• SiteAna Sayfa
  • Güllük Dergisi
  • Şairlerimiz
  • Arama
  • Üyeler
  • Video
  • Yardım
  • bayrak

Giriş Yap   Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre: Şifremi Hatırlat
 
Gülce Edebiyat Akımı
gulce
Your browser does not support the audio element.

Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi

Google Web'de Ara Sitede Ara
Submit Face book
  • 0 Oy - 0 Yüzde
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Konu Modu
HASTANE ; Yorumum
Dışarıda RefikaDogan
RefikaDoğan
******
Üyelik tarihi: Feb 2008
Mesaj Sayısı: 2,701
Konu Sayısı: 1,516
   
#1
10/03/2012, 23:09 (Bu mesajı son düzenleyen: 16/05/2012, 01:34 RefikaDogan.)

" HASTANE

Bir de teselliye kalkıyor bizi
her sabah kapımıza bıraktığı kara gün ile
utanmaz hayat.




Kaç saattir bu sandalyede oturduğumu hatırlamıyorum. Annem soba borularını temizlerken elini kesti. Bir iki sövdü babama. Sonra sardı eteğine kanayan elini, taşlıktan doğru taksici Sami’ye bir ıslık çaldı. Koştu geldi Sami. Yine her zamanki gibi, annemin çarşıdan bir şey ısmarlayacağını sanmış olacak, deri montunun cebinden küçük bir not defteri çıkarttı. Fakat annemin eteğine sarılmış elini görünce, defteri tekrar cebine sokup, durakta bekleyen arabasını aldı geldi.

İyi adamdır sağ olsun. Fakat arada içer, karısını döver. Karısı da dövülmeyecek gibi değildir ama. Mahallenin uydusu. Döner durur yörüngede. Her akşam izleriz onları annemle. Sade biz değil, bütün sokak izler. Sami arabayı evin önüne çekerken, karısı mahallenin öteki yakasından sökün eder. Tanır kocasının fren sesini. Nerede tünemişse fırlar kalkar yerinden. Kapıda kesişir yolları. Sami kızar. Hangisi çalışıyor belli değil. Adam evden çıkar, arkası kapanmadan düşer yollara Neziha. Beş çocuğunu okula bırakır sonra ver elini Solaklar Mahallesi. Yazı kışı yoktur onun. Üşenmez de onca yokuşu adımlarken. Yarım dünya gibi de bir şey. Yine de sever onu Sami. Her sene bir çocuk yaparlar.

***
Annem bağırıyor. Kolay değil, et deliniyor. Ta oturduğum yere geliyor hışırtısı. Havada hastalıklı bir koku. Başım dönüyor.

Burası Azrail’in hayatla pazarlığa durduğu yer. Keskin hamleler, hayati müdahaleler sessiz bir sır gibi dönüyor koridorlarda. Alt katta morg var. Bir üst katta doğumhane. Ölülerin morarmış dudakları soğurken, sımsıcak et parçaları dökülüyor dünyaya. Biri geliyor, biri köşeyi dönmek üzereyken…

Annem ağladıkça, içimden parça parça pıhtılar kopuyor. Azalıyorum. Ne zaman bir ağlayan görsem dilimde aynı tat. Hayat seni hiç sevmiyorum!

Bir kadın… Kucağında küçük bir kız çocuğu. Aceleyle giriyorlar kapıdan. Çocuk ağlıyor. Burnundan sızan kan, önce annesinin hırkasına çarpıyor, sonra acıyla dökülüyor yere. Yerde bilmem ne zamandan kalma işaretler. Birleştirsen bu işaretleri “Beni de kurtarın” diyecekler sanki. Öyle feveran içindeler. Öyle kararmış kalmışlar. Fakat bir kadın daha beliriyor koridorun başında. Pembe önlüklü. Gözleri önüne düşmüş, ölmüş de kütükten silinmemiş bir tip. Elinde leylak kokulu bir paspas. Adımlar havaya kalktıkça, taarruza geçiyor ve her yanı yalayıp temizliyor ölü kadın. Belki de morgda unuttular onu. Sıkıldı yatmaktan da kalktı diklendi. Üşüdü. Koridor sıcak. Kemikleri ısındıkça derisi büzüşüyor. Az sonra erir dökülür şuralara. Başka bir temizlikçi süpürür onu yerden. Bu seferki erkek olur ihtimal.


Kadın, danışmadaki ihtiyar bekçiye yalvarıyor. “Ne olur, sıra bekleyemem. Burnuna düğme kaçtı çocuğun.” Adamın umurunda mı? Önündeki gazeteden yükselen altın fiyatlarına bakıyor. Borcu var belli ki. Yüzünde matem havası. “Anasını satayım, erken bozdurduk karının çeyreklerini” diyor bekçinin yanında dikilen adam. Kadın kaşlarını çatıyor. Çocuk sustu. Kan dondu burnunun altında. Bekçi öfkeyle kapatıyor gazeteyi. Bir çift güzel bacak uzanıyor masaya doğru. Altında “Müjde size” diye yazıyor pembe harflerle. Bekçi bacaklara bakmıyor bile. Evet, illaki borcu var garibin.

“Neyi var çocuğun?”

“Sen doktor musun?”

“Bayan, sıra numarası verecem. Ondan soruyom.”

“Burnuna düğme kaçtı çocuğun.”

Kadın telaşlanmakta haklı. Burun çok önemlidir zira. Hayat kokulardan ibarettir çünkü. Hani kulağına kaçsa, ne diye telaş ediyor diyeceğim. Kulak önemli değildir. Duymazsın altı üstü. Duymadığın için ölmezsin. Aksine çok yaşarsın. Benim de beş yaşından beri ağrır kulağım da, demem kimseye. Bekliyorum, bir gün duymaz olacak. Annemin ağrıdan inleyişlerini duymayacağım. Babamın ağıt gibi türkülerini. İçim burulmayacak her gece, her gece. Çekeceğim yorganı başıma, kanaviçesine baka baka uyuyacağım. Güzel şeyler girecek rüyama. Pembe. Hoş kokulu. Acısız. Elinde elişi torbası, seke seke yürüyecek sokak başına annem. Yüzünde derin bir tebessüm. Hani söksen, yüzünün yarısını götürecek cinsten. Üzerinde mavi bir entari. Sırtında sıcak bir hırka. Sonra babam görünecek elinde poşetleriyle. Pırasa yere sarkacak torbanın birinden. Hiç beyaz olmayacak bıyıklarında babamın. Öksürmeyecek. Gülecek. Ne güzel yakışacak ona takım elbisesi. Ne güzel yatacak saçları bir yana. Ben ne güzel bakacağım onlara…

Bir ses.

Tanrım, birini öldürüyorlar. Bir kadın yırtıla yırtıla bağırıyor dışarıda. Gittikçe yaklaşıyor ses. Çoğalıyor, yuvarlanıyor, ses tellerinin tınısı yayılıyor koridorlara. Herkes o yana bakıyor. Burnunda düğme olan çocuk bile. Az sonra koca bir dünya giriyor kapıdan. Seni tıknaz dünya. Yine mi devrim yapıyorsun? Evet bir devrim bu ve her devrim gibi kanlı. Ve her devrim gibi ilk önce en sevdiğini ağlatıyor. Kadın doğuracak. Kan sızıyor bacakları arasından. Ölü temizlikçi uçarak gidiyor o yana. Kan yerde kalmıyor. Kadın feryat içinde. “Ömer Allah belanı versin. Ömer, boyun devrilsin. Senin yüzünden kaldım bu hallere.” Devrimin babası Ömer’e bakıyorum. Ceketinin içinde kaybolmuş bir adam. Yalnız bir bıyıktan ibaret yüzü. Kara gözleri kızarmış da küçülmüş. Bekçi heyecanla fırlıyor yerinden. Rüzgarı gazeteyi aralıyor. Gözüm alıyor habere. TS 3- Mersin İdman Yurdu 1.

“Yetişin ula, kadın doğuruyor.”

Kimden çıkıyor bu ses? Devrimci Ömer kadının altında kaldı. Kolay doğmuyor umutlar. Zavallı kadın kendinden geçiyor.

Annem nerede benim? Neden sustu. Anne bak, burada neler oluyor.

Kadın doğuruyor.

Sıkış ey insanlık! Biri daha geliyor.

Bir sedyeyle götürülüyor koridorun orta yerindeki bütün çığlıklar. Yalnız Devrimci Ömer kalıyor geride, kolunda hazırlıklarla dolu bebek çantası. İçinde patik vardır onun. Parlak yünden bir çift patik. Nenesi dokumuştur bebeğin. Ölmeden önce belki de. Bir yerde patikler varsa, o yerde mutluluk da vardır. Şu an görünmüyor fakat, pek yakında çalınacak gözümüze. Biliyorum ben.

Hamile kadının hemen ardından, iki adam iniyor merdivenlerden. Ellerinde üzeri çarşafla örtülü bir sedye. Sedyede bir tümsek. Nefessiz, rüzgarsız, gürültüsüz bir tümsek. Geçip gidiyorlarken önümden, bir kol sıyrılıp düşüyor çarşaftan. Tümsek biraz titriyor. Arkalarında ihtiyar bir kadın. Ağlamış da sesi kesilmiş. Yalnız dudaklarını açıp kapatıyor balık gibi. Havaya saydam ağıtlar bırakıyor. İhtiyar kadının kolunda bir genç kız. Tutuyor kemikten parmaklarını. Titriyor eller. İhtiyarın parmağında solmuş bir alyans. Ne zamandan kalma kim bilir. Erimiş etleri kadının. Yüzük düştü düşecek. Yeşil çilli parmağından.

Bekçi durduruyor onları. “Nene bura yasak.” Nene elini uzatıyor tümseğin ardından. Konuşabilse “Adamım” diyecek belli. Mükerrem olsun adı. Öldü ne de olsa. Başka isim gerek bu cisme. Mükerrem tümsek, çoktan kayboldu merdivenlerde. Her yan gülsuyu kokacak az sonra. İmam giriyor kapıdan.

Başımı kaldırıp bekçinin başının üzerindeki levhaya bakıyorum. Hastalar bile sınıflara ayrılmış. Gayri durulmaz artık bu dünyada. Kapısı olsa bir yerinde, billahi aralayıp gideceğim.

“En acil. Çok acil. Acil. Daha az acil. Acil olmayan.”

En acil olanlar, nefesi durmak üzere olanlar. Yani Azrail başında gezenler. Doktorlar onları masaya yatıracak, Azrail’le satranç oynayacaklar. Şah ve mat. Hangi hamleyi beğenirse mübarek gökyüzü, o alacak hastayı.

Acil olmayanlar, ölüler. Yani Azrail’in kazandıkları. Nefessiz tümsekler. Kurumuş nehir yatakları. Ahalisi bir tarafa göçmüş memleketler. Bu ne acıdır böyle. Kaderine terk edilmek. Üstelik kalabalığa en çok muhtaç olduğun bir anda. En üşüdüğün zamanda. Çırılçıplak. Alıp götürüyorlar seni. Ardından gelenlere dur diyorlar.

“Nene dur dedik ya. Yasak ora yasak.”

Bekçi, sen insan değilsin.

Nedir bu içimde köpüren. Sustukça konuşasım geliyor. Fakat sıkı sıkı büzüyorum dudaklarımı. Yine de kenarlardan sıyrılıyor kelimeler.

İhtiyarlar giriyor ve çıkıyor kapılardan. Kollarında evlatları. İhtiyarlar. Ve onların korkak bakışları. Tanrım, işte budur hüzün. Sürütmek bacağını ardın sıra. Engel olamamak ellerindeki titremeye. İnsanoğlu yalnızdır. Bazılarının çok iyi oyuncular vardır etraflarında, hepsi bu. Evlatlar saate bakar. İşleri var, gidecekler. Dünya işte, ne yapacaksın. Durup beklemiyor seni. Mazeret kabul etmiyor. Çok da umurundaymış zamanın, ağrıyan dizleri senin babanın.

İhtiyarlar. Tebessümle bakıyorlar gördükleri çocuklara. Gayri ihtiyari bir gülümsemedir onlarınki. Belki kendileri bile bilmiyordur güldüklerini. Ellerinin titremesi gibi bir şey. Öylesine doğal. Sulu gözlerinin içi gülüyor. Gidenle gelenin, bir tünelde karşılaşıp selamlaşmasıdır bu. Giden hüzünlüdür. Gitmek hep hüzündür zaten. Az kaldı karanlığa. Sonrası kesif bir unutulmuşluk. Yeşil mezar taşları. Eğrelti otlarıyla örtülmüş küflü mezarlar. Geride kalanlara son bir not : “Nerde mezar görsen ellerini aç. Elbet sen de olursun duaya muhtaç.”

Bebek sesi var üst katta. Bir grup çingene toplanıp gelmiş. Doğum odasında gırnata sesi. Göbek atıyorlar belki de. Alt katta büzülüp kaldı Mükerrem Tümsek Bey. Ah ne üşümüştür o şimdi. Biri girse şu an içeri. Bir sigara yakıp yerleştirse dudaklarına. Ciğerleri ısınsa. Erise ağzının kenarındaki donmuş kelimeler, koynuna aksa. Kim söndürüyor bu ışıkları? Hem soğuk, hem karanlık. Gırnata göğe çıkıyor, Mükerrem Tümsek Bey titriyor. Neneyi müşahedeye yatırdılar. O da gider birazdan. Yanındaki genç kıza kalır soluk alyansı. Kız hiç saklamaz, bozdurur onu. Kendisine son moda esvaplar alır. Ruj, oje, allık falan bir de.

“Altın fiyatları delirdi ula” diyor bekçi. Az önceki ölü temizlikçiyle vardiya değiştiren mavi önlüklü adama. Adam bıyığını kaşıyor.

Annem nerede benim?

Sesi de çıkmıyor artık. Nefes alamıyorum. Bebek pudrası ve gül suyu siniyor ciğerlerime. İçimde bariz bir taarruz var. Kelimeler köpürüyor hala dudaklarımdan. Bir şey söyleyeceğim, söyleyemiyorum. Fakat ağlamaklı bir gülüş var yüzümde. Kapının camından görüyorum suretimi.

Annem çıkıyor sonunda. Elini sarmış da top etmişler. Rengi atmış gül yüzünün. Kavrulmuş soğan kokusu geliyor burnuma etekleri titredikçe. İşte bu mutluluktur.
Kol kola girip uzaklaşıyoruz oradan. Kapıda Sami bekliyor bizi. Arabanın camına dayadığı loto kağıdını dolduruyor. Temiz hava. Tanıdık bir yüz. Aynı bulutlar, aynı çukurlu yol. Camı açıp artık arkamızda kalmış hastaneye bakıyorum. Dilimde hala söyleyemediğim sözler. Yalnız; mavi bir kurdela gibi uçuşuyor saçlarımda bir cümle:
Hayat, seni ne çok seviyorum.

...ENGİNDENİZ...

Aynur Engindeniz "




Öncelikle öykünün başlığı dikkatimi çekti ilk anda! "HASTANE" yerine "Hastahane" yazılmalıydı. Sanıyorum yazarımız öykü mahallinde kullanılan yerel aksan ile başlık atmak istedi! Çünkü dili çok iyi bilen ve kullanan bir yazar, Sayın Aynur ENGİNDENİZ. Bu yüzden başlığı bilinçli olarak bu şekilde yazdığını düşünüyorum.


" Bir de teselliye kalkıyor bizi
her sabah kapımıza bıraktığı kara gün ile
utanmaz hayat."

Öyküye girişteki bu farkındalıklı sitemkâr girizgah, hayata savrulan bir küfür, bir meydan okuyuşu gibi.

Baştan sona büyük bir heyecanla, samimiyetle hazmederek öykünün içine girerek okudum. Her kahramanda ve olayda o ruhu hissederek, etkilendim öyküden.
.
Yazarın beni en çok etkileyen yanı akıcı ve duru dili, Türkçe' ye hakimiyeti, doğallığı ve yerel karakterlerle dilleri çok bilinçli ve sevecenlikle konuşturması.

Öykü içeriğindeki kahramanlar ve iç içe geçerek gelişen olayların bolluğu, çeşniliği öyküyü kıymetlendiren, ona olaganüstü bir güzellik, gerçeklik kazandıran özellikler. Zaptedilemez bir hızla dönen hayatın öğüten çarkları arasında öğütülen gerçek yaşamlar ve bunlara dair renkler, izler değil mi öyküyü farklı ve okunur kılan!

Girişte, anne, baba ve kızından teşekkül aile ile mahallenin taksicisi Sami' den ibaret kahramanlarımız ve,
Elini bıçak kesen anne ile başlayan vaka sarmalında birbirine bağlı iç içe gelişen olaylar çerçevesinde;
İnsan ve insanın çevresinde dönen hayatlar irdeleniyor. Yaşamın insandan, insanın da yaşamdan soyutlanamayacağının; devinim halindeki yaşamın kendisinin buna izin vermeyeceğinin altı çiziliyor.

Yaşam tek başına "BEN" in etrafında dönmüyor! "BİZ" olgusunu göz ardı eden her bir şeyi yutuyor bu gerçek! Çünkü yaşam tekil değil, çoğul bir kavram! Tek tek her yaşam, farklı farklı "YAŞAMLARI" oluşturmakta.

Annenin kesilen eli ve hastahaneye götürülme süreciyle başlayan bu devinim, her bir görev alanının diğeriyle ilişkisi bağlamında öyküden öyküler çoğaltarak hayatın çokluğu ve çeşitliliğine, insanların birbirlerine gereksinimleriyle vazgeçilmezliklerine, günlük yaşamda önemsemediğimiz ya da küçümsediğimiz nice meslek ve/veya kişilerin aslında hayatın merkezinde yine hayata / hayatlara azımsanmayacak katkılarla, anlamlarla ve; hayatın merkezinde ayrımsız her rengin, her ses ve nakışın kendi hacimleri ölçüsünde hayata değer kattıklarını, vazgeçilmezliklerini gözler önüne seriyor. Günlük yaşamda sıradan gördüğümüz / anlamlandırdığımız kişi ya da hizmetlerin ve o hizmete vakıf olanların bizim hayatımızda (istese de istemese de) bir şekilde yer kapladığını, -olumlu ya da olumsuz- katkı
sağladığını, böylece kendiliğinden oluşan bir zincirin ( yaşam zinciri) vazgeçilmez halkaları olarak yaşama devinim kazandırdığını, anlam kattığını vurgulamakta.

Toplumsal yaşamda sosyal, ekonomik, kültürel, tarihi motiflerden oluşmuş bir yapı, bir düzen bulunmaktadır. Bu yapının düzeni için her meslekte, her cinste, her eğitim ve olanakta farklı insanlarla yaşam çarkı döner / döndürülür. Bu çark dönerken her birinin farklı yaşamları, farklı olayları çıkar karşımıza. Biz bunları çokça görmeyiz, duymayız, bilmeyiz...Yaşamın akışı içinde nefes alan ve birbirine bir şekilde muhtaç her insanın/mesleğin kendi içindeki kapalı kutusu olan yaşamı hayata açılan pencerelerdir. Bir zincir ve onlarca halka ile hayata açılan onlarca pencere; çapıyla, boyutuyla, niteliğiyle, rengiyle, cinsiyle, cismiyle, gerekçeleriyle farklı farklı...

Öyküyü sonderece anlayarak, özümseyerek, etkilenerek ve hissederek, farkındalığıyla. okudum. Çünkü, öykü dili, betimlemeleri, konudan konuya ve kahramandan kahramana geçişleri muhteşem! Ve bunlar arasında zerre kadar bir kopukluk, bir zaafiyet görmedim, hissetmedim! Bunun nedeni, yazarın öykü kurgusunu sağlam ve bilinçli bir temel üzerine konumlandırması. Dilin yalınlığı ve akıcılığı kadar yerel motiflerle renklendirilmesi, bu motifleri iyi biliyor ve kullanıyor olması. Kendi yaratıcılığının sınırsızlığı içinde özgün söylemler oluşturması ve öykünün giriş-gelişme sürecinden sonraki final bölümünde (karmaşık gibi görünen) ancak aslında tane tane anlatılan temanın ana fikrini çıkaran etkili / vurgulu söylemiyle, yazarın okura verdiği mesaj çok güzel!

Aynur Engindeniz öykülerinin gerçek tadına varmak, içeriğindeki derinliği, içtenliği ve yaşam izlerini görebilmek, dokunabilmek, hissedebilmek için yazının uzunluğuna kısalığına bakmaksızın; önyargısız ve samimiyetle okuma isteğiyle yaklaşmalı... Bunu yapabildiğimiz oranda öykünün ruhunu hissetmek ve anlamak mümkün olur.

Şunu mübalağasız, çok açık ve net söylüyorum: Değerli yazın dostu Aynur Engindeniz' in kalemi göz ardı edilecek bir kalem değil! İnanılmaz bir tat, apayrı bir özgünlük var O' nun kaleminde! Gönül ister ki, bu değerli kalemden çıkan öyküler ilk ve ortaöğretim okullarımızda ders kitaplarına girsin, Türk Halk Edebiyatı' mızın özgün ürünleri olarak yeni nesile unutturmasın muazzam dilimizle değerlerimizi. Ve hayatın görünen yanı kadar görünmeyen yanındaki insanımızı, yaşamlarımızı, geleneklerimizi...

Muhteşem hayal gücüyle kurgulanan ve bende tiryakilik yaratan... her biri farklı kaynaklardan aynı ana pınara dökülen bu muhteşem kaleme ; edebiyatımıza, hayata , kültürel değerlerimize kattığı artılar dolayısıyla teşekkür ediyor; göz nuru ve emekle yoğrulu soylu çalışmaların hak ettiği yerde taçlanmasını diliyorum; bitimsiz saygı ve dostlukla...


kaynak: http://www.edebiyatdefteri.com/

Her nefeste Gülce...
Alıntı  
Tweet      
     


Benzeyen Konular
Konu: Yazar Cevaplar: Gösterim: Son Mesaj
  " Bir Yanı Yangın, Bir Yanı İmtihandır; Aşkın! " Şiirine Yorumum RefikaDogan 3 2,734 30/07/2013, 06:55
Son Mesaj: elnurə
  "YÜREĞiNDE DAĞILIYORUM! .." - Hikmet Çiftçi 2 Şiirine Yorumum RefikaDogan 1 2,049 10/12/2012, 23:10
Son Mesaj: osman7159
  - Ay Işığı Sonatı " Rengin ALACAATLI Şiirine Yorumum RefikaDogan 1 1,953 10/12/2012, 22:52
Son Mesaj: osman7159
  “ EL DEYİŞTİRDİ ” Şiirine Yorumum RefikaDogan 0 1,472 11/09/2012, 00:13
Son Mesaj: RefikaDogan
  “ DİLİNİZE SAHİP OLUN ” Şiirine Yorumum RefikaDogan 0 1,325 11/09/2012, 00:11
Son Mesaj: RefikaDogan
  “ Pandora'nın Kutusu ” Şiirine Yorumum RefikaDogan 0 1,417 10/09/2012, 17:11
Son Mesaj: RefikaDogan
  “ Aşk-ı Bahar ” Şiirine Yorumum RefikaDogan 0 1,506 10/09/2012, 17:08
Son Mesaj: RefikaDogan
  “ SABÂH DUÂSI ” Şiirine Yorumum RefikaDogan 0 1,808 10/09/2012, 16:59
Son Mesaj: RefikaDogan
  “ Çınar İzleri ” Şiirine Yorumum RefikaDogan 0 1,520 10/09/2012, 16:42
Son Mesaj: RefikaDogan
  “ DERE SUYUN NEREDE? ” Yazısına Yorumum RefikaDogan 0 1,465 10/09/2012, 16:33
Son Mesaj: RefikaDogan

Digg   Delicious   Reddit   Facebook   Twitter   StumbleUpon  


Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir

Mustafa Ceylan |
  •  
  • Yukarı dön  
  • Lite mode  
  •  Bize Ulaşın


Dost Sitelerimiz:

Türkçe Çeviri: MyBB Türkiye
Üretici: MyBB, © 2002-2023 MyBB Group-Theme © 2014 iAndrew

Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder