SiteAna Sayfa
Güllük Dergisi
Şairlerimiz
Arama
Üyeler
Video
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Şifremi Hatırlat
Beni Hatırla
Your browser does not support the audio element.
Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi
Web'de Ara
Sitede Ara
0 Oy - 0 Yüzde
1
2
3
4
5
Konu Modu
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI -1
Site Yönetimi
Admin
Üyelik tarihi:
Jan 2008
Mesaj Sayısı:
12,518
Konu Sayısı:
11,588
#1
14/10/2008, 17:27
-1-
Hazırlayan :
Mustafa CEYLAN
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-----GÖRÜŞLER-1-----
ÜÇGEN MASA ve ORHAN VELİ KANIK
(Günlerden bir gün, Ahmet Tufan Şentürk Ankara Hipodromunda girişte bilet satan görevli; Orhan Veli' de her hafta at yarışı oynamaya gelmekte Hipodroma. O tarihe kadar her ikisi de katı-kuralcı ve taviz vermez hececi...
O tarihte olan oluyor işte. Orhan Veli ve arkadaşları YENİ BİR EDEBİ AKIMIN İLK ADIMLARINI ATIYORLAR.
Ahmet Tufan, Orhan Veli'nin bilet almaya geldiğini görünce yapışıyor yakasına.
-'Kaç asırlık şiirimizi niye çarpıttınız? Bu nedir? Şiir böyle mi olur? '
Diyor.
Orhan Veli diyor ki;
-'Ahmet bak, bak! Siz dört bacaklı masada yemek yemeye alışkındınız. Ben sizin önünüze ÜÇGEN BİR MASA KOYDUM şaşırdınız.'
Ahmet Tufan Şentürk, iyice öfkeleniyor;
-'Masan da masa yani. Peki şu 'NASIR' meselesi ne oluyor? '
Orhan Veli diyor ki;
-'Ahmet, siz eve her zaman olduğu gibi kapıdan girip kapıdan çıkıyordunuz, ben size, eve bacadan veya açık pencereden de girileceğini gösterdim. Kızma, sinirlenme. Bu olaya sen de katılacak ve beğeneceksin, hele dene bir.' diyor.
Aradan seneler sonra, Orhan Veli çok genç yaşta hayata gözlerini yumuyor, ama, Ahmet Tufan serbest şiirin önemli imzalarından birisi oluyor.
İşte bunu niye anlattım dersiniz?
Yenilik... Bizler GÜL kokulu bir yenilik sunuyoruz, öyle değil mi dostlar? Gülce adımız zira.
GÜLCE, edebi hareketimizin adı. Adı ama, aynı zamanda da adını verdiği akımın içinde YENİ BİR NAZIM(ŞİİR) TÜRÜ de.
Hani, bizim MANİ ATMA geleneğimiz vardır. Eskişehir yöremizde, sanırım Çerkezler'de görmüştüm. Düğünde erkekler ve kadınlar gruplaşmışlar, karşılıklı MANİ atıyorlardı birbirlerine. Dikkatimi çekti, bir taraf 7 hece ile atarken manisini, karşı taraf 5 hece ile cevap veriyordu. ŞINLAMA deniyordu, bu mani atmaya o yörede.
Japonlar, HAİKU adını verdikleri şiir türünü de, HARAKİRİ yapmadan evvel-kendini öldürmeden önce, 5 yada 7 gün bir odaya kendini hapsettikten sonra, günü dolup dışarı çıktığında son sözünü söylermiş. O söylenen son söz HAİKU işte. ve kabir taşına yazılır o son söylenen söz-haiku...
GÜLCE ile;
HECE şiirimize yeni bir nefes alanı açmaya çalıştık.)(*)
TERCÜME ODASI
'Eski devirlerde yabancı memleketlerden gelen resmi yazıları veya oraya gidecekleri tercüme ile uğraşanlar İslâm olmayanlardı, o zamanın son devirlerinde bunun hata olduğu anlaşılarak yabancı dil bilir gençlerden mürekkep bir TERCÜME ODASI kurulmuştu.
Bu daire fikir hayatımızda büyük bir tesir icra etmiştir. Reşit Paşa'dan başlayarak, tanzimattan sonra tarihimizde dikkate değer yer tutmuş olanlardan birçokları bu daireden geçmişlerdir. Ahmet Vefik Paşa, Namık Kemal, Sadullah Paşa, Kâni Paşazade Rifat, Mir'at Gazetesi sahibi Refik, Münif paşa, Macit paşa, Ethem Pertev Paşa gibi, o devrin fikir ve idare hayatına karışmış olanların ekserisi ayni zamanda o dairede memur olarak bulunmuşlardır.
Tercüme Odası o zaman büyük bir ehemmiyet kazanmış ve o devrin adamlarından birinin dediği gibi '...siyasi fikir bakımından da zamanın vükelâsına muhalif efkârda bulunan ve bir nevi muhalefet fırkası addolunabilecek bir heyet' mahiyetini almıştır. 'Filân ibare Tercüme Odasının icadıdır' veya 'Filân hususta Tercüme Odası gene pek muteriz', 'Filân tabiri Tercüme Odası kabul etmiş' gibi sözler vükelâ ve zamanın diğer büyükleri arasında dönüp dolaşmıştır.
Kemal, Tasviri Efkâr'a yazı yazmaya başladığı zaman Tercüme Odasına devam ediyordu. Binaenaleyh bu dairenin yalnız konuşmalarda bahis mevzuu olan fikir ve kararları gazete sahifelerine de aksetmeye başlamış oldu.
'-....EDEBİYAT âleminde henüz bir hareket yoktu, hattâ bu devirde edebiyat HENÜZ BUGÜN KAULLANDIĞIMIZ MANAYI DAHİ ALMAMIŞTI; bu maksat, ŞİİR VE İNŞA kelimeleriyle ifade olunuyordu. Edebiyat an'anesinde MÜHİM BİR DEĞİŞİKLİK YOKTU; ŞAİRLER HAYATLARINI, FİKİR VE EDALARINI meşkettikleri ESKİLERİN TARZLARINDA geçiriyorlardı. Onlar gibi her akşam bir meclis kuruyorlar, sohbetler ediyorlar, FUZULİ, BAKİ, NEF'İ, NAİLİ gibi eski üstadların yollarında eserler vücuda getiriyorlardı. ' (Son Asır Türk Edebiyat Tarihi-Mustafa Nihat Özön-Milli Eğ. Yyın-1945-Syf:8)
Evet;
Türk Edebiyat Tarihimizde İLK YENİLEŞME HAREKETLERİ, 'Tercüme Odası' yla başladı. İlk ateş, ilk ışık o odada yakıldı. Zira, görev yapanların BATI metinlerini tercüme edişleri sırasında rastladıkları EDEBİ TÜR ve ŞEKİLLER, yüreklerinde edebiyat-şiir tutkusu bulunan insanları heyecanlandırdı. Sarıldılar kalemlere. Tercüme ettiler. Yeni söylem ve şekiller geliştirdiler. Resmi-devlet yazışmalarından tutunda, şiire, tiyatroya, öyküye, masala varıncaya kadar EDEBİYATIMIZDA YENİLİK HAREKETİ başlamış oldu.
Saygıdeğer Dostlarım;
Bugün bizler TERCÜME ODASI'ndakilerden çok daha büyük imkânlara sahibiz. İNTERNET'in hızı ve sunduğu imkânlarla dünyayı kucaklayabiliriz.
Öyle değil mi? (*)
**************************************************
NEYZEN TEVFİK ve AŞK
Derler ki;
Gün olmuş, nasıl olmuşsa olmuş, Neyzen Tevfik, İstanbul gençlerinin arasına düşmüş. Gençler bir halka teşkil eder şekilde oturmuşlar ve birbirleriyle şakalaşmaktalar.
Maksatları Neyzen'i konuşturmak ve bu ünlü şairin başından geçmiş aşk öyküsü varsa onu öğrenmek.
Halkanın en başındaki delikanlı:
-'Arkadaşlar, bugün herkes başından geçen bir aşk öyküsünü anlatacak. Hiç saklamak ve saklanmak yok.Bugün itiraf günüdür. Ona göre! Şimdi ilk olarak ben anlatıyorum, hem de ilk aşk öykümü. Sırayla anlatacağız! Tamam mı? '
Demiş.
Başlamış, başından geçen ilk aşkı anlatmaya...
Sonra, sıra ile diğer gençler de başlarından geçen aşk öykülerini anlatmaya başlamışlar. On-onbeş genç öyküsünü anlatmış.
Sıra Neyzen'e gelmiş.
Herkes pürdikkat tabii...
Neyzen, halkada bulunan gençleri şöyle bir süzdükten sonra;
-'Geçmedi! ' demiş.
Bunun üzerine, halkanın başında konuyu açan genç;
-'Herkes başından geçen aşk öyküsünü anlatacak, ona göre! '
Demiş.
Neyzen tekrarlamış:
-'Geçmedi! '
Halkadan öyküsünü anlatan bir genç;
-'Geçmedi ha? ! Hem adın Neyzen olacak, hem de bu yaşta olacaksın, başından bir aşk öyküsü geçmiyecek. Amca, bırak allasen! Hele anlat! Kimbilir, bu yaşa gelinceye kadar senin başından kaç aşk öyküsü geçmiştir. Anlat da dinleyelim! '
Neyzen;
-'Evlâdım size geçmedi dedim. Anlamadınız galiba. Geçmedi. Geçmedi işte! '
Bir başka delikanlı;
-'Nasıl geçmedi? Nasıl geçmez? '
Diye seslenmiş.
Neyzen;
-'Evlâtlarım anlattıklarınıza göre sizlerin başından gelip geçmiş. Hem de bir kaç tane birden öyle değil mi? '
Halkada ki gençin biri;
-'OOO Neyzen amca, mesela benden, dur bakiimm, galiba 5 tane geçti'
Bir başkası;
-'Benden 8 tane aşk geçti.'
Deyince Neyzen;
-'Evet, sizlerin başından gelip geçmiş. Hem de çok sayıda. Ama, benim başıma bir girdi, pir girdi, BUNCA YIL GEÇTİ DE O AŞK GEÇMEDİ, yaktı, yıktı, kül eyledi de Neyzen'ini, geçmedi işte! '
Devam etmiş;
-'Aşk, sonsuzluktur. Aşk erimek, yok oluştur. Aşk yanmaktır. Ney olup inlemektir! Ney'in inleyişi hep aşktandır gençler.'
***
Evet Saygıdeğer Dostlarım;
(...ŞİİRE OLAN AŞKIMIZ 43 YILDIR DEVAM ETMEKTE, SON NEFESE KADAR DA DEVAM EDECEK İNŞALLAH...
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI,ŞİİRİ CİDDİYE ALANLARIN-KARA SEVDA-AŞK TUTKUSU İLE ONA BAĞLI OLANLARIN AKIMIDIR...)
Şiir aşkıyla yanan, şiire sevdalı dostlarım;
Hepinize bu Pazar günü Antalya' dan Toros yeşili ve Akdeniz mavisi gönderiyorum... (*)
**************************************************
ANLAŞILIR OLMAK
".....Nesir hakkında Tanzimattan evvelki edebiyatımızda uzun ve esaslı bir fikir mücadelesine rastlamıyoruz, o edebiyatın asıl sıklet merkezini NAZIM(ŞİİR) teşkil ediyordu. Büyük şairlerimizden olsun, diğer bazı meşhur kimselerden olsun nesir yazanlar bu hususta ARAP GRAMER VE SENTAKSININ KAİDELERİNE RİAYET EDİYORLAR ve SAN'AT İTİBARİYLE DE MEŞHUR FARS YAZICILARININ USÜL ve KAİDELERİNİ örnek tutuyorlardı.
Reşit Paşa'nın Avrupa fikir âlemiyle temas etmesinden sonra fikir hayatımızda DEĞİŞİKLİK ve YENİLİK YAPMAK ZARURETİNİ DUYANLAR OLMUŞTUR. BUNLARIN DA İLK HAREKETİ DİL SAHASINDA GÖZÜKTÜ.
Gazetenin herkes tarafından anlaşılması maksat ve meramı, gitgide KİTAPların da herkes tarafından ANLAŞILMASI davasına vardı.
HERKES TARAFINDAN ANLAŞILMAK FİKRİ tabiatiyle Türkçe' nin hakim olması fikrini meydana çıkardı. Böyle olunca da İLK HÜCUM Arapça ve Farsçanın mevkiini tayin etmek yüzünden çıktı. Şinasi'nin yabancı kaide ile yapılmış ÜÇ TERKİP için açtığı MÜNAKAŞA, esas itibariyle bu terkiplerin Türkçe bir cümle içindeki durumu bakımından idi. Bu yabancı kaide ve kelimeler hakkında münakaşalarda ilk kullanılan hücum silahı CAHİLLİK isnadı oluyordu. Bu isnada Namık Kemal 'Barika-i Zafer'i yazmakla mukabele etti, Ziya paşa' da 'Endülüs Tarihi'ni yazmış bulunuyordu. Şinasi'nin ölümünden 15 yıl sonra ileri sürülen böyle bir iddiaya karşılık olarak onun ESKİ İNŞA TARZINDA yazmış olduğu bir MEKTUP delil olarak meydana çıkarıldı. Avrupa fikir hayatından BASİT DE OLSA NAKİLLER YAPANLARA kâfir ve DİNSİZ DAMGALARI kolayca vuruluyordu. Ahmet Mithat, 1876' dan sonra böyle bir iki tehlike atlatmıştır.' (M.N.Özön, a.g.e, syf:15)
******
Evet Saygıdeğer Dostlar;
Her yeni hareket ve oluşuma karşı çıkanlar, onu kötüleyenler, engel olanlar çıkacaktır. Edebiyat tarihimiz, hep KÖKLÜ VE KALICI YENİLERİ YAZMIŞTIR-DESTAN ETMİŞTİR de MOLLA KASIM misal karşı çıkanları pek yazmamıştır.
Mevcuda 'karşı çıkmak' değil yenilik anlayışımız, onu ŞANLI KÖKLERİNDEN ALIP, yeniden YENİ yapıp geleceğe, günümüzün damgasıyla taşımaktır. Yahya Kemal'in (NE HARABİYİM NE HARABATİ/ KÖKÜ MAZİDE OLAN BİR ATİYİM) veciz sözünde şekillenmiş bir edebi hareket...
Anlayışımızda BOZMAK ve DEFORME etmek yoktur. Hatta ESKİ-KÖKLERİMİZE sahip çıkıp, onları yeni şekil, yeni söylem ve bakış açılarıyla GELECEĞE TAŞIMAK VARDIR.
Elbette, köksüz ağaç olmayacağı gibi, kökleri bulunmayan bir edebi hareket de olamaz ve yaşayamaz.
HECE, SERBEST ve ARUZ bizim. Bu bizim olanların içinden, bu mazideki MUHTEŞEM KAYNAĞIMIZDAN yeniden yeniler çıkara çıkara ilerleyeceğiz.
Bu bakımdan, ANLAŞILIR OLMAK, ÖZÜ-SÖZÜ ana dilimiz TÜRKÇE olan bir hareket başlattığımız. Dünyayı ve Dünyada bulunan canlı-cansız bütün varlıkları kucaklayan ve kuşatan bir bakış...(*)
**************************************************
ŞİİRİMİZDE YENİLEŞME HAREKETLERİ İÇİNDE
YAHYA KEMAL BEYATLI ve GÜLCE' de ARUZ
Türk şiiri kendi mecrasında akışını devam ettirirken, şiirde 'kemalât' derecesine ulaşmış bazı kendi sevdalıları tarafından YENİLEŞTİRİLMEYE de çalışılmıştır. Şiir yolculuğumuzda, bizi en çok derinden etkileyenler de bu 'yenileştirmeciler' olmuştur. Bunlardan birisi de YAHYA KEMAL ' dir.
'...Cihan harbi sıralarında, edebiyatımızda hece-aruz kavgaları devam ederken, Yahya kemal'in aruz vezniyle yazılmış bazı parçaları ekseriye mısra mısra, ağızdan ağıza dolaşmaya başladı.Bunlardan bir kısmı, şiirde SADE DİL ve HECE VEZNİ gayesini güden 'Yeni Mecmua' da 'Bulunmuş Sahifeler' başlığı altında neşredildi.
En TEMİZ BİR DİLLE yazılmış olan bu manzumeler, Türkçe'mizin nazmın(şiirin) bünyesi içinde alabileceği MUSİKİ KIYMETİNE itiraz götürmez şekilde misal teşkil ettikleri gibi, şiire en ziyade yakışan tahassüsleri de ihtiva ediyorlardı. Fakat, Fikret'ten Mehmet Akif'ten farklı olarak, en güzel nazmın, hiç bir zaman NESRE EN YAKIN EDA ile yazılan nazım olmayacağına da kaniydi Yahya Kemal... Eserleriyle de bunu ispat etti...
Mümtaz bir zevkin temin ettiği muvazene ile NAZMIN(ŞİİRİN) İÇ ve DIŞ KIYMETLERİNİ aynı kuvvetle ihtiva eden bu manzumeler, YENİ ŞİİR davasını halletmişti. Yalnız, başlarında Ziya Gökalp bulunan HECE taraftarları, Yahya Kemal'in bu güzel eserlerini hece vezniyle yazmayışına müteessirdiler.
Yahya Kemal, nazım(şiir) için VEZNİN ESAS DEĞİL, BİR VASITA olduğuna kani olarak, yazmakta devam etti. Muhtelif şarkıları ve 'Nazar, Deniz, Ses, Açıkdeniz' isimli manzumeleriyle YENİ ŞİİRİN EN GÜZEL ÖRNEKLERİNİ MEYDANA KOYARAK edebiyatımızın son çeyrek asırlık devresine hakim oldu. Bu zamanda, hece vezniyle yazanlar üzerinde bile Yahya Kemal'in sanat telâkkisi müessir olmuştur. Onun muvaffakıyetinde, gerek ŞARK, gerek GARBe ait KUVVETLİ BİR EDEBİ KÜLTÜRle mümtaz bir zevke sahip olmasının büyük tesiri vardır. Şairin sanat hayatında 1937'den sonraki yıllar YENİ BİR HAMLEye zemin tekil eder; bir müddet eser neşretmedikten sonra, 'Rintlerin Ölümü, Düşünce, Deniz Türküsü, Vuslat, Itri, vs. gibi çok kuvvetli manzumelerini vermesi bu son yıllar içindedir.
Yahya Kemal'in sanatında dikkate değer bir cephe de ESKİ ZEVKLE GAZELLER ve ŞARKILAR yazmış olmasıdır. Bazılarınca Divan şiirinin devamı ve taklidi gibi telakki olunan bu eserler HAKİKATTE BUNDAN FARKLI BİR SANAT ZİHNİYETİNİN MAHSULLERİDİR.
O bunlarla bir (neoklasizm) yapmayı düşünmüştü. Bu gazeller şu veya bu Divan şairinin yolunda yürümekten ziyade, bütün ESKİ ŞİİRİN KIYMET OLARAK KALAN TARAFINI ve ZEVKİNİ MEYDANA KOYAN ve bu itibarla(*) ...-ESKİYİ İNKAR ETMEDEN, ONA KARŞI ÇIKMADAN- YENİDEN YENİ ÇIKARABİLECEĞİNİ ORTAYA KOYAN ESERLERDİ.(**)
(*) M.N.ÖZÖN, a.g.e(syf: 96)
(**)Antoloji.com'da ki GÜLCE Grubu Mesajlarından
GÜLCE, Türk şiir tarihindeki yenileşme hareketlerinin hepsini tarafsız bir şekilde sinesine sarmış, onlardan kendisine dersler çıkarmış edebi bir harekettir.
Yahya Kemal Beyatlı'nın, arı-duru ana dilimizi mükemmel bir şekilde ARUZ vezninde kullanmış olması, Gülce'mize ARUZ konusunda ışık olmuş, yol olmuş; Aruz sahasında da YENİ NAZIM TÜRLERİ'ni vesile kılmıştır.
Yahya Kemal'in yanı sıra Mehmet AKİF ERSOY, Neyzen TEVFİK, İbrahim Alaattin GÖVSA, Mehmet ÇINARLI gibi aruz ustalarının gayret ve çabaları da; bugüne kadar özellikle genç şairlerimiz için ZOR ve ANLAŞILMASI-UYGULANMASI GÜÇ OLAN ARUZ'u -GÜLCE ARUZ ile korkulu rüya olmaktan çıkarmıştır.
Pek yakında GÜLCE ARUZ açıklamalarımız ile, gençlerimiz Aruz ileşiir yazmanın ne kadar kolay olduğunu görecekler ve aruz vezinli şiirler yazacaklardır.
**************************************************
HAN DUVARLARI ve ÖTESİ
(HAN DUVARLARI şiiri, muhteva bakımından başlıca ÜÇ VARLIĞA AİT UNSURLARIN BİRLEŞMESİYLE meydana gelmiştir. Anadolu coğrafyası, Anadolu insanı (hanlarda rastlanan yolcular, bilhassa KOŞMANIN PARÇALARI ile muzdarip bir hayalet gibi her menzilde şairin karşısına çıkan meçhul halk şairi Maraşlı Şeyhoğlu) ve şairin kendisi.
Bunlardan birincisi, şiirde en geniş yeri tutuyor. Şair, at arabası ile yaptığı üç günlük seyahati boyunca görmüş olduğu manzaraları en küçük teferruatına kadar BİR TABLO GİBİ gözler önüne seriyor.
Bu cephesiyle şiir, REALİST BİR TASVİR ŞİİRİ karakteri taşır. Yalnız burada DIŞ ALEM tamamiyle objektif bir gözle görülmemiştir. ŞAİR, şiir boyunca kendi varlığını hissettiriyor. Gördüğü şeylerin kendi üzerinde bırakmış olduğu tesirleri, uyandırdığı his ve hayalleri de anlatmaktan geri kalmıyor. Objektif unsurlarla subjektif unsurların, dış alemle insanın birbiriyle karşılaşması, şiire LİRİK BİR HAVA veriyor.
Maraşlı Şeyhoğlu'nun gözle görünmeyen, fakat bu coğrafyanın adeta her tarafına sinmiş olan manevi varlığı, şiirin EN MÜHİM UNSURLARINDAN birini teşkil eder. 'Han Duvarları'nın içine DAĞITILMIŞ olmakla beraber Maraşlı Şeyhoğlu'na izafe edilen KOŞMAnın muhtelif PARÇALARINI BİR ARAYA GETİRİRSEK MÜSTAKİL BİR ŞİİR TEŞKİL ETTİĞİNİ görürüz. Fakat böyle bir ameliye neticesinde şiirin asıl gövdesinde BÜYÜK BİR BOŞLUK kalır. Bu da gösterir ki, Maraşlı Şeyhoğlu'nun KOŞMASIYLA ASIL ŞİİR ARASINDA SIKI BİR MÜNASEBET VARDIR. Ve ASIL OLAN MARAŞLI ŞEYHOĞLU'NUN KOŞMASIDIR. BÜTÜN ŞİİR ADETA ONU KUCAKLAMA, ONA BİR ÇERÇEVE TEŞKİL ETMEK İÇİN YAZILMIŞ GİBİDİR. HAN DUVARLARI'NDA BİR ÇOK MISRALAR MARAŞLI ŞEYHOĞLU'NUN KOŞMASI İÇİN HAZIRLIK YAPMAK VE ONU DEĞERLENDİRMEK MAKSADIYLE YAZILMIŞTIR.'
(Prof.Dr. Mehmet KAPLAN-Şiir Tahlilleri-2, Syf:18, Dergâh Yayınları, 1973)
Evet;
HAN DUVARLARI şiiri, Türk Şiir tarihinin önemli kilometre taşlarından, TÜRK ŞİİRİNDE YEİLEŞME HAREKETLERİ TARİHİ'nde önemli yer tutan şiirlerden birisidir. Üstad Mehmet KAPLAN'ın da ifade ettikleri gibi,
'.............................................
..............................................
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl bir kaç satırla yandı,
Bu dört mısra değildi, sanki dört damla kandı,
Ben garip çizgilerle uğraşırken başbaşa,
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa:
...........'On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
...........Baba ocağından, yâr kucağından
...........Bir Çiçek dermeden sevgi bağından
...........Huduttan huduta atılmışım ben.'
Altında da bir tarih:Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka bir ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına! ...
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk,
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor.
.........................................................
........................................................
.......................................................
.......................................................
Bizden evvel buraya inen üç, dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çatırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime, ateş gibi, şu satırlar giriyor:
.........'Gönlümü çekse de yarin hayâli
..........Aşmaya kudretim Yetmez cibâli
..........Yolcuyum bir kuru yaprak misali
..........Rüzgârın önüne katılmışım ben.'
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Baş ucumda gördüğüm şu satırlara yandım!
Destan Şairimiz
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu İle sağlığında yapılan bir Söyleşi' den pasajlar:
Soru: Şiirde “ölçü” sizce ne demektir; hangi ölçüyü tasvib ediyorsunuz?
Cevap: Şiiri olan milletlerin, aynı zamanda şiir gelenekleri, şiir kuralları da var demektir. Şiir, bu kendine mahsus gelenekler ve kurallar içinde gelişir, güzelleşir, büyür… “Ölçü” de, şiirin kuralları cümlesin-dendir. “Ölçü” derken “aruzu” ve “hece” yi kastediyorsunuz sanırım, ikisi de bizimdir ve biri birinden çıkmış kadar yakınlıkları, benzerlikleri vardır. Başka milletlerin de aruzu kullanmaları, bu ölçünün bizim “milli şiir ölçümüz” olmadığına delil teşkil etmez.
Ölçüsüz (serbest) şiirin de kuralları gelenekleri vardır; başıboş değildir.
Soru: Dil konusunda düşünceleriniz, şiirde dil?
Cevap; Dil deyince, konuşulan dili anlıyorum. Dilin gelişip zenginleşmesinde, güzelleşmesinde yazarların, şairlerin büyük görevleri olduğuna inanırım. Aynı zamanda Türkiye’de yayımlanan eserlerin, bütün Türk dünyasında kolayca okunup anlaşılır bir nitelikte olmasına taraftarım.
Şiirde dil, ana unsurdur. Kelimeler seçilir; ölçülür, biçilir… Şiir dili, mensub olduğu dilin kaymak tabakasıdır. diyebilirim.
Soru: Genel olarak, san’atta gaye ne olmalıdır? San’atta hedef söz konusu mudur?
Cevap: San’atta hedef, söz konusudur. Hedefi olmayan san’at, aynı zamanda anlamı olmayan bir meşgaleden ibarettir.
Edebiyat, musiki, mimarî, resim, heykel, tiyatro, sinema, şiir… geçmişin derinliklerinden günümüze ve geleceğe doğru filizlenen san’at dallarıdır. Her dalın gayesi, beslendiği toprağın, içtiği suyun, soluduğu havanın, tadını, rengini, özsuyunu ihtiva eden en olgun ve en güzel meyveyi verebilmek ve bu meyvelerle milletinin ruhunu besleyebilmektir.
Soru: Kendine has bir “Millî Türk San’atının” kaynakları neler olabilir, neler olmalıdır?
Cevap: Türk San’atının kaynaklan, pek tabii ki, üç bin yıllık Türk harsı (kültürü) dır-Kökü bu kaynağa varamayan san’at cılız kalmaya, hattâ kurumaya mahkûmdur. Nitekim, günümüzdeki, san’at anarşisi, köksüzlükten, yani Türk harsının derin kaynaklarına inmemekten ve onu inkâr etmekten ileri gelmektedir.
Bugün şiirle uğraşan yüzlerce şairden pek azı, divan şairimiz hakkında bilgi sahibidir. Divan şiirimizi, halk şiirimizi bilmeyen; kimselerin, bir san’at anlayışı olabileceğine de inanamıyorum.
Soru: İktisadî gelişmeler, ananevi cemiyet yapısında bazı değişiklikler yapmaktadır. Bu değişmenin san'ata yüklediği görevler var mıdır? San’atla cemiyet töreleri arasında bir münasebet bir dayanışma düşünülebilir mi?
Cevap: İktisadî gelişmeler, cemiyet yapısında değişiklikler elbette yapar. Hatta, cemiyetin başını döndürüp tepe taklak edebilir. İşte marifet, bu baş dönmesini önlemek ve iktisadî gelişmenin yaptığı sarsıntıya kaptırmadan milleti, hedefine doğru yürütmektir. Bu iş, san’atkârın görevidir, iktisadî hayat, günün şartlarına göre kendine mahsus ölçülerle değişebilen, değişmesinde de sakınca olmayan bir olaydır. Ancak, san’at böyle değildir. San’at, bir harsa (kültüre) bağlı olduğu için değişmez; gelişir. Bu bakımdan, iktisadî gelişmenin ölçüleri ile san’attaki gelişmenin ölçüleri ayrı şeylerdir.
İktisat, nasıl ki cemiyetin 'maddesi' ise, san’at 'manâsı'dır. Bu bakımdan, manânın bozulmaması san’atkârın sorumluluğuna bırakılmıştır. Manâ, yukarıda söylediğimiz gibi, üç bin yıllık bir geçmişten günümüze getirdiğimiz ve geleceğe götüreceğimiz harsî (kültürel) değerlerimiz olduğuna göre, san’atkârın görevi, iktisadî gelişmenin baş dönmesini millî değer ölçüleri dahilinde gidermektir. Şayet san’atkâr da kendini iktisadî gelişmenin hazzına kaptırmışsa cemiyet dediğimiz gemi batar.
Soru: Memleketimiz göz önüne alındığı takdirde, iktisadî ve sosyal gelişmelerin Türk san’atına etkisi ne olmuştur? Batıya dönük bir sosyal yapıyı öngören beyinlerin, san’atımız ve sanatkârlarımız üzerinde ne dereceye kadar tesirleri olmuştur? “Batıya dönük Türk san’atı ne demektir?
Cevap: Memleketimizdeki iktisadî ve sosyal gelişmelerin plânsız, programsız, anormal oluşu, san’atkârı şaşırtmış; san’atı öldürmüştür. Daha doğrusu, memleketimizde sosyal ve iktisadî “gelişme” değil, “değişme olmuştur.
İktisat, sosyal hayat, san’at hayatımız bir anarşi içindedir. Anarşi bitmedikçe, bu soruya sıhhatli bir cevap vermek mümkün değildir.
Batıya dönük sosyal yapıyı benimsemek, batmaktır. Batının bin yıllık hedefi, Türk milletini, kendilerine benzeterek yeryüzünden silmektir. Türk kafası taşıyanlarda böyle “beyin bulunamayacağı için, bunlar olsa olsa beyinsizlerdir. Batıya dönük “Türk San’atı” diye bir şey olmaz. Bu Batı taklitçiliği olur. Nitekim olmuştur. San’at diye pazara getirilen kırk yıllık san’at Batı mukallitliğinden başka bir şey değildirler.
Soru: Halka dönük san’at ne demektir? Bu deyimden anlaşılması lâzım gelen şey nedir? Genellikle nasıl yorumlanmaktadır? Bu yorumun Türk San’atını olumlu bir şekilde etkilemesi mümkün müdür?
Cevap: Halka dönük san’at, halkta bulunan işlenmemiş cevheri alıp işlemek ve halka vermektir. “Halka dönük” deyimini uyduranlar, bunu bizim anladığımız manâda anlamazlar. Onlar, halkta bulunan işlenmiş, işlenmemiş bütün cevherleri ufalayıp toz etmekte, kısa zamanda onu da kendilerine benzetmeye çalışmaktadırlar.
Bu “dönekler” taifesinin Türk san’atını olumlu veya olumsuz hiç bir şekilde etkilemeleri mümkün değildir. Kendileri çalar, kendileri dinlerler… Ancak, bu gürültüyü kesmenin tek çâresi vardır. O da Türkçü san’atkârların yetişmesi ve canlarını dişlerine takıp çalışmalarıdır.
Soru: Bugün “Türk San’atı millîdir.” diyebilir miyiz?
Cevap: Ortada Türk san’atı varsa, elbette millîdir. Fakat Türkiye’de yaşıyor, Türkçe konuşuyor diye her san’ata “millîdir diyemeyiz.
Soru: Türk san’atı millî kaynaklarından kopmuş mudur? Niçin? Nasıl?
Cevap: Kopmuştur. Şöylece açıklayabiliriz; Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte Atatürk, Türk dilinin araştırılması, geliştirilmesi için “Türk Dilini Tetkik Cemiyeti” (Türk Dil Kurumu) ni kurdu. Sebebi: yapılan inkılâbın meydana getirdiği kopuklukları telâfi etmek ve millî kültür kaynaklarımızın yolunu açmaktı. Sonra “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” (Türk Tarihi Kurumu) nu kurdu Sebebi: Türk tarihinin, dolayısı ile Türk kültürünün en derin kaynaklarına inmenin yollarını aramaktı. Atatürk’ün vefatından sonra, adı geçen cemiyetler, önce adlarını sonra istikametlerini değiştirdiler. Böylece Atatürk’ün, millî kaynaklarımızla kurmak istediği bağı koparmış oldular. Bu bağı yeniden kurmak için, millî kaynaklarımızı teşkil eden ve her biri bir hazine değerinde olan eski san’at ve harsımıza ait eserlerin gün ışığına mutlaka çıkarılması gerekmektedir. Çünkü; San’atımızın tılsımı, büyüsü, ihtişamı… bütünüyle ortaya çıkmadan onu geliştirmek ve büyütmek mümkün olamaz.
Soru: Türk san’atının ve san’atkârının millî olabilmesi için gereken şartlar nelerdir? Siz Türk San’at hareketlerine yön verecek bir kişi olsanız, neler yaparsınız?
Cevap: Millî olmanın ilk şartı inanmak, sevmek ve saymaktır. Sonra araştırmak ve yorucu, sabırlı çalışmayı göze almaktır. San’atın millî olabilmesi, millete benzemesi, onu yansıtması demektir. San’atkâr da öyle; şartlarını yukarıda saydık.
San’at araştırma işi olduğu kadar, aynı zamanda bir eğitim işidir de. Bu bakımdan, ciddi san’atkârlara bir takım imkânlar hazırlanması, verilmesi lâzımdır.
Soru: San’atkârın, milletinin tarihi ve gününün insanı ve olayları ile münasebetinde bir denge düşünülebilir mi?
Cevap: Tarih, milletlerin hafızası olduğuna göre, aklın ve mantığın işlemesinde de büyük rolü vardır. Dünü hatırlayamayan bir insan, bugünün manâsını anlayamaz. Yeni doğmuş bir çocuk nasılsa, öyledir. Hâfızasızlık devam ettikçe, çocuklukda devam eder. Milletler de insanlar gibidir.
Geçmişlerini hatırlamaları, hattâ bu hatıralarını daima canlı tutmaları gereklidir. Geçmişteki acı olayların tekrar olmamasını sağlamak; tatlı olaylar yaratmak, tarih! ve tarihteki yerimizi, tarihi yapan atalarımızı hatırlamakla mümkün olabilir.
Bu konuda san’at en uygun, en etkili bir vasıtadır. San’atın konusu eski olmakla san’at eski sayılmaz. Geçmişle gelecek arasında köprü kuramayan san’atkâr, görevini kavrayamamış demektir. Aynı zamanda san’atın manâsını da anlayamamıştır.
Millet, sanatkârlarının verdikleri eserler ölçüsünde vardır. San’at eserlerinin aksettirebildiği manâ ile şahsiyet kazanabilir. Öyleyse, geçmişle günümüz, hatta geleceğimiz arasında denge kurmak ve “dün”, “bugün”, “yarın”diyebileceğimiz dayanaklar üzerine kurulan bir köprüden asıl hedefe yürümek mümkün olabilecektir. Bu hedef, Türk düşüncesinin, Türk san’atının dünya ölçüsünde insanlığı kucaklamasıdır. Bu görevi Türk milletine Tanrı’nın verdiğini unutmamalıyız.
Soru: “San’atkârın dünyası” denilen “dünya” nedir, ne olmalıdır?
Cevap: San’atkârın dünyası, san’atını icra ederken, içinde bulunduğu ruh halidir diyebilirim. Bu icra sırasında san’atkâr, yaşadığı çevreden uzaklaşır ve yeni bir çevreye intikal eder, Yani kendinden geçer. Tasavvuf deyimiyle, bir vecd ve istiğrak haline bürünür. Bu deyimden anladığım budur ve doğrudur. Gerçek sanat eseri, ancak böyle bir ruh haline geçilmeden verilemez.
Soru; Siz Türk şiirinde yepyeni bir çalışmanın temsilcisisiniz diyebiliriz. Yani Destan’dan bahsetmek istiyorum, destan nedir? Türk sanatında yeri nedir, ne olmalıdır?
Cevap: Destan, milletin, en yüksek duygu, düşünce ve isteklerini ifade eden ve değişmez özelliği, kahramanlık olan eserlerdir. Bu konuda, bir ingiliz şairi şöyle diyor: “Bir kahramanlık şiiri, şüphesiz ki, insan ruhunun başarabileceği en büyük eserdir. (Türk Ans. Cilt 13)
Türk destan kaynakları, pek çok zengin olmakla beraber, hemen hemen (Manaş Destanı hariç) hepsi ham madde halinde bulunmaktadır. Henüz tam bir destan niteliği kazandırılmadığı için destanımız, san’at ölçüsünde’ifadesini bulamamıştır. Bu, edebiyatımız sakatımız, şiirimiz top yekûn harsımız bakımından büyük bir noksanlıktır. “Türk Destanı” nı işlemek günümüzün san’atkârı için bir vecibe olduğu kadar, milletimiz için de büyük bir ihtiyaçtır.
Soru: Türk şiirinin geleceği konusunda düşünceleriniz, genç şairlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Cevap; Türk şiirinin büyün bir geçmiş? vardır. Bugün şiir, pek az ve zayıf, fakat kökü sağlam olduğu için, deminden beri söylediklerimiz ölçü olarak alınırsa Türk şiiri yeni bir merhaleye girecek ve özlenen büyük şiir doğacaktır, sanırım.
Büyük şiir, daha doğrusu büyük san’at, durup dururken, doğmaz. Büyük heyecan ister. Büyük heyecanlar yaratılınca büyük san’atkâr da kendiliğinden gelir. Geçmişte san’atın her dalında verdiğimiz büyük eserlerin, son bin yıllık tarihimizdeki oluşlarını hatırlarsak, bu iddiamızın doğruluğu meydana çıkmış olur. Şunu da belirteyim ki, geçmişimiz bize en büyük heyecan kaynağı olarak şimdilik yeter. Onu, günümüze aktarıp dünü bugünle yoğurabilecek san’atkâr ister. Genç şairlerimizin bu nokta üzerinden hareket etmelerini tavsiye ederim
**************************************************
ÇEVİRİ'YE DAİR
(....Nazmımızda(şiirimizde) YENİLİK tezahürlerinden biri de TERCÜMELERdir. Tercüme GARP MANZUMELERİNE BENZETİLEREK vücuda getirilen eserler o zamana kadar edebiyatımızda tanınmamış bazı noktaları ÖĞRETTİ.
İlk tercümeleri Türkçe benzerleri takip etti. Eski eserlerde görülen ve çok itina edilen esaslar yavaş yavaş yerlerini garpten gelen KAİDE ve USULLERE bıraktı.
İlk eserlerde ŞEKİL TAMAMİYLE ESKİ İDİ. Fakat, bu eski şeklin anlattığı manâ ve mefhum YENİLEŞMEĞE başlamıştı. Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal'in yazdıkları KASİDE ve GAZELlerden bir çoğunun şekil cihetiyle bir yeniliği olmamakla beraber bunlar manâ noktasından o eski yazı ÇERÇEVESİNİ AŞMIŞLARDI.
ŞEKİL CİHETİNDEN YENİLİK YAPMAK Hamid'e nasip oldu. Büyük bir kuvvetle ESKİ ŞEKLİN yıkılabileceğini o gösterdi. Mamafih Hamid'in nazmı da tamamıyle eskilikten kurtulmuş Avrupai bir mahiyet almış değildir. Bunun böyle oluşu, bilhassa nazmın(şiirin) LİSAN ve EDASINDA mühim bir değişiklik vukubulmamış olmasından dolayıdır.
............................' (M.N. ÖZÖN, a.g.e, syf:18)
Bu alıntıyı naklettikten sonra;
GÜLCE'mizin dünya ile kucaklaşması ve diğer ülkeler edebiyat ve edebiyatçıları ile haberleşmesinde en önemli görevi, başta İNGİLİZCE olmak üzere o ülkelerin dillerini bilen ŞAİRLERİMİZİN yapacağı umuduyla saygılar sunuyorum.
Mustafa CEYLAN
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRLERİ
1-BULUŞMA
2-ÇAPRAZLAMA
3-TOKMAK
4-DÖNENCE
5-YİĞİTCE
6-GÜLCE
7-ÜÇGEN
8-AKROSTİK
9-TEKİL
10-SONE’M
11-TRİYOLEMSİ
12-SERBEST ZİNCİR
13-GÜLİSTAN
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
********************
1-NAZIM TÜRÜ :BULUŞMA
***********************
1-HECE-SERBEST Tartışma ve kavgalarına son veren bir nazım türüdür.
2-Hece vezni ile serbesti, bir şiir bünyesinde buluşturmaktadır.
3-Oluşumu şöyledir :
--------------
--------------
--------------
-------------- ( Dörtlük: hece vezniyle yazılmış)
...................................
................................................
..............................
............
......................(Serbest mısralar-mısra sayısı şairin isteğine bağlıdır.)
Yani;
-(Hece vezniyle yazılmış dörtlük)
-(Serbest mısralar)
VEYA BUNUN TERSİ DE OLABİLİR
-(Serbest mısralar)
-(Hece veniyle yazılmış dörtlük)
4-Hece vezniyle yazılmış dörtlük' ün kafiye yapısı, hece sayısı, kalıbı tamamen şairin isteğine bağlıdır. Şair dilerse Hece ile yazılacak bölümü dörtlük değil, beşlik, altılık mısralardan veya değişik hece türleri ile de oluşturabilir. Yeter ki, hece-serbest buluşmasını gerçekleştirsin. Adı gibi BULUŞMA olsun.
5-Şiirin uzunluk,kısalık durumları tamamen şairin isteğine bağlıdır.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
2-NAZIM TÜRÜ :ÇAPRAZLAMA
************************
1-Hece şiirimizde kafiyenin yönlendirici, çoğu kere kısıtlayıcı etkisinin azaltılmasını amaçlayan bir nazım türüdür. Kafiyelerin bir dörtlük içinde ÇAPRAZLAMA olarak yerleştirilmesi ile meydana gelen bir nazım türüdür.
2-Kafiye dizilişi şöyledir.
a-- (mısranın başında)
---b (mısranın sonunda)
---a (mısranın sonunda)
b-- (mısranın başında)
x
---c (mısranın sonunda)
d-- (mısranın başında)
c--- (mısranın başında)
---d (mısranın sonunda)
Diğer kıtalar bunların(bu iki kıtanın) tekrarı şeklindedir.
3-Şiir tarihimizde çok önceleri kafiye mısra başında idi, sonra mısra ortasına alındı; İslâmiyet'i kabulümüzden sonra mısra sonlarına alınmıştır. Şairin, kafiye kıskacında sığ - verimsiz duruma düşmemesi için çaprazlama olarak kafiyeler yerleştirilmiştir. Yukarıdaki kafiye dizilişinin dışında kafiyeler değişik şekilde de çapraz olarak yerleştirilebilirler, bu, tamamen şairin isteğine kalmıştır.
4-Genellikle 7+7=14 Heceli-kalıplı şiirlerde kullanılırsa da, 6+5=11 dahil diğer ölçü-kalıplarda da kullanılarak veya beşlik, altılık mısralardan oluşan şiirlerde de gene "çaprazına yerleştirilmiş" kafiyelerle değişik ÇAPRAZLAMA örnekleri verilebilir, şiirler yazılabilir. Önemli olan kafiye kıskacından şairin ve şiirin kurtarılarak, yeni nefes alanı ve şekli ortaya konulmasıdır.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
3-NAZIM TÜRÜ : TOKMAK
***********************
1-Şairin kendisi veya yakınlarını-dostlarını hicvedeceği bir nazım çeşididir.
2-Hece vezninin çok değişik ölçü-kalıpları bir şiirin bünyesinde toplanmıştır. Batı edebiyatının "sone" si ile bizim Halk edebiyatımızın "koşma" sının bir araya getirilmesi gibidir.
İstenirse her kuplenin son mısraı tamamen bağımsız olabilir.
3-Hece-ölçü ve kalıpları büyükten küçüğe vaya küçükten büyüğe doğru da dizilebilr ve çok değişik şekillerde TOKMAK türü şiirler yazılabilir.
4-Dörtlüklerdeki kafiye yapısı şairin isteğine bağlıdır.
5-Örnek bir TOKMAK NAZIM TÜRÜ'NÜN ŞEMASI ŞÖYLEDİR.(Şair dilerse bunun tersini, değişik ölçü ve kafiyelerle de yapabilir. Önemli olan, hece-ölçü- kalıplarının artan ve azalan dizilişlerinin, sıralanışının bozulmaması; daha önemlisi, geleneksel şiirimizde tek bir ölçü-kalıpla başlayıp şiir bitimine kadar devam eden sistem, burada, çeşitli ölçü ve kalıplar bir araya getirilerek oluşturulmuş olmasıdır.)
--------------------------(4+4+5=13 Hece)-----a
--------------------------(4+4+5=13 Hece)-----b
--------------------------(4+4+5=13 Hece)-----a
--------------------------(4+4+5=13 Hece)-----b
--------------------------(4+4+5=13 Hece)-----b
--------------------------(4+4+5=13 Hece)-----b
....................................................(4+4+5=13 Hece)-----b
*
---------------------(6+6=12 Hece)-------c
---------------------(6+6=12 Hece)-------d
---------------------(6+6=12 Hece)-------c
---------------------(6+6=12 Hece)-------d
---------------------(6+6=12 Hece)-------e
---------------------(6+6=12 Hece)-------e
................................................(6+6=12 Hece)------e
*
-----------------(6+5=11 Hece)--------f
-----------------(6+5=11 Hece)--------g
-----------------(6+5=11 Hece)--------f
-----------------(6+5=11 hece)--------g
-----------------(6+5=11 Hece)--------h
-----------------(6+5=11 Hece)--------h
............................................(8+5=11 Hece)-----h
*
-------------(5+5=10 Hece)-----ı
-------------(5+5=10 Hece)-----k
-------------(5+5=10 Hece)-----ı
-------------(5+5=10 Hece)-----k
-------------(5+5=10 Hece)-----m
-------------(5+5=10 Hece)-----m
.......................................(5+5=10 Hece).......m
*
---------(4+5=9 Hece)----------n
---------(4+5=9 Hece)----------o
---------(4+5=9 Hece)----------n
---------(4+5=9 Hece)----------o
---------(4+5=9 Hece)----------p
---------(4+5=9 Hece)----------p
...............................(4+5=9 Hece)........p
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
4-NAZIM TÜRÜ: DÖNENCE
*********************
1-Cinaslı kafiyelerin çaprazlama ve dönerli olarak yerleştirilmesinden meydana gelen bir hece nazım türüdür.
2-"Çaprazlama" nazım türümüzün cinaslı kafiyelerle değişik bir versiyonudur.
CİNASLI KAFİYELER'in mısralardaki konumları şöyledir :
a-------------------b(*)
--------------------a
--------------------c
c-------------------b(*)
*
d------------------e(**)
-------------------d
--------------------f
f-------------------e(**)
3-b(*) ve e(**)kafiyeleri istenirse cinaslı olmayabilir. Bunlar mısranın sonundaki kafiyelerdir.
Diğerleri (a,c,d,f) cinaslı kafiyelerdir ve çaprazlama olarak yerleştirilmişlerdir.
4-Genellikle 7+7=14 hece ölçü-kalıbıyla yazılır, ancak, şiar isterse hecenin çeşitli kalıp-ölçülerinde de değişik eserler meydana getirebilir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
5-NAZIM TÜRÜ : YİĞİTCE
*********************
1-Adından anlaşılacağı gibi yiğitlik-kahramanlık içeren konuları ele alan bir nazım türüdür. Halk şiirimizdeki VARSAĞI'nın yeni versiyonudur.
2-Kafiye yapısı önemlidir.
3-4+4=8 Hece vezni ile yazılır.
Kafiyeler mısranın baş tarafına alınmış olup, şematik olarak şöyledir :
a--------------
b--------------
(Serbest)------
b--------------
c------------d
c------------d
c-------------
b-------------
e------------f
e------------f
e-------------
b-------------
g------------h
g------------h
g-------------
b-------------
ı-------------i
ı-------------i
ı--------------
b-------------
j-------------k
j-------------k
j--------------
b-------------
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
6-NAZIM TÜRÜ : GÜLCE
*******************
1-GÜLCE adını, aynı zamanda edebi akımımıza da vermiş olan bir nazım türüdür.
2-Jpon edebiyatının HAİKU adını verdiği nazım türünün bizim edebiyatımızda yeni bir ruhla ele alınışıdır.
3-Hece vezni ile yazılır. Kafiye yapılıp yapılmaması şairin dileğine bırakılmıştır. Önemli olan mısralardaki hece sayısıdır.
4-Birinci mısra=5 HECE ve İkinci mısra=7 HECE olmak kaydıyla, dörtlük tarzında, beşlik, altılık veya başka sayılarda GÜLCE yazılabilir. Önemli olan BİR MISRANIN 5 HECE, ONDAN SONRA GELEN MISRANIN YEDİ HECE OLMASIDIR.
5-GÜLCE'nin şematik yapısı şöyledir :
..........................5 Hece
.................................7 Hece
...........................5 Hece
.................................7 Hece
............................5 Hece
..................................7 Hece
Böylece isteğe bağlı olarak devam edebilir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
7-NAZIM TÜRÜ:ÜÇGEN
********************
1-Şekil itibariyle ÜÇGEN'e benzediğinden bu ismi almıştır. Azdan çoğa, çoktan aza doğru hecelerden oluşan mısra yapısı vardır. Hece veznimizde yeni bir nazım çeşididir.
2-Mısralardaki hece sayısı çok önemlidir. Mısra kaç hecelikse, hece sayısını ihtiva eden satırda yerini almaktadır.
-1
--2
---3
----4
-----5
------6
-------7
veya bunun tersi olan;
-------7
------6
-----5
----4
---3
--2
-1
Hecelerden oluşan başlı başına bir kalıptır.
3-Şair dilerse, çok değişik şekiller ve dizilişlerde de ÜÇGEN türü şiir yazabilir. Önemli olan, hece sayısının artış ve eksilişindeki sıra sayısıdır. İstenilen hece sayısı ile başlanılıp, istenilen hece sayısına kadar üçgen uzatılabilir-kısaltılabilir, iki ya da üç, dört üçgen taban tabana, ters veya değişik şekillerde de bir araya getirilebilir.
4-Kafiye oluşumunda şair tamamen özgürdür. Dilediği şekilde kafiye dokusunu oluşturabilir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
8-NAZIM TÜRÜ : AKROSTİK
**********************
1-Akrostiş şiir tekniğinin yeni bir anlayışla ileriye götürülmesini amaçlar.Akrostişte mısra başlarında verilen İP UCU, AKROSTİK de mısra kelimeleri arasında DÜZGÜN BİR DİZİLİŞLE gizlenmiştir
2-AKROSTİK' de HARF dizini 1-2-3-4... diye gitmektedir.
3-İster hece, ister aruz vezniyle veya serbest yazılsın fark etmiyor. Önemli olan harf dizilişidir. Kafiye yapıp yapmamak ta şairin isteğine kalmış bir durumdur.
İşte Örnek
----------
AKROSTİK
----------
ŞİİR
(Ş)iir gözlerinde ihtilâl olur,
Bakışın (İ)çime yazar ismini.
Vuslat yeşilinden (İ)zin okunur,
Dumansı gözlerden çektim®esmini...
Mustafa CEYLAN
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
9-NAZIM TÜRÜ: TEKİL
******************
1-Adından da anlaşılacağı gibi, tek sayılı hece kalıbından oluşan bir nazım türüdür.
2-Dörtlüklerin şematik yapısı şöyleir :
……………….7 Hece
……………….9 Hece
……………….11 Hece
……………….13 Hece’li bir yapıdan OLUŞMAKTA.
6-Kafiye uygulamalarında şair tamamen serbesttir. Dilediği şekil ve çeşit-yer ve konumda kafiye uygulayabilir veya uygulamaz. Önemli olan BİRİNCİ MISRANIN 7, ondan sonra gelen mısraların 9-11 ve 13 hece ile meydana gelmesidir.
3-Dörtlük,beşlik, altılık veya başka şekillerde de uygulama yapılabilir. Sadece 1-3-5-7-9-11-13-15-17-19 vb hece sayı dizilişinin korunmasıdır. Şair dilerse (sırayı şaşırtmadan) 5-7-9-11 veya 3-5-7-9 hecelik mısra dizilişleri ya da (9-7-5-3 ) VEYA (15-13-11-9) VB..başka şekillerde TEKİL HECELERLE şiirin dokusunu örebilir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
10-NAZIM TÜRÜ : SONE'M
*********************
1-Batı edebiyatındaki "Sone" nin değişik bir versiyonudur. Kuple oluşumu Batı Edebiyatındaki "sone" ile aynıdır.
2-Hece vazni ile yazılmakta ve hecenin 7+7=14 ölçü-kalıbı kullanılmaktadır.
3-SONE' M'in şekli ve Kafiye şeması şöyledir.
-------a
-------b
-------b
-------a
-------c
-------d
-------d
-------c
-------e
-------f
-------f
-------e
-------g
-------g
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
11-NAZIM TÜRÜ: TRİYOLEMSİ
************************
1-Batı Edebiyatı nazım türlerinden olan "Triyole" nin değişik bir versiyonudur.
2-Mısra yapısı şu şekildedir
..............................................................(1-a)
..............................................................(2-b)
..............................................................c
..............................................................c
..............................................................c
..............................................................(1-a)-Mısra aynen
...............................................................d
...............................................................d
...............................................................d
...............................................................(2-b)mısra aynen
3-Burada a-b-c-d kafiyeleri göstermektedir.(1 ve 2 )de mısranın baştan sona tamamını göstermektedir.
Yani ilk mısra hiç bir değişikliğe tabi tutulmadan, BİRİNCİ MISRA BİRİNCİ DÖRTLÜĞÜN DÖRDÜNCÜ MISRASI olmakta;
İKİNCİ MISRA DA İKİNCİ DÖRTLÜĞÜN GENE DÖRDÜNCÜ MISRASI OLMAKTADIR.
4-Genellikle 8+8=16 hece ölçüsü ile yazılırsa da, bu mısra yapısına bağlı kalmak kaydıyla, şair dilerse 7+7=14, 6+5=11 veya başka ölçü ve kalıplarda da değişik "Triyolemsi"ler yazabilir. Önemli olan ilk-BEYİT'-teki iki mısranın aşağıdaki dörtlüklerde aldığı yerdir.
5-Şair dilerse, ilk BEYİT'in mısralarını da kendi arasında kafiyeli yapabilir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
12-NAZIM TÜRÜ : SERBEST ZİNCİR
*****************************
1-Türk Halk Şiirinde "zincirleme" veya "zincirbent" adıyla anılan ve bir tür "koşma" olan şiir türümüzü, özellikle SERBEST ŞİİR' de uygulamak için bu nazım türünü önerdik. Serbest şiirde uygulanış biçimini ayrıca ele alacağımızdan, burada, HECE ŞİİRİMİZDE, uygulanış biçimini izah edelim.
2-"BULUŞMA" veya öteki tür şiirlerimizde, kupleler-kıtalar arasında zincirin kurulmasından, konu akışının seyrine dikkat edilmesinden oluşmaktadır.
3-Genellikle 6+5=11 hece ölçü-kalıbı kullanılırsa da, 7+7=14 veya öteki hece ölçü ve kalıplarını da şair kullanabilir. Önemli olan kıta-kuple-bölümler arasındaki devamlılık-zincirin muhafazasıdır.
4-Ayrıca, "serbest zincir" imizin öteki uygulamalardan farkı olsun diye de, şiirin ilk-giriş-kısmında ve son -bitiş-kısmında, şairin bir "nida" ile zinciri sallayacağını, bitiş sırasında da bitirdiğini haykırmasını istemekteyiz. Bu, bir zorunluluk değil, GÜLCE markası için tercihimizdir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
13-NAZIM TÜRÜ: GÜLİSTAN
***********************
1-Aruz ve Hece vezninin bir şiirde bir araya gelerek BULUŞMASI olup, geleneksel DİVAN EDEBİYATIMIZDAKİ GAZEL'in yepyeni bir formatla ele alınıp, yeni bir terkip oluşturulmuştur. Bu yeni gazel türünün adı : GÜLİSTAN'dır.
2-Şematik yapısı hece ile yazılmış HAN DUVARLARI şiirinin ARUZ-HECE BULUŞMASI'nda şekillenmesidir diyebiliriz.
Yapısı şöyledir :
......................................(a)Aruzla yazılmış Gazel beyitleri
......................................(b)
......................................©
......................................(b)
......................................(d)
......................................(b)
.......................................(e)
.......................................(b)
.......................................(f)
.......................................(b)
............................Hece vezinli kıta veya kuple
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
http://www.antoloji.com
’da BULUNAN
GÜLCE GRUBU ÜYELERİ
(14.10.2008)
1-Mustafa CEYLAN
2-Ekrem YALBUZ(Aşık CİNASİ)
3-Osman ÖCAL
4-Harun YİĞİT
5-Yusuf BOZAN
6-Ozan SENTEZİ(Gültekin TOGA)
7-Hülya EKMEKÇİ
8-Refika DOĞAN
9-Ayşenur ÖKTEN İZGİN
10-Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
11-Afet KIRAT
12-Ali ALTINLI
13-Gülten ERTÜRK
14-Ahmet İDRİSOĞLU
15-Berrin STAMMER
16-İhsan ERTEM
17-Rengin ALACATLI
18-Şemsettin DERVİŞOĞLU
19-Miktad BAL
20-Mehmet NACAR
21-Ümran TOKMAK
22-Zülfikar Yapar KALELİ
23-Hatice ALTAŞ
24-Feriha CEYLAN
25-Ali GÜNDÜZ
26-Nurdan ÜNSAL
27-Ali ŞEYH ÖZDEMİR
28-Aysun ARGUN
29-Saadet ÜN
30-Sacide YAYLAZ
31-Şükran GÜNAY
32-Yücel KARAKILIÇ
Alıntı
Site Yönetimi
Admin
Üyelik tarihi:
Jan 2008
Mesaj Sayısı:
12,518
Konu Sayısı:
11,588
#2
02/11/2008, 12:22
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-----GÖRÜŞLER-1-----
ÜÇGEN MASA ve ORHAN VELİ KANIK
(Günlerden bir gün, Ahmet Tufan Şentürk Ankara Hipodromunda girişte bilet satan görevli; Orhan Veli' de her hafta at yarışı oynamaya gelmekte Hipodroma. O tarihe kadar her ikisi de katı-kuralcı ve taviz vermez hececi...
O tarihte olan oluyor işte. Orhan Veli ve arkadaşları YENİ BİR EDEBİ AKIMIN İLK ADIMLARINI ATIYORLAR.
Ahmet Tufan, Orhan Veli'nin bilet almaya geldiğini görünce yapışıyor yakasına.
-'Kaç asırlık şiirimizi niye çarpıttınız? Bu nedir? Şiir böyle mi olur? '
Diyor.
Orhan Veli diyor ki;
-'Ahmet bak, bak! Siz dört bacaklı masada yemek yemeye alışkındınız. Ben sizin önünüze ÜÇGEN BİR MASA KOYDUM şaşırdınız.'
Ahmet Tufan Şentürk, iyice öfkeleniyor;
-'Masan da masa yani. Peki şu 'NASIR' meselesi ne oluyor? '
Orhan Veli diyor ki;
-'Ahmet, siz eve her zaman olduğu gibi kapıdan girip kapıdan çıkıyordunuz, ben size, eve bacadan veya açık pencereden de girileceğini gösterdim. Kızma, sinirlenme. Bu olaya sen de katılacak ve beğeneceksin, hele dene bir.' diyor.
Aradan seneler sonra, Orhan Veli çok genç yaşta hayata gözlerini yumuyor, ama, Ahmet Tufan serbest şiirin önemli imzalarından birisi oluyor.
İşte bunu niye anlattım dersiniz?
Yenilik... Bizler GÜL kokulu bir yenilik sunuyoruz, öyle değil mi dostlar? Gülce adımız zira.
GÜLCE, edebi hareketimizin adı. Adı ama, aynı zamanda da adını verdiği akımın içinde YENİ BİR NAZIM(ŞİİR) TÜRÜ de.
Hani, bizim MANİ ATMA geleneğimiz vardır. Eskişehir yöremizde, sanırım Çerkezler'de görmüştüm. Düğünde erkekler ve kadınlar gruplaşmışlar, karşılıklı MANİ atıyorlardı birbirlerine. Dikkatimi çekti, bir taraf 7 hece ile atarken manisini, karşı taraf 5 hece ile cevap veriyordu. ŞINLAMA deniyordu, bu mani atmaya o yörede.
Japonlar, HAİKU adını verdikleri şiir türünü de, HARAKİRİ yapmadan evvel-kendini öldürmeden önce, 5 yada 7 gün bir odaya kendini hapsettikten sonra, günü dolup dışarı çıktığında son sözünü söylermiş. O söylenen son söz HAİKU işte. ve kabir taşına yazılır o son söylenen söz-haiku...
GÜLCE ile;
HECE şiirimize yeni bir nefes alanı açmaya çalıştık.)(*)
TERCÜME ODASI
'Eski devirlerde yabancı memleketlerden gelen resmi yazıları veya oraya gidecekleri tercüme ile uğraşanlar İslâm olmayanlardı, o zamanın son devirlerinde bunun hata olduğu anlaşılarak yabancı dil bilir gençlerden mürekkep bir TERCÜME ODASI kurulmuştu.
Bu daire fikir hayatımızda büyük bir tesir icra etmiştir. Reşit Paşa'dan başlayarak, tanzimattan sonra tarihimizde dikkate değer yer tutmuş olanlardan birçokları bu daireden geçmişlerdir. Ahmet Vefik Paşa, Namık Kemal, Sadullah Paşa, Kâni Paşazade Rifat, Mir'at Gazetesi sahibi Refik, Münif paşa, Macit paşa, Ethem Pertev Paşa gibi, o devrin fikir ve idare hayatına karışmış olanların ekserisi ayni zamanda o dairede memur olarak bulunmuşlardır.
Tercüme Odası o zaman büyük bir ehemmiyet kazanmış ve o devrin adamlarından birinin dediği gibi '...siyasi fikir bakımından da zamanın vükelâsına muhalif efkârda bulunan ve bir nevi muhalefet fırkası addolunabilecek bir heyet' mahiyetini almıştır. 'Filân ibare Tercüme Odasının icadıdır' veya 'Filân hususta Tercüme Odası gene pek muteriz', 'Filân tabiri Tercüme Odası kabul etmiş' gibi sözler vükelâ ve zamanın diğer büyükleri arasında dönüp dolaşmıştır.
Kemal, Tasviri Efkâr'a yazı yazmaya başladığı zaman Tercüme Odasına devam ediyordu. Binaenaleyh bu dairenin yalnız konuşmalarda bahis mevzuu olan fikir ve kararları gazete sahifelerine de aksetmeye başlamış oldu.
'-....EDEBİYAT âleminde henüz bir hareket yoktu, hattâ bu devirde edebiyat HENÜZ BUGÜN KAULLANDIĞIMIZ MANAYI DAHİ ALMAMIŞTI; bu maksat, ŞİİR VE İNŞA kelimeleriyle ifade olunuyordu. Edebiyat an'anesinde MÜHİM BİR DEĞİŞİKLİK YOKTU; ŞAİRLER HAYATLARINI, FİKİR VE EDALARINI meşkettikleri ESKİLERİN TARZLARINDA geçiriyorlardı. Onlar gibi her akşam bir meclis kuruyorlar, sohbetler ediyorlar, FUZULİ, BAKİ, NEF'İ, NAİLİ gibi eski üstadların yollarında eserler vücuda getiriyorlardı. ' (Son Asır Türk Edebiyat Tarihi-Mustafa Nihat Özön-Milli Eğ. Yyın-1945-Syf:8)
Evet;
Türk Edebiyat Tarihimizde İLK YENİLEŞME HAREKETLERİ, 'Tercüme Odası' yla başladı. İlk ateş, ilk ışık o odada yakıldı. Zira, görev yapanların BATI metinlerini tercüme edişleri sırasında rastladıkları EDEBİ TÜR ve ŞEKİLLER, yüreklerinde edebiyat-şiir tutkusu bulunan insanları heyecanlandırdı. Sarıldılar kalemlere. Tercüme ettiler. Yeni söylem ve şekiller geliştirdiler. Resmi-devlet yazışmalarından tutunda, şiire, tiyatroya, öyküye, masala varıncaya kadar EDEBİYATIMIZDA YENİLİK HAREKETİ başlamış oldu.
Saygıdeğer Dostlarım;
Bugün bizler TERCÜME ODASI'ndakilerden çok daha büyük imkânlara sahibiz. İNTERNET'in hızı ve sunduğu imkânlarla dünyayı kucaklayabiliriz.
Öyle değil mi? (*)
*****************************************
NEYZEN TEVFİK ve AŞK
Derler ki;
Gün olmuş, nasıl olmuşsa olmuş, Neyzen Tevfik, İstanbul gençlerinin arasına düşmüş. Gençler bir halka teşkil eder şekilde oturmuşlar ve birbirleriyle şakalaşmaktalar.
Maksatları Neyzen'i konuşturmak ve bu ünlü şairin başından geçmiş aşk öyküsü varsa onu öğrenmek.
Halkanın en başındaki delikanlı:
-'Arkadaşlar, bugün herkes başından geçen bir aşk öyküsünü anlatacak. Hiç saklamak ve saklanmak yok.Bugün itiraf günüdür. Ona göre! Şimdi ilk olarak ben anlatıyorum, hem de ilk aşk öykümü. Sırayla anlatacağız! Tamam mı? '
Demiş.
Başlamış, başından geçen ilk aşkı anlatmaya...
Sonra, sıra ile diğer gençler de başlarından geçen aşk öykülerini anlatmaya başlamışlar. On-onbeş genç öyküsünü anlatmış.
Sıra Neyzen'e gelmiş.
Herkes pürdikkat tabii...
Neyzen, halkada bulunan gençleri şöyle bir süzdükten sonra;
-'Geçmedi! ' demiş.
Bunun üzerine, halkanın başında konuyu açan genç;
-'Herkes başından geçen aşk öyküsünü anlatacak, ona göre! '
Demiş.
Neyzen tekrarlamış:
-'Geçmedi! '
Halkadan öyküsünü anlatan bir genç;
-'Geçmedi ha? ! Hem adın Neyzen olacak, hem de bu yaşta olacaksın, başından bir aşk öyküsü geçmiyecek. Amca, bırak allasen! Hele anlat! Kimbilir, bu yaşa gelinceye kadar senin başından kaç aşk öyküsü geçmiştir. Anlat da dinleyelim! '
Neyzen;
-'Evlâdım size geçmedi dedim. Anlamadınız galiba. Geçmedi. Geçmedi işte! '
Bir başka delikanlı;
-'Nasıl geçmedi? Nasıl geçmez? '
Diye seslenmiş.
Neyzen;
-'Evlâtlarım anlattıklarınıza göre sizlerin başından gelip geçmiş. Hem de bir kaç tane birden öyle değil mi? '
Halkada ki gençin biri;
-'OOO Neyzen amca, mesela benden, dur bakiimm, galiba 5 tane geçti'
Bir başkası;
-'Benden 8 tane aşk geçti.'
Deyince Neyzen;
-'Evet, sizlerin başından gelip geçmiş. Hem de çok sayıda. Ama, benim başıma bir girdi, pir girdi, BUNCA YIL GEÇTİ DE O AŞK GEÇMEDİ, yaktı, yıktı, kül eyledi de Neyzen'ini, geçmedi işte! '
Devam etmiş;
-'Aşk, sonsuzluktur. Aşk erimek, yok oluştur. Aşk yanmaktır. Ney olup inlemektir! Ney'in inleyişi hep aşktandır gençler.'
***
Evet Saygıdeğer Dostlarım;
(...ŞİİRE OLAN AŞKIMIZ 43 YILDIR DEVAM ETMEKTE, SON NEFESE KADAR DA DEVAM EDECEK İNŞALLAH...
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI,ŞİİRİ CİDDİYE ALANLARIN-KARA SEVDA-AŞK TUTKUSU İLE ONA BAĞLI OLANLARIN AKIMIDIR...)
Şiir aşkıyla yanan, şiire sevdalı dostlarım;
Hepinize bu Pazar günü Antalya' dan Toros yeşili ve Akdeniz mavisi gönderiyorum... (*)
*****************************************
ANLAŞILIR OLMAK
".....Nesir hakkında Tanzimattan evvelki edebiyatımızda uzun ve esaslı bir fikir mücadelesine rastlamıyoruz, o edebiyatın asıl sıklet merkezini NAZIM(ŞİİR) teşkil ediyordu. Büyük şairlerimizden olsun, diğer bazı meşhur kimselerden olsun nesir yazanlar bu hususta ARAP GRAMER VE SENTAKSININ KAİDELERİNE RİAYET EDİYORLAR ve SAN'AT İTİBARİYLE DE MEŞHUR FARS YAZICILARININ USÜL ve KAİDELERİNİ örnek tutuyorlardı.
Reşit Paşa'nın Avrupa fikir âlemiyle temas etmesinden sonra fikir hayatımızda DEĞİŞİKLİK ve YENİLİK YAPMAK ZARURETİNİ DUYANLAR OLMUŞTUR. BUNLARIN DA İLK HAREKETİ DİL SAHASINDA GÖZÜKTÜ.
Gazetenin herkes tarafından anlaşılması maksat ve meramı, gitgide KİTAPların da herkes tarafından ANLAŞILMASI davasına vardı.
HERKES TARAFINDAN ANLAŞILMAK FİKRİ tabiatiyle Türkçe' nin hakim olması fikrini meydana çıkardı. Böyle olunca da İLK HÜCUM Arapça ve Farsçanın mevkiini tayin etmek yüzünden çıktı. Şinasi'nin yabancı kaide ile yapılmış ÜÇ TERKİP için açtığı MÜNAKAŞA, esas itibariyle bu terkiplerin Türkçe bir cümle içindeki durumu bakımından idi. Bu yabancı kaide ve kelimeler hakkında münakaşalarda ilk kullanılan hücum silahı CAHİLLİK isnadı oluyordu. Bu isnada Namık Kemal 'Barika-i Zafer'i yazmakla mukabele etti, Ziya paşa' da 'Endülüs Tarihi'ni yazmış bulunuyordu. Şinasi'nin ölümünden 15 yıl sonra ileri sürülen böyle bir iddiaya karşılık olarak onun ESKİ İNŞA TARZINDA yazmış olduğu bir MEKTUP delil olarak meydana çıkarıldı. Avrupa fikir hayatından BASİT DE OLSA NAKİLLER YAPANLARA kâfir ve DİNSİZ DAMGALARI kolayca vuruluyordu. Ahmet Mithat, 1876' dan sonra böyle bir iki tehlike atlatmıştır.' (M.N.Özön, a.g.e, syf:15)
******
Evet Saygıdeğer Dostlar;
Her yeni hareket ve oluşuma karşı çıkanlar, onu kötüleyenler, engel olanlar çıkacaktır. Edebiyat tarihimiz, hep KÖKLÜ VE KALICI YENİLERİ YAZMIŞTIR-DESTAN ETMİŞTİR de MOLLA KASIM misal karşı çıkanları pek yazmamıştır.
Mevcuda 'karşı çıkmak' değil yenilik anlayışımız, onu ŞANLI KÖKLERİNDEN ALIP, yeniden YENİ yapıp geleceğe, günümüzün damgasıyla taşımaktır. Yahya Kemal'in (NE HARABİYİM NE HARABATİ/ KÖKÜ MAZİDE OLAN BİR ATİYİM) veciz sözünde şekillenmiş bir edebi hareket...
Anlayışımızda BOZMAK ve DEFORME etmek yoktur. Hatta ESKİ-KÖKLERİMİZE sahip çıkıp, onları yeni şekil, yeni söylem ve bakış açılarıyla GELECEĞE TAŞIMAK VARDIR.
Elbette, köksüz ağaç olmayacağı gibi, kökleri bulunmayan bir edebi hareket de olamaz ve yaşayamaz.
HECE, SERBEST ve ARUZ bizim. Bu bizim olanların içinden, bu mazideki MUHTEŞEM KAYNAĞIMIZDAN yeniden yeniler çıkara çıkara ilerleyeceğiz.
Bu bakımdan, ANLAŞILIR OLMAK, ÖZÜ-SÖZÜ ana dilimiz TÜRKÇE olan bir hareket başlattığımız. Dünyayı ve Dünyada bulunan canlı-cansız bütün varlıkları kucaklayan ve kuşatan bir bakış...(*)
*****************************************
YENİLEŞME HAREKETLERİ İÇİNDE
YAHYA KEMAL BEYATLI ve GÜLCE' de ARUZ
Türk şiiri kendi mecrasında akışını devam ettirirken, şiirde 'kemalât' derecesine ulaşmış bazı kendi sevdalıları tarafından YENİLEŞTİRİLMEYE de çalışılmıştır. Şiir yolculuğumuzda, bizi en çok derinden etkileyenler de bu 'yenileştirmeciler' olmuştur. Bunlardan birisi de YAHYA KEMAL ' dir.
'...Cihan harbi sıralarında, edebiyatımızda hece-aruz kavgaları devam ederken, Yahya kemal'in aruz vezniyle yazılmış bazı parçaları ekseriye mısra mısra, ağızdan ağıza dolaşmaya başladı.Bunlardan bir kısmı, şiirde SADE DİL ve HECE VEZNİ gayesini güden 'Yeni Mecmua' da 'Bulunmuş Sahifeler' başlığı altında neşredildi.
En TEMİZ BİR DİLLE yazılmış olan bu manzumeler, Türkçe'mizin nazmın(şiirin) bünyesi içinde alabileceği MUSİKİ KIYMETİNE itiraz götürmez şekilde misal teşkil ettikleri gibi, şiire en ziyade yakışan tahassüsleri de ihtiva ediyorlardı. Fakat, Fikret'ten Mehmet Akif'ten farklı olarak, en güzel nazmın, hiç bir zaman NESRE EN YAKIN EDA ile yazılan nazım olmayacağına da kaniydi Yahya Kemal... Eserleriyle de bunu ispat etti...
Mümtaz bir zevkin temin ettiği muvazene ile NAZMIN(ŞİİRİN) İÇ ve DIŞ KIYMETLERİNİ aynı kuvvetle ihtiva eden bu manzumeler, YENİ ŞİİR davasını halletmişti. Yalnız, başlarında Ziya Gökalp bulunan HECE taraftarları, Yahya Kemal'in bu güzel eserlerini hece vezniyle yazmayışına müteessirdiler.
Yahya Kemal, nazım(şiir) için VEZNİN ESAS DEĞİL, BİR VASITA olduğuna kani olarak, yazmakta devam etti. Muhtelif şarkıları ve 'Nazar, Deniz, Ses, Açıkdeniz' isimli manzumeleriyle YENİ ŞİİRİN EN GÜZEL ÖRNEKLERİNİ MEYDANA KOYARAK edebiyatımızın son çeyrek asırlık devresine hakim oldu. Bu zamanda, hece vezniyle yazanlar üzerinde bile Yahya Kemal'in sanat telâkkisi müessir olmuştur. Onun muvaffakıyetinde, gerek ŞARK, gerek GARBe ait KUVVETLİ BİR EDEBİ KÜLTÜRle mümtaz bir zevke sahip olmasının büyük tesiri vardır. Şairin sanat hayatında 1937'den sonraki yıllar YENİ BİR HAMLEye zemin tekil eder; bir müddet eser neşretmedikten sonra, 'Rintlerin Ölümü, Düşünce, Deniz Türküsü, Vuslat, Itri, vs. gibi çok kuvvetli manzumelerini vermesi bu son yıllar içindedir.
Yahya Kemal'in sanatında dikkate değer bir cephe de ESKİ ZEVKLE GAZELLER ve ŞARKILAR yazmış olmasıdır. Bazılarınca Divan şiirinin devamı ve taklidi gibi telakki olunan bu eserler HAKİKATTE BUNDAN FARKLI BİR SANAT ZİHNİYETİNİN MAHSULLERİDİR.
O bunlarla bir (neoklasizm) yapmayı düşünmüştü. Bu gazeller şu veya bu Divan şairinin yolunda yürümekten ziyade, bütün ESKİ ŞİİRİN KIYMET OLARAK KALAN TARAFINI ve ZEVKİNİ MEYDANA KOYAN ve bu itibarla(*) ...-ESKİYİ İNKAR ETMEDEN, ONA KARŞI ÇIKMADAN- YENİDEN YENİ ÇIKARABİLECEĞİNİ ORTAYA KOYAN ESERLERDİ.(**)
(*) M.N.ÖZÖN, a.g.e(syf: 96)
(**)Antoloji.com'da ki GÜLCE Grubu Mesajlarından
GÜLCE, Türk şiir tarihindeki yenileşme hareketlerinin hepsini tarafsız bir şekilde sinesine sarmış, onlardan kendisine dersler çıkarmış edebi bir harekettir.
Yahya Kemal Beyatlı'nın, arı-duru ana dilimizi mükemmel bir şekilde ARUZ vezninde kullanmış olması, Gülce'mize ARUZ konusunda ışık olmuş, yol olmuş; Aruz sahasında da YENİ NAZIM TÜRLERİ'ni vesile kılmıştır.
Yahya Kemal'in yanı sıra Mehmet AKİF ERSOY, Neyzen TEVFİK, İbrahim Alaattin GÖVSA, Mehmet ÇINARLI gibi aruz ustalarının gayret ve çabaları da; bugüne kadar özellikle genç şairlerimiz için ZOR ve ANLAŞILMASI-UYGULANMASI GÜÇ OLAN ARUZ'u -GÜLCE ARUZ ile korkulu rüya olmaktan çıkarmıştır.
Pek yakında GÜLCE ARUZ açıklamalarımız ile, gençlerimiz Aruz ileşiir yazmanın ne kadar kolay olduğunu görecekler ve aruz vezinli şiirler yazacaklardır.
*****************************************
HAN DUVARLARI ve ÖTESİ
(HAN DUVARLARI şiiri, muhteva bakımından başlıca ÜÇ VARLIĞA AİT UNSURLARIN BİRLEŞMESİYLE meydana gelmiştir. Anadolu coğrafyası, Anadolu insanı (hanlarda rastlanan yolcular, bilhassa KOŞMANIN PARÇALARI ile muzdarip bir hayalet gibi her menzilde şairin karşısına çıkan meçhul halk şairi Maraşlı Şeyhoğlu) ve şairin kendisi.
Bunlardan birincisi, şiirde en geniş yeri tutuyor. Şair, at arabası ile yaptığı üç günlük seyahati boyunca görmüş olduğu manzaraları en küçük teferruatına kadar BİR TABLO GİBİ gözler önüne seriyor.
Bu cephesiyle şiir, REALİST BİR TASVİR ŞİİRİ karakteri taşır. Yalnız burada DIŞ ALEM tamamiyle objektif bir gözle görülmemiştir. ŞAİR, şiir boyunca kendi varlığını hissettiriyor. Gördüğü şeylerin kendi üzerinde bırakmış olduğu tesirleri, uyandırdığı his ve hayalleri de anlatmaktan geri kalmıyor. Objektif unsurlarla subjektif unsurların, dış alemle insanın birbiriyle karşılaşması, şiire LİRİK BİR HAVA veriyor.
Maraşlı Şeyhoğlu'nun gözle görünmeyen, fakat bu coğrafyanın adeta her tarafına sinmiş olan manevi varlığı, şiirin EN MÜHİM UNSURLARINDAN birini teşkil eder. 'Han Duvarları'nın içine DAĞITILMIŞ olmakla beraber Maraşlı Şeyhoğlu'na izafe edilen KOŞMAnın muhtelif PARÇALARINI BİR ARAYA GETİRİRSEK MÜSTAKİL BİR ŞİİR TEŞKİL ETTİĞİNİ görürüz. Fakat böyle bir ameliye neticesinde şiirin asıl gövdesinde BÜYÜK BİR BOŞLUK kalır. Bu da gösterir ki, Maraşlı Şeyhoğlu'nun KOŞMASIYLA ASIL ŞİİR ARASINDA SIKI BİR MÜNASEBET VARDIR. Ve ASIL OLAN MARAŞLI ŞEYHOĞLU'NUN KOŞMASIDIR. BÜTÜN ŞİİR ADETA ONU KUCAKLAMA, ONA BİR ÇERÇEVE TEŞKİL ETMEK İÇİN YAZILMIŞ GİBİDİR. HAN DUVARLARI'NDA BİR ÇOK MISRALAR MARAŞLI ŞEYHOĞLU'NUN KOŞMASI İÇİN HAZIRLIK YAPMAK VE ONU DEĞERLENDİRMEK MAKSADIYLE YAZILMIŞTIR.'
(Prof.Dr. Mehmet KAPLAN-Şiir Tahlilleri-2, Syf:18, Dergâh Yayınları, 1973)
Evet;
HAN DUVARLARI şiiri, Türk Şiir tarihinin önemli kilometre taşlarından, TÜRK ŞİİRİNDE YEİLEŞME HAREKETLERİ TARİHİ'nde önemli yer tutan şiirlerden birisidir. Üstad Mehmet KAPLAN'ın da ifade ettikleri gibi,
'.............................................
..............................................
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl bir kaç satırla yandı,
Bu dört mısra değildi, sanki dört damla kandı,
Ben garip çizgilerle uğraşırken başbaşa,
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa:
...........'On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
...........Baba ocağından, yâr kucağından
...........Bir Çiçek dermeden sevgi bağından
...........Huduttan huduta atılmışım ben.'
Altında da bir tarih:Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka bir ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına! ...
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk,
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor.
.........................................................
........................................................
.......................................................
.......................................................
Bizden evvel buraya inen üç, dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çatırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime, ateş gibi, şu satırlar giriyor:
.........'Gönlümü çekse de yarin hayâli
..........Aşmaya kudretim Yetmez cibâli
..........Yolcuyum bir kuru yaprak misali
..........Rüzgârın önüne katılmışım ben.'
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Baş ucumda gördüğüm şu satırlara yandım!
Destan Şairimiz
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu İle sağlığında yapılan bir Söyleşi' den pasajlar:
Soru: Şiirde “ölçü” sizce ne demektir; hangi ölçüyü tasvib ediyorsunuz?
Cevap: Şiiri olan milletlerin, aynı zamanda şiir gelenekleri, şiir kuralları da var demektir. Şiir, bu kendine mahsus gelenekler ve kurallar içinde gelişir, güzelleşir, büyür… “Ölçü” de, şiirin kuralları cümlesin-dendir. “Ölçü” derken “aruzu” ve “hece” yi kastediyorsunuz sanırım, ikisi de bizimdir ve biri birinden çıkmış kadar yakınlıkları, benzerlikleri vardır. Başka milletlerin de aruzu kullanmaları, bu ölçünün bizim “milli şiir ölçümüz” olmadığına delil teşkil etmez.
Ölçüsüz (serbest) şiirin de kuralları gelenekleri vardır; başıboş değildir.
Soru: Dil konusunda düşünceleriniz, şiirde dil?
Cevap; Dil deyince, konuşulan dili anlıyorum. Dilin gelişip zenginleşmesinde, güzelleşmesinde yazarların, şairlerin büyük görevleri olduğuna inanırım. Aynı zamanda Türkiye’de yayımlanan eserlerin, bütün Türk dünyasında kolayca okunup anlaşılır bir nitelikte olmasına taraftarım.
Şiirde dil, ana unsurdur. Kelimeler seçilir; ölçülür, biçilir… Şiir dili, mensub olduğu dilin kaymak tabakasıdır. diyebilirim.
Soru: Genel olarak, san’atta gaye ne olmalıdır? San’atta hedef söz konusu mudur?
Cevap: San’atta hedef, söz konusudur. Hedefi olmayan san’at, aynı zamanda anlamı olmayan bir meşgaleden ibarettir.
Edebiyat, musiki, mimarî, resim, heykel, tiyatro, sinema, şiir… geçmişin derinliklerinden günümüze ve geleceğe doğru filizlenen san’at dallarıdır. Her dalın gayesi, beslendiği toprağın, içtiği suyun, soluduğu havanın, tadını, rengini, özsuyunu ihtiva eden en olgun ve en güzel meyveyi verebilmek ve bu meyvelerle milletinin ruhunu besleyebilmektir.
Soru: Kendine has bir “Millî Türk San’atının” kaynakları neler olabilir, neler olmalıdır?
Cevap: Türk San’atının kaynaklan, pek tabii ki, üç bin yıllık Türk harsı (kültürü) dır-Kökü bu kaynağa varamayan san’at cılız kalmaya, hattâ kurumaya mahkûmdur. Nitekim, günümüzdeki, san’at anarşisi, köksüzlükten, yani Türk harsının derin kaynaklarına inmemekten ve onu inkâr etmekten ileri gelmektedir.
Bugün şiirle uğraşan yüzlerce şairden pek azı, divan şairimiz hakkında bilgi sahibidir. Divan şiirimizi, halk şiirimizi bilmeyen; kimselerin, bir san’at anlayışı olabileceğine de inanamıyorum.
Soru: İktisadî gelişmeler, ananevi cemiyet yapısında bazı değişiklikler yapmaktadır. Bu değişmenin san'ata yüklediği görevler var mıdır? San’atla cemiyet töreleri arasında bir münasebet bir dayanışma düşünülebilir mi?
Cevap: İktisadî gelişmeler, cemiyet yapısında değişiklikler elbette yapar. Hatta, cemiyetin başını döndürüp tepe taklak edebilir. İşte marifet, bu baş dönmesini önlemek ve iktisadî gelişmenin yaptığı sarsıntıya kaptırmadan milleti, hedefine doğru yürütmektir. Bu iş, san’atkârın görevidir, iktisadî hayat, günün şartlarına göre kendine mahsus ölçülerle değişebilen, değişmesinde de sakınca olmayan bir olaydır. Ancak, san’at böyle değildir. San’at, bir harsa (kültüre) bağlı olduğu için değişmez; gelişir. Bu bakımdan, iktisadî gelişmenin ölçüleri ile san’attaki gelişmenin ölçüleri ayrı şeylerdir.
İktisat, nasıl ki cemiyetin 'maddesi' ise, san’at 'manâsı'dır. Bu bakımdan, manânın bozulmaması san’atkârın sorumluluğuna bırakılmıştır. Manâ, yukarıda söylediğimiz gibi, üç bin yıllık bir geçmişten günümüze getirdiğimiz ve geleceğe götüreceğimiz harsî (kültürel) değerlerimiz olduğuna göre, san’atkârın görevi, iktisadî gelişmenin baş dönmesini millî değer ölçüleri dahilinde gidermektir. Şayet san’atkâr da kendini iktisadî gelişmenin hazzına kaptırmışsa cemiyet dediğimiz gemi batar.
Soru: Memleketimiz göz önüne alındığı takdirde, iktisadî ve sosyal gelişmelerin Türk san’atına etkisi ne olmuştur? Batıya dönük bir sosyal yapıyı öngören beyinlerin, san’atımız ve sanatkârlarımız üzerinde ne dereceye kadar tesirleri olmuştur? “Batıya dönük Türk san’atı ne demektir?
Cevap: Memleketimizdeki iktisadî ve sosyal gelişmelerin plânsız, programsız, anormal oluşu, san’atkârı şaşırtmış; san’atı öldürmüştür. Daha doğrusu, memleketimizde sosyal ve iktisadî “gelişme” değil, “değişme olmuştur.
İktisat, sosyal hayat, san’at hayatımız bir anarşi içindedir. Anarşi bitmedikçe, bu soruya sıhhatli bir cevap vermek mümkün değildir.
Batıya dönük sosyal yapıyı benimsemek, batmaktır. Batının bin yıllık hedefi, Türk milletini, kendilerine benzeterek yeryüzünden silmektir. Türk kafası taşıyanlarda böyle “beyin bulunamayacağı için, bunlar olsa olsa beyinsizlerdir. Batıya dönük “Türk San’atı” diye bir şey olmaz. Bu Batı taklitçiliği olur. Nitekim olmuştur. San’at diye pazara getirilen kırk yıllık san’at Batı mukallitliğinden başka bir şey değildirler.
Soru: Halka dönük san’at ne demektir? Bu deyimden anlaşılması lâzım gelen şey nedir? Genellikle nasıl yorumlanmaktadır? Bu yorumun Türk San’atını olumlu bir şekilde etkilemesi mümkün müdür?
Cevap: Halka dönük san’at, halkta bulunan işlenmemiş cevheri alıp işlemek ve halka vermektir. “Halka dönük” deyimini uyduranlar, bunu bizim anladığımız manâda anlamazlar. Onlar, halkta bulunan işlenmiş, işlenmemiş bütün cevherleri ufalayıp toz etmekte, kısa zamanda onu da kendilerine benzetmeye çalışmaktadırlar.
Bu “dönekler” taifesinin Türk san’atını olumlu veya olumsuz hiç bir şekilde etkilemeleri mümkün değildir. Kendileri çalar, kendileri dinlerler… Ancak, bu gürültüyü kesmenin tek çâresi vardır. O da Türkçü san’atkârların yetişmesi ve canlarını dişlerine takıp çalışmalarıdır.
Soru: Bugün “Türk San’atı millîdir.” diyebilir miyiz?
Cevap: Ortada Türk san’atı varsa, elbette millîdir. Fakat Türkiye’de yaşıyor, Türkçe konuşuyor diye her san’ata “millîdir diyemeyiz.
Soru: Türk san’atı millî kaynaklarından kopmuş mudur? Niçin? Nasıl?
Cevap: Kopmuştur. Şöylece açıklayabiliriz; Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte Atatürk, Türk dilinin araştırılması, geliştirilmesi için “Türk Dilini Tetkik Cemiyeti” (Türk Dil Kurumu) ni kurdu. Sebebi: yapılan inkılâbın meydana getirdiği kopuklukları telâfi etmek ve millî kültür kaynaklarımızın yolunu açmaktı. Sonra “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” (Türk Tarihi Kurumu) nu kurdu Sebebi: Türk tarihinin, dolayısı ile Türk kültürünün en derin kaynaklarına inmenin yollarını aramaktı. Atatürk’ün vefatından sonra, adı geçen cemiyetler, önce adlarını sonra istikametlerini değiştirdiler. Böylece Atatürk’ün, millî kaynaklarımızla kurmak istediği bağı koparmış oldular. Bu bağı yeniden kurmak için, millî kaynaklarımızı teşkil eden ve her biri bir hazine değerinde olan eski san’at ve harsımıza ait eserlerin gün ışığına mutlaka çıkarılması gerekmektedir. Çünkü; San’atımızın tılsımı, büyüsü, ihtişamı… bütünüyle ortaya çıkmadan onu geliştirmek ve büyütmek mümkün olamaz.
Soru: Türk san’atının ve san’atkârının millî olabilmesi için gereken şartlar nelerdir? Siz Türk San’at hareketlerine yön verecek bir kişi olsanız, neler yaparsınız?
Cevap: Millî olmanın ilk şartı inanmak, sevmek ve saymaktır. Sonra araştırmak ve yorucu, sabırlı çalışmayı göze almaktır. San’atın millî olabilmesi, millete benzemesi, onu yansıtması demektir. San’atkâr da öyle; şartlarını yukarıda saydık.
San’at araştırma işi olduğu kadar, aynı zamanda bir eğitim işidir de. Bu bakımdan, ciddi san’atkârlara bir takım imkânlar hazırlanması, verilmesi lâzımdır.
Soru: San’atkârın, milletinin tarihi ve gününün insanı ve olayları ile münasebetinde bir denge düşünülebilir mi?
Cevap: Tarih, milletlerin hafızası olduğuna göre, aklın ve mantığın işlemesinde de büyük rolü vardır. Dünü hatırlayamayan bir insan, bugünün manâsını anlayamaz. Yeni doğmuş bir çocuk nasılsa, öyledir. Hâfızasızlık devam ettikçe, çocuklukda devam eder. Milletler de insanlar gibidir.
Geçmişlerini hatırlamaları, hattâ bu hatıralarını daima canlı tutmaları gereklidir. Geçmişteki acı olayların tekrar olmamasını sağlamak; tatlı olaylar yaratmak, tarih! ve tarihteki yerimizi, tarihi yapan atalarımızı hatırlamakla mümkün olabilir.
Bu konuda san’at en uygun, en etkili bir vasıtadır. San’atın konusu eski olmakla san’at eski sayılmaz. Geçmişle gelecek arasında köprü kuramayan san’atkâr, görevini kavrayamamış demektir. Aynı zamanda san’atın manâsını da anlayamamıştır.
Millet, sanatkârlarının verdikleri eserler ölçüsünde vardır. San’at eserlerinin aksettirebildiği manâ ile şahsiyet kazanabilir. Öyleyse, geçmişle günümüz, hatta geleceğimiz arasında denge kurmak ve “dün”, “bugün”, “yarın”diyebileceğimiz dayanaklar üzerine kurulan bir köprüden asıl hedefe yürümek mümkün olabilecektir. Bu hedef, Türk düşüncesinin, Türk san’atının dünya ölçüsünde insanlığı kucaklamasıdır. Bu görevi Türk milletine Tanrı’nın verdiğini unutmamalıyız.
Soru: “San’atkârın dünyası” denilen “dünya” nedir, ne olmalıdır?
Cevap: San’atkârın dünyası, san’atını icra ederken, içinde bulunduğu ruh halidir diyebilirim. Bu icra sırasında san’atkâr, yaşadığı çevreden uzaklaşır ve yeni bir çevreye intikal eder, Yani kendinden geçer. Tasavvuf deyimiyle, bir vecd ve istiğrak haline bürünür. Bu deyimden anladığım budur ve doğrudur. Gerçek sanat eseri, ancak böyle bir ruh haline geçilmeden verilemez.
Soru; Siz Türk şiirinde yepyeni bir çalışmanın temsilcisisiniz diyebiliriz. Yani Destan’dan bahsetmek istiyorum, destan nedir? Türk sanatında yeri nedir, ne olmalıdır?
Cevap: Destan, milletin, en yüksek duygu, düşünce ve isteklerini ifade eden ve değişmez özelliği, kahramanlık olan eserlerdir. Bu konuda, bir ingiliz şairi şöyle diyor: “Bir kahramanlık şiiri, şüphesiz ki, insan ruhunun başarabileceği en büyük eserdir. (Türk Ans. Cilt 13)
Türk destan kaynakları, pek çok zengin olmakla beraber, hemen hemen (Manaş Destanı hariç) hepsi ham madde halinde bulunmaktadır. Henüz tam bir destan niteliği kazandırılmadığı için destanımız, san’at ölçüsünde’ifadesini bulamamıştır. Bu, edebiyatımız sakatımız, şiirimiz top yekûn harsımız bakımından büyük bir noksanlıktır. “Türk Destanı” nı işlemek günümüzün san’atkârı için bir vecibe olduğu kadar, milletimiz için de büyük bir ihtiyaçtır.
Soru: Türk şiirinin geleceği konusunda düşünceleriniz, genç şairlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Cevap; Türk şiirinin büyün bir geçmiş? vardır. Bugün şiir, pek az ve zayıf, fakat kökü sağlam olduğu için, deminden beri söylediklerimiz ölçü olarak alınırsa Türk şiiri yeni bir merhaleye girecek ve özlenen büyük şiir doğacaktır, sanırım.
Büyük şiir, daha doğrusu büyük san’at, durup dururken, doğmaz. Büyük heyecan ister. Büyük heyecanlar yaratılınca büyük san’atkâr da kendiliğinden gelir. Geçmişte san’atın her dalında verdiğimiz büyük eserlerin, son bin yıllık tarihimizdeki oluşlarını hatırlarsak, bu iddiamızın doğruluğu meydana çıkmış olur. Şunu da belirteyim ki, geçmişimiz bize en büyük heyecan kaynağı olarak şimdilik yeter. Onu, günümüze aktarıp dünü bugünle yoğurabilecek san’atkâr ister. Genç şairlerimizin bu nokta üzerinden hareket etmelerini tavsiye ederim
**************************************************
ÇEVİRİ'YE DAİR
(....Nazmımızda(şiirimizde) YENİLİK tezahürlerinden biri de TERCÜMELERdir. Tercüme GARP MANZUMELERİNE BENZETİLEREK vücuda getirilen eserler o zamana kadar edebiyatımızda tanınmamış bazı noktaları ÖĞRETTİ.
İlk tercümeleri Türkçe benzerleri takip etti. Eski eserlerde görülen ve çok itina edilen esaslar yavaş yavaş yerlerini garpten gelen KAİDE ve USULLERE bıraktı.
İlk eserlerde ŞEKİL TAMAMİYLE ESKİ İDİ. Fakat, bu eski şeklin anlattığı manâ ve mefhum YENİLEŞMEĞE başlamıştı. Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal'in yazdıkları KASİDE ve GAZELlerden bir çoğunun şekil cihetiyle bir yeniliği olmamakla beraber bunlar manâ noktasından o eski yazı ÇERÇEVESİNİ AŞMIŞLARDI.
ŞEKİL CİHETİNDEN YENİLİK YAPMAK Hamid'e nasip oldu. Büyük bir kuvvetle ESKİ ŞEKLİN yıkılabileceğini o gösterdi. Mamafih Hamid'in nazmı da tamamıyle eskilikten kurtulmuş Avrupai bir mahiyet almış değildir. Bunun böyle oluşu, bilhassa nazmın(şiirin) LİSAN ve EDASINDA mühim bir değişiklik vukubulmamış olmasından dolayıdır.
............................' (M.N. ÖZÖN, a.g.e, syf:18)
Bu alıntıyı naklettikten sonra;
GÜLCE'mizin dünya ile kucaklaşması ve diğer ülkeler edebiyat ve edebiyatçıları ile haberleşmesinde en önemli görevi, başta İNGİLİZCE olmak üzere o ülkelerin dillerini bilen ŞAİRLERİMİZİN yapacağı umuduyla saygılar sunuyorum.
Mustafa CEYLAN
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRLERİ
1-BULUŞMA
2-ÇAPRAZLAMA
3-TOKMAK
4-DÖNENCE
5-YİĞİTCE
6-GÜLCE
7-ÜÇGEN
8-AKROSTİK
9-TEKİL
10-SONE’M
11-TRİYOLEMSİ
12-SERBEST ZİNCİR
13-GÜLİSTAN
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
********************
1-NAZIM TÜRÜ :BULUŞMA
***********************
1-HECE-SERBEST Tartışma ve kavgalarına son veren bir nazım türüdür.
2-Hece vezni ile serbesti, bir şiir bünyesinde buluşturmaktadır.
3-Oluşumu şöyledir :
--------------
--------------
--------------
-------------- ( Dörtlük: hece vezniyle yazılmış)
...................................
................................................
..............................
............
......................(Serbest mısralar-mısra sayısı şairin isteğine bağlıdır.)
Yani;
-(Hece vezniyle yazılmış dörtlük)
-(Serbest mısralar)
VEYA BUNUN TERSİ DE OLABİLİR
-(Serbest mısralar)
-(Hece veniyle yazılmış dörtlük)
4-Hece vezniyle yazılmış dörtlük' ün kafiye yapısı, hece sayısı, kalıbı tamamen şairin isteğine bağlıdır. Şair dilerse Hece ile yazılacak bölümü dörtlük değil, beşlik, altılık mısralardan veya değişik hece türleri ile de oluşturabilir. Yeter ki, hece-serbest buluşmasını gerçekleştirsin. Adı gibi BULUŞMA olsun.
5-Şiirin uzunluk,kısalık durumları tamamen şairin isteğine bağlıdır.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
2-NAZIM TÜRÜ :ÇAPRAZLAMA
************************
1-Hece şiirimizde kafiyenin yönlendirici, çoğu kere kısıtlayıcı etkisinin azaltılmasını amaçlayan bir nazım türüdür. Kafiyelerin bir dörtlük içinde ÇAPRAZLAMA olarak yerleştirilmesi ile meydana gelen bir nazım türüdür.
2-Kafiye dizilişi şöyledir.
a-- (mısranın başında)
---b (mısranın sonunda)
---a (mısranın sonunda)
b-- (mısranın başında)
x
---c (mısranın sonunda)
d-- (mısranın başında)
c--- (mısranın başında)
---d (mısranın sonunda)
Diğer kıtalar bunların(bu iki kıtanın) tekrarı şeklindedir.
3-Şiir tarihimizde çok önceleri kafiye mısra başında idi, sonra mısra ortasına alındı; İslâmiyet'i kabulümüzden sonra mısra sonlarına alınmıştır. Şairin, kafiye kıskacında sığ - verimsiz duruma düşmemesi için çaprazlama olarak kafiyeler yerleştirilmiştir. Yukarıdaki kafiye dizilişinin dışında kafiyeler değişik şekilde de çapraz olarak yerleştirilebilirler, bu, tamamen şairin isteğine kalmıştır.
4-Genellikle 7+7=14 Heceli-kalıplı şiirlerde kullanılırsa da, 6+5=11 dahil diğer ölçü-kalıplarda da kullanılarak veya beşlik, altılık mısralardan oluşan şiirlerde de gene "çaprazına yerleştirilmiş" kafiyelerle değişik ÇAPRAZLAMA örnekleri verilebilir, şiirler yazılabilir. Önemli olan kafiye kıskacından şairin ve şiirin kurtarılarak, yeni nefes alanı ve şekli ortaya konulmasıdır.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
3-NAZIM TÜRÜ : TOKMAK
***********************
1-Şairin kendisi veya yakınlarını-dostlarını hicvedeceği bir nazım çeşididir.
2-Hece vezninin çok değişik ölçü-kalıpları bir şiirin bünyesinde toplanmıştır. Batı edebiyatının "sone" si ile bizim Halk edebiyatımızın "koşma" sının bir araya getirilmesi gibidir.
İstenirse her kuplenin son mısraı tamamen bağımsız olabilir.
3-Hece-ölçü ve kalıpları büyükten küçüğe vaya küçükten büyüğe doğru da dizilebilr ve çok değişik şekillerde TOKMAK türü şiirler yazılabilir.
4-Dörtlüklerdeki kafiye yapısı şairin isteğine bağlıdır.
5-Örnek bir TOKMAK NAZIM TÜRÜ'NÜN ŞEMASI ŞÖYLEDİR.(Şair dilerse bunun tersini, değişik ölçü ve kafiyelerle de yapabilir. Önemli olan, hece-ölçü- kalıplarının artan ve azalan dizilişlerinin, sıralanışının bozulmaması; daha önemlisi, geleneksel şiirimizde tek bir ölçü-kalıpla başlayıp şiir bitimine kadar devam eden sistem, burada, çeşitli ölçü ve kalıplar bir araya getirilerek oluşturulmuş olmasıdır.)
--------------------------(4+4+5=13 Hece)-----a
--------------------------(4+4+5=13 Hece)-----b
--------------------------(4+4+5=13 Hece)-----a
--------------------------(4+4+5=13 Hece)-----b
--------------------------(4+4+5=13 Hece)-----b
--------------------------(4+4+5=13 Hece)-----b
....................................................(4+4+5=13 Hece)-----b
*
---------------------(6+6=12 Hece)-------c
---------------------(6+6=12 Hece)-------d
---------------------(6+6=12 Hece)-------c
---------------------(6+6=12 Hece)-------d
---------------------(6+6=12 Hece)-------e
---------------------(6+6=12 Hece)-------e
................................................(6+6=12 Hece)------e
*
-----------------(6+5=11 Hece)--------f
-----------------(6+5=11 Hece)--------g
-----------------(6+5=11 Hece)--------f
-----------------(6+5=11 hece)--------g
-----------------(6+5=11 Hece)--------h
-----------------(6+5=11 Hece)--------h
............................................(8+5=11 Hece)-----h
*
-------------(5+5=10 Hece)-----ı
-------------(5+5=10 Hece)-----k
-------------(5+5=10 Hece)-----ı
-------------(5+5=10 Hece)-----k
-------------(5+5=10 Hece)-----m
-------------(5+5=10 Hece)-----m
.......................................(5+5=10 Hece).......m
*
---------(4+5=9 Hece)----------n
---------(4+5=9 Hece)----------o
---------(4+5=9 Hece)----------n
---------(4+5=9 Hece)----------o
---------(4+5=9 Hece)----------p
---------(4+5=9 Hece)----------p
...............................(4+5=9 Hece)........p
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
4-NAZIM TÜRÜ: DÖNENCE
*********************
1-Cinaslı kafiyelerin çaprazlama ve dönerli olarak yerleştirilmesinden meydana gelen bir hece nazım türüdür.
2-"Çaprazlama" nazım türümüzün cinaslı kafiyelerle değişik bir versiyonudur.
CİNASLI KAFİYELER'in mısralardaki konumları şöyledir :
a-------------------b(*)
--------------------a
--------------------c
c-------------------b(*)
*
d------------------e(**)
-------------------d
--------------------f
f-------------------e(**)
3-b(*) ve e(**)kafiyeleri istenirse cinaslı olmayabilir. Bunlar mısranın sonundaki kafiyelerdir.
Diğerleri (a,c,d,f) cinaslı kafiyelerdir ve çaprazlama olarak yerleştirilmişlerdir.
4-Genellikle 7+7=14 hece ölçü-kalıbıyla yazılır, ancak, şiar isterse hecenin çeşitli kalıp-ölçülerinde de değişik eserler meydana getirebilir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
5-NAZIM TÜRÜ : YİĞİTCE
*********************
1-Adından anlaşılacağı gibi yiğitlik-kahramanlık içeren konuları ele alan bir nazım türüdür. Halk şiirimizdeki VARSAĞI'nın yeni versiyonudur.
2-Kafiye yapısı önemlidir.
3-4+4=8 Hece vezni ile yazılır.
Kafiyeler mısranın baş tarafına alınmış olup, şematik olarak şöyledir :
a--------------
b--------------
(Serbest)------
b--------------
c------------d
c------------d
c-------------
b-------------
e------------f
e------------f
e-------------
b-------------
g------------h
g------------h
g-------------
b-------------
ı-------------i
ı-------------i
ı--------------
b-------------
j-------------k
j-------------k
j--------------
b-------------
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
6-NAZIM TÜRÜ : GÜLCE
*******************
1-GÜLCE adını, aynı zamanda edebi akımımıza da vermiş olan bir nazım türüdür.
2-Jpon edebiyatının HAİKU adını verdiği nazım türünün bizim edebiyatımızda yeni bir ruhla ele alınışıdır.
3-Hece vezni ile yazılır. Kafiye yapılıp yapılmaması şairin dileğine bırakılmıştır. Önemli olan mısralardaki hece sayısıdır.
4-Birinci mısra=5 HECE ve İkinci mısra=7 HECE olmak kaydıyla, dörtlük tarzında, beşlik, altılık veya başka sayılarda GÜLCE yazılabilir. Önemli olan BİR MISRANIN 5 HECE, ONDAN SONRA GELEN MISRANIN YEDİ HECE OLMASIDIR.
5-GÜLCE'nin şematik yapısı şöyledir :
..........................5 Hece
.................................7 Hece
...........................5 Hece
.................................7 Hece
............................5 Hece
..................................7 Hece
Böylece isteğe bağlı olarak devam edebilir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
7-NAZIM TÜRÜ:ÜÇGEN
********************
1-Şekil itibariyle ÜÇGEN'e benzediğinden bu ismi almıştır. Azdan çoğa, çoktan aza doğru hecelerden oluşan mısra yapısı vardır. Hece veznimizde yeni bir nazım çeşididir.
2-Mısralardaki hece sayısı çok önemlidir. Mısra kaç hecelikse, hece sayısını ihtiva eden satırda yerini almaktadır.
-1
--2
---3
----4
-----5
------6
-------7
veya bunun tersi olan;
-------7
------6
-----5
----4
---3
--2
-1
Hecelerden oluşan başlı başına bir kalıptır.
3-Şair dilerse, çok değişik şekiller ve dizilişlerde de ÜÇGEN türü şiir yazabilir. Önemli olan, hece sayısının artış ve eksilişindeki sıra sayısıdır. İstenilen hece sayısı ile başlanılıp, istenilen hece sayısına kadar üçgen uzatılabilir-kısaltılabilir, iki ya da üç, dört üçgen taban tabana, ters veya değişik şekillerde de bir araya getirilebilir.
4-Kafiye oluşumunda şair tamamen özgürdür. Dilediği şekilde kafiye dokusunu oluşturabilir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
8-NAZIM TÜRÜ : AKROSTİK
**********************
1-Akrostiş şiir tekniğinin yeni bir anlayışla ileriye götürülmesini amaçlar.Akrostişte mısra başlarında verilen İP UCU, AKROSTİK de mısra kelimeleri arasında DÜZGÜN BİR DİZİLİŞLE gizlenmiştir
2-AKROSTİK' de HARF dizini 1-2-3-4... diye gitmektedir.
3-İster hece, ister aruz vezniyle veya serbest yazılsın fark etmiyor. Önemli olan harf dizilişidir. Kafiye yapıp yapmamak ta şairin isteğine kalmış bir durumdur.
İşte Örnek
----------
AKROSTİK
----------
ŞİİR
(Ş)iir gözlerinde ihtilâl olur,
Bakışın (İ)çime yazar ismini.
Vuslat yeşilinden (İ)zin okunur,
Dumansı gözlerden çektim®esmini...
Mustafa CEYLAN
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
9-NAZIM TÜRÜ: TEKİL
******************
1-Adından da anlaşılacağı gibi, tek sayılı hece kalıbından oluşan bir nazım türüdür.
2-Dörtlüklerin şematik yapısı şöyleir :
……………….7 Hece
……………….9 Hece
……………….11 Hece
……………….13 Hece’li bir yapıdan OLUŞMAKTA.
6-Kafiye uygulamalarında şair tamamen serbesttir. Dilediği şekil ve çeşit-yer ve konumda kafiye uygulayabilir veya uygulamaz. Önemli olan BİRİNCİ MISRANIN 7, ondan sonra gelen mısraların 9-11 ve 13 hece ile meydana gelmesidir.
3-Dörtlük,beşlik, altılık veya başka şekillerde de uygulama yapılabilir. Sadece 1-3-5-7-9-11-13-15-17-19 vb hece sayı dizilişinin korunmasıdır. Şair dilerse (sırayı şaşırtmadan) 5-7-9-11 veya 3-5-7-9 hecelik mısra dizilişleri ya da (9-7-5-3 ) VEYA (15-13-11-9) VB..başka şekillerde TEKİL HECELERLE şiirin dokusunu örebilir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
10-NAZIM TÜRÜ : SONE'M
*********************
1-Batı edebiyatındaki "Sone" nin değişik bir versiyonudur. Kuple oluşumu Batı Edebiyatındaki "sone" ile aynıdır.
2-Hece vazni ile yazılmakta ve hecenin 7+7=14 ölçü-kalıbı kullanılmaktadır.
3-SONE' M'in şekli ve Kafiye şeması şöyledir.
-------a
-------b
-------b
-------a
-------c
-------d
-------d
-------c
-------e
-------f
-------f
-------e
-------g
-------g
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
11-NAZIM TÜRÜ: TRİYOLEMSİ
************************
1-Batı Edebiyatı nazım türlerinden olan "Triyole" nin değişik bir versiyonudur.
2-Mısra yapısı şu şekildedir
..............................................................(1-a)
..............................................................(2-b)
..............................................................c
..............................................................c
..............................................................c
..............................................................(1-a)-Mısra aynen
...............................................................d
...............................................................d
...............................................................d
...............................................................(2-b)mısra aynen
3-Burada a-b-c-d kafiyeleri göstermektedir.(1 ve 2 )de mısranın baştan sona tamamını göstermektedir.
Yani ilk mısra hiç bir değişikliğe tabi tutulmadan, BİRİNCİ MISRA BİRİNCİ DÖRTLÜĞÜN DÖRDÜNCÜ MISRASI olmakta;
İKİNCİ MISRA DA İKİNCİ DÖRTLÜĞÜN GENE DÖRDÜNCÜ MISRASI OLMAKTADIR.
4-Genellikle 8+8=16 hece ölçüsü ile yazılırsa da, bu mısra yapısına bağlı kalmak kaydıyla, şair dilerse 7+7=14, 6+5=11 veya başka ölçü ve kalıplarda da değişik "Triyolemsi"ler yazabilir. Önemli olan ilk-BEYİT'-teki iki mısranın aşağıdaki dörtlüklerde aldığı yerdir.
5-Şair dilerse, ilk BEYİT'in mısralarını da kendi arasında kafiyeli yapabilir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
12-NAZIM TÜRÜ : SERBEST ZİNCİR
*****************************
1-Türk Halk Şiirinde "zincirleme" veya "zincirbent" adıyla anılan ve bir tür "koşma" olan şiir türümüzü, özellikle SERBEST ŞİİR' de uygulamak için bu nazım türünü önerdik. Serbest şiirde uygulanış biçimini ayrıca ele alacağımızdan, burada, HECE ŞİİRİMİZDE, uygulanış biçimini izah edelim.
2-"BULUŞMA" veya öteki tür şiirlerimizde, kupleler-kıtalar arasında zincirin kurulmasından, konu akışının seyrine dikkat edilmesinden oluşmaktadır.
3-Genellikle 6+5=11 hece ölçü-kalıbı kullanılırsa da, 7+7=14 veya öteki hece ölçü ve kalıplarını da şair kullanabilir. Önemli olan kıta-kuple-bölümler arasındaki devamlılık-zincirin muhafazasıdır.
4-Ayrıca, "serbest zincir" imizin öteki uygulamalardan farkı olsun diye de, şiirin ilk-giriş-kısmında ve son -bitiş-kısmında, şairin bir "nida" ile zinciri sallayacağını, bitiş sırasında da bitirdiğini haykırmasını istemekteyiz. Bu, bir zorunluluk değil, GÜLCE markası için tercihimizdir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
*******************
13-NAZIM TÜRÜ: GÜLİSTAN
***********************
1-Aruz ve Hece vezninin bir şiirde bir araya gelerek BULUŞMASI olup, geleneksel DİVAN EDEBİYATIMIZDAKİ GAZEL'in yepyeni bir formatla ele alınıp, yeni bir terkip oluşturulmuştur. Bu yeni gazel türünün adı : GÜLİSTAN'dır.
2-Şematik yapısı hece ile yazılmış HAN DUVARLARI şiirinin ARUZ-HECE BULUŞMASI'nda şekillenmesidir diyebiliriz.
Yapısı şöyledir :
......................................(a)Aruzla yazılmış Gazel beyitleri
......................................(b)
......................................©
......................................(b)
......................................(d)
......................................(b)
.......................................(e)
.......................................(b)
.......................................(f)
.......................................(b)
............................Hece vezinli kıta veya kuple..
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
http://www.antoloji.com
’da BULUNAN
GÜLCE GRUBU ÜYELERİ
(14.10.2008)
1-Mustafa CEYLAN
2-Ekrem YALBUZ(Aşık CİNASİ)
3-Osman ÖCAL
4-Harun YİĞİT
5-Yusuf BOZAN
6-Ozan SENTEZİ(Gültekin TOGA)
7-Hülya EKMEKÇİ
8-Refika DOĞAN
9-Ayşenur ÖKTEN İZGİN
10-Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
11-Afet KIRAT
12-Ali ALTINLI
13-Gülten ERTÜRK
14-Ahmet İDRİSOĞLU
15-Berrin STAMMER
16-İhsan ERTEM
17-Rengin ALACATLI
18-Şemsettin DERVİŞOĞLU
19-Miktad BAL
20-Mehmet NACAR
21-Ümran TOKMAK
22-Zülfikar Yapar KALELİ
23-Hatice ALTAŞ
24-Feriha CEYLAN
25-Ali GÜNDÜZ
26-Nurdan ÜNSAL
27-Ali ŞEYH ÖZDEMİR
28-Aysun ARGUN
29-Saadet ÜN
30-Sacide YAYLAZ
31-Şükran GÜNAY
32-Yücel KARAKILIÇ
33-Nurten ALTINOK
HER İNSAN ve BEN
Her insan, her insan birazcık deli
Ben sana deliyim, hem de zırdeli.
Hep seni görürüm ne yana baksam
Hep seni ararım gittin gideli...
Gittin gideli ne haldeyim,
Sorsan bir, arasan bir; ne olur...?
..............Hasret dağlarının Ferhatıyım
...........................Tek sana, tek sana sevdalıyım...
Her insan, her insan birazcık aşık
Ben sevdanı saran çılgın sarmaşık.
Yıktım duvarları, bahçeyi, çiti
Bu sebep yüzünden başım dolaşık...
Işık...
......Işık...
..........Işık...
...........Sonsuzluk türküm, bitmeyen ışık....
Yoksun işte, yoksun yanımda, canevimde
Özledim nefesini, sesini
....................Dava açtım mevsimlere
.......................Kışların kapısındayım
....................................Firardayım....
Her insan, her insan düşkün paraya
Ben sana düşkünüm, bak şu yaraya
Olmazsa derdime derman gözlerin
Döner deli gönlüm yıkık saraya...
Varlık sen, yokluk yine sen
Ötesi sadece boşluk,
.................Yosun gözlerinle bir bak istersen...
.....................Acılarımla başbaşayım;
...........................Işık* hızıyla sana koşayım
..................................................'Gel! ' dersen...
Her insan doğduysa, mutlak ölecek
Ölsem sevdan ile kim ne bilecek..?
Kırıp aynaları, durgun suya bak
Gözlerin benimle orda gülecek...
Gülüm,
..........Gülüm...
...................Gülüm...
..............Ve sana kavuşmaksa ölüm
.................Dünden razıyım her şeye, hazırım inan..!
.................Gece yarısında suya indiğinde bir ceylan
......................Mor menekşe buselerle avuçlarına
...............Avuçlarına düşeyim; mutlu olurum o an...
.............................................Bitsin bu zulüm,
..........................................................Gülüm,
............................................................Gülüm...
...............................................................Gülüm...
Mustafa CEYLAN
10 / 11. Ocak. 2006
Dağlara Söyledim
Dağlara söyledim şarkılarımı
Aksinden dinledim ah-u zârımı
Dayadım başımı serin bağrına
Dağlarla paylaştım her efkârımı
…………..……..Dağlara söyledim
……………….………....karlar ağladı
………………….……..dağları dinledim
……………………………….beni dağladı.
Kader, dağla beni böyle bağladı.
Dağlara benzedim hayli yoruldum…
Her avcıya hedef oldum. Vuruldum!
Dağlarla bekledim Sur’un sesini
Zaman sarkacında öyle kuruldum
………………….Dağlara benzedim
………………………….yol oldu bağrım.
…………………………..Dağlar kadar oldu
……………………..…………başımda ağrım.
Dağların başından sanadır çağrım.
Dağın da benim de gözümüz yârda
Gözyaşımız vardır soğuk pınarda
Ne gamım azalır, ne hicran biter
Anladım kavuşmak başka diyarda.
………..………….dağlar baharı özler
…………..………..…..ben seni özlerim
………………….…….Dağları uyku basar
……………..…..…………ben seni gözlerim.
Açık gitse kabre yorgun gözlerim.
Ekrem Yalbuz
BU GÖNÜL
Susar mı şiirlerim, susar mı yazan kalem;
Tesbihler incileri, korda yanar bu gönül.
Vuslata giden yolu var eğip büksün elem,
Tutunduğu dalından uçmaz, kanar bu gönül.
………………………..Hatıralar döngüsü,
..Bir yorgunluk gezisi.
…..Gece yeşili yamaçlar,
…….Vuslatından olmalı çift gölgeli ağaçlar.
………Ve vadideki kıl çadır
…………..Minderleri nakışlı,
……………….Tablamızda demli çay
…………………..Yanımda ceylan bakışlı.
Şarkılar ses vermez mi, lala mı döner diller;
Sevilmeye doymazlar boyun eğen sümbüller.
Mısralar uyku bilmez neler çeker sor eller,
Gün doğumu bir masum hara döner bu gönül.
..Hara dönen bu gönül,
……...Mor ışıklı gecedir.
…………...Şanslı sayım malum ki;
………………….Kavrulan bilmecedir.
Can evimde büyüttüm bu aşk öyle zalim ki,
……………………Çekilmez çile miyim?
…………Affedersen çöl diliyle,
….Nicesini dileyim, ben zulme köle miyim?
Telleri koparılmış dertli çalan bir sazdım,
Sır vermem ustasına kabrimi kendim kazdım.
Gülün tam ortasına, yatan: Vuslatî yazdım;
Unuttu mu zannettin her an anar bu gönül.
...Her mevsim dolu yağsın, kar yağsın,
………Üşüyen mezarıma.
………Yeter ki yeter ki sen mutlu ol,
……………………..Bakma benim zarıma.
22.10.2008
Osman Öcal
Ukde
Hasan,,
Ha da sen..
Ülkemin güzel çocuğu
Beraber büyüdük bu sokaklarda
Kolkola gezerdik hatırlar mısın
ÇayIrlar plajdi kızılırmakta
Balıkdık, yüzerdik hatırlar mısın
Fakirdik..
Sokaklarımız çamurdu.
Televizyonla tanışmamıştık henüz,
Donardı camlarda geceki buhar
Çigdemli nevruzlu gelirdi bahar
Kolye niyetiyle alıcı zahar
İpliğe dizerdik hatırIlar mısın
Hasan,
Seni hiç unutmadım..
Ne güzel arkadaştık biz.
Güvercinlere sevdalıydık
İkimiz..
Uçan güvercinler bize huzurdu
Dağ,tepe mutluluk göze huzurdu,
Kuşları seyretmek göze huzurdu,
Çakılı nazardık hatırlar mısın
Güvercin süzülür, biz süzülürdük
Doruklara sıçrar idi sevgimiz..
Dışımız nasılsa
Oydu içimiz..
Musluk,maşrabamız,leğenimiz bir
Soframız aynıydı, öğünümüz bir
Cenazemiz birdi, düğünümüz bir
Halaya sızardık hatırlar mısın
Kaynardı kanımız
Davul zurnayla
Çınlardı adeta tey teylerimiz
Dost doluydu
Dört yanımız
Hem salıncak hem atlataç ipimiz
Bir servetti sanki naylon topumuz
Şölen türbünüydü sanki kapımız
Oynardık,azardık hatırlar mısın
Çember cevirdigimiz
Yolları düşün..
Uçurtmamız kavaklara takıldı
Topacımızın vınlayışında
Çocuklugumuz kaldı
Güvercinlerimizi kediye kaptırdık..
Yıl Bin dokuz yüz yetmiş altı…
Ağır ağır iklimimiz değişti
Sargın kollar birbiriyle boguştu
Kocaman memleket sanki koğuştu
Gölgeye kızardık hatırlar mısın
O nasıl iklimdi
Nasıl cendere
Düşman olmuş idik
Göz göre göre....
Girdi aramıza ayaz duvarlar
İnsanlık öldüren o yoz duvarlar
Neler çekti bizden beyaz duvarlar
Slogan yazardık hatırlar mısın
Cücecik bilgiyle
Fikir sahibi...
Farkedemdik
Boynumuzdaki ipi
Konuşmayı, dialoğu bırak
Hayvan adetince
Koklaşamadık bile
Kestik selamı sabahı..
Köreldi kökünden sevgi kurnamız
Hiddet üfülerdi ağız, burnumuz
Türkülerden bile ağrır karnımız
Çalana kızardık hatırlar mısın
Bölündük
İğneden ipliğe
Sözde
Halk için çalışıyorduk.
Oysa düşman yapmazdı
Yaptığımızı...
Savaş alanıydı vatan velhasıl
Almanyaya kactım ben usul usul
Diyeceğim o ki gardaşim asıl
Ayaklı mezardık hatırlar mısın
Halbuki gardaş
Derinimde seni seviyordum
Seve seve
Düşman görünüyordum.
Bir bilsen içimi
Kendi kendimi yiyordum
Gene de aradaki barikatları aşamıyor
Yanımdaki sana ulaşamıyordum
Otuz yıl görmedi Sentezi seni
Barikattan değil hayat nedeni
Dağ eyledim içimdeki sevdanı
Zaten hep hazırdık hatırlar mısın
Ukde yırtar oldu
İçimi gayri
Ezdim ufaladım
Suçumu gayri
Şimdi duy
Su gibi berrak
Kar gibi ak
Sevgilerim Hasan diye akacak..
Seni sevdim hep sevdim
Hep seveceğim
Gayrı aramıza hiç bir güç
Barikat sokamayacak
İnmeyecek sevgi adına dikilmiş bayrak
Yeşerecek bu toprak.....
Ozan SENTEZİ
Önce içimdeki fırtına:
*************************
Ey kalıp! Ey ki ey! .. Gördün işte, nasıl da betonlaşmış çerçeven paramparça oluyor duygularla. Seneler senesi, aklımın kelime sandığından çıkarıp nakış nakış şiir diye dizmeye çalıştığım duygularımı, anılarımı, fikir ve düşüncelerimi kendince kendine benzetiyordun. Kendi çerçeven içine hapsolan can kuşum, duygu yağmurum; çelikleşmiş duvarlarına vuruyor da seni aşamıyordu. Demek ki, büyük şiir, kalıpların kalın duvarlarını aşan şiirdir. Demek ki, büyük şair kemâlat fırınından çıkardığı mısralarla sana, yani, kalıba da şekil verirmiş.'Tılsım ustası, üstün marifetlerin sırrına müştak' demişti dualarımı gönderirken hasretiyle yanıp tutuştuğum Hocam. Diyordu ki: 'Şair ne yaptığının yanısıra, niçin ve nasıl yaptığının ilmine muhtaç ve üstün marifetinin sırrına müştak, bir tılsım ustasıdır.(*) ' Sonra Eklemişti:'Şiirde başlıca iki büyük unsur vardır: His ve fikir... Şiir, düşüncenin duygulaşması, duygunun da düşünceleşmesi şeklinde, bu iki unsurdan herbirinin öbürünü kendi nefsine irca etmek isteyişindeki mesud med ve cezirden doğar.'
Böyle demişti ustam, hamuru yoğuran dil..Değirmen taşlarının arasından geçip bizleri un misal eleyen o mükemmel yürek...'Şekil ve kalıp' birer araçtır. Aslolan öz'dür kabuk değil. Öz'ün gökleri dolduran söylemidir.
Bunca şekil, bunca tarz, üslup, şema, tür...Ne derseniz deyin bunca çaba; hepsi hepsi öz'ün özüne yürüyüşümüzün öyküleridir, vasıtalarıdır. Asl'olan öz'deki hazine... Büyük şiir, özdeki zümrüt, inci pırlantadır ki, tüm vasıtaları gölgede bırakır. O öz'ü okurken kalıp, şekil, tarz; cümle araç ve gövdeler UNUTULUR gider, göremezsiniz bile... Işık geldiğinde karanlığın yok oluşu neyse, büyük şiir geldiğinde kalıbın, şeklin yok oluşu da odur işte.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI diye isim verdiğimiz YENİ NEFES ALANLARI ortaya koyan hareketimizde, yeni nazım türlerimizde ve bıkmadan süren çabalarımızdaki arayış, herşey, hepsi 'büyük ve kalıcı şiiri, o öz'ün özünü yakalamak' içindir. Başka hiç bir şey değil..
Kalıplaşmış, yeniliğe hiç açık olmayan, her gün aynı pençereden aynı caddeye kendini ve dilini tekrar ede ede bakan göz; sen ağla, yan, üzül... Biz, o baktığımız pençereyi ve o baktığımız sokağı da sevdik; anılarımız, dizelerimiz var. Asla o pençereden seyrettiğimiz sokak'ı inkâr etmiyoruz. Suç o anılarımızla ıslanan sokakta değil ki. Suç, arayıştan mahrum benim-bizim gözlerimizdeydi...
'Kör göremiyorsa, suç güneşin mi? ' Ne şehrin, ne caddenin ve ne o caddede-yollarda yol arayan insanlardaydı kabahat. Kusur-suç hep bende, benim göremeyen gözlerimdeydi. Sadece 7 renk, bir ufuk çizgisi ve altında kocaman bir dağ. Göze emir veren akıl kontağım çalışmıyordu ki, gözüm ufukları aşıp, yollar içinde yol bulup gül vuslatını yaşasaydım. Bir' de sonsuzu, yedi renkte milyar rengi kudret boyasıyla renklerin, atomların, hava zerreciklerinin boyanışını anlayabilseydim, farkına varabilseydim, şiirimin bütün bu arayıştan gülümseyeceğini...
******************************************************
Sonra,'Ülkemin güzel çocuğu Hasan ve Ukde'
******************************************************
Ata yurdunda kalmıştı bahçem, evim, ocağım. Taş ve beton bir şehrin, soğuk, şekilsiz, asık surat mimarlarının, kendi ruhsuz köklerine uygun çizgilerle diktiği gökdelenin tepesine yakın bir katında oturuyordum. Yeşili ve klorofili unutmuştum. Gül ve portakal çiçekleri çok uzağımdaydı. Kokularını duyamıyordum. Ruhuma sanalın ve medyanın gayr-ı millî havası pompalanır olmuştu. Oysa Atayurdundaki bahçemde kiraz, zerdali, dut, armut, ceviz vs.. çok çeşitli ağaçların ışıltılı türküsü vardı. Ayaklarıma değen toprağın içime düşürdüğü cemrelerle enerji motorlarım doluyordu. Bahçeme uzak değildi Kızılırmak. Ve o ırmağa koşan bir kaç çay ve dere. Hafta sonlarında, can arkadaşlarımla ırmak kenarında BULUŞMA'larımızın verdiği hazzı şimdi nasıl, nasıl aramam... Oturup ağla ey göz! Sızla, yan ve üzül ey yürek! ..
Ozan Sentezi, BULUŞMA' da buluşturmuş bizleri be Hasan. Bak, gör; duy, işit.. Bu BULUŞMA' nın güzelliğinden şekil ve kalıp aklıma bile gelmiyor. 33 yıldır taşıdığım mühendislik diplomam iflâs etti de, çizdiğim şekil ve çizgiler, Ozan Sentezi'nin ifâde gücü karşısında kaybolup gittiler. Şimdi seni düşünüyorum Hasan. 'Ezildim, ufalandım be Hasan...Seni düşünmedeyim..Otuz yıl oldu seni görmeyeli.' Gel uzat elini Hasan, beni deli deli söyletme; oku-okuyalım bu koca yürekli ozanı. BULUŞMA' da buluşalım haydi! ...
***************
Son söz:
Tebrikler, teşekkürler ve dualar gönderiyorum can kardeşime...
****************
(*) KISAKÜREK, Necip Fazıl-Çile Kitabından...
Mustafa CEYLAN
Alıntı
Tweet
Benzeyen Konular
Konu:
Yazar
Cevaplar:
Gösterim:
Son Mesaj
Türkiye’de Edebiyat Ödülleri Nasıl Verilir?
Site Yönetimi
0
1,617
16/06/2015, 05:02
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
ULUDAĞ SÖZLÜK 'te GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
Mustafa Ceylan
1
1,272
25/01/2015, 16:02
Son Mesaj
:
osman7159
Edebiyat ve Psikoloji, Sosyoloji Felsefe
Site Yönetimi
0
1,060
20/01/2015, 04:41
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
BİR GÜLCE SİTESİ DAHA
Site Yönetimi
0
938
10/10/2014, 02:21
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Gülce-Azerbaycan
Site Yönetimi
0
1,116
08/06/2014, 23:28
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
EDEBİYAT DÜNYASI FIKRALARINDAN
Site Yönetimi
1
1,109
05/01/2014, 22:24
Son Mesaj
:
osman7159
(Gulce, şiir, akım) bu 3 kelimede Sitemizi sorgularsak...İşte sonuçlar(5.11.2013)
Mustafa Ceylan
1
3,865
07/11/2013, 01:40
Son Mesaj
:
osman7159
ULUDAĞ SÖZLÜK ' DE GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
Mustafa Ceylan
0
1,292
11/06/2013, 01:12
Son Mesaj
:
Mustafa Ceylan
GÜLCE'ye Dair
Site Yönetimi
0
1,007
14/09/2012, 23:31
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Yayınlanmış Bir Gülce Kitabı Var Ama
osman7159
1
1,622
22/05/2012, 15:05
Son Mesaj
:
RefikaDogan
Lütfen seçim yapın:
--------------------
Özel Mesajlar
Kullanıcı paneli
Kimler Çevrim içi
Arama
Ana Sayfa
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-- GÜLCE ŞİİR TÜRLERİNE GÖRE ŞİİRLER
---- BULUŞMA
---- ÇAPRAZLAMA
---- TRİYOLEMSİ
---- ÜÇGÜL
---- ÜÇGEN
---- DÖNENCE
---- TOKMAK
---- AKROSTİK
---- SONE'M
---- GÜLCE
---- TEKİL
---- YİĞİTCE
---- YUNUSCA
---- BAHÇE
---- SERBEST ZİNCİR
---- ÖZGE
---- GÜLİSTAN
---- YEDİVEREN
---- TUĞRA
-- GÜLCE YAZAN ŞAİRLERİMİZİN GÜLCE ve DİĞER ŞİİRLER
---- (H)
------ Harun YİĞİT
------ Harun YİĞİT
------ Hasan ULUSOY
------ Hasan ULUSOY
------ Hatice ALTAŞ(Asi Çiçek)
------ Hatice ALTAŞ
------ Hacer KOZAN
------ Hatice KATRAN
------ Hatice KATRAN
------ Hikmet ÇİFTÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
---- (I-İ)
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim İMER
------ İbrahim İMER
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İhsan ERTEM
------ İhsan ERTEM
------ İsmail KARA(Karozan)
------ İsmail KARA(Karozan)
---- (K)
------ Köksal KIRLIOĞLU
---- (M)
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Meltem ARAS
------ Meral ADAK
------ Meral ADAK
------ Melahat TEMUR
------ Mevlüde DEMİR
------ Mevlüde DEMİR
------ Miktad BAL
------ Miktad BAL
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ MUSTAFA CEYLAN(Editör)
-------- Mustafa CEYLAN
---------- Mustafa CEYLAN(On Punto Yazıları)(Makaleler)
---------- GÜNE BAKIŞ
---------- TAŞ YAĞMURU(Ceylan'ın kaleminden)
---------- Hakkında Yazılanlar
---------- DİĞER ŞİİRLERİ
---------- Hayatı
---------- Sanatı
---------- Hocaları
---------- Çocukluğu
---------- Gençliği
---------- Özlü Sözleri
---------- Önsöz Yazdığı Kitaplar
---------- Siyasete İlgisi
---------- Bestelenen Şiirleri
---------- Fotoğrafları
---------- Mühendisliği
---------- Düzenlediği Etkinlikler
---------- Konferansları
---------- Yer Aldığı Antolojiler
---------- Kitapları
---------- EZAN SUSMAZ Kitabı içindekiler
---------- "YANDI BU GÖNLÜM"-Hacı Bayram Veli Kitabı içindekiler
---------- TAHİR KUTSİ MAKAL Kitabı İçindekiler
---------- SEĞMEN RUHU Kitabı İçindekiler
---------- TOROSLARIN TÜRKÜSÜ Romanı
---------- Armağan-2(AHMET TUFAN ŞENTÜRK İÇİN NE DEDİLER?)Kitabı içindekiler
---------- Armağan-1(ANILAR KORİDORU İÇİNDE SARIVELİLER)Kitabı
---------- YARALI CEYLAN Şiir Kitabı İçindekiler
---------- PAŞA GÖNLÜM Şiir Kitabı İçindekiler
---------- Kırat Geliyor Kitabı İçindekiler
---------- Her Yönüyle YENİMAHALLE Kitabı
---------- Tarihi ve Folkloruyla Elmadağ Kitabı İçindekiler
---------- Köylerimiz Kitabı İçindekiler
---------- Köyümüz Yeşildere Kitabı İçindekiler
---------- Bayramlar Haftalar Günler Kitabı
---------- Ahmet Tufan Şentürk Kitabı
---------- Halil Soyuer Kitabı
---------- Detanlaşan Köylü İsa Kayacan Kitabı
---------- Abdullah Satoğlu Kitabı
---------- Güzide Taranoğlu Kitabı
---------- Gülendenin Beşiği Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ (2006)Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ(2007)Kitabı
---------- CEYLAN-Tahliller-MAKALELER-Görüşler
---------- Güllük Dergileri
---------- Kapodokya Güneşleri Kitabı
---------- Bir Yanardağ Fışkırması Kitabı
---- (P-R)
------ Rahime KAYA
------ Rahime KAYA
------ Refika DOĞAN
------ Refika DOĞAN
------ Ramazan EFE
------ Ramazan EFE
------ Rengin ALACAATLI
---- (S-Ş)
------ Sabiha SERİN
------ Sabiha SERİN
------ Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
------ Serap HOCA(Serap DEMİRTÜRK)
------ Süleyman KARACABEY
------ Süleyman KARACABEY
------ Serdar AKKOÇ
------ Serdar AKKOÇ
------ Sevgili ÖZBEK
------ Sevgili ÖZBEK
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şükran GÜNAY
------ Şükran GÜNAY
---- (T-U-Ü-V)
------ Turan UFUKTAN
------ Ümran TOKMAK
------ Ümran TOKMAK
---- (Y-Z)
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf Ziya KARAHASANOĞLU
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Yıldız TOKSÖZ
------ Yıldız TOKSÖZ
GÜLCE'YE DAİR
-- GÖRÜŞLER
---- Gülce Nedir?
---- Gülce ve Ozanlık
---- Gülce Manifestosu
---- 5 Hececiler ve Gülce
---- Garip Akımı ve Gülce
---- Fecr-i Ati ve Gülce
---- Hisarcılar ve Gülce
---- Neyzen Tevfik, Aşk
---- Mazmunlar
---- Gülce Ne Değildir?
---- Hece Vezni ve Gülce
---- Serbest Şiir ve Gülce
---- Aruz Vezni ve Gülce
---- Gülce ve Zolal
---- Gülce Tarihinden
---- GÜLCE-(Atölye)-Video Dersler
------ Gülce Etkinlikleri
------ Kurucular Beyanı
------ Gülce 2009
------ Doğru Yaz/Konuş
------ Gülce-2010 Projeleri
------ Gülce-2011 Projeleri
------ Üstad Necip Fazıl'dan
------ Gülce-Aruza Dair
------ Öneriler-Çalışmalar
------ GÜLLÜK DERGİSİ
------ Gülce'ye Öneriler
------ Röportajlar
------ Negatif Bakışlara
------ Aleyhimizdekiler
------ M.E.B' na
---- Gülce'de Mesajlar-Projeler
------ Gülce-Güldeste(1)
------ Destanlarımız
------ Dede Korkut
------ Öncü Kadınlarımız
------ Peygamberlerimiz
------ Nutuk(Gülce)
------ Nutuk(Z.Korkmaz)
------ Kutlu Hanımlar
------ Ozanlarımız
------ NasrettinHoca
------ Yedi Askı
GÜLCE TÜRK ŞİİR AKADEMİSİ
-- Şiir Akademisi
---- Şiir Akademisi
------ HALK EDEBİYATI
-------- DİVAN EDEBİYATI
-------- BATI EDEBİYATI
-------- YENİ TÜRK EDEBİYATI
---- Hece Vezni' ne Dair
---- Şiir Tahlilleri
---- Aruz Vezni' ne Dair
---- Hiciv Tarihinden
---- Ustalardan Şiirler
---- Ustalardan Makale
---- Aramızdan Ayrılanlar
------ Ustalardan Şiirler
-------- A. Tufan ŞENTÜRK
-------- DİLAVER CEBECİ ANISINA
---- Şiir Üstüne (Serbest)
---- Atışma Sayfamız
---- Denemeler-Makaleler
---- Şiirde Dönüşüm
---- Şiir ve Anlatım
-- Türk Edebiyatı Şiir Türleri
---- Şiir Türleri
---- İslâmiyet Öncesi
---- Servet-i Fünun
---- Garip Şiirler
---- Akımlar
---- Edebî Sanatlar
---- Söz Sanatları
---- Şair Padişahlar
---- Şiir Tarihimizden
---- Yıllara Göre Edebiyat
---- Mehmet Nacar
DÜNYA EDEBİYATI
-- Dünyadan Şiir Türleri
---- Burns Stanza
---- Choka
---- Go Vat
---- Catena Rondo
---- Onegin Stanza
---- Canzonetta
---- Bauk Than
---- Rhupunt-Galce
---- Septilla
---- Viator
---- Luc Bat
---- Tritena
---- Pantoum
---- Shakespeare Sonnet
---- Diamonte
---- Villanelle
---- Hutain
---- Hex Sonnata
---- Hexaduad
---- Haynaku
---- Harrisham Rhyme
---- Guzzande
---- Gratitude
---- Glosa
---- Garland Cinquain
---- Fornlorn Suicide
---- DÜNYA EDEBİYATI
---- Dünyadan Destanlar
---- Dünyadan Şiirler
KAYNAKÇA
-- Konularına Göre Şiirleriniz
---- Aşk Şiirleriniz
---- Atatürk Şiirleriniz
------ 23 Nisan Şiirleri
------ Atatürk'e Dair
---- Kahramanlık Şiirleriniz
---- Doğa Şiirleriniz
------ 2009 Yılı Sayılarımıza
---- Taşlama Şiirleriniz
---- Gurbet Şiirleriniz
---- Tasavvuf Şiirleriniz
---- Barış Şiirleriniz
---- Şehir Şiirleriniz
---- Anne Şiirleriniz
------ Babanıza Şiirler
---- Doğum Günü Şiirleriniz
---- Deprem Konulu Şiirler
---- Diğer Şiirleriniz
---- Köşe Yazarlarımız/Makaleler
------ Mustafa CEYLAN
------ Refika DOĞAN
------ Osman ÖCAL
------ Ahmet ÖZDEMİR
------ A. S. ATASAYAR
------ Prof.Dr.İsa KAYACAN
-------- Prof. Dr. İSA KAYACAN
------ Rahime KAYA
------ Harun YİĞİT
------ İlqar MÜEZZİNZADE
------ Sündüz BİGA
------ Nazmi Öner(Şiirler)
------ Nazmi ÖNER(Nesirler)
------ Coşkun KARABULUT
------ Prof.Dr.İsmail YAKIT
------ Prof.Dr.Asım YAPICI
------ Sabit İNCE
------ Muhsin DURUCAN
------ Abdulkadir GÜLER
------ Ünal Şöhret DİRLİK
------ Metanet YAZICI
------ A.Aşkım KARAGÖZ
------ Gazanfer ERYÜKSEL
------ Mehmet GÖZÜKARA
------ Necdet BULUZ
------ Yusuf Özcan
------ Afife Demirtaş
---- Mustafa Ceylan
---- Bizden
-- Video Yağmuru
---- Ozanlar-Şairler
---- Bizden Videolar
---- Rasim Köroğlu
-- Genel
---- SERBEST KÜRSÜ
---- Duyurular
---- Röportajlar
---- Günün Şiiri
---- Günün Nesiri
Edebiyat Biz Platformumuzda
-- Gülce Tv
-- Türk Argo Sözlüğü
-- Edebî Konular Forumu
Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir
Mustafa Ceylan |
Dost Sitelerimiz:
Türkçe Çeviri:
MyBB
Türkiye
Üretici:
MyBB
, © 2002-2024
MyBB Group
-Theme © 2014 iAndrew
Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder