SiteAna Sayfa
Güllük Dergisi
Şairlerimiz
Arama
Üyeler
Video
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Şifremi Hatırlat
Beni Hatırla
Your browser does not support the audio element.
Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi
Web'de Ara
Sitede Ara
0 Oy - 0 Yüzde
1
2
3
4
5
Konu Modu
BÖLÜM 3-NE ARARSAN ALEMDE HEPSİ VARDIR ADEMDE
Mustafa Ceylan
Site Yönetimi
Üyelik tarihi:
Nov 2008
Mesaj Sayısı:
2,007
Konu Sayısı:
1,502
#1
06/07/2014, 19:27
GÜLENDE’NİN BEŞİĞİ
Mustafa CEYLAN
**************
Künyem Arguvan ilim Malatya
Dokuz aylık yoldan geldim o günler.
Yazıda beşiğim kurt sürüklemiş
Bilinmez günlere daldım o günler.
Ülke fakir, vasıta yok illerde
Küçük yaşta çok yürüdüm yollarda
Yalııı ayak kış günleri sellerde
Soğuktan hastalık aldım o günler.
Baba, dayı, kardeş hakir gördüler
Onlar zengin beni fakir gördüler
Beş yıl komşu köyde okur gördüler
Okumayı doğru bildim o günler.
Hem talebe, hem işçiyim, hem çerçi
Köyümden başka görmedim çarşı
O zaman görüşüm çocuktu gerçi
Adana’ da ırgat oldunı o günler.
Erzurum, Elazığ askerim hasta
Yoksul olduğumdan küsemem dosta
Geride sahipsiz bir anam yasta
Onbir ayda hasta kaldım o günler.
Askerlik, hastalık bitti evlendik
Kısa süre bir arada eylendik
Kurs bitirip memurluğa bağlandık
Sevinip ümitle güldüm o günler.
Bir zaman köylerde sağlıkçı gezdim
Mahkemede katip oldum çok yazdmı
Zakir olup cemde sazımı dizdim
Erenler ceminde yoldum o günler.
Tabiatı, güzelleri severdim
Aşkımın elinden sine döverdim
Hergün sabah sanki yeni doğardım
Taze meyve veren daldım o günler.
14 sene çark içinde dolandım
Geçim için toz borana bölendim
Engelleri aşıp savaş verendim
Coşarak çağlayan seldim o günler.
Devletlere gittim dar dünyanı ile
Mücadele verdim var bünyem ile
Şiire başladım bu gönyem ile
Vatana dönünce eldim o günler.
Pahalılık ile ölüm korkusu
Gün geçtikçe çıkıyordu kokusu
Geçtiğim günlerin bütün öyküsü
Şehirleri talan gördüm o günler.
İki kitap üç yüz oldu şiirler
Ali İzzet’le dolaşıldı şehirler
Bizim idi Tuna gibi nehirler
Akmasını bilmez göldüm o günler.
Günde otuz ölü veriyor vatan
Acep duysa ne der bırakan ATAM
Utanır bu güzel toprakta yatan
Türlü kaygılara daldım o günler.
Düşe kalka yolun sonu belirdi
Deli gönlüm çilelerden yoruldu
Küçük oğlum İstanbul’ da vuruldu
Kendimi yollarda buldum o günler.
Hapishane kapıları bekledim
Derdim çoktu üstüne dert ekledim
Kötü yanım dostlarımdan sakladım
Çok boşa yoruldum yıldım o günler.
Evren Paşa 12 Eylül kutlu olsun
Katliamı durduranlar mutlu olsun
Umarım ki bundan soııra tatlı olsun
Acı çeke çeke geldim o günler.
Bu şiirde hem hayatım, heın derdim
İnan ki anamdan doğalı merdim
Üç yıl Nunıune de çalıştım kördüm
Dayanmaz kırılan teldim o günler.
Yazıcıoğlu emekliyim, yoruldum
Olura olmaza kızdım darıldım
Kimi görsem dost diyerek sarıldım
Düzensiz sazımı çaldım o günler.
10.4.1982/Ankara
*
“NE ARARSAN ALEMDE HEPSİ VARDIR ADEMDE»
EREMEDİM BEN
Ozan oldum kalem çaldım, saz çaldım
Paslı zincirleri kıramadım ben.
Ozanlarda yürek gerek, güç gerek
İstenen mahsülü veremedim ben.
Dünyada hakkımı koruyamadım
Haksıza çareyi arayamadım
Cahile bir türlü yarayamadım
Menfaatsiz insan göremedim ben.
Aşıklar, ozanlar dilde ölmezler
Hayattaki çilelerden gülmezler
Kimin için yorulduğun bilmezler
Birgün dertleşerek soramadım ben.
Gurbet eller benim mekânım oldu
Gönül arzularım yarıda kaldı
*
“Yorum var yorum içinde, Sorum var sorum içinde... ”
Ozan Muharrem Yazıcıoğlu, Dünyaya “bir çok kere dolup boşalan iki koca cadde, bir büyük handan oluşan” maddi bir varlık olarak bakar. Bu maddi varlık, manâ ile iç içedir. Her bir zerresinde, atomunda, hücresinde manâ gizlenmiştir, Bu gizlilik daha fazla beklememeli, ariflerin, âlimlerin, yücelerin ve ozan-şairlerin biliş, buluş, duyuş ve sezişleriyle bir “gerçek” olarak ortaya konmalıdır der. Ona göre gizlilik yoktur. Aslında insanoğlunun “göremeyişi” vardır, sezeıneyişi, algılayamayışı vardır.
Bakmakla görmek, görmekle içine girip onunla yaşamak arasında çok fark vardır. Can-kalp gözün açık değilse, milyon kere baksan göremezsin. Hadi gördün diyelim, ya içine nasıl girecek ve onunla nasıl yaşayacak ve yaşatacaksın ? Asıl yanıt verilmesi gereken soru da budur.
“Dünya fâni, fâni de fenadır” derler... Derler ama, bilmem doğru mu derler ? Peki fenadan bizi alıp götürecek olan Azrail’ den neden korkarız ? Madem fenaydı dünya, neden ağlar, sızlar, yalvarır, yakarırız ? Dünyada daha çok kalmak istememizin, ayrılışın hüznüyle yanıp tutuşmamızın sebebi nedir ?
Sadece bizim bildiğimiz ve bizim gördüğümüz güneşin etrafındaki sistemde dünya bir zerre... Ya insan ? İnsan, bu zerrenin içinde nokta bile değil. Peki, noktadan küçük varlığın güneşlere kafa tutuşu neden ? Gökleri “kâğıt gibi dürüşü”, dağlarla denizlere yer değiştirişi, güzelle-iyiyle yetinmeyip “mutlak ve muhteşemden muhteşeme” istekli oluşu neden ? Toz zerresinden ve noktadan küçük olan bu insanın, hacmi-kapasitesi sonsuzdan sonsuz olan bir yüreği ve o yürekte gümbürdeyen bir aşkı vardır da ondan işte...
Evet, yürek ve aşk...
Yürek ve aşk sadece insanda mı var ? Yoksa çevremizi kuşatan canlı-cansız, görünen-görünmeyen her şeyde mi var ? Varsa bu nasıl bir oluşum ? Çocuğun, çiçeğin, böceğin, taşın, kuşun, havanın, suyun, ışığın, karanlığın gülüşünü görebildik mi ? Gördük, bildik, tamdık ise mutluyuz. Ya göremediysek, ya bilemediysek; vah ki vah bize !..
Görmek, bilmek, yaşamak ve yaşatmak için “hamdım, piştim"’ demeli insan. Peki hamlıktan kurtulmak, pişmek nasıl olur ? Bir yamt da buna verilmesi gerekiyor.
“Çünkü İnsanım Ben-I-“ başlıklı şiirimde “Dışarıdan bakınca” şöyle demiştim.
“Bir mendil gibi dürdüm gökleri
Korksun Cehennem benden
Burgıı burgu Ferhatça
Yardım dağları, yerleri...
Doğa, eşya, madde namına ne varsa
Cümlesine öğrettim, ezberlettim
Manâlı seherleri...
Öyle istedi canım
Çünkü ben insanım...
Ağaç yürüyebilir, koşabilir mi ?
Hayvan düşebilir, ama düşünebilir mi ?
Taş, toprak hissedebilir ini tehlikeyi ?
Melek ağlar, kahkaha atabilir mi ?
İrade benim, sınav da bana
Şah damarımdan yakınsın biliyorum
Önüme serişin yok mu koskoca evreni ?
işte bu görev,
Bu görev şımartıyor beni...
Affet, affına sığındım !
Affedeceğini sevginden anlıyorum
Maddeye kafa tutuşum aşkından
Engin hoşgörüne vurulmuşum
Senden gelir, seninle, sana varır koşum...
Bir mendil gibi dürdüm gökleri
Korksun kara Cehennem benden
Ağaç yanar, kuş vurulur, taş kırılır
Dünyanın düzeni benden sorulur.
Peygamberler, veliler, evliyâlaı*, erenler
Nizam, intizam vermedi mi güzellikten yana
Ben de bir ozanını işte
Bu sebeple, elbette üstünüm melekten,
Çünkü insanım ben...
Çünkü insanım ben...”
*
KÂMİL İNSAN
Evet, biz böyle diyorduk. Peki ozanımız Muharrem Yazıcıoğlu ne diyor ? O da önce soru ve sorgulamalarla konuyu açmaya çalışıyor. Tıpkı benim gibi...
“Kazdık Dediler” şiirinde, "kâmiller” in “sezdik” dediklerini siz gördünüz mü hiç ? Doğrusu ben, çok aradım, ancak bir “sıfat” bulamadım. Bildiğim şu ki, bir “denge” var. Denge bozuldu mu, hastalık, zulüm, acı... Dengeyi insan bozmasın. Zira, “insanda şah damarından yakın Tanrı var” Diyor ve dediğini de bakın ne güzel mısralara diziyor:
“Gidip gördünüz mü yüce makamı ?
Kaç direkle yapmış bu kâinatı ?
Çok aradım bulamadım sıfatı
Kâmiller şahittir sezdik dediler.”
Diyen ozanımıza göre, “seziş” yeteneğine kavuşmak için “kâmil” olmak gerekir. Öyleyse, işte tüm soruların tek yamtı: Kâmil insan...
Yani, hamlıktan kurtulan, “olan” veya “ölmeden önce ölen” insan. İşte bizim Anadolu ozanları böyledir. Lâfı fazla uzatmadan, ağızda sakız benzeri sündürmeden, bir anda gerçeği ve sonucu haykırıverirler. Yazıcıoğlu’ da “Kâmil insan, sezen insandır” diyerek sonuca varmıyor mu ?
Kâmil insan, kendini bilen insandır. Yunus da, Hacı Bayram da, ilacı Bektaş da; tüm yücelerimiz “kendini bilmeli” demişler. Bakın Yazıcıoğlu ne demiş ?
“Dünya bir çok kere doldu boşaldı
İki koca cadde, bir büyük handı
Kendini bilmeyen yollarda kaldı
Biz de senin gibi kızdık dediler.”
Evet, “kendini bilmeyen yollarda kalır.” Binlerce cilt kitap oku, üniversite bitir istersen, “Sen kendini bilmezsen / Ya nice okumaktır ?”
Kendini bilmeyen kişi de “bilgi” sadece bir yüktür. Kof ve işe yaramaz bir yük !.. Diploma adamı adam yapmaz ! Asıl olan, gönül fakültesinden, insanlık kürsüsünden diploma almaktır. Gerisi lâf ü güzaf !
“Taştan sağlam ve gülden nazik bir bedene” sahip olan insan, dünyada toz zerre¬si - Bir nokta olduğunu unutur da, bir buğday yüzünden, bir dilim ekmek yüzünden canavarlaşır. Güzelliği, yüceliği, ulviliğini bir unutur ki sormayın. Ne mi yapar ?
Dinleyin ozanımızı:
“Dengelidir canlı cansız dünyamız
Geldik gittik Adem oldu künyemiz
Taştan gaim, gülden nazik bünyemiz
Bir buğday yüzünden azdık dediler.”
İşte bu... Bir yanda denge, düzen, masumluk, güzellik, dürüstlük, temizlik. Ortada insan... Öte yanda zulüm, zam, işkence, hortum, silâh, savaş, kan, göz yaşı... Tüp kadar mide ve o mideye girecek bir buğday tanesi, yani ekmek...
Ey ortadaki insan ! Seç bakalım birinden birini !
“Eline, diline, beline” sahipsen, özetle E-D-B denen üç harfin üçünün de üç gülü oldu isen seçimin bellidir. Aksi takdirde negatifsin ! Kâmil insan olamazsın vesselam !..
Kan, kin, nefret, öfke... Bütün bunlar yürek hastalıklarıdır. Ham insan yüreğinin mikroplandır. Bu mikroplar “hep ben merkezcil” yapar kişioğlunu. Ben merkezcilik kavgayı, kavgada yanşı getirir. Maddeci, çıkarcı idarelerin ve güçlçrin hakim olduğu dünya, kavgada yarışa girmiştir.
Ozan Yazıcıoğlu’ da;
“Bütün dünya kavga ile yarışta” der. Kavgayı geçen kavga yapmak, ölüm makinalarını çalıştırmak demektin Oysa, insanın görevi öldürmek değil, yaşatmaktır. Savaş, atom, kan ve gözyaşı zulüm iktidarlarının oynadığı tiyatrodur. Sahne dünyadır, rejisör zulüm güçleri, figüranlar ise insanlardır. Neden ? Tüp kadar mide, ceviz kadar beyin, fakat devleşmiş, azgın, önlenemez “ben merkezci” bir iştiha ?! O azgm nefis sahipleri de ölmeyecekler mi ? Kazık mı çakacaklar şu canına yandığım dünyaya ? Yok olup gitmeyecekler mi ? “Dünya bir çok kere doldu boşaldı.” Farkında değiller mi? Yoksa, Azrail’ le pazarlıkları mı var ? Sorgu sual bize var, onlara yok mu ?
Varsa, yanıt evetse, çaresini ozanımız söylüyor :
Diyor ki:
“Katkın olsun yapılacak barışta
Mahkemenin huzuruna varışta
Hakkı, adaleti bozduk dediler”
İşte... Diyecekleri bu... “Hakkı, adaleti bozduk!”
Neden ? Neden, ama neden ? İnsan böyle olmamalı. Bozmamalı dengeyi, Hakkı, adaleti...
Çünkü, ozanımızın dediği gibi “Dengelidir canlı- cansız dünyamız. ”
Nedir bu dünyadan çektiğimiz ? Şunun şurasında üç günlük misafiriz, öyle değil mi ? Sıkıntı, eziyet, cefa... Hep bize mi ? Bal, kaymak, baklava, huzur, neşe, kahka¬ha başkalarına... Ne yaptık biz ? Suçumuz ne ? Cennet onların, Cehennem bizim... Hayret doğrusu !...
Ya da, nedir bu dünyanın bizden çektiği ? Her şey yerli yerinde. Yedi gök, yedi yer, yedi gün... Ağaç, kuş, taş, su, ateş, toprak, hava... Her şey dengedeydi.
Dengedeyken güzeldi. Bozan kim ? Bozan, kantarın topunu kaçıran, teraziyi eğen insan. Havayı, denizi, doğayı kirletip yok eden, ozon tabakasını delen biz. Yetmedi, kendi neslini öldüren gene biz.
Her halde bu ikilemin arasında bekleyip kalmamalı, birinden birini seçmeliyiz. Sonuç basit, kolay. Herkes dünyadan yana olacak. Bu kesin. Yaşasın dünya ! Güzel kalsın, bozulmasın ! Peki insan ? O acımasız, o zalim, o bozucu, o yıkan, yakan insan! Ondan yana olan yok mu ?
Var elbette... Kim mi ? İşte Yazıcıoğlu...
Ama bir şartla î İnsan olmalı, hamlıktan kurtulmalı ve kâmil insan olmalı. Ancak o zaman insandan yanadır ozanımız. Yoksa değil!...
İnsan ile ? İnsan kim ?
İnsan, Adem yani... Yazıcıoğlu diyor ki:
“Yazıcıoğlu hiç ayrılma Ademden
Yaradan da sarhoş oldu bu denıdeıı”
İşte özün özüne geldik. Döndük, dolaştık başa geldik. Adem’e anlayacağınız...
Adem, insanlığın ilk ata’sı... Cennet’ ten elma yüzünden, Havva’ ya şiir okuyup kovulan ilk insan...
Başka ?
Adem, “hiç”lik... Adem “yokluk...
Adem “badem” olacak değil ya cancağızım ?!
Adem de ne var ki ?
Kaynağımız elbette Kur’ an olacak.
Hak kelâmı diyor ki:
-“And’olsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve
BİZ ONA ŞAH DAMARINDAN DAHA YAKINIZ.” (Kaf,16 )
-“...Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin, 4)
-“Onu düzenlediğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman..
-“Biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular. Onu insan yüklendi...” ( Ahzâb, 72 )
Şu halde?...
Emanet ehline verilirse güzeldir. İnsana verilmiştir ve ehil olan da insandır. Dağların, taşların, yerin, göğün korktuğu emanet yükünü insan almıştır. Çünkü insanda kendisinden yakın olan “BİR” vardır. O bir, aşktır, sevdadır. ö bir HAK’ tır...
O zaman,
Aşk, bir’ de biri birlemektir. Çoğulu tekil yapmaktır. Sonsuzun sonuna değil, sonsuzu sonsuz yapan bir’ e kavuşmaktır.
“En güzel şekilde yaratılmış” insanın aşkı da, sevdası da elbette en güzeldir. “Aşk yoksa âlemde, hiçbir şey yoktur.”
Aşk, dünya ölçülerine göre ışık hızım geçip, üç boyutu aşmak, beş iç, beş dış duyuyu geride bırakmaktır. Maddeyi ışık hızından daha süratli bir şekilde yolculuğa çıkardığınızda, gözlerinizle göremiyorsanız, suç ne maddede, ne yoldadır. Suç, kusur gözlerinizdedir. Işık, saniyede 300 Bin Km yol İcat eder. Maddeyi, teni, otobüsü gelin bu hızın üstüne çıkaralım. Ne olur ? Bir anda gönderelim, bir anda getirelim. Mekândan haberiniz mi olur ? Yazıcıoğlu* da “Gittin, geldin habersizsin mekândan” derken, aym şeyi söylemiyor mu ? Her gidişte bir mezar kazılıyorsa “kaç sefer mezarın kazdık” diyenler de haklıdır.
Madde enerjiye, bir başka deyimle ışığa veya ışık ötesi zamana belirli hızdan sonra erişebiliyorsa; yani ışınlama yapılabiliyorsa, neden duruyoruz ki ?
İşte, bunun için beyin gücüne gerek var. İnsan beyninin gücüne... İnsan dediğimiz de beyin, yürek ve dil iarasına sıkışmış bir enerji katresidir, o kadar !... “Kan pıhtısından, en güzel şekilde” yaratılmış olanınsan, dünyanın en büyük enerji santralıdır, jenaratörüdür. Küçücük yüreği ve tüp kadar beyniyle, cihanı sarsan, aydınlatan veya karartan bir güce sahiptir. Herhalde “en güzel şekilde yaratılma”mn verdiği güç ve sır’ da budur.
Şimdi bu görüşlerimiz ışığında Yazıcıoğlu’ na bir bakalım. O;
“Gittin, geldin habersizsin mekândan
Kaç sefer mezarın kazdık dediler.” Diyor. Ne de güzel diyor ?! Aynen bizim gibi...
Mezar, ten için...
Can’ ım mekânı nere ? Can cananına gidiyor. Cananıyla buluşuyor. Öz öze, kabuk kabuğa... Sistem bu işte...
“Can” kelimesi üzerine özellikle Hacı Bektaş-ı Veli ve Hacı Bayram-ı Veli yolunda bulunan insanlardan milyonlarca cümle, veciz söz, atasözü bulabilirsiniz. Yunus Emre ve Mevlâna dahil cümle ışık insanlarda süper cümleler bulabüirsiniz. Vaktim olsa, kalemim işlese sadece CAN üzre bir kitap yazardım. Ama olmadı, ne yapayını? Ya da vakti iyi kullanamadım da ondan.
Can kimde var? Canlıda... Adem’de... Adem yokluk... Çünkü can misafir Adem’de... Can varsa Adem var, can yoksa Adem zaten yok... Yokluktan geldi, yokluğa gitti Adem... Adem kim? “Kan pıhtısından, en güzel şekilde yaratılmış vekil...”
Madem öyle, madem vekil, emânete sahip çıkacak o... Dağın taşın, kuşun, ağacın yüklenemedîği yükü sırtlayan o... En güzel yaratılan da o... O zaman geriye ne kalıyor? Adem’i beklemek... Adem sözünde duracak mı, durmayacak mı ?
Ya sözünde durmaz ise? Ya, üstüne üstlük Adem, Adem’e saldırır, yok etmek isterse? Adem Adem’e dost olmalı, düşman değil!.. Adem’de emânet var... Hak var.
O zaman, bunu gören Yazıcıoğlu diyor ki;
“Yerin altında” şiirinde;
Hak, Adem’de dedim insana taptım” diyor... Adem’de hem âlem var, hem de Hak...
Adem’in kendisi alem, kendisi Hak... İnsanoğlu tapınmak istiyorsa, Hakk’a tapmah ve ona sığmmalı!.. Hak nerde? İnsanda... Her yerde, her şeyde... Noktada, sonsuzda... Tarifi olanaksız... Diyordu ya “Şalı damarınızdan daha yakınım “ diye...
İnsan... Evet insan...
O zaman, her şey insanda, her şey insana... İnsan okunması gerekli en güzel ki¬tap,..
İnsan vardır, insan içine çıkamaz. İnsan insanın aynasıdır. O aynaya bakmaya gücü, mecali yoktur. İnsan vardır, insanların başında, ama, kendi masasının ve kasasının kaygısındadır. Böylesi değil baş, başbakan da olsa neye yarar? İnsanın ıssız bir adada, tek başına yaşaması olanaksızdır. Konu komşu, hışmı akraba, oğul, kız, kızan, eş, amca, amir, müdür, vb... çoğalt çoğaltabildiğin kadar. Ancak, bütün bunlar arasında birlik-barış ve sevgi varsa, umut devamlı yeşerir. Birlilc-barış-sevgi yoksa, baba oğulla, karı koca ile dahi kavgalı hale gelir. O zaman da hayat-dünya çekilmez olur.
İnsan... İnsan nasıl bir varlık?
“Kur’an insanın varlık yapısında iki alanın birleştiğini, bunlardan birinin "ölüm alanı ” yani beden, diğerinin ise ikinci olan yani Ölümsüz olan, ruh (tin) olduğunu vurgular. Dinsel literatürde bu iki alanı ifade için birçok terimler kullanılmıştır. Bunların bir kısmı simgeseldir. Aslında insan evrenin bir parçasıdır, cüzidir. Ölümlü-ölümsüz-beşeri-ilâhi, fenomen-numen, kalp-göz vs. gibi.
Mutasavvıflar ise, bu ayrımı, ikiliği şöyle ifade ederler:
-Nasut-Lahut (Hallacı Mansur)
-Şekli-Asli
-Heykel-Ruh (Cüııeydi Bağdadi)
-Kalp-Göz gibi.
Demek ki; insanda, biri evrimin konusu olan, insanın diğer varlıklarla, ortak yanını oluşturan “Beden alanı ” ile diğeri yalnız insana özgü bir de “madde üstü alanı ” mevcuttur. Bu ikinci alan Alman düşünürü Max Scheler tarafından “Geist” olarak nitelendirilen bir alandır. Buna vecd ve istiğrak alanı da denilir.
Özetle, insanın bir obje olan yanı; birde obje olmayan-irasyonel-alojik yanı vardır. İnsan ikinci yanıyla diğer varlıkların üzerine yükselir, onlardan ayrılır. Türk tasavvufuna göre “insan Allah'ın yeryüzündeki halifesidirBu yönüyle yücedir, diğer yönüyle de lâboratuvar konusudur, fizikidir, nesneldir, ölümcüldür.
Ünlü Romen araştırmacı Eliade, tüm dinler tarihini göz önünde tutarak evren açısından görünen yön ve görünmeyen yön kutsallık ayrımı ile bu olguyu açıklamaya çalışır, düşüncesini çeşitli yönlerden incelerken;
r‘Dindar insanlara göre doğa hiçbir zaman “doğal” olmayıp, her zaman dinsel bir değer yüklüdür. Evren Tanrısal bir yaratıdır. Tanrı, Dünya ’nin yapısında ve kozmik olgularda kutsalın çeşitli tarzlarını tezahür ettirmişdir. Dünya kendini öyle bir biçimde ortaya koymaktadır ki, dindar insan, onu seyrederken kutsalın ve buna bağlı olarak, Varlık’ııı çeşitli tarzlarım keşfetmektedir. Evren bütünlüğü itibariyle, aynı anda hem varlık, hem de kutsallık değişmelerini keşfetmekledir. Varlığın zuhuru ile kutsalın zuhuru birbirlerine kavuşmaktadır. ” Bu saptama, doğruluk içermektedir.
Öyleyse evren nedir? Tasavvufçulara göre; gizlerle dolu, bilinmeyeni bilinenden çok olan evren, Hakk’ın meydana vuruşu, ortaya çıkışıdır. Evren O’nun vücudunda ortaya çıkar. Tüm nitelikleriyle oluşup görünür. Bunun için bütün yaratıklar diridir, oluş ve hareket halindedir. Hepsi de Tann’yı tespih ederler. Öyleyse evren “Macro Cosmos”tur. Evrendeki kutsallık, insandaki kutsallıkla birleşerek “ Varlığın tekliği” olgusunda bu gerçeği vurgulayıp “NE VARSA ALEMDE, ÖRNEĞİ VAR ADEM’DE” tümcesindeki Özde macro cosmos ile micro cosmos’u özdeşleştiren bir yapı ve içerik kazanarak “hatt-ı istiva"sına, tüm düzenin dengesine insanı “ Tanrı halifesi" olarak oturtan gizemci, bir felsefenin doğuşuna neden olur.
Evrenin gizlerini keııdi varlığında, özünde keşfeden insan, Tanrı için bir ayna olduğunu düşünmeye başlar. Sorumluluk sınırları içinde kendini bilmekten yola, çıkan insan, karşımıza nefsini bilerek, benliğini yok ederek, arınmış olarak gelir. İnsan bu haliyle Evreni ve evrende Tanrı’yı fark etmenin doyumsuz “zevkini ” yaşar, bunu varlığının her yerinde, özellikle de gönlünde duyar. Bu insanın “Ön yargılarını ” yok ederek “zanmnı ” yok ederek, tarafsız bakışa varma olgusu olarak belirir. Simgelerin türküleri hep bu alanda duyulur. Her şey bir yansımadır. ”(*) ÖZMEN, İsmail; Simgeler Kenti Bektaşilik, Syf:46 Ankara, 2000
Şimdi, buraya bilim adamı gözüyle bir gül atalım hele. Ağabeyim, Nasa’ dan emekli Prof, Dr. Yılmaz Özkan bir yazısında :
“Gökyüzüne başımızı çevirip baktığımız zaman orada, sayısı belirsiz birçok parlak noktacıklar görürüz,- Bunların içinde iki tanesi büyüklüğü ve parlaklığı ile diğerlerinden ayrılır. Bunlardan birisi güneştir. Güneş, diğer küçük yıldızların yanında, bize çok büyük ve parlak görünür ve bu yüzden biz ona gökyüzünün hakimi nazariyle bakarız. İşte basit bir insan düşüncesinden doğan bu realite asırlardan beri birçok insanlar arasında hüküm süregelmiştir. Gökyüzünde ancak büyük bir futbol topu kadar küçük görünen semamızın bu mağrur güneşi, aklımızın alamayacağı kadar büyüktür. Yani bizim dünyamız kadar, yaklaşık olarak Bir milyon üç yüz yirmi altı bin dört yüz yetmiş iki tane dünya bir araya gelmelidir ki güneşin büyüklüğü meydana çıksın. Bu mukayeseyi gözümüzün önünde canlandımbilmek için, bir metre çapında büyük bir küre tasavvur edelim. Bu güneş olsun. İşte bu kürenin yanında dünyamız, çapı ancak bir santimetre olan bir bilye tanesi kadar küçük kalır.
Halbuki dünyamıza oranla bu kadar azametli görünen güneş, kâinatta bir zerreden ibarettir. Bu sahadaki araştırmamızda bir adım daha ilerleyince öyle büyük küreler ve semavi teşekküllerle karşılaşırız ki onlara nazaran güneşimiz, bize göre olan bütün heybetine rağmen kâinatın hakimi olmak vasfını derhal kaybeder. Ve o zaman biz, gökyüzünde hangi yıldızın büyük olduğunu bilemez hale geliriz. Zira güneşten daha büyük o kadar çok yıldız ve onlardan daha büyük yine o kadar çok yıldız vardır ki, bunlardan hangisinin en büyük olduğunu tayin etmek mümkün olmaz. Halbuki yeryüzünden biz onları, ara sıra görünüp kaybolacak kadar küçük ve biz, en çok sönük birer nokta veya leke halinde görürüz. Ve bazen de hiç göremeyiz.
Sayısı milyarları bulan ve hakiki miktarı belli olmayan bu muazzam teşekküllerden bir tanesini ele alalım: Bu Andromeda nebulasıdır. Bunun büyüklüğü güneşe nispetle muazzamdır. Acaba küçük ve sönük bir leke halinde görünen bu nebula, gökyüzünün güneşinden ne kadar daha büyüktür? Bin defamı, milyon defamı, yoksa milyar defamı ?
Hayır. Bu nebula güneşimizden iki yüz otuz iki trilyon kere daha büyüktür. İki yüz, otuz iki trilyon aritmetik bir mefhumdur. Ve buda bize hiçbir şey ifade etmez. Bunu geometrik bir mefhuma çevirelim. Bunun için dünyamızdan bir buçuk milyon defa büyük olan bir küreyi düşünelim. Bu, takriben güneşimizin büyüklüğüdür. İşte bu muazzam kürenin, iki yüz otuz iki trilyon tanesini bir araya getirirsek, bu nebulanın büyüklüğü hakkında kaba bir fikir edinmiş oluruz.
Fakat dünyamızdan bir buçuk milyon kere büyük bir kütlenin iki yüz otuz iki trilyon tanesini bir araya getirmek ne demek? Daha doğrusu, evvela bu rakamın manâsı nedir? Bir insanın azami kudretini ele alarak, hiç ara vermeden bir saniyede iki rakam sayabileceğim farz edelim: O insanın bu şartlar altında yukarıdaki rakamı sayıp bitirebilmesi için takriben dört milyon sene sayması lazım gelir ki, bu rakamın ifadesi öyle bir saniyelik zaman içine iki tanesini sığclırıverdiğimiz, yıldırım hızıyla gelip geçici bir mefhum, değil dünyamız, bir buçuk milyon defa daha büyük olan bir güneşin cesameti mefhumudur.
Böyle aklımızın alamayacağı rakamlarla ifade edilen bu büyüklük karşısında bir insanın maddi varlığının ne kıymeti kalır.
Mevcut cihazlarla insanlar tarafından görülebilen yıldızlar, lantiküler bir saha dahilinde toplanmışlardır. Bu Galaksiye, Samanyolu veya yıldız topluluğu diyoruz. Bu Galaksi içinde bulunan yıldızların sayısı yüzlerce milyona ulaşmaktadır. Yıldız toplulukları belirli bir sahayı kaplar. Bu sahanın bir ucundan öbür ucuna kadar olan mesafesi 250. Bin ışık senesidir. Işığın hız,ı saniyede yaklaşık olarak 300.000 km.dir.( Bir ışık saati ise 1.080.000.000. kilometredir.) Dünyamız, aşağı yukarı bu sahanın merkezine yakın bir yerde bulunuyor.
Bu rakam insanı ürkütecek dehşette bir kıymet ifade eder. Saatte bin kilometre giden bir uçak düşünelim. Bu uçağın gece gündüz durmadan uçması şartı ile saman yolumuzun bir ucundan diğer ucuna varabilmesi için uzayda tam üç yüz milyar sene uçarak yol alması lazımdır.
Bu kadar büyük bir saha yüz milyonlarca yıldızdan meydana gelmiş olan saman yolumuz kâinatın yegane varlığı değildir. Bu saman yolumuzun dışında kalan daha bir çok saman yollan yani ekstra galaktik sistemler vardır. Bunların her birinin büyüklüğü de hemen, hemen bizim saman yolumuz kadardır. Bunların aralarındaki mesafelerin uzunlukları da, bir saman yolunun işgal ettiği sahanın uzunluğuna yakındır. Buna nazaran, saatte bin kilometre yol alan uçağımızla saman yolumuzun bir ucundan diğer ucuna üç yüz milyar senede vardıktan sonra, diğer komşu nebulanın hududuna ulaşabilmesi için uçağımızın yine üç yüz küsur milyar sene daha havada uçması lâzım gelecektir. Bu, dehşet verici bir mesafedir. Bizim en yüksek hızımız bile, bu mesafe karşısında, sıfır mertebesinde kalır. Fakat iş burada bitmiyor. Yukarda bahsi geçen muazzam rakam, ancak fezada iki galaksinin işgal ettiği sahaya aittir.
Acaba kâinatta böyle kaç tane galaksi, yani Samanyolu vardır. Efsanevi mesafelerle birbirinden ayrılan ve akla sığmayacak kadar büyük olan hu nebulalann hakiki sayısı bilim çeviklerince meçhuldü. Ancak son keşiflerle varılan neticelere göre bu nebulalardan malum olanların sayısı iki milyonu bulmuştur.
Bu hesaba göre saatte bin kilometre süratle giden bir uçağımızla astronomik alemimizin bir ucundan diğer uçuna hiçbir zaman varamayacağız. Çünkü, kâinatta mevcut yıldız ve galaksilerin hepsi hareket halindedir. Büyük bir süratle kendi etraflarında döndükleri gibi bir yöne doğruda gitmektedirler." Demektedir.
Peki, yıldızlara kafa tutmaya çalışan insanoğlu, ey Adem ! Görüyorsun değil mi, hiçliğimizi...
O zaman gel, gönül yolculuğumuza devam edelim seninle... Gel, bırak küçü¬men sularda boğulmayı. İç dünyamızın bu nebulaları kuşatan sonsuzluğuna yelken açalım olmaz mı ?
Gönül aynamızı tozlar içinde bırakmayalım. Toz zerresi bile olamayan maddi bünyemiz içine gizlenmiş, şah damarımızdan yakın bir noktaya doğru yol alalım. Akıl - mantık- bilim ve gönül çizgisini sağlam tutalım olmaz mı ? Anlayalım hiç’liğimizi yada bize verilen sonsuzluğu... Bilelim, keşfedelim e mi ?
“Tasavvuf düşüncesinin temeli “Tann-irısan-evren”dir. Bu temeli oluştururken insan daha, ilk evrede "Vahdet-i vücut” anlayışını izleyerek “Vahdet-i mevcut” kavramına ulaşır ve “her şeyin Allah ’ın adlarından birinin tecellisi, mazhan olduğu ” tanısıyla eline verilen ”ayna, içinde ” karşılıklı konmuş yokluk aynasına bakan bir varlık olduğunu görür.
Bu karşılıklı aynaların ortadaki varlığın sonsuzca, görüntülerini verdiğini sezin-lerken, ortadaki varlığın, aynaların önünden çekilmesiyle aynaların BOMBOŞ kalacağını, yalın mantık kurallarıyla, kavrar. Boş aynaları kırmak, parçalamak ister. Bunu somut olarak gösterebilmek için dönen karşılıklı aynaların ortasına bir MUM koyar, böylece aynalardan yansıyan pek çok mum görüntüsü oluşturur. Ancak, yine ortadaki somut varlık olan mumu kaldırdığında görüntülerin yok olduğunu saptayarak, mevcut olan her şeyin “O” yani TANRI olduğuna, özetle var olanın “O” olduğuna karar verir.
İnsan durup durup düşünür ve “Tanrı*dan başka mevcut yoktur” (La mevcudu ilallah) der. “varlık tektir, birdir” kuralını kabul eder. O’na ulaşmanın yollarını arar, uzun aramalardan sonra, tiirlü aşama ve evrelerden geçerek gönlündeki (usundaki) bitmez tükenmez kaynağa ulaşır. Bu kutsal ve ölümsüz kaynağın adı aşktır, sevgidir. Bunu derinden görüp denize dalar. Böylece insanın metafizik ve psişik serüveni başlamış olur. O var oldukça da bu olgu sürecektir, kesintisi hiç düşünülemez.
Öyleyse aşk nedir?
Bu serüvenli aramaya, başlayan insan aslında kendi içinde dönüp durmaktadır. Sonunda aradığını kendinde bulur. Bu aşk ’tır, sevgilidir... (*)
ÖZMEN, İsmail; a.g.e., Syf:43-44
Alıntı
Tweet
Benzeyen Konular
Konu:
Yazar
Cevaplar:
Gösterim:
Son Mesaj
BÖLÜM 5-TOPLUMCU DÜŞÜNCE
Mustafa Ceylan
0
1,041
06/07/2014, 20:12
Son Mesaj
:
Mustafa Ceylan
BÖLÜM 4- AŞK
Mustafa Ceylan
0
1,015
06/07/2014, 19:50
Son Mesaj
:
Mustafa Ceylan
BÖLÜM.2-Gülende'nin Beşiği-ÖNSÖZ
Mustafa Ceylan
0
947
06/07/2014, 19:01
Son Mesaj
:
Mustafa Ceylan
BÖLÜM-1 Gülende'nin Beşiği-GİRİŞ
Mustafa Ceylan
0
1,733
06/07/2014, 16:10
Son Mesaj
:
Mustafa Ceylan
Lütfen seçim yapın:
--------------------
Özel Mesajlar
Kullanıcı paneli
Kimler Çevrim içi
Arama
Ana Sayfa
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-- GÜLCE ŞİİR TÜRLERİNE GÖRE ŞİİRLER
---- BULUŞMA
---- ÇAPRAZLAMA
---- TRİYOLEMSİ
---- ÜÇGÜL
---- ÜÇGEN
---- DÖNENCE
---- TOKMAK
---- AKROSTİK
---- SONE'M
---- GÜLCE
---- TEKİL
---- YİĞİTCE
---- YUNUSCA
---- BAHÇE
---- SERBEST ZİNCİR
---- ÖZGE
---- GÜLİSTAN
---- YEDİVEREN
---- TUĞRA
-- GÜLCE YAZAN ŞAİRLERİMİZİN GÜLCE ve DİĞER ŞİİRLER
---- (H)
------ Harun YİĞİT
------ Harun YİĞİT
------ Hasan ULUSOY
------ Hasan ULUSOY
------ Hatice ALTAŞ(Asi Çiçek)
------ Hatice ALTAŞ
------ Hacer KOZAN
------ Hatice KATRAN
------ Hatice KATRAN
------ Hikmet ÇİFTÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
---- (I-İ)
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim İMER
------ İbrahim İMER
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İhsan ERTEM
------ İhsan ERTEM
------ İsmail KARA(Karozan)
------ İsmail KARA(Karozan)
---- (K)
------ Köksal KIRLIOĞLU
---- (M)
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Meltem ARAS
------ Meral ADAK
------ Meral ADAK
------ Melahat TEMUR
------ Mevlüde DEMİR
------ Mevlüde DEMİR
------ Miktad BAL
------ Miktad BAL
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ MUSTAFA CEYLAN(Editör)
-------- Mustafa CEYLAN
---------- Mustafa CEYLAN(On Punto Yazıları)(Makaleler)
---------- GÜNE BAKIŞ
---------- TAŞ YAĞMURU(Ceylan'ın kaleminden)
---------- Hakkında Yazılanlar
---------- DİĞER ŞİİRLERİ
---------- Hayatı
---------- Sanatı
---------- Hocaları
---------- Çocukluğu
---------- Gençliği
---------- Özlü Sözleri
---------- Önsöz Yazdığı Kitaplar
---------- Siyasete İlgisi
---------- Bestelenen Şiirleri
---------- Fotoğrafları
---------- Mühendisliği
---------- Düzenlediği Etkinlikler
---------- Konferansları
---------- Yer Aldığı Antolojiler
---------- Kitapları
---------- EZAN SUSMAZ Kitabı içindekiler
---------- "YANDI BU GÖNLÜM"-Hacı Bayram Veli Kitabı içindekiler
---------- TAHİR KUTSİ MAKAL Kitabı İçindekiler
---------- SEĞMEN RUHU Kitabı İçindekiler
---------- TOROSLARIN TÜRKÜSÜ Romanı
---------- Armağan-2(AHMET TUFAN ŞENTÜRK İÇİN NE DEDİLER?)Kitabı içindekiler
---------- Armağan-1(ANILAR KORİDORU İÇİNDE SARIVELİLER)Kitabı
---------- YARALI CEYLAN Şiir Kitabı İçindekiler
---------- PAŞA GÖNLÜM Şiir Kitabı İçindekiler
---------- Kırat Geliyor Kitabı İçindekiler
---------- Her Yönüyle YENİMAHALLE Kitabı
---------- Tarihi ve Folkloruyla Elmadağ Kitabı İçindekiler
---------- Köylerimiz Kitabı İçindekiler
---------- Köyümüz Yeşildere Kitabı İçindekiler
---------- Bayramlar Haftalar Günler Kitabı
---------- Ahmet Tufan Şentürk Kitabı
---------- Halil Soyuer Kitabı
---------- Detanlaşan Köylü İsa Kayacan Kitabı
---------- Abdullah Satoğlu Kitabı
---------- Güzide Taranoğlu Kitabı
---------- Gülendenin Beşiği Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ (2006)Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ(2007)Kitabı
---------- CEYLAN-Tahliller-MAKALELER-Görüşler
---------- Güllük Dergileri
---------- Kapodokya Güneşleri Kitabı
---------- Bir Yanardağ Fışkırması Kitabı
---- (P-R)
------ Rahime KAYA
------ Rahime KAYA
------ Refika DOĞAN
------ Refika DOĞAN
------ Ramazan EFE
------ Ramazan EFE
------ Rengin ALACAATLI
---- (S-Ş)
------ Sabiha SERİN
------ Sabiha SERİN
------ Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
------ Serap HOCA(Serap DEMİRTÜRK)
------ Süleyman KARACABEY
------ Süleyman KARACABEY
------ Serdar AKKOÇ
------ Serdar AKKOÇ
------ Sevgili ÖZBEK
------ Sevgili ÖZBEK
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şükran GÜNAY
------ Şükran GÜNAY
---- (T-U-Ü-V)
------ Turan UFUKTAN
------ Ümran TOKMAK
------ Ümran TOKMAK
---- (Y-Z)
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf Ziya KARAHASANOĞLU
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Yıldız TOKSÖZ
------ Yıldız TOKSÖZ
GÜLCE'YE DAİR
-- GÖRÜŞLER
---- Gülce Nedir?
---- Gülce ve Ozanlık
---- Gülce Manifestosu
---- 5 Hececiler ve Gülce
---- Garip Akımı ve Gülce
---- Fecr-i Ati ve Gülce
---- Hisarcılar ve Gülce
---- Neyzen Tevfik, Aşk
---- Mazmunlar
---- Gülce Ne Değildir?
---- Hece Vezni ve Gülce
---- Serbest Şiir ve Gülce
---- Aruz Vezni ve Gülce
---- Gülce ve Zolal
---- Gülce Tarihinden
---- GÜLCE-(Atölye)-Video Dersler
------ Gülce Etkinlikleri
------ Kurucular Beyanı
------ Gülce 2009
------ Doğru Yaz/Konuş
------ Gülce-2010 Projeleri
------ Gülce-2011 Projeleri
------ Üstad Necip Fazıl'dan
------ Gülce-Aruza Dair
------ Öneriler-Çalışmalar
------ GÜLLÜK DERGİSİ
------ Gülce'ye Öneriler
------ Röportajlar
------ Negatif Bakışlara
------ Aleyhimizdekiler
------ M.E.B' na
---- Gülce'de Mesajlar-Projeler
------ Gülce-Güldeste(1)
------ Destanlarımız
------ Dede Korkut
------ Öncü Kadınlarımız
------ Peygamberlerimiz
------ Nutuk(Gülce)
------ Nutuk(Z.Korkmaz)
------ Kutlu Hanımlar
------ Ozanlarımız
------ NasrettinHoca
------ Yedi Askı
GÜLCE TÜRK ŞİİR AKADEMİSİ
-- Şiir Akademisi
---- Şiir Akademisi
------ HALK EDEBİYATI
-------- DİVAN EDEBİYATI
-------- BATI EDEBİYATI
-------- YENİ TÜRK EDEBİYATI
---- Hece Vezni' ne Dair
---- Şiir Tahlilleri
---- Aruz Vezni' ne Dair
---- Hiciv Tarihinden
---- Ustalardan Şiirler
---- Ustalardan Makale
---- Aramızdan Ayrılanlar
------ Ustalardan Şiirler
-------- A. Tufan ŞENTÜRK
-------- DİLAVER CEBECİ ANISINA
---- Şiir Üstüne (Serbest)
---- Atışma Sayfamız
---- Denemeler-Makaleler
---- Şiirde Dönüşüm
---- Şiir ve Anlatım
-- Türk Edebiyatı Şiir Türleri
---- Şiir Türleri
---- İslâmiyet Öncesi
---- Servet-i Fünun
---- Garip Şiirler
---- Akımlar
---- Edebî Sanatlar
---- Söz Sanatları
---- Şair Padişahlar
---- Şiir Tarihimizden
---- Yıllara Göre Edebiyat
---- Mehmet Nacar
DÜNYA EDEBİYATI
-- Dünyadan Şiir Türleri
---- Burns Stanza
---- Choka
---- Go Vat
---- Catena Rondo
---- Onegin Stanza
---- Canzonetta
---- Bauk Than
---- Rhupunt-Galce
---- Septilla
---- Viator
---- Luc Bat
---- Tritena
---- Pantoum
---- Shakespeare Sonnet
---- Diamonte
---- Villanelle
---- Hutain
---- Hex Sonnata
---- Hexaduad
---- Haynaku
---- Harrisham Rhyme
---- Guzzande
---- Gratitude
---- Glosa
---- Garland Cinquain
---- Fornlorn Suicide
---- DÜNYA EDEBİYATI
---- Dünyadan Destanlar
---- Dünyadan Şiirler
KAYNAKÇA
-- Konularına Göre Şiirleriniz
---- Aşk Şiirleriniz
---- Atatürk Şiirleriniz
------ 23 Nisan Şiirleri
------ Atatürk'e Dair
---- Kahramanlık Şiirleriniz
---- Doğa Şiirleriniz
------ 2009 Yılı Sayılarımıza
---- Taşlama Şiirleriniz
---- Gurbet Şiirleriniz
---- Tasavvuf Şiirleriniz
---- Barış Şiirleriniz
---- Şehir Şiirleriniz
---- Anne Şiirleriniz
------ Babanıza Şiirler
---- Doğum Günü Şiirleriniz
---- Deprem Konulu Şiirler
---- Diğer Şiirleriniz
---- Köşe Yazarlarımız/Makaleler
------ Mustafa CEYLAN
------ Refika DOĞAN
------ Osman ÖCAL
------ Ahmet ÖZDEMİR
------ A. S. ATASAYAR
------ Prof.Dr.İsa KAYACAN
-------- Prof. Dr. İSA KAYACAN
------ Rahime KAYA
------ Harun YİĞİT
------ İlqar MÜEZZİNZADE
------ Sündüz BİGA
------ Nazmi Öner(Şiirler)
------ Nazmi ÖNER(Nesirler)
------ Coşkun KARABULUT
------ Prof.Dr.İsmail YAKIT
------ Prof.Dr.Asım YAPICI
------ Sabit İNCE
------ Muhsin DURUCAN
------ Abdulkadir GÜLER
------ Ünal Şöhret DİRLİK
------ Metanet YAZICI
------ A.Aşkım KARAGÖZ
------ Gazanfer ERYÜKSEL
------ Mehmet GÖZÜKARA
------ Necdet BULUZ
------ Yusuf Özcan
------ Afife Demirtaş
---- Mustafa Ceylan
---- Bizden
-- Video Yağmuru
---- Ozanlar-Şairler
---- Bizden Videolar
---- Rasim Köroğlu
-- Genel
---- SERBEST KÜRSÜ
---- Duyurular
---- Röportajlar
---- Günün Şiiri
---- Günün Nesiri
Edebiyat Biz Platformumuzda
-- Gülce Tv
-- Türk Argo Sözlüğü
-- Edebî Konular Forumu
Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir
Mustafa Ceylan |
Dost Sitelerimiz:
Türkçe Çeviri:
MyBB
Türkiye
Üretici:
MyBB
, © 2002-2024
MyBB Group
-Theme © 2014 iAndrew
Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder