------ Necdet BULUZ
------ Yusuf Özcan
------ Afife Demirtaş
---- Mustafa Ceylan
---- Bizden
-- Video Yağmuru
---- Ozanlar-Şairler
---- Bizden Videolar
---- Rasim Köroğlu
-- Genel
---- SERBEST KÜRSÜ
---- Duyurular
---- Röportajlar
---- Günün Şiiri
---- Günün Nesiri
Edebiyat Biz Platformumuzda
-- Gülce Tv
-- Türk Argo Sözlüğü
-- Edebî Konular Forumu
Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir
Mustafa Ceylan |
Dost Sitelerimiz:
Türkçe Çeviri:
MyBB
Türkiye
Üretici:
MyBB
, © 2002-2024
MyBB Group
-Theme © 2014 iAndrew
Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder