• SiteAna Sayfa
  • Güllük Dergisi
  • Şairlerimiz
  • Arama
  • Üyeler
  • Video
  • Yardım
  • bayrak

Giriş Yap   Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre: Şifremi Hatırlat
 
Gülce Edebiyat Akımı
gulce
Your browser does not support the audio element.

Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi

Google Web'de Ara Sitede Ara
Submit Face book
  • 0 Oy - 0 Yüzde
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Konu Modu
C. Sulhiyyeler ve Şairleri Hakkında
Dışarıda Mustafa Ceylan
Site Yönetimi
*****
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesaj Sayısı: 2,007
Konu Sayısı: 1,502
 
#1
26/08/2013, 21:26
C. Sulhiyyeler ve Şairleri Hakkında
***************************


Sulhiyyeleri incelemeye geçmeden önce, sairler ve onların siirleri üzerine
olan degerlendirmelere deginmek yerinde olur. Zira, onların Sulhiyeleri hakkında çok az inceleme yapılmıstır. Tarih kaynakları ya da tarihle birlikte okunması ise hiç sözkonusu degildir. Özellikle Nâbî’nin kasidesi üzerine bir çok görüs dile getirilmis, Sâbit’in eseri için ise çok az yerde kısa olarak beyan edilmis fikre rastlamamız; Seyyid Vehbî’nin eseri hakkında da çok az bilgiye ulasmamız bizi oldukça sasırtmıstır.

Nâbî’nin Sulhiyesi, bu alanda yazılmıs en basarılı ve özgün kaside örnegidir.

İskender Pala onu, “XVII. asır son çeyregi ile XVIII. asrın baslarında Türk
edebiyatınının yegâne üstadıdır” (Pala 47) seklinde nitelendirir. Devrinde, kendisine halk tarafından yakıstırılan isimlere gelince ise, Nâbî “ ‘Ekmel-i Suarâ-yı Rûm’ [...]

‘Sultanu’s-suâra’ olarak anılmıs ve uzun müddet ‘Nâbî-i Pîr’ vasfını almıstır” (47) der.

Mine Mengi, Nâbî’nin Sulhiyyesi hakkında, Divan Siirinde Hikemî Tarzın
Büyük Temsilcisi Nâbî adlı kitabında sunları söyler:

İmparatorlugun içinde bulundugu ümitsiz durumu ve barısın getirdigi
coskunlugu, sevinci uzun uzun anlatır. İmparatorlugun kötü günlerinin
nasıl aydınlanacagı düsünülmez, bilinmezken, barısın güzel yüzlü kızı
birden ortaya çıkıp, Osmanlı toplumunun yüzünü güldürmüstür.

Barısın ne sartlarla geldigi, mparatorluga neye mâl oldugu konusunda
Nâbî siirinde yer vermez. Onun için önemli olan barısın gelmis
olmasıdır. (Mengi 5)

Sadece barısın gelmesini önemli bir konu olarak görmesine deginen Mengi,
aslında Sulhiyyenin sadece baslangıç kısmını degerlendirmis gibidir. Oysa
beyitlik eserin tamamı barısın gelmesine ayrılmıs degildir. Hatta siirde, hangi kötü sartlar içerisinden, bu duruma gelindigine dair ipuçları bulabilme imkanına da sahibiz. Barısın sevincinden, umutusuzluk bataklıgından nasıl çıkıldıgına, hangi sartlarda böyle bir antlasmanın imzalandıgına dair bir çok çıkarsamaları göstermek mümkündür.

Abdulkadir Karahan Nâbî adlı çalısmasında, sairin eserlerinde “Devrinin
kargasasını baska bakımlardan, özellikle güveninin sarsılması, halkın huzurunun bozulması, savasların açtıgı yaralar, fitne ve fesadın yayılması ve bunların sonunda sulh ve selâmetin tesisi hususunda yasadıgı dönemi degerlendiren dikkate deger mısralar da göze çarpmaktadır” diye anlatır ( Karahan 74). Tabi ki örnek olarak da Sulhiyyeyi ele alır ve “Sadrazam (Amca-zâde) Hüseyin Pasa’yı methetmek üzere kaleme alınan ‘Kasîde-i Sulhiye’ temas edebiliriz” (74) der.

Karahan’ın Nâbî hakkındaki görüslerine; kendi devrinin portresini bir bakıma
ustalıkla çizebilmesine, devrin yolsuzluklarını ve haksızlıklarını kendine has
“hikemi” tarzıyla ifade edebilmesine katılmak mümkündür. Sulhiye kasidesini
sadece Hüseyin Pasa’nın övgüsü için yazdıgını söylemesi ise, tartısmalıdır. Eger durum bu sekilde olsaydı, kaside Amcazâde’nin övgüsüyle baslardı ve ondan bahsedilirdi. Görecegimiz gibi, siir dogrudan barısı anlatmaya baslar ve daha sonra Hüseyin Pasa övgüsüne yer verilir. Gerçi, Abdulkadir Karahan, kitabının devamında kendi ifadesini düzeltir ve ilk basta kullandıgı ifadeyle çelisir nitelikte, “Kasidenin bizi ilk planda ilgilendiren tarafı, burada Nâbî’nin çagı hakkındaki görüsüdür.

Tarihçilerin ve ilgili eserlerin sehadetiyle sâbit olan kargasa, huzursuzluk, bunalım döneminin – bilvesile de olsa – siir diliyle de ifadesidir” (Karahan74) der. Sair elbette ki anlatacagı seyleri, “bilvesile” anlatır; çünkü siir onun kendini ifade ettigi aracıdır.

Abdulkadir Karahan, Nâbî’nin yasadıgı dönemin sair üzerindeki etkisi ve
genel durumu hakkında görüs beyan ederken, siir geleneginin bozulmasından sikayet eder. Yani o devirde, “Eski siir coskunlugu yerini, daha çok, taklit ve tanzir gibi, birbirinden veya daha eskilerden bir seyler alıp degistirmek, yahut yapılmıs olanlara benzeterek bir seyler yazmakla yetinen nazım severlige bırakmıs gibiydi” der.
(Karahan 53).

Siir “ahlâkının” bu dereceye geldigi bir zamanda, sairin “bir üstünlügü
de böyle bir muhitte ‘ekmel-i suâra-yi Rum’ sıfatını kazanabilmis olmasındandır”
(53).

Sairin bu dereceye gelebilmis olmasını takdir ederken, sairden daha üstün bir performans bekler gibidir ve buna da kendince bir sebep bulur:

Gerçi Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) devrinin Fuzulî, Hayalî
ve Bâkî’sini, yahut IV. Sultan Murad (1623-1640) saltanat yıllarının
Nef’î ve Seyhü’l-slâm Yahya’sını: Avcılıktan baska bir sey yapmaz
gibi yasayan IV. Mehmed (1648-1687) ile onun halefleri olan II.
Süleyman , II. Ahmed, II. Mustafa gibi silik padisahların (her üçünün
saltanatı toplam olarak ancak 16 yıl kadar tutar) birbirini izleyen kısa
süreli padisahlık döneminde aramak bosuna zahmete girmek anlamına
da gelebilir. (Karahan 53)

Karahan’a göre sairin daha güzel eserler verememesinin sebebi padisahlardır.

Eglence düskünü padisahlar, yönetim içinde ortaya çıkan kargasa ve yolsuzluklar... bütün bunlar sairi etkilemektedir. Daha sonra gelecek III. Ahmed de aynı silsileyi devam ettirir. smail Hakkı Uzunçarsılı ondan bahsederken “Sultan III. Ahmed, kardesi II. Mustafa gibi azim ve irade sahibi, celâdetli bir padisah olmayıp tenperver ve rahata düskün ve gaileden müctenibdi” der.

Karahan’ın görüsünü destekler nitelikte, Ziya Pasa’nın “Harabat
Mukkaddimesi”ni de göz önünde bulundurabiliriz. Nâbî’yi hem öven hem de onun eserlerini elestiren Ziya Pasa (1829-1880), “Ahvâl-i Su’arâ-yı Rûm” bölümünde Nâbî’nin Sulhiyye ve Azliyyesini basarılı bulur ve söyle ifade eder:

Nâbî dahi söylemis kasâ’id
Ammâ ki makûle-i zevâ’id

(Nâbi de kasideler söylemis, ama fazlalıklar çesidi gibi olmus ki.)

Uymaz ana pek kasîde nazmı
Tevhîdidir en güzîde nazmı

(Ona kaside nazmı pek uymaz, en güzel siiri ‘Tevhîd’idir.)

Sulhiyye’si Na’t’ı dil-nisîndir
Azliyye’si bir güzel zemindir

(Sulhiyye’si ve Na’t’ı hos ve latiftir; Azliyye’si ise güzel bir temadır.)

Ancak görünür ki külfet etmis
Gûyâ cebr-i tabi’at etmis

(Ancak görünen o ki zahmet/zorluk etmis, sanki tabiatını zorlamıs gibi.)

Bir öyle hüner-ver-i suhen-zâ
Yazmak gerek idi andan a’lâ

(Öyle hünerli söz icâdeden birine daha iyisini yazmak yakısırdı.)

Nâbî’ye Münîf iken mukallid
Andan eblag demis kasâ’id

(Nâbî’yi Münif taklit ettigi halde, ondan daha güzel kasideler söylemis.)

Nâbî’ye yarasır idi hakka
Ol iki kasîde-i dil-ârâ

(Nâbî’ye aslında o gönül alan iki kaside yakısırdı..)

Zirâ iki müntahab eserdir
Emsâli görülmemis güherdir

(Zira iki seçilmis eserdir, esi görülmemis cevherdir. )

Ziya Pasa, Nâbî’nin “Tevhîd”ini daha çok begenmekle birlikte,
Sulhiyye’sinin sadece hos ve latif olduguna deginir. Ayrıca bunları yazarken kendini zorladıgını, yeni manalar ve söz cevherleri icâd edebilen birinin daha güzel seyler yazmasını bekledigini söyler. Tabiatını zorladıgını öne sürmesi ve kaside yazmanın ona yakısmadıgını söylemesi ise, aslında onun kasidelerini begenmedigini imlemesi için yeterlidir. Anlasılan Ziya Pasa onun siirlerinde yeni bir tarz ve üslup aramıs ve bulamadıgını söylemistir.

Oysa tezin devamında görülecegi gibi Sulhiyye gerek yeni imajları bakımından, gerekse söz ustalıgı bakımından Nâbî’nin diger eserlerinin
arasında bile farklı bir yeri olan siiridir.


Tunca Kortantamer ise, Sulhiyyelerin degisik boyutlarına dikkat çeker.
Nâbî’nin kendi devrini çok iyi sekilde elestirebilen bir sair olarak nitelendirebilecegini öne sürer:

Viyana yenilgisinden sonra İmparatorlugu 16 yıl boyunca tüketen
ve büyük kayıplara yol açan savaslar 1699’da Karlofça andlasması ile
sona erer. Bu, aynı zamanda mparatorlugun askeri üstünlügünün son
bulusunu ilân eden bir andlasmadır. Bütün bunlara ragmen Nâbî
andlasmayı büyük bir sevinçle karsılar. [Sulhiyyedeki] beyitler
özellikle bu yıllarda payitahtta esen havayı ve psikolojik çöküntüyü
yansıtmaları açısından ilgi çekicidirler. (Kortantamer 157)

Kortantamer Karlofça’nın Osmanlı için ne gibi bir kayıp olduguna
degindikten sonra, Nâbî’nin Sulhiyyesindeki beyitlerden yola çıkarak, bu vakanın sevinçle karsılandıgını söyler. Ayrıca pâyitahtta esen havayı ve psikolojik çöküntüyü anlatması bakımından da bu kasidenin önemli oldugunu savunur. Sairin Sulhiyye’si incelendiginde, hem maddi kaybın hem de halkta ve devlet erkanında meydana gelen psikolojik ruh halinin çözümlen(ebil)mesi açısından oldukça önemli bir eser oldugu görülecektir.

Bosnalı Alaeddin Sâbit’in (öl.1712) Sulhiyyesi hakkında Ali Fuat Bilkan’ın
“ki Sulhiyye ve Osmanlı Toplumunda Barıs Özlemi” adlı makalesinden baska
yerde bahsedilmemesi ilginçtir. Sairin kendisi hakkında ise Bilkan, Nâbî Hikmet Sair Tarih adlı kitabında Nâbi’den etkilendigini ve onun izinde yürüdügünü su beyiti örnek gösterek söyler:

Kim bulur Nâbî Efendi gibi hep tâze hayal
Feyz Sâbit yine pîrân-ı kühen-sâldedür

(Kim Nâbî gibi yeni hayal bulur, ey Sâbit ilim yine yaslı kimselerdedir.)

“Sâbit, Nâbî’nin 1710 tarihinde Halep’ten stanbul’a gelisini övgü dolu su ifadelerle haber verir:

Yükledüp tâze kumas-ı Haleb-i ma’nâyı
Geldi stanbula seh-bender-i taht-ı ‘irfan

(Mana dolu Haleb’in kumasını yüklederek, irfan tahtının konsolosu stanbul’a geldi)

Mûcid-i vadi-i nev muhteri’-i tarz-ı cedid
Mû-sikâf-ı kalemi nâdire üstad-ı cihân

(Yeni vadinin mucidi ve yeni tarzın baslatıcısı; kılı kırk yaran kalemi nadir bulunan dünya üstadı.)

Farzdur rûze gibi mükrem ü mer’i tutmak,
Geldi bir kadri büyük zâtı mübarek mihmân (Bilkan 50)

(kram olunanı ve ikram olunanı tutmak oruç gibi farzdır, kıymeti büyük bir mübarek misafir geldi.)

Sâbit hakkında, Abdulkadir Karahan’ın Nâbî kitabında söyledikleri de Bilkan’ı
destekler niteliktedir. “Vaktiyle kendisi hakkında:

Kumas-ı nev-zuhûr-i ma’rifetde Sâbitâ simdi
Bulunmazsa Halep tamgası stanbul’da ragbet yok

(Marifetin yeni çıkan kumasında, Ey Sâbit! Halep damgası bulunmazsa, İstanbul’da ragbet görmez.)

diye övgülerde bulunan ve onun yolunda yürüyen Sâbit (öl. 1712), bu sefer, Baltacı Mehmet Pasa’ya sundugu bir Ramazaniyye’de de sevincini dile getirir.

Karahan, İslâm Ansiklopedisi’nde, Seyyid Vehbî’yi (1674?-1736)
degerlendirirken, “eserlerinin kemiyeti itibâriyle oldugu gibi, keyfiyeti bakımından da, eski edebiyatımızın ikinci derecedeki sâir ve münsîlerimizden biri olarak kabûl etme[nin] yerinde olaca[gını]” söyler (Karahan 545). Onun ikinci dereceden sair oldugunu ısrarla vurgularken, onun çagdasları arasında “üzerinde en çok te’siri görülen ve kendisinin de örnek kabul ettigi sahsiyet[in] Urfalı Yusuf Nâbî (1642 - 1712)” oldugunu söyler. “Vehbî (1674?-1736), kendisini, edebî mekteplerimizden
birinin sahibi olan Nâbî’nin en kudretli muakkibi saymıstır” (546).

Döneminin degisik sairlerine benzetilen ve onlardan ilham alan sair, “Seyyid
Vehbî, ne Nâbî, ne Nedîm gibi bir edebî mektep kurabilmis, ne de Türk edebiyatına dil, üslûp, ifâde ve bulus bakımından esaslı bir yenilik getirebilmistir” (547) der.

Seyyid Vehbî’nin Sulhiyyesi hakkında ise, Vehbî’nin divanının
karsılastırmalı incelemesini yapan Hamit Dikmen, görüslerini divanın önsözünde ifade eder. Dikmen, Sulhiyye hakkındaki görüslerini, Ali Canip Yöntem’den aktarır:

“H. 1130/M. 1718 tarihinde akdedilen Pasarofça Antlasmas hakkında,
Sadrazam brahim Pasa’nın emri ile kaleme alındıgı anlasılan bu
küçük manzum risalede Varadin yenilgisi, sonra Belgrad’ın
kaybedilisi anlatılmakta, ancak brahim Pasa’nın bu isi sulh ile
sonuçlandırdıgı dile getirilmektedir.
(Dikmen 10)

Ali Cânib’ten aktardıgını ve kendisinin bir görüs bildirmemesini hesaba
katarak, Vehbî’nin bu eserini Hamit Dikmen’in görmemis olmasını düsünebiliriz.

Çünkü, “Seyyid Vehbî Divanı’nın Sekil ve fade Özellikleri Yönünden Analizi” adlı makalesinde, Vehbî’nin baska bir Sulhiyyesi’nin oldugunu, “Divanındaki birinci tercî-i bend onar beyitlik yedi bendden olusan bir sulhiyyedir” (Dikmen 4) diyerek, divanın neresinde bulundugunu da söyler. Abdulkadir Karahan’ın ve Ali Canib’in bahsettigi sulhiyeler hakkında ise, sadece onların verdigi, nüshasının bulundugu yere dair olan bilgiyi vermekle yetinir.

Ziya Pasa “Harabat Mukaddimesi”nde Seyyid Vehbî’den söyle bahseder:

Vehbî-yi kadîm nüktedândır
Asrında re’is-i sâ’irandır

(Eski Vehbî ustalıklı, ince söz söylemeyi bilendir, asrında sairlerin reisidir.)

Var hayli kasîdesi mükellef
Var nice gazelleri müreddef

(Bir hayli mükemmel kasideleri vardır; birçok da redifli gazelleri vardır.)

Ammâ ki o asrın iktizâsı
Etmis anı yâve mübtelâsı

(Ama o asrın gerektirdikleri, onu saçma /manasız söz söylemeye itmis.)

Söz bulmak için mizâca evfâk
Söz bulmaga olmamıs muvaffak

(Mizaca uygun söz bulmak istemis ama basarılı olamamıstır.)

Dîvânı egerçi var müretteb
Hasv ile zihâfdan mürekkeb

(Müretteb Divânı var; ama doldurma sözlerle ve zihâflarla dolu.)

Es’ârı dökülse hep huzûra
Gelmez sekiz on gazel zuhûra (Göçgün 85)

(Siirleri ortaya konulsa, kayda deger sekiz on gazel ortaya çıkmaz.)

Vehbî’nin tertib edilmis Divânı olmasına ragmen siirinin kalitesiz ve
doldurma sözlerden dolu olduguna deginen Ziya Pasa, onun ikinci sınıf sair
oldugunu, elle tutulur sekiz on gazelinin olmamasına dayanarak söyler. Bu
çıkarsamalar, Karahan’ın ısrarla onu ikinci sınıf sairler olarak nitelendirmesini
destekler mahiyettedir.

Ali Cânib Yöntem’in Hayat Mecmuası dergisindeki “Seyyid Vehbî” adlı
makalesinde, “Seyyid Vehbî’nin Divanından baska Sulhiyye ve bilhassa Surnâme gibi bir iki eseri vardır ki, bunlardan birincisi 1130’da aktedilen Pasarofça müsalahasına aiddir. brahim Pasa’nın emri ile kalema alındıgı anlasılan bu küçük risalede Varadiyen maglubiyeti, mütakiben Belgradın ziyâı “ilave-i humum ve ekdar olmakla halk-ı a’leme iyd-i matem, sevvali muharrem etmeyin bu tame-i kübra tezelzül-ü memalik-i slamiyeye badi bir dahiyye-yi dehâ” olmakla sulh etmekten baska çare kalmadıgı ve Rikab-ı kaim-i makamı brahim Pasa’nın “bu emr-i hatıra bil istiklâl me’mur” olarak isi muvaffakiyet ile basardıgı hikaye edilmektedir. Sair mecmuasını:

İlâhî ‘ömrün efzûn eyle brâhîm Pasa’nun
Odur âsâyisine bâ’is ü bâdî bu dünyânun

(Allah’ım brahim Pasa’nın ömrünü uzun eyle, odur bu dünyanın asayisine
sebep olan.)

Derûnîdür sözüm ‘ömrümi zammet‘ ömrine anun
Budur senden niyâzı dâ’imâ Vehbî-i seydânun

(Sözüm can u gönülden gelir; benim ömrümü ona bagısla, senden dilegi
budur tutkun Vehbî’nin.)

kıt’asıyla bitirmistir”. (Cânib 307)


-------------------------
a.g.e
Alıntı  
Tweet      
     


Digg   Delicious   Reddit   Facebook   Twitter   StumbleUpon  


Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir

Mustafa Ceylan |
  •  
  • Yukarı dön  
  • Lite mode  
  •  Bize Ulaşın


Dost Sitelerimiz:

Türkçe Çeviri: MyBB Türkiye
Üretici: MyBB, © 2002-2023 MyBB Group-Theme © 2014 iAndrew

Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder