SiteAna Sayfa
Güllük Dergisi
Şairlerimiz
Arama
Üyeler
Video
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Şifremi Hatırlat
Beni Hatırla
Your browser does not support the audio element.
Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi
Web'de Ara
Sitede Ara
0 Oy - 0 Yüzde
1
2
3
4
5
Konu Modu
HZ. MUHAMMED (DEVAMI)
ali_gozutok
Yetkili Şair
Üyelik tarihi:
Sep 2011
Mesaj Sayısı:
248
Konu Sayısı:
222
#1
04/10/2011, 09:15
HZ. MUHAMMED (DEVAMI)
NUR’U NEBİ’DEN BELİRTİLER
Alemlerin Rabbi;
….Ol Resul’ün nuruna,
……Şöyle emretti;
----“Senden evvel gönderilecek,
Peygamberlerin
Nurlarına nazar eyle!...”
Tek
Bir tek
Nazarla
Kuşattı,
Onun nuru,
Peygamberler nurunu.
Gelecek Peygamberler, sordular;
--Ya Rabbi!...
Bizi nuruyla saran kimdir?
El cevap;
--O benim sevgilimdir.
Onun nurudur sizi saran,
O nurdur!
Sizi de peygamber eden!....
Dediler ki:
---Ona ve peygamberliğine iman ettik.
ALLAH:
---Ahdinize şahit olayım mı?
----Ol!
……Ol Ya Rabbi!...
………..Şahit ol!....
Daha o zaman,
Ademin esamisi okunmamıştı.
Alemlerin Rabbi,
Sevgilisi kimdir belirtmek istedi.
Cebrail’e şöyle emretti!
Yer’in kalbi olan, O sevgilinin,
Kabrinden bir avuç toprak getir.
Cebrail cennet melekleriyle
Kabir toprağından bir avuç alıp
Cennet ırmağında yoğurdu o toprağı.
Toprak beyaz bir inci olup parladı!
Yerlere ve göklere,
Parıl, parıl ışıklar saçtı.
O,
Zaman anladılar,
Muhammed’in üstünlüğünü…..
Adem Ata yaratılınca;
Âlemlerin Rabbi!
--Başını kaldır ve bak, Ya Adem dedi!
Adem başını kaldırıp bakınca.
Arş üzerinde,
Allah Resulünün nuru ile
Yazılı olan ismini gördü.
Yüce Allah:
--Bu senin zürriyetinden,
Bir peygamber’in nurudur.
Adı göklerde Ahmet,
Yerlerde Muhammet’tir.
Eğer o olmasaydı!...
O’nu yaratmayacak olsaydım!
Seni yaratmazdım diyor Yüce yaratan!...
……Ne varsa yaratılan!
……….Ondandır,
…………O’nun varlığındandır.
Henüz yaratılmamıştı!...
…………………….Ne levh,
…………….…….Ne kalem,
………….……..Ne Cennet,
……………….Ne Cehennem,
……………...Ne Melek,
…………….Ne sema,
…………..Ne arz,
…………Ne güneş,
……….Ne ay,
….....Ne insan,
……Ne cin,
…..Her şey bu nurdan yaratıldı.
………O olmasaydı!
…………Âlemler olmayacak,
……………Eflâk yaratılmayacaktı!...
İşte O….
…..O kadar evvel,
……..O kadar üstün….
………………Bir arada görünüyor,
…………………Hem sebep,
……………………..Hem netice!...
….İlk peygamberden,
………Son peygambere,
…………Alından alına,
……………Nakşedilen nur!
………Manâda bütün fezayı,
Zaman ve mekânı dolduran ışık!
…………………..Işık üstü ışık!...
Ta Ademden başlayan,
Peygamberden peygambere,
Hulûl eden,
Temizin temizi,
Kadından kadına,
Oğuldan oğla geçen,
………….Onun nuru!....
Rivayet odur ki;
Hak Tealâ,
Hz Muhammed’in nurundan,
Bir cevher yarattı!
Sonra o cevhere baktı.
O zaman cevher,
Eridi su oldu.
Bin yıl dalgalandı!
Nuru Muhammed o zaman,
On parçaya bölündü.
Her bir parçadan,
Bakın neler yaratıldı:
Birinden : ARŞ,
Birinden : KALEM,
Birinden : LEVH,
Birinden :GÜNEŞ,
Birinden : AY,
Birinden : DURAN YILDIZLAR,
Birinden . GEZEN YILDIZLAR,
Birinden : KÜRSİ,
Birinden : MÜ’MİNLERİN RUHU,
Onuncusundan da: Hz. MUHAMMED’İN CİSMİ,
Yaratıldı……….
Annesi Âmine ona gebe kalınca,
Doğu ve batı denizleri coştu kabardı!
Eb-ul Kasım’ın babası,
Muhammed Mustafa henüz
Doğmadan önce nice müjdeler,
Müjdeli haberler vardı.
Kâbe’nin dört duvarından,
Hak Peygamber geliyor diye sesler kabardı!...
Onun gelmesine on beş,
Derman olmaya başlamasına,
Daha elli beş sene vardı.
……Dayanabilir miydi insanlar,
……….Yaşanan vahşete!
…………Hep birlikte göreceğiz!....
ALLAH’IN Resulü buyurdu:
………Benim nesep kollarımda,
………..Zinadan eser yok.
………….Pak babaların sulbünden,
…………….Pak annelerin rahminden,
…………………Doğan bir nur’um.
“Seni, vücuda getirinceye kadar,
………..Peygamber kolundan,
………….Peygamber koluna naklettim.”
……………….Diyordu Yaratan!...
Adem peygamber’in aldığı ilk meşâle,
Peygamberden peygambere,
Asli sahibine doğru, İbrahim ve İsmail’e geçip,
Nur kolunun,
En yakın nispetine ulaşacaktı.
Kureyş’in Allah sevgilisi,
Yol veren temel dalı,
Haşim oğulları….
Abdulmuttalip ve nihayet
Abdullah.!…
ABDÜLMUTTALİB’İN
GÖRDÜĞÜ RÜYALAR
Peygamberler peygamberinin,
Büyük babası,
Abdülmuttalip, sık sık,
Kâbe hareminde….
Beklenen nur’u Nebi ise,
O’nun alnında…
Bir gün uyumuş!
Uyanınca uykudan,
Ona bir haller olmuş!
Gizlice, üzerinde bir el gezinmiş.
Yüzüne başka,
Gözlerine bambaşka,
Güzellikler sinmiş.
Gözleri sürmelenmiş,
Her çizgisine apayrı
Bir manâ gizlenmiş!
Koşturmuş babasına,
Şu halime bak!
Bana bir şeyler oldu!
Bana bir çare!...
Almış onu babası rüyayı tabir için,
Bir kâhine götürmüş.
Kâhin demiş ki;
Bunun evlenme çağı gelmiş,
Onu evlendirmeniz gerek!
Bir kızla evlendirmişler,
Kızın ömrü kısaymış,
Vakitsiz ölmüş!
İkinci evliliğinde,
Vücudundan, misk-i amber kokusu,
Yayılmaya başlamış.
Alnında da,
Bir parıltı varmış!
Gündüzü aydınlatıp
Geceyi, ışıldatan bir ışık,
Bir nur…..
Yayılmış!...
Mekke ve çevresinde,
Saygıyla bakılır olmuş.
Bir kıtlık olsa,
Çocuk Abdülmuttalip
Dağ başlarına
Tepelere çıkarılır,
Dualar O’na ettirilirmiş..
O zaman,
Hemen yağmurlar
Yağmaya başlarmış….
Günlerden bir gün,
Abdülmuttalip yine,
Kâbe Hareminde uyuyorken,
Yine bir rüya görmüş!…
Öyle bir rüya ki;
Müthiş!....
Arkasından gümüş zincirler fışkırmış,
Bir ucu gökte, bir ucu yerde,
Bir ucu batıda, bir ucu doğuda!
Dal budak salmış koca bir çınar!
Sarılmış sarmaş dolaş,
Düğüm düğüm,
Dal dal şubelenmiş,
Yaprak,yaprak açılmış,
Her yaprağın
Üzerinde,
İnciden
Nurlar, saçılmış!...
Bu
Ağacın,
Gövdesine,
Dal ve budaklarına,
Bütün girintilerine, çıkıntılarına,
Asılı kalmış,
Mahşeri bir insanlık!.....
Rüya tabir ediliyor;
Senin soyundan,
Öyle biri gelecek,
Bütün yer ve gök halkı,
Onu, insanlığın kurtarıcısı bilecek.
Abdülmuttalip:
Son defa,
Fatıma ismindeki
Pak bir kadınla evlilik yapmış.
Ondan bir oğlan doğmuş,
İşte Abdullah O oğlanmış!….
Sahibine teslim edilmek üzere,
Mukaddes emanetin,
Son taşıyıcısı!...
Doğrudan doğruya,
Teslim edicisi!...
İşte o idi
ABDULLAH!...
ABDÜLMUTTALİB’İN,
ZEMZEM KUYUSUNU AÇMA İSTEĞİ
Abdülmuttalip;
Bir rüya daha görmüştü…..
Rüyasında,
Bir yer gösterilmiş,
İşte zemzem kuyusunun,
Yeri burası denilmiş!
Vaktiyle,
Düşman istilasının,
Önünden kaçan topluluğun,
Fesatçı reisi,
Mekke’yi terk ederken,
Kâbe’nin bütün hazinelerini,
Zemzem kuyusuna atmış,
Kuyunun üstünü de kapatmıştı.
O zamandan beri zemzem,
Belirsiz bir bilinen olmuştu!...
Abdülmuttalip;
Bu belirsizliğe son vermek için,
Kuyuyu açmak arzusundaydı.
Amma ne mümkün!
Kureyş’in uluları,
Bir takım batıl inanışları yüzünden,
Ona mani olmuşlar,
Hattâ Onu incitmişlerdi.
Artık etrafı düşmanla çevrili,
Yardımcısız,
Fakat idealleşen bir gaye!...
Ondan hiç mi hiç eksilmedi…
Dua ediyordu Rabbine!...
---Ya Rabbi!
………Bana,
………...Kuyuyu açma fırsatını bahşet!
……….….Bunun gerçekleşmesinde,
…………….Bana yardım edecek,
……………….On oğul ihsan eyle!...
Onlardan birini sana adıyorum!
Senin adına,
Kurban edeceğim!
YA RABBİ!...
Duası kabul olmuştu.
Yıllar kovaladı yılları,
On, hatta on’dan da fazla,
Oğul sahibi oldu!..
Rüyasında gösterilen yer,
Kazıldı.
Açılan kuyunun içinden,
……Küflü kılıçlar,
……….Zırhlar,
…………Altından yapılmış,
……………Geyik heykelleri çıkarıldı.
Kureyş ulularının ve İsmail Oğullarının
Gözleri önünde, kuyu temizlendi.
ABDULLAH İÇİN YÜZ DEVE ADAĞI
Bu olaydan sonra
Abdülmuttalib’in şöhret ve şanı,
Gökleri tuttu!...
Zemzem,
Öteden beri,
Kâbe’ye gelen hacıların,
Mübarek unsurlarından biriydi!...
Yine bir gün,
Yine bir rüya!...
Deniliyordu ki rüyasında!
-Ya Abdülmuttalip!
Muradına erdin…
Adağını yerine getir!...
Korku ile uyandı.
Bir koç kurban etti.
Başka bir gün,
Yine bir rüya!
Yine bir ses!
Kurban daha büyük olmalı diyordu!....
Kalktı,
Bir sığır kurban etti.
Gerçek adak yerine gelmemişti.
Yine rüyasında yine aynı ses,
Kurban daha büyük olmalı!...Diyordu.
Bu kez bir deve kesti!..
Daima rüyasında aynı ses!...
----Ondan da büyük olmalı!...
Diyordu!
Sordu?...
-Ondan büyüğü nedir?
Bu sefer gelen ses,
Gerçekten korkutucuydu!....
O kurban,
Oğullarından biri diyordu.
Oğullarından birini adamıştı.
Topladı oğullarını.
Ebu Lehep,
Ebu Talip,
Abdullah,
Hamza ve Abbas,
Her biri sanki nefer!
Hâl ve ahvâli anlattı,
Bütün çıplaklığı ile….
Anlattı teker, teker!
İtaatkârdı oğullar.
Biz sana bağlıyız dediler!
……..Seç aramızdan birini,
…………Kimi istersen kurban et!
Ok ile kurr’a çekmek adettendi.
…….Babalarının izni ile,
………..Her bir çocuk,
…………..İsmini yazdığı oku,
………………..Babasına verdi.
Baba kurr’a için attı okları,
.İlk isim düştü…Abdullah!..
Eline bir bıçak aldı,
Kavradı bileğini Abdullah’ın.
Kureyş’in uluları dur!
Dur bakalım dediler.
Olmaz böyle bir şey.
Şimdiye dek böyle bir,
Adetimiz mi var?
Sen yeni bir adet getiriyorsun!
Olmaz!
Başka bir şey düşünelim!...
Hayber taraflarında,
Gaipten haber verdiği sanılan,
Bir koca karı vardı.
Ona gittiler.
Anlattılar dertlerini.
Kadın sordu:
--Sizde bir insanın diyeti nedir?
On devedir dediler.
Kadın;
Gidin on deve hazırlayın.
On deve ile,
Abdullah arasında,
Kurr’a çekin.
Abdullah’a çıkarsa,
On deve daha ekleyin.
Kurr’a deve’ye çıkana kadar,
Tekrarlayın!....
Ne zaman kurr’a deveye çıkarsa,
Rabbim Razı olmuş demektir.
Çocuk da kurtulmuş olur dedi.
Hemen gelip Mekke’ye,
Kadının dediğini yaptılar.
Develer doksana çıktığı halde,
Hep Abdullah’a çıktı kurr’a!...
Yüz’e erişince sayı,
Abdullah savdı sırayı.
Hemen yüz deve kurban edildi.
……..İnsanlar,
………..Kurtlar kuşlar,
………….Üşüşen üşüşene,
…………….Yediler içtiler.
………..Abdullah’a kurbanlık,
……..Lâkabını taktılar.
İsmail ile,
Abdullah’a kinaye olarak,
İki kurbanlık oğul denmesi,
Bu yüzden olmuştur.
Güzellerin güzeli!...
Yüz deve azatlısı,
Abdullah’ın,
İsmi her tarafa yayılmış,
Onu tanımayan kalmamıştı.
Babasıyla Mekke’ye dönüyorlardı.
Bir ara Abdullah,
Ayrıldı babasından,
Kaldı kendi başına,
Gitmedi arkasından!
Esed oğullarının yolundan
Geçiyordu ki,
Duvar dibinde bir kadın,
Çevirdi yolunu!
Gözlerini süzmüş,
Vecd içinde!…
Derin, derin baktı,
Abdullah’ın gözlerinin içine.
Abdullah,
Tam kadının önüne gelince,
Fısıldadı kadın,
--Hişt, delikanlı!....
Delikanlı!
Bir lâhza dur.
Dinle!....
Bu gün yüz deve,
Kurban ettiniz. Değil mi?
Evet dedi Abdullah.
İster misin!
O develeri ben sana geri vereyim!...
Neden dedi Abdullah?
Kadın,
---Benimle kal!
Kal bu gece!.
--“Hayır dedi Abdullah!
Harama el süremem.
Diyerek,
Beni Esed güzelinin,
Yanından uzaklaştı.”
Kim gördüyse bu nur’u, bunda hikmet var dedi,
Vecd ile göz süzenler, budur ancak yar dedi,
Ne olursun bu gece, gelip beni sar dedi!
Abdullah’taki nur’u, gören Beni Esed güzeli.
Daha sonraki zamanda,
Aynı sokaktan giderken, Abdullah!
O, Beni Esed güzeline,
Yine rastladı.
Kadın hissiz ve donuktu!
--Ne oldu dedi Abdullah?
Kadın;
--O gün alnında,
Esrarlı bir nur vardı.
Işıl, ışıl parlıyordu.
Bu gün o nurdan eser yok!...
Oydu beni cezbeden!
Çünkü Abdullah evlenmişti artık.
Alnındaki nur’u Nebi,
Evlendiği kadın,
Amine hatun’a geçmişti.
KÂBE GERÇEĞİ
Bu çöl,
Akıl ve hesap dışı!...
Hususi bir nasibin yuvası Mekke!...
Mekke,
Kâbe’nin etrafında bir fanus,
Kâbe Mekke’nin içinde bir nur,
Mekke bir şehir,
Kâbe bir sur!...
Tek Allah’a, döneceklere mahsus…..
O,
Bir sır,
Öyle bir sır ki!
Mekânı hiç olmayan,
İstikâmetten münezzeh,
Yer yüzünde bir nokta ki,
Manâ ötesi manâların,
En üstün tecelli mekânı!...
Adem Atadan beri saklanan sır!...
Tüm manâların aydınlanması,
Yine Kâinatın efendisine mahsus!
İbrahim ve oğlu İsmail
Kâbe’nin temellerini yükseltiyorlardı.
“Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur,
Sen hem işiten hem görensin.”(Bakara 127)
Diyorlardı.
Kâbe,
Her yıl,
Yüz binlerce müslüman’ın aktığı,
Yalnız müslüman’a mahsus,
Mekke’nin kalbi….
Kâbe ve zemzem kuyusu etrafında,
Halkalanmış evler,
Arka arkaya sıralanmış,
Bir daire içinde parıldamakta….
Rahmani tüm sırların,
Tecelli merkezi olmakta!...
Semadan çekilen İlâhi ok’a hedef,
Allah’ın evi Beytullah!...
Diş diş,
Tırtıl tırtıl,
İnişli çıkışlı sıra dağlar.
Tepelerin bir gediğinden,
Sanki, Kâbe’ye doğru koşuşulan bir şehir!
Mekke’nin göbeğinde,
(Batn’ı Mekke), adında bir çukurluk!
Kâbe bu çukurluğun dibinde,
Bir düzlükte kurulmuş…
Kur’an da:
“Kâbe’yi, insanlar için
Toplanma ve güven yeri kılmıştık.
İbrahim’in makamını,
Namaz yeri edinin demiştik.
Demiştik ki;
Bana hiçbir şerik (ortak) koşmayın,
Evimi tavaf edenler için,
Mekke’de kalanlar için,
Rükû ve secde edenler için, temiz tutun diye,
İbrahim ve İsmail’e ahit verdik.”(Bakara 125)
Tek noktada,
Bir tek nokta yönünde,
Şu Kâinatı toplayacak olan nur!
Amma, kırıp dökmeden,
Gönüller yıkmadan,
Kim olursa ne olursa,
Tövbesini bin kere bozmuş olsa bile,
Günahların af olacağı makam!
Bir kez gönül yıkmış ise,
Kıldığı namaz’ın, namaz olmaktan çıktığı yer!
Dini yalanlamayanların yeri!...
YIKMA GÖNÜL
Şunu öyle bilin ki, Rabbin makamı gönül.
Taşınıyor olsa bile, göğsünde bir kahpenin!
Hattâ yükse sinede, sakın yıkma sen onu,
Yıktınsa ne işin var! tavafında Kâbe’nin…
O kalbi viraneye, niçin izzet etmedin?
Belki de yeni baştan, alevlenir sönen kül!
Belki tövbekâr eder, O’na bir ziyaretin!
Ey hacı yılda bir kez, hac için tüm gayretin,
Gönüller kâbesinde, bin olur bir ziyaretin.
Ey hacı yılda bir kez, hac için tüm gayretin,
ŞEHİRDE DURUM
……Bir yandan kuraklık,
………Bir yandan da her zamanki gibi,
…….….Hemen daima su kıtlığı,
…………Kavurucu rüzgâr,
………….Yağmur yağınca da,
…………....Şehre doğru boşanan,
……………...Kâbe çukurluğunu dolduran sular…
………Kocaman sarı ve kahve rengi,
………….Yılanlar halinde,
………………..Azgın seller!...
………………….Yıpratmış Kâbe’yi!..
Ömründe bir kez, dere tepe düz,
Haccın farz olduğu, işte bir Kâbe gerçeği!....
Her şeye rağmen,
Ticaret merkezi.
Hac mevsiminde,
Binlerce kişinin ziyaretgâhı.
Önemli bir ticaret merkezi….
Daima biriken ve kabaran,
Bir servet yatağı olan, Ukaz Çarşısı!..
Burada;
Biçim biçim,
Elvan elvan insan….
Müthiş bir uğultu,
Her türlü alış veriş,
Köpürüş fıkırdayış…
Giyecek, yiyecek,
Türlü eşya alıp satanlara,
Çeşitli marifet gösterenlere!...
Bulunmaz fırsat,
Panayır yeri!...
Burada gece derin,
Ay,
Elle tutulacak kadar yakın!
Uzaklığın altın noktaları yıldızlar!
Bu gök,
Bu yer,
Uçsuz bucaksız çöl,
En yırtıcı çığlıklar,
Çığlıklar kadar vahşi olan,
Çıplak tepeler…
Cılk kayalıklar,
Kumda ceylânların ayak izi,
Sarp,
Yalçın,
Sert,
Diken, diken bir zemine mıhlı,
Kelebek kanatlı bir hayâl….
FİL VAKASI
Bu kadar tantana ve şaşa,
Kral Ebrehe’yi,
Kıskandırmıştı.
Kral Ebrehe!...
Kâbe’nin mânevi haşmeti altında ezilmiş,
Orayı yıkma sevdasına kapılmıştı!...
Bütün Arap kabilelerini,
Seller misali kendine çeken Kâbe,
Hıristiyan Ebrehe’nin gözünde,
Dinî,
Siyasî,
İktisadî,
İçtimaî bin bir sebepten,
Tahammül edilmez bir mekân!
Kendisinin,
Yemende yaptırdığı,
Tantanalı kilise,
Hiç mi hiç, ilgi görmemiş,
Gelen giden olmamıştı.
Nur’un dünyaya iniş yılı…
Rivayete göre,
Âmine Hatun’un,
Büyük tecelliye kavuşmasına,
Elli gün var.
Ebrehe ordusu,
Kâbe’yi yıkmak için
Mekke önünde görünüyor.
Ordunun önünde kocaman bir fil!
Fil ordusuyla,
Saldırdı Kâbe ye!.
Kureyş’lilerde, korku ve telâş,
Dağa çıktılar.
Abdülmuttalip;
--Korkmayın,
Sahibi var, onu korur.
Kimse yıkamaz onu!...
Diye teselli ederken,
Bir mucizeye,
Bir tecelliye,
Şahit oluyorlar!
Abdülmuttalip;
…….Haykırıyor!...
………Haydi dönün!
………….Zafer bizimdir!...
Yere çöküp kalan fil,
Kâbe istikametinde, bir adım bile atamıyor!...
Rabbim,
Evinin yıkılmasına fırsat verir mi hiç !..
Ebrehe’nin şan bulup,
Şerefle haykırmasına!
Hiç müsaade eder mi?...
……Deniz tarafından gelen,
……….Ebabil kuşları,
…………Mercimek büyüklüğündeki taşları,
…………….Yağdırıyor gökten üstlerine!..
……………….Kime isabet edeceği bile belli!.....
………………….Birbirine giren,
…………….Birbirini çiğneyen hayvanlar!…
………….Ve insanlarda büyük panik!…..
………Sonunda!
….…Yenmiş, ekin tarlasına dönüş ve helâk!...
Bu olayı,
Fil suresinde,
Şöyle ifade ediyor Rabbimiz.
--“(Ey Muhammed!)
Kâbe’yi yıkmaya gelen fil sahiplerine,
Rabbinin ne ettiğini görmedin mi?
Onların düzenlerini boşa çıkarmadı mı?
Onların üzerine,
Sert taşlar atan, Ebabil kuşları gönderdi.
Sonunda onları,
Yenmiş ekin tarlasına döndürdü. (Fil 1-5)
Resul-ü Erkemin,
Doğumundan elli gün önce,
O’nun doğum yılındaki,
Zaman şeridinde son manzara,
İşte bu!......
ABDULLAH’IN
AMİNE İLE EVLENMELERİ
Abdullah,
Yirmi beş yaşlarına geldiğinde,
Güzelliği kemâle ermişti.
Etrafta O’na talip olanlar çoğaldı.
Bir gün babası Abdülmuttalib,
Çocukları ve akrabalarını topladı.
Kureyş arasında O’na uygun birisi,
Nasıl bulunur? Diye sordu.
Oradakilerden biri;
-Medine hakimi,
Vehb b. Abdimenaf’ın oğlu,
Zübeyr’in kızı Âmine münâsiptir. Dedi.
Hem Abdullah’ın,
Hem de Âmine’nin büyük babaları ,
Aynı kişiydi.
Abd’i Menaf!
Abdullah’ın alnında,
Peygamberlik nurunu görünce,
Kızı Âmine’yi, Abdullah’a vermeye razı oldu.
Ve Abdülmuttalib’e:
--Ey Abdülmuttalib!
Şu eşraf huzurunda,
Ricamı kabul buyur.
Abdülmuttalib:
--Can baş üstüne,
Her ne ise buyurun.
Vehb:
--Hepiniz bilirsiniz ki,
Kızım Âmine, iffet ve temizlikte,
Bu asrın kadınlarının en üstünüdür.
Nice Emir ve Melik,
O’nunla evlenmek istedi.
Ama vermedim.
Hazurunun huzurunda,
Onu Abdullah’a nikâhlamak istiyorum.
Eğer razı olursan,
Çok mesrur olacağım!
Abdülmuttalib,
Bu teklife rıza gösterdi.
O gece Recep ayının,
İlk Cuma gecesiydi.
O geceye Regaib Gecesi dediler.
Böyle bir gecede kıyıldı nikâhları,
Bu gecede gerdek gerçekleşmişti.
Ey semanın ve yerin sakinleri,
Biliniz ki,
Saklı duran Nur’u Muhammed’i,
Bu gece ana rahmine kondu.
Âlemlere rahmet olarak,
Gelecek son peygamberin,
Teşrif etme vakti gelmişti.
Bu gece,
Nutfe ve cisim,
Cevher’i Muhammed,
Âmine’nin sedefinde karar kıldı.
O,
Âlemlerin efendisine,
Hamileydi artık!....
Amine iki aylık gebe iken,
Abdullah,
Hurma mevsimi nedeniyle,
Medine’ye gitmişti.
Dönüşünde yolda hastalandı.
Hakkın Rahmetine kavuştu….
İbn-i Abbas tan rivayet edilir ki;
Abdullah ölünce:
Melekler Allah’a şöyle dediler
“---Ya Rab,
Cümle kulların arasında,
En zayıf durumda iken,
Âlemleri hürmetine yarattığın,
En keremli sevgilin Muhammed’i,
Ana karnında yetim bırakmanın sırrı ne?”
Hitap;
--Baba,
Çocuğunu büyütmek,
Edep öğretmek ve korumak içindir.
Benim habibim için,
Benden başkasının büyütüp öğretmesine,
İhtiyaç yoktur.
O’nu koruyan, ve O’na yardım eden, ancak benim.
O’nu ancak ben terbiye eder, korurum.
Habibim bana YA RABBİ! Demeli,
İsteyeceğini benden istemeli.
Kâinatın Efendisi,
Asli nesep hattı üzerinde,
HZ. İbrahim’den beri,
Vahdaniyete bağlı,
Din üzerindeki kişiler arasında,
……Şirk’e, Küfre bulanmamış,
…………Put’a tapmamış,
……………Ve ona inanmamıştır.
O, bütün bunlardan münezzehtir.
Fermana boyun eğmiş, ayrılığa yok mecal,
Ne hüküm geliyorsa, Allah’tandır, o celâl!
Öyle bir âlemdi ki, büyük kurtarıcıyı,
Bekler oldu kâinat, Muhammet Mustafa’yı.
Zaman ve mekân içinde,
Nice Resuller gelmiş,
Mukaddes Resullük bayrağını,
Bir birine teslim edip,
Yüce Rabbin emri ile, birer, birer gitmişler.
BÜYÜK BEKLEYİŞ
HZ. İsa’dan
Tam altı asır sonra,
Görünen manzara,
Dairenin tam devri halinde,
Başladığı noktadan tekrar sıfıra dönüş.
Sarı, siyah,
Bazen da yeşilimtırak,
Steplerde bir akış!..
Mankafa birkaç Put bırakış.
………Beş duyu plânında bir yaşayış,
…….Mabudunu bu plânda arayış!
……Geçen her bir zaman diliminde….
…Tekrar sıfıra dönüş!...
Gelinen nokta,
Korkunç bir hiç!..
Bu hiçten başka,
Bir şey olmayış!....
Şimdi bütün kâinat,
Kaybettiği her şeyini,
Ama her şeyini yeniden,
Yeni baştan,
Yepyeni bir yekûn çizgisi altında toplayacak,
Bir yenileyiciye,
Yenileyicilerin yenileyicisine muhtaç!...
……..Beklenen an,
……….Şu dünyada,
…………O andı işte!..
……………..Sadece beklenen,
…………………Sıkılan,
…………………….Daralan,
………..Boğulan bir dünya!..
Öyle bir dünya ki!
Bir yanlışta bitirilmiş ve eskitilmiş
Yanlışların, yanlış dünyası!...
……….Eski doğruların,
…………….Doğru gelmesi,
………Beklenen nur’un inmesi için..
…………………Bu şartlardan daha önemli!
…………………..Ne olabilir ki!..
…O,
……Gelecek!
………..Eskileri yenileyecek!
………….Mutlak yeniyi getirecek!
Ve diyecek ki;
…..İşte solmayan renk,
………Geçmeyen an,
………….Silinmeyen yazı..
…………….Yanılmayan ölçü,
………………...Yeni bir zaman….
…..İşte bu nurun!...
…..…Yere indiği çerçeve….
……….Bu çerçeve ne kadar derin,
…………..Ne kadar korkunç!
…………….Arzın dibine çekilişi,
………………Bir sükûn, derin bir sükût içinde…
Ta ezelden ebede sürüp gidecek,
Vahdetten uzaklaşıp,
Yol gösterirler diye,
En süflî hayâl peşinde koşup,
Yüzlerce Put türetilmiş!....
En üst,
En üstün semavi hikmetten,
En süflinin süflisine düşmüş insanlık!
Kız çocuğunu,
Diri diri gömecek kadar vahşilik,
Hissizliğe gömülmüş, süfli insanlık.
…Şarabın,
……Zinanın,
………Kumarın,
…………Falın delisi insanlık.
…….Kibirli,
………Müstehzi,
…………Zalim, hilekâr insanlık.
Öyle bir insanlık ki,
Derin bir şeref hissiyatı içinde,
Asalet delisi olmuşlar!...
Yaratıcıdan aldıkları his ve duyguyla,
Parıl, parıl parlayan güneşi,
Kıvılcıma çevirerek,
Nefsani arzularını, tatmin için,
Buram, buram tüten çölü,
Yangın yerine çevirmişler!..
Dilindeki lisan harikası ile şımarıp,
Bir eli gökte, bir eli yerde,
Hem yazıp hem okumuşlar.
En girift tezatların ruhu,
Elle tutulacak kadar yakın,
Amma, aynı zamanda uzaklığın,
Altın noktaları!….
Aslında zehir dolu, bir şişedir bu âlem,
Güneş de kadehini, doldurur ondan her dem.
Zamanın sakisiyle, ikramdadır her zaman,
Mutluluk duyan insan, sanır ki budur zemzem!...
Çöl
Uçsuz bucaksız kum denizi,
Berrak bir sema,
Yıldızlı, mehtaplı,
İşte böyle gecede,
Böyle gecede yürüyüş.
Görünen tek tük yeşillik,
Seyrek seten hurma ağacı,
Zamanın akıp giden ahengi ve….
Ve bu ahengi adım, adım sayan deve….
Bu engin kum denizinde,
Sarı kumlarda rüzgâr dalgalarının izleri…
Bir yılan kıvrımı gibi,
Birbirine paralel,
Kıvrım, kıvrım,
Nice izler sıralanır!
Zehirli yılan kıvraklığında,
Kum tepelerinde gezinir!..
Bir rüzgârın izini,
Başka bir rüzgâr kişt’ler,
Kendi izini çölün yüreğine,
Nakış, nakış işler.
Bu izler,
Çölün yalnızlığına isyan eden,
Küme küme sıralı,
Bazalt kayalarının siyahında kaybolur.
Bu kayalığın sert yüzü,
Milyonlarca yıldan beri,
Rüzgârların kırbaçladığı,
İşkencenin göstergesidir.
…….Hayalin en parlak mekânını,
………..….Evlerini billurdan,
……………….Sokakları fil dişinden,
…..………İnsan emeği yok gibi!..
………….…Gökten düşme bir şey…
…………………İşte İlâhi mucizeyi!..
………………………..Kâinat’ın efendisini,
…………………………….Sabırsızlıkla bekleyen,
……………………Onu karşılamaya hazırlanan,
…………………….Mânevi zemin!....
…………..Kum zerreleriyle örülmüş,
…………..…Bir yatak çarşafı gibi,
……………..…Dümdüz satıhlaşan,
…………….…….O çerçevenin, üstünde tüten,
…...…….Her şeyi kapsayan erişilmez nimet!...
…………………..En ulvi giriftlerin,
……………………...En derin mücerretlerin dili….
……………..Bu lisan elinde oldukça,
…………Çöl adamı diye bir şey yok!
Ancak!.....
….İlâhi sır icabı,
……Çöllerde saklı kalmış,
………Belki de, bu yüzden çürümekten kurtulmuş,
……………….Ayrı bir insanlık var!.
……Sarp,
………Yalçın,
…………Diken diken,
……………..Bir zemine mıhlı,
…Kelebek kanatlı bir hayal!...
Onu bakıp gözeten,
Öbür çöllere bak,
Orada yaşayanlara bak!..
Dilleri,
Yalnız kaba eşyaya,
Ve hareketlere ait,
Put heceli hırıltılara bak!...
GEBELİK BELİRTİLERİ ve
BÜYÜK BEKLEYİŞ’İ
Gelin ÂMİNE HATUNDAN dinleyelim.
Âmine Hatun:
---Hamileliğim süresince,
Bir ağırlık görmedim.
Bir sıkıntı çekmedim!
Karnımdan daima güzel bir koku geldi!
Geceleri zikir ve tesbih,
Sesleri duyardım!
Gebeliğimin yedinci ayındaydı,
Bir rüya gördüm.
Rüyamda esrarlı bir kişi!
Gelip yanıma,
Dedi ki!
“--Ey Âmine!
Sen öyle,
Birine hamilesin ki!.
O,
Âlemlerin nurlu kişisi!
O doğunca Ona,
Muhammed adını ver!
O,
Son peygamber,
Muhammed Mustafa!..
Rüyanı kimselere söyleme!..”
Günlerden bir gün,
Abdülmuttalip,
Kâbe’ye gitmişti.
Evde benden başka kimse yoktu.
Kulağımda müthiş bir çınlama,
Anlaşılmaz bir seda, bir avaz vardı!
Korktum, korkudan kala kaldım bir anda,
Ak bir kuş belirdi, hemen yanı başımda!
Gelip arkamı sığadı.
O anda, korkularım kayboldu!
Bana bir tas içinde, şerbet sunuldu.
Alıp içtiğim anda, kalbim nurla doldu.
Tam bir sürur ve ferah doğdu.
Çokça hatunlar belirdi o anda,
Halka olup oturdular yanımda,
Şaşırdım!
Acep kim ki bunlar diye,
İçimden geçirirken?
Onlardan biri,
-Ben Adem’in karısı Havva’yım!
Bir diğeri,
--Ben İbrahim’in karısı Sâre’yim!
Bir başkası,
--Ben Firavunun karısı Asiye’yim!
Diğer biri,
--Ben İmran’ın kızı Meryem’im!
Ben, İsa’nın anasıyım!
Ötekiler de, Cennet Hurileri!
Teşrif edecek olan Muhammed’i,
Mükerrem Nebiyi,
Tazim ve yüceltmek için buradayız!
Diyordu!...
Her geçen zamanda,
Yeni sesler duyar oldum.
Tam bu sırada gökten,
Bir perde çekildi önüme!...
Bu perde, doğacak çocuğu,
Cinlerden saklamak içindi!
Yeşil kuşlar uçuşmaya başladı.
Burunları yeşil zümrüt,
Kanatları yakuttu.
Göğsüme kadar yaklaştılar,
Öper gibi yaptılar.
Çevremde dönmeye başladılar!..
Yüce Hak,
Perdeyi gözümden kaldırdı.
Bütün âlemi bana açtı.
Doğuyu ve batıyı gördüm.
Gördüm ki,
Bana üç sancak getirdiler.
Onların birini doğuya,
Birini batıya,Birini de
Kâbe’nin üzerine diktiler!
Semada bazı adamlar gördüm.
Ellerinde cevâhir leğen,
İbrik ve altın tas tutuyorlardı.
Yine gördüm ki!
O, Mükerrem çocuk,
Allah’ın sevgilisi, Kâinat’ın efendisi,
Zahmet vermeden, meşakkat çektirmeden,
Âlemlere rahmet olarak dünyaya geldi.
Sene beş yüz yetmiş bir, Nisanın yirmisi,
Gece sabaha karşı, doğdu ol nur tanesi.
Âlemler nurla doldu, hem de onun hanesi!...
Bakıp gördüm ki;
Sünnet olmuş!
Göbeği kesilmiş!
Beyaz bir ipekliye sarılmış!
Başını yere koymuş, secdeye varmış!
……Şahadet parmağı
………Göğe doğru uzanmış,
………….Bembeyaz bir bulut içinde
………………..Çocuk kayboldu!...
……………..…O anda bir ses,
………………………Yükseldi!
…………………………. O ses,
………Doğuya ve batıya
……………Dolaştırın o çocuğu!
……………….Gezdirin deryaları!...
………………….Gezdirin ki!
…………………….Bilsinler,
………………..………Tanısınlar onu,
……………İsmiyle cismiyle diyordu!...
…..Bir melek,
……….Eğildi O’nun kulağına!
…………Müjdeler olsun,
……………..Ya Muhammed diyordu!
…………………Müjdeler sana!..
Hiçbir peygamber kalmadı ki;
……………………Onun ilmi,
……………….Sana verilmemiş olsun!
……………Sen ilimde en üstün,
………..Kalpte en yiğitisin!
… İşte bu gördüğüm rüya,
Sonunda gerçek oldu diyordu,
Diyordu Âmine Hatun…….
Safiye, Abdülmuttalib’e şöyle dedi:
--Muhammed doğduğu gece,
Ben yanındaydım.
Doğum anında bir nur’un,
Zuhur ettiğini gördüm.
O gece altı alâmet belirdi.
Birincisi, doğduğu gece secde etti!
İkincisi, anlaşılır bir dille,
“şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur.”Dedi.
Üçüncüsü, Büyük bir nur oldu.
Dördüncüsü, Onu yıkamak istediğimde,
Ey Safiye! “Biz onu yıkadık pak ettik” Diyordu.
Beşincisi, Sünnet olmuş ve göbeği kesilmiş gördüm.
Altıncısı, O’nu bir şeye sarmak istedim.
Sırtında bir mühür gördüm.
Üzerinde, şahadet yazılı idi.
İBRAHİM’İN DUASI,
İSA’NIN MUŞTUSU.
İsa’nın muştusu dünyayı aydınlatmıştı.
Kur’anın ifadesiyle:
İbrahim şöyle dua etmişti;
“ Rabbimiz! Onlara kendi içlerinden,
Senin ayetlerini kendilerine okuyacak,
Onlara kitap ve hikmeti öğretecek,
Onları her kötülükten arıtan,
Bir peygamber gönder.
Doğrusu güçlü ve hakim olan sensin “(Bakara 129)
“Nitekim biz size,
Âyetlerimizi okuyacak,
Sizi her kötülükten arıtacak,
Size kitabı ve hikmeti öğretecek,
Bilmediğinizi bildirecek,
Aranızdan bir Peygamber gönderdik.!”(Bakara 151)
İsa’nın müjdesinde ise;
Ahmet ismi şerifi, şöyle zikredilmektedir.
Kur’anda;
“Hatırla ki,Meryem oğlu İsa;
Ey İsrail oğulları!
Ben size,
Allah’ın elçisiyim,
Benden önce gelen,
Tevrat’ı doğrulayıcı ve
Benden sonra gelecek Ahmet adında,
Bir Peygamberi de,
Müjdeleyici olarak geldim demişti.
Fakat O, kendilerine açık deliller,
Müjdeli haberi getirince,
‘Bu aşikâr bir büyüdür’ dediler.”(Saf 6)
Süleyman Çelebi,
Doğum olayını şöyle anlatıyor:
Amine Hatun Muhammed anesi,
Ol sedeften doğdu ol nur tanesi.
Çünkü Abdullah’tan oldu hamile,
Vakt erişti nefte-ü eyyam ile.
Hem Muhammed gelmesi oldu yakın,
Çok alâmetler belirdi gelmeden.
Ol Rebiyyül evvel ayın nicesi,
On ikinci gice isneyn gicesi.
Ol gice kim doğdu ol hayr-ül beşer,
Annesi onda neler gördü neler.
Dedi gördüm ol habibin annesi,
Bir acep nûr ol güneş pervanesi.
Berk urup çıktı evimden nâgehan,
Göklere denk nûr ile doldu cihan.
Allah resulü,
Sürpriz olarak ortaya çıkmış birisi değildir.
O daha gelmeden,
Asırlar öncesinden,
Haber verilen,
Gelmesi bütün cihan tarafından beklenen,
Bir Nebi, bir Nûr dur.
DOĞUMLA BELİREN MUCİZELER
Âmine Hatun’a,
Yine mucizeler gösterildi!...
Şöyle ki:
……………….Doğum anında.
…………………..Çevirdi etrafını,
……………………….Çevirdi nur halesi!
………………..O halenin içinde göründü,
……………Göründü Şam beldesi.
………..O belde peygamberler bucağı,
…..Hem bucak hem kavşağı!….
Peygamber efendimiz
Öyle âlicenap zattı ki!
Cümle zaman ve mekân,
Onunla şeref buldu.
O doğduğu gece,
Rabbim Meleklere şöyle dedi:
--Göklerin ve Cennet’in,
Bütün kapılarını açın!
O gün doğan Güneş,
Diğer günlerden,
Daha nurlu, daha Ruşen.
Rivayet odur ki;
Muhammed doğduğu zaman,
O çocuktan bir nur çıktı.
Annesi o nur’un içinden,
Kâbe’yi ve….
Basra şehrinin,
Sarayını gördü!...
O doğduğu zaman,
Yedi kat gök ehli, O’nu görmeğe geldi.
Cennetten gelen,
İri ve güzel gözlü Huriler,
Nurdan bir tabak içinde,
Ona nur saçtılar.
O bir nurdu!
Gölgesi yoktu onun!
Harem-i şerif ile,
Kapısına ayak basacağı iklim!....
İslâm selinin,
Havuzunu doldurup,
Bütün yer yüzüne,
Kol kol, dağılacağı mekân!
Ve
Veeeee!...
Dört kıtaya yayılacağı merkez!....
Mekke de doğan ebedi sabah!....
Nur yumağı yavrunun,
Göbeği Hilkatten kesilmiş,
Ve de sünnet olmuş!
…Adem,
..…Şit,
…....İdris,
…..….Nuh,
……..…Lut,
………....Yusuf,
…………….Musa,
………..…….Süleyman,
…………………Yahya,
…………………...Ve de.
…………. Hud’dan sonra;
Sırtına Nebilik mührü vurulan!...
Gözleri sürmeli,
Hikmetli!...
Alemlerin Efendisi!.....
Muhammed Mustafa……
Üst Üste Görülen Harikalar:
İran’da;
….Kisra’ların sarayında,
…….Çöken on iki burç!
………Yerin dibine geçen,
………….Taberiye gölü!
……………..Ateş perestlerin,
……………….Asırlardır yanan
………………… Ateşinin sönüşü!
Bütün bunlar.
O yavrunun dünyaya gelişindeki oluş!...
………Yine o dem,
…………Kâbe de ki bütün putların,
……………………….Yüz üstü düşüşü!...
Allah Resulünün amcalarından,
Ebu Leheb!
…………Nesep yönünden,
…………….Nur koluna bitişik,
……Amma!....
………O nur’a çektirdi el aman.
…………Küfrün timsali!
…………….O en büyük dâvaya!
……Onun dâvasına, en büyük düşman!
Dipsiz küfür ummanı içinde,
……..Kaynayıp duran,
…………….Lanetli insan!...
SÜT ANNE HALİME
…….Nur çocuğunu,
……….İlk emzirenlerden birisi,
……………Ebu Leheb’in,
……………….. Azatlı cariyesi.
O dönemlerde
Yeni doğan çocuğa,
Süt anne bulmak adettendi.
Beni Saad kabilesinin
Süt anneleri,
Yine Mekke’ye geldi.
Allah’ın resulünü,
O öksüz diye!
Kimse kabul etmedi.
Kadınlar zengin,
Süt çocukları buldu.
Bir tek Halime
Hatun kaldı eli boş.
Gözlerinde yaş!
Tam döneceği sırada,
Karşılaştı Abdülmuttalib ile,
Abdülmuttalib sordu;
-Sen nerelisin?
Kadın;
-Benî Saad kadınlarındanım.
-Adın nedir senin?
-Halime.
Abdülmuttalib;
-Ne güzel, iki haslet,
Dünyanın hayrı ile,
Ahiret’in izzet ve şerefi,
Bu isimlerdedir.
-Ey Halime,
Benim yanımda bir çocuk var.
Onu hiçbir kadın almadı!
Gel sen bari al onu!
Emzir!
O yüzden belki mutluluğa erersin! Dedi.
Halime müsaade et,
Kocama bir sorayım dedi.
Döndü kocasına,
Şu yetim çocuğu da,
Ben alsam dedi.
Kocası;
-Almanda bir beis yok.
Belki Allah bize,
Onun yüzünden bol bereket ve
Hayır ihsan eder. Dedi.
Sevindi Abdülmuttalib.
Birlikte Âmine’nin evine geldiler.
Âmine Hatun, Halime’yi,
Çocuğun odasına götürdü.
Zordur eli boş gitmek.
Sarmışlar vücuduna,
Yeşil bir ipek,
Yakışmış nur yüzüne,
Yakışmıştı pek!
Miski amber kokuyor,
Hem sütten de ak!
Mışıl mışıl uyuyor.
Şu masuma dön bir bak!...
Koyunca elimi.
Onun nurlu göğsüne,
Açtı gözünü gülümsedi.
O bana.
O kadar güzeldi ki,
Gözümü ondan,
Alamadım.
O da, çok sevmişti beni!...
Gözleriyle gökleri tutan, bir aydınlık fışkırdı.
Öptüm iki kaşın arasından, bana bakıp hıçkırdı.
Sağ mememi ona verdim, emdi, emdi.
Sol mememi de kendi çocuğuma verdim.
O da dilediği kadar emdi!...
Nur çocuk,
Hiç bir zaman sol mememi emmedi!...
O günden sonra, Halime’nin,
Değişti her bir şeyi.
Keramet çocuktaydı!
Gökten bereket,
Yerden feyiz fışkırdı.
Cansız merkebe can,
Sütsüz ve kavruk deveye,
Bol süt!..
Bütün kabile,
Kıtlık denizinde çırpınırken,
Onlar bol nimet içinde,
Yüzmeye başladılar.
O zaman yer yüzünde,
Beni Saad toprağı kadar kurak,
Başka toprak yok idi.
Ama Halime’nin koyunları,
Hem sütlü, hem karınları tok olarak
Dönüyordu evine!
Komşuları hayretler içinde kalıyorlardı….
Aradan iki yıl geçmiş,
Nur çocuk artık sütten kesilmiş,
Yürümeye başlamıştı.
O sekiz aylıkken konuşuyor,
Konuşulanı dinliyordu.
Tekbir getiriyordu.
Esrarlı bir ciddiyet,
Hususi bir hal….
Ağır başlılık,
Onunla,
Hem hal olmuştu.
Süt kardeşi Şeyma,
Bir öğle vakti,
Almış götürmüştü onu,
Kırlardaki kuzuların arasına…
Halime kızdı kızına,
Öğle sıcağında ne işiniz var!
Ya güneş çarpsaydı!
Anneciğim bize sıcak vurmadı!
Nereye gittiysek,
Kardeşimin üzerinde,
Bir bulut dolaştı, bizi gölgeledi.
Güneş bizi çarpmadı!...
Nur çocuk iki yaşını bastığında,
Çok gösterişli olmuştu.
Bir gün süt kardeşi Abdullah ile,
Evlerinin arkasındaki,
Yeni doğmuş kuzulara,
Bakmaya gitmişlerdi.
O sırada yanlarına,
Beyaz elbiseli iki kişinin geldiğini gördüler.
Onlar,
Muhammed’in karnını yararak,
Ellerini soktuğunu görünce şaşırmışlar.
Bunu gören süt kardeş,
Gelip Halime’ye haber vermiş!
Koşmuş Kocası ile birlikte,
Nur çocuğun yanına…
Rengi biraz sararmıştı amma,
Yüzü gülüyordu!
Sordular;
-Sana ne oldu?
Şöyle cevap verdi nur çocuk;
………..Çocuklarla oynarken,
……………..İki adam geldi.
……………..Tuttular beni birden!
………..…Ellerinde ki,
………..Altın bir leğen idi.
…….İçi kar ile, dopdoluydu.
……………Arkadaşların,
……………...Arasından tek beni,
………….………Çekip aldılar.
……Yatırdılar bir yere,
…………..İçlerinden biri.
………...…..Karnımı yardı,
………………..Ben seyrederken onu!
…………………….Uzuvlarımı,
…………….…..Çıkardılar leğene,
…………….Ve yıkadılar,
…………Leğendeki kar ile!
……Yine koydular,
Titizlikle yerine!
……Göğsümü yarıp,
………..Kalbimi de çıkardılar.
……………Birkaç damla kan,
…………………..Boşalttılar içinden!
……………….Bir mühür gördüm,
………..…Sanki nurdu o mühür,
……Mühürlediler!
Sonra da yarılan yerleri,
Sığayıp okşayarak ayağa,
Kaldırdılar beni!...
GÜNAH nedir bilmez o, namus göğünün ayı,
Şerefyap olurlar da, çekmezlerdi o GÜN AH!
Payı ondan alırlar, namus ehli olanlar,
Muhammed’in nuruyla, parlar göğün şafağı.
Süt anne Halime,
Bu çocuğa bir şey olacak diye,
Korkmaya başlamıştı.
Onu kendi annesi,
Âmine’ye teslim etmeye karar verdiler.
Alıp O’nu Mekke’ye getirdiler.
Abdülmuttalib sordu!
-Ey çocuk, sen kimsin?
-Adın ne senin?
Çocuk!
-Ben Abdülmuttalib’in oğlu,
Abdullah’ın oğlu,
Muhammed’im. Dedi.
Abdülmuttalib,
-Ben senin dedenim.
Canım sana feda dedi.
Alıp O’nu bağrına bastı.
Öptü, öptü…
Altı yaşlarındaydı Muhammed.
HZ. Amine,
Halime’ye sordu;
-Çocuğu niye getirdin?
Halime,
-Artık oğulcuğumu Allah büyüttü.
Ben üzerime düşeni yaptım.
O’nu salimen size teslim etmeye geldim.
Dedi çekinerek.
Korktuğunu anlamıştı Amine,
Şöyle dedi.
- Ben O’na hamileyken,
İçimden bir nurun çıktığını,
O nur’un, Şam topraklarını,
Busra’daki sarayları aydınlattığını gördüm!
O doğduğu zaman,
Ellerini yere dayamış,
Başını da semaya kaldırmıştı!
Muhammed’i bize bırak,
Selâmetle evine dönersin inşallah!
Deyip uğurladı Halime’yi.
O NUR ÇOCUK
Mekke de bir gül gibi büyüyor,
Dedesi Abdülmuttalib onu gözetiyordu…
Günlerden bir gün,
Annesi yanına Ümmü Eymen’i de alıp,
O’nu dayılarının yanına, Medine’ye götürmüş idi.
Oradan dönerlerken,
Anne Amine,
Yollarda hastalandı!...
Gözlerini biricik oğlundan,
Ayıramıyordu,
Ağzından şu mısralar dökülüyordu;
“Oğlum!
Rüyalarda gördüğüm gerçek.
Sen, insanlığa gönderilen Peygambersin!
Helâlı, haramı, bildirmeye ve
Ceddin İbrahim’in dinini,
İhyaya memursun.
O din, İslâm,
Çünkü Allah,
İbrahim gibi seni de putlardan,
Puta tapanlardan korudu.
Gitme ey anacığım, hicranınla zar eyleme,
Ateşinle yandırıp, şu gönlümü har eyleme,
Sabır taşım çatlatıp, gam yükünü kâr eyleme,
Çekemem ben bu yükü, çekemem anacığım!
Ey
Oğul!
Her diri
Elbet ölür.
Her yeni elbet eskir,
Her yaşlanan göçer,
Benim de göçme vaktim gelecek
Ben de öleceğim.
Öleceğim amma!
Senin gibi temiz bir vekil,
Bırakacağım için,
Çok mutluyum.
Adım yaşayacak!
Deyip, Rahman’ı rahmete kavuştu.
Babadan öksüz çocuğu, yetim bıraktı.
Şu fani ömür çarkı, sanma ki boşa döner,
Mevsimler gelir geçer, baharlar kışa döner,
Bal kaymak diye yenen, zehirli aşa döner,
Tüketilen bir ömür, geri dönmez bir daha.
O günden sonra,
Allah’ın Resulüne,
Cariye Ümmü Eymen bakacaktır.
Muhammed’i alıp,
Mekke’ye O getirecektir.
Ve Abdülmuttalib’e teslim edecektir.
ŞEKİL VE ŞEMAİLİ
Allah’ın son resulü,
Muhammed Mustafa,
Yaratılışça, ahlâkça, bütün insanların,
En güzeli en mükemmeli!..
Allah onu övmüş yaratmış,
Bütün uzuvlarını mütenasip kılmış,
Endamı lâtif, cildi ipekten zarif idi.
O, Allah sevgilisi,
O, ufuk peygamber,
O, gaye insan,
O, Varlığın tacı……
Karşımızda insanoğlunun,
En güzeli var.
Boyu, uzunla orta arası…
Her uzvu arasında,
Göze görünmez,
Bir terkip sırrı belirten endam…
Kâinat’ın efendisinde,
Şekil ifadelerinin,
En tılsımlısı, ahengi bir birine denk,
Baştan aşağı ahenk.
Kirpikleri uzun,
Gözleri kara,
İki kaş arası açık,
Buğday tenli, gül yanaklı,
Mübarek yüzünde, nur parıl parıldı!...
Dişleri inci,
Gülünce güller açardı.
Teninin kokusu misk-i amber saçardı…..
Saçları ne tam düz,
Ne de kıvırcık,
Omuzlarına kadar uzun idi.
…Ne ipek,
……Ne çiçek,
………Hiç bir cinsin,
………..Esrarlı terkibinin,
………….Yetişemeyeceği ,
……………….Bir cilt yapısı.
…………………Hafif kırmızılık,
………………Pembelikle karışık beyaz!
……………Tarif edilmez beyaz.
…………Yakıcı güneş’in,
……….Fazla kanın tesiriyle,
…….Hafif esmer ve kırmızıya çalan,
…..Nurani bir beyazlık!..
Bu beyazlığı,
Ne fildişi,
Ne gümüş,
Ne has ekmek ne de ak buğday anlatabilir.
…..Ben beyaza hayranım,
…..Beyaz temiz, beyaz saf,
….Beyaz arı!...
…..Beyaz bulutta serin, yağmurda karda arık,
…..REnk cümbüşünde hoppa, birazcıkta şımarık.
…..BaYram gününde sevinç, neşe bayram yerinde,
…..ŞafAğında günaydın, günaydın göz ferinde,
…..BeyaZ her zaman güzel, son evin mermerinde.
……Beyaz oyada sabır, kahkaha papatyada,
………Beyaz pamukta ılık, sedefte nurdan oda.
…………Mahyalarda bir dua, mabette huzurdan iz.
……………Beyaz ana sütünde, Meryem’de daha temiz.
Âlemlerin uğruna yaratıldığı,
O yüce peygamber’in başları büyük.
Bu muhteşem kafa!
Fikir ve bütün insanlığın,
Takip edeceği yola ait,
Plânlarla dolu, belki çekilmez yük!
…...Mukaddes muhafaza.
…….Hârikuladeler hârikuladesi…
………Bu başı çevreleyen,
………..Kulak memelerine kadar uzayan,
…………Zümrüt saçlar!
……………Ne tam kıvırcık, ne tam düz.
Bu saçlardan çıkan râyiha,
Koku saçan ne varsa,
Hepsinin rüyası….
…..Açık bir alın,
……..Bu alın yanında,
………..Kartal yuvası,
…………..Serçe tüneği bile değil!...
Hiçbir mabedin cephesi,
Bu kadar heybetli olamaz.
…….Kaşlar ince uzun,
……….Uçları hafif açık,
…………Aralarında bir damar,
………Öfkelendikleri zaman,
……Kabarır bu damar.
Sakinleştiği zaman, kaybolur.
Gözleri büyük ve siyah,
Bir çift siyah incinin üstünde!
Dünyaların kurtuluşuna kefil,
………………….Bir şule!….
…..Gözleri etrafında,
……..Hafif bir pembelik,
………....En güzel gözle,
……… Göz zeminini tamamlamış!...
……………...İlâhi esrar…..
….En ileri haddine kadar gören gözler!
……….Gökler kadar dipsiz,
…………..Zıt tarafı da, görmeye mezun!...
Ama’ların gözünü açan,
İsa peygambere karşılık!
Kör insanlığın kalp gözünü,
Açmaya gelen son Resul….
Ve ona mahsus gözler!.....
…..Hiç bir ağız ve diş,
……..Bu kadar güzel olmadı!
…………Kıvrımların en vezinlisi,
……….Fevkalâde bir ağız!
………………Hafif seyrek,
……………Nurdan yontma,
………….Pırıl pırıl dişler.
Ölçülü, uzun bir boyun,
Göğsünün tam ortasından,
Göbeğine kadar,
Tek çizgi halinde kıllar.
…….Göğsünde başka kıl yok!
……….İşte bu çizgi,
…………Allah resulüne ait, (Şakkı sadr)
……….Göğüs yarılmasının delili….
……….Baldırlar çok zarif,
………….Belirleyici nispette ince,
……………..Arşa basan ayaklar büyükçe,
…………………Eşsiz asaletini besteleyen,
…………………….Parmakların zarafeti….
Diyordu ki;
“Kardeşim Yusuf benden beyazdı,
Fakat ben ondan güzelim!”
Allah ona dedi ki;
“Sen büyük bir yaratılış üzerindesin”
Nur yolunun fışkırır noktası,
Derinlik ve incelik madeni…
Hazreti Fatıma;
Babası ve Allah’ın sevgilisi
Muhammed için diyecektir ki:
“Yusuf’u,
Gördüklerinde,
Ona hayranlık duyup,
Ellerini kesmiş olanlar,
Eğer gördüklerimi görselerdi,
Göğüslerini parça parça ederlerdi.”
Konuşması,
Çok mu çok etkileyiciydi.
Ağır, ağır konuşur,
Kelimeleri,
Saymak mümkün olurdu.
Bir kelimeyi,
Yerine oturturken,
Başka kelime,
Arkasından gelirdi.
Bazen kelime,
Tekrarları olurdu.
Lâmbanın ışığını,
Yükseltir gibi,
Tekrarlanır kelime.
Acele yok, telâş yok!,,
Zahmet ve sıkıntı yok!.
Zarafet ve hakimiyet çok!…
…..Sol omzunun arkasında,
…….Kalbinin hizasında sırtının ortasında,
……….Büyükçe bir ben,
………….Küçük bir adacık misali!
…………….Nübüvvet mühür’ü!..
Onun Nebiliğini tasdik,
Allah’ın varlık ve birliğine iman,
Kurtuluş ve ebedi oluş,
Ancak eteklerine yapışmakla olur.
Böyle düşünen herkes,
Cinsi, milleti, milliyeti,
Yaptığı iş ne olursa olsun,
Bir eveti,
Allah Birdir deyişi,
Ve, ve de!..
Kelime-i şahadet getirişi!...
Kurtuluşa yeterli!..
BÜYÜK BABANIN VEFATI
VE AMCA EBU TALİP
…….Allah’ın sevgilisi,
…………Sekiz yaşında iken,
…………….Dede Abdülmuttalip,
……………………Vefat ediyor.
Kureyşliler O’na,
Çok saygılı idiler.
Çok da severlerdi.
O ölünce cenazesini şimdiki adı ile,
Cennet-i Muallâ ya defnettiler.
Abdülmuttalib,
Uzunca boylu,
Büyük başlı, yakışıklı,
Sabırlı akıllı,
Terbiyeli anlayışlı, heybetli,
Mert ve cömert bir zattı.
…….Abdülmuttalip ölmeden,
……….Tembihlemişti.
………….Bundan böyle O’na,
……………..Amcası Ebu Talip
………………..Hamilik edecekti....
……Abdullah’ın oğlu Muhammed,
Sana emanet demişti Ebu Talib’e….
……………………..Üzerine titre,
……………………….Ben şu âlemde,
…………………….Bundan güzel bir yüz,
………………..Bundan güzel bir koku,
…………Duymadım demişti!
Onun vefatından sonra,
………Artık nur çocuk!
……………Ebu Talip’in damı altında!
……………………Onun himayesindeydi!...
Artık O,
Amca Ebu Talib’e,
Tabi yaşamaya başlamıştı.
O yıllarda,
……Mekke’de kıtlık baş göstermiş,
……….Her taraf kurumuş,
…………..Bir damla su yok!
………………Kum taneleri bile,
………………….Dillerini çıkarmış,
Göklerden, bir damla yağmur dileniyordu!
Kaynaşan kaynaşana,
Yağmur istemek,
Lütfuna sığınmak için,
Bir sürü put ismi sayılıyor.
Onlardan yardım dileniyorlardı!
Bu sırada,
Aklı selim, çizgili bir yüz,
Ebu Talibi hatırlıyor.
Ve diyor ki;
……..İbrahim sülalesinden,
………..Aramızda insanlar varken,
……………Başka vasıta aramak niye?...
………………..Ebu Talibe gidelim,
……………………...Bulursa o çare bulur bize!..
Gidiyorlar!...
…………Dinliyor dertlerini,
……………..Elinde bir çocuk,
………………….Çıkıyor evinden.
……………………….Doğru Kâbe’ye…
………………Gidiyorlar birlikte..
……..Kaynayan güneş!
………..Bulutsuz gök!...
………….Yağmur bekleyen gözler,
……Dönüyor güzel çocuğa!…
………Göğe doğru kalkan,
…………...Minicik şahadet parmağı,
……………….….Ve!
……………….Her tarafa üşüşen bulutlar,
………………….Bir anda yağmaya başlayan rahmet!....
TİCARETE BAŞLAYIŞ
YOLLAR VE YOLCULUKLAR
Ebu Talibin işi,
Diğer Kureyş büyükleri gibi,
Ticaret…
Arada bir o da,
Seyahate çıkıyordu.
……Bu kez yanına,
…………On iki, on üç yaşlarına girmiş,
………………Nur çocuğu da alıp,
…………………..Kardeşi Haris ile birlikte,
………………………..Çıkıyorlar yolculuğa…
………………………Ufuklar,
……………………Ah o ufuklar,
…………………Kovaladıkça kaçan,
……………..Kaçtıkça kovalanan,
…………Çırıl çıplak ufuklar!...
……..Yer kürenin sathında,
…………Çepeçevre bir düzlük….
…………….Düzlüğün üzerinde bir kervan,
………………..Bu kervan göçünde,
…………………....Nur çocuk!
Bir
Bilse!
Bir bilse
Bu kervanın,
İçinde kim var!
Kimi götürüyor?
……………………..Ah bir bilse!...
…………………..Zaman ve mekân boyunca,
………………Gelmiş ve gelecek,
…………..Bütün insan yürüyüşleri,
……….Onun peşinde,
……Yalnız onun peşinde!..
…………..Yollarına devam ettiler.
……………….Dere tepe düz gittiler.
…………………………Şam yakınlarında,
……………………………… Bir nehir kenarına……
………………………………………..Vardılar.
…….Orada!
………İsa dininin bağımlısı,
…………Pek gelip gidenle ilgilenmeyen,
……………Bahira adında bir Rahip,
…………………İnzivaya çekilmiş,
………………………..Arada bir,
…………….……İbadet hanenin penceresinden,
……..Gelip geçen kervanları gözlüyordu.…..
Gökte bir bulut gördü,
Şimdiye kadar,
Gördüklerinden farklı!
O bulut kervanla bir hareket ediyor,
Kervanı takip ediyordu.
Bu kervanda bir,
Fevkalâdelik vardı!..
Kervan yaklaştıkça,
Ağaçların pörsümüş yaprakları,
Yeşeriyor,
Gölgelemek için eğiliyor,
Adeta birbirleriyle yarışıyordu!...
Kervanda bir fevkalâdelik vardı!
Neydi acaba!...
Acaba,
İncil’de İsa’ya haber verilen miydi?
Nebiler ve Resullerin sonuncusu,
Dinin tamamlayıcısı,
Büyükler büyüğü,
Bu kervanda mıydı?!....
Acaba!
Peygamberden peygambere,
Sürüp gelen…
Vasıfların ona doğru akan kolu!
Gaye insan,
Ufuk peygamber,
Bu kervanda mıydı?!
Merakı arttıkça arttı,
Mutlaka onu görmesi gerekiyordu!...
Bu düşüncelerle,
Çıktı ibadethanesinden.
Gayet mütevazi bir halde,
Kervana yaklaştı.
----Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Benim misafirimsiniz deyip,
Onları yemeğe davet etti.
…..Hür,
……Köle,
………Büyük küçük,
……Aranızda kim varsa,
……..Hepiniz geliniz.
……….Gelmedik kimse kalmasın!
…………Diye de tembihlemeyi,
İhmal etmedi.
Teşekkür ettiler,
Hep birlikte, davete icabet ettiler.
……….Ancak!
………...Amca Ebu Talib.
…………Nur çocuğun,
…………….Küçük olduğunu düşünerek,
…………….…Onu götürmedi.
……………………Rahip Bahira,
…………………Karşıladı onları,
……………..Hoş geldiniz!
………….Kim varsa,
……….Hepiniz geldiniz her halde!
……Evet dedi Ebu Talib geldik.
….Bir çocuk hariç!...
----Niçin?
“O küçük olduğu için,
Eşyamızın başında bıktık onu..”
Rahip Bahirâ,
Gözlerini üzerlerinde gezdirdi.
Süzdü onları,
Teker teker,
Ve dedi ki;
----Özellikle o çoğu,
………Getirmenizi isterim.
…………Amca Haris,
…………….Fırladı yerinden,
…………….……Koştu,
…..Kaptı çocuğu aldı geldi.
Sofraya oturdular,
Her kes neşe içinde karnını doyurdu.
Rahibin gözü,
Hep nur çocuğun üstündeydi!
Hep onu süzüyor,
İnceliyordu!..
Artık veda vakti gelmişti.
Rahip birden bire,
Müstakbel peygambere döndü!
----Bir şey soracağım dedi!
…Lat,
…..Uzza,
…….Menat,
….Hakkı için, bana cevap verir misin?...
…….O zaman nur çocuğun sesi,
………Şiddetle yükseldi!...
----Bana ne sorarsan sor!
Cevap vereyim.
Fakat, Lât, Uzza, Menat adına,
Sakın yemin verme!..
Benim en çok nefret ettiğim,
İşte bunlar,ve de benzerleri…..
Bu cevap karşısında,
Dondu kaldı rahip!
Merakı,
Büsbütün arttı!
--Öyle ise!
Allah aşkına!
Yaratanın aşkına söyle!
Sorularıma cevap ver!...
İşte şimdi sor,
Ne soracaksan,
Cevaplamaya hazırım.
Münzevi rahip!
Nur çocuğa sordu sorularını;
…….Yemesini,
…….… İçmesini,
…………..Özel hayatını,
………..……Uykusundan tutunda,
…………….…...Gördüğü rüyalara kadar.
……………….……Sevdiği şeyleri,
……………………….Sevmediklerini!
……………………………Sordu, sordu!
Tatminkâr cevaplar aldıkça,
Yüzü gülüyordu.
Gülüyordu amma,
Meraklandığı bir şey daha vardı.
Ona doğru uzandı,
Gömleğinden tuttu!
İzin verirsen,
Bir şeye bakacağım! Dedi.
--“Buyurun bakın!.”
Çıkardı çocuğun gömleğini,
Sırtını açtı.
Aradığı şeyi bulmuştu artık.
Büyük bir saygı ile,
Huşu içinde,
Eğildi,
Dudaklarını koydu mührün üstüne,
Öptü…
Öptü!…..
Kureyşliler,
Büyük bir hayret içinde,
Baktılar,
Baka kaldılar!....
Döndü Ebu Talib’e,
Bu çocuk senin neyin?
Ebu Talib;
----Oğlum dedi.
Bahira;
---Mümkün değil!..
O,
Oğlun olamaz!
Hattâ,
Babasının bile hayatta,
Olmaması gerek!
O zaman;
----Kardeşimin oğludur,
Babası o doğmadan öldü.
-----İşte şimdi, doğruyu söyledin.
Söyleyeceklerimi iyi dinle;
Kardeşinin oğlunu,
Buradan ileriye götürmen doğru değil!
Yahudiler bu çocukta,
Benim gördüklerimi görürlerse,
Ona fenalık etmeye kalkarlar.
Çünkü,
….. Kitaplarda gördüğümüz,
……..Büyüklerden duyduğumuz,
………..Öğrendiklerimize göre,
Bu çocuk,
……Geleceklerin en büyüğü….
………İnsan oğlu,
Ona tabi olmak için yaratılmıştır.
Yahudiler onu kıskanır,
Fenalık etmeye kalkarlar,
Zarar verebilirler.
Sen vazgeç, bu seyahatten, sözümü dinle!.....
……Bu sözler,
………Ebu Talip’in ciğerine işledi.
………….Ruhunda,
…………….Bir emniyet ve itimat doğurdu.
Kervan arkadaşlarına tamam ,
Malımızı burada satıp,
Hemen geri dönüyoruz! Dedi.
Sattılar mallarını,
Oradan döndüler….
Tekrar Mekke’ye!..
….Doğruların doğrusu,
…….Bu nur çocuk!
………. Genç adam olma yolunda,
…………..İlerliyordu.
MUHAMMED EL EMİN
İşte Muhammed Mustafa’ya “EL EMİN”
Lâkabı bu yıllarda takılacaktı!
El Emin,
Doğruların doğrusu;
Yalan,
Onun lügatinde yok!
Herkes yalan söyleyebilir,
Amma O, asla!.....
……Bir boş bulunma,
………Bir anlık gaflet,
…………Nefse kapılma, O’na hulûl etmez.
………Onun için bunlar muhal!
O,
Henüz
Emir almamış,
Hiçbir şeyin memuru olmamış!
Bu zamanda bile küfür ve cehalet
Havasını, teneffüs etmemiş!...
İnsanların,
Akıl ve ahlâk yönünden,
En üstünü!....
Yalan!....
Allah’ın yarattığı hakikati,
Değiştirmek, yalan!…..
Yalan,
İhanetlerin en büyüğü!..
Yalan,
Doğrudan kaçmak,
Hiçbir insanın özü,
Emin olmaz yalandan.
Yalnız o var yalansız!
Görülmemiş bir vakar,
İffet ve asalet halesi O!....
KÖTÜLÜK ONDAN KAÇAR
Hz. Ali’ye şöyle anlatır:
--Cahiliyet ehlinin,
Alıştığı kötülüklere,
Ayaklarım iki defa uğradı.
İkisinde de Rabbim beni korudu!
Birincisi:
Mekke tepelerinde,
Sürümüzü otlatırken,
Yanımdaki Kureyş çocuğuna,
O gece, koyunlarımı bakmasını söyledim.
Mekke’ye gidecektim.
Çocuk teklifimi kabul etti.
Ben de Mekke’ye yürüdüm.
Şehrin kenarına geldiğimde,
Bir evden çalgı sesleri duydum.
Şarkılar da bu seslere karışıyordu.
İçime bir heves düştü.
Dinlemek üzere eve girdim.
Bir kenarda otururken,
Dalmışım….
Allah bir uyku verdi, uyumuşum!
Kendimden geçmişim….
Güneş’in hararetiyle uyandığımda,
Sabah olmuştu……
İkincisi
Bir bayram günü…
Bütün Kureyş ayakta….
Büvene putunun etrafında toplanmışlar.
Gidip geliyorlar!
Bayram yeri hınca hınç dolu…
Cümbüş kurulmuş,
Vur patlasın,
Çal oynasın,
Kabilinden yıkılıyor ortalık!...
Tabii ki,
Amca Ebu Talip de,
Bütün aile kadrosuyla,
Bayrama katılmanın hazırlığında…
Genç delikanlıya teklif!
---Haydi,
Sen de gel.
Cevap;
--Gelemeyeceğim, beni mazur görün.
Bu cevaba,
……Amcaları,
………Halaları,
……Şaşkınlıkla baktılar.
Israr ettiler.
…..Yine ret!
Üzüldüler.
Onun bu çekimser halini,
Bir isyan,
Bir bid’at saydılar.
Sapıklık alâmeti sandılar.
Ananeye tecavüz gibi,
Telâkki ettiler.
Dediler;
---Tavrını beğenmiyoruz!
Bağlı olduğun bir kavmin,
Mübarek bayram gününde,
Bulunmamak ne demek?
Nasıl olur da?
Böyle bir günde,
Topluluğa karışmazsın?
Bunun cevabını vermelisin!...
………O kadar üstüne vardılar ki,
…………..Kıramadı onları,
……………..İstemeye, istemeye,
……………….Kendilerini takibe razı oldu.
Fakat put’a yaklaştıkça,
Bir haller oldu!
Büyük bir korku ve dehşete düştü,
Kalabalığın arasından kurtuldu,
Döndü geriye,
Kaçtı, kaçtı oradan uzaklaştı…
Dönünce bayram yerinden,
Sordular ona:
“Ne oldu sana birden bire!
Niçin kaçtın bayram yerinden?”
Cevap verdi;
“Bana bir fenalığın gelmesinden korktum.
Ne zaman putlara yaklaşsam,
Uzun boylu, beyaz giyimli,
Birinin yaklaşarak,
Beni uyardığını,
Yaklaşma,
Sakın ha,
Dokunma,
Geri çekil
Diyor.”
Mümkün mü artık?
Oraya yaklaşmak!
Nerede görülmüş ki, böyle şerefli insan,
Onunla parıl, parıl parlar, koca asuman,
Tüm güzelliklerin sırrı, kurumaz çeşmesi,
İnsanlığın peşinde, sadakatli bir çoban.
TİCARETE BAŞLAYIŞ
İnsanlığı gütmeye,
Ebedi mutluluğa,
Ulaştırmaya gelen,
Gaye insan, ufuk peygamberin,
Gönlü hep Allah’ında,
Ulvi işi yaparken!
O dönemde ticarete,
Verilen değer o kadar büyüktü ki;
Başka meslekler onun yanında,
Hiç kalır, hor sayılırdı.
Bu düşünceden olacak ki,
Amcası Ebu Talib!
Genç delikanlı,
Âlemler efendisi olan,
Muhammed Mustafa’ya,
şöyle bir teklifte bulundu.
“--- Artık yetiştin,
Yirmi beş yaşındasın,
Kendine meslek
Seçmen lâzım geliyor.
--Nasıl bir meslek?
--Ticaretten iyisi ne olabilir?.
Pek yakında tüccarlar,
Şam tarafına,
Bir kervan gönderecek!...
Sen de katılsan
Diye düşünüyorum.
--Ey sevgili Muhammed’im!
Hatice Hatun var ya,
Onu tanırsın.
--Evet tanıyorum.
O, İffetli ve namuslu!
Servet sahibi biridir.
Muhterem dul bir kadın!...
Her yıl birini bulur,
Kervanla ticaret için onu gönderir.
Bu yıl sen talip olsan,
Her halde seni tercih eder diye,
Düşünüyorum.
Böylece ticarete
Başlamış olursun.
Hiç tereddüt etmedi, genç delikanlı,
Amcacığım!
---Olmasına olur da!
Belki ben müracaat etmeden,
O bana talip olursa!
Daha iyi olmaz mı?
Amcası!
Ya bu arada bir başkasını bulursa…
O zaman iş işten geçmiş olmaz mı?
Fırsak bizden kaçmaz mı?
“----Bakalım! Dedi, genç adam!”
Bu arada ne oldu ise oldu!
………O Ulvi kadın,
…………Genç adamın muradını,
……………Yerine getirdi.
………………..Birini göndererek,
…………………..…Şu teklifte bulundu!..
“Kureyşlilerle,
Şam tarafına gidecek,
Ticaret kervanıyla gitmeye,
Eğer razı olursa,
Büyük mutluluk duyarım.
Ona başkasına verdiğimin,
İki katını veririm dedi.”
Genç
Adam,
Teklifi
Amcasına
Müjdeledi.
Çok sevinmişti.
Amcası da sevindi.
Hemen kabul et dedi.
Bu sana Allah’ın,
En büyük rızık lütfudur.
Kabul ettiği ulaşınca Hatice ye,
Kölesi Meysere yi, Genç adam’ın
Emrine verdi.
Ona tembih etti.
Sana ne emrederse,
Hemen itaat edeceksin,
Hiçbir teklifine, karşı koymayacaksın!
Bir dediğini iki etmeyeceksin diye talimat verdi.!...
Birkaç gün sonra, kervan yola koyuldu.
Daha önce amcasıyla geldikleri,
Rahip Bahira’nın ibadethanesinin yakınına,
Ulaştıkları zaman,
Bahira’nın Ölmüş, yerine ise,
Rahip Nastura’nın geçtiğini öğrendiler.
……..Mola zamanı gelmişti,
………….Henüz çölün,
………………Gece ayazı çekilmemişti…
…………………..Sanki buzdan bir çivi,
………………………..Vücutlara batıyordu…
………………….Gün ışımak üzereydi.
……………...Hurma ağaçlarının altında,
…………..Yatan develer geviş getiriyor,
………..Yatanlar uyanmamıştı.
……..Sere serpe uzanmışlar,
…Halâ uyuyorlardı….
Uyanık biri vardı,
Tepedeki nöbetçi,
Hem geziniyor,
Hem sabahı karşılıyordu.
Diyordu ki;
“Yine gözlerin gülüyor ey sabah!
…..Yüzün aydınlık.
…….Esintilerin,
……….Kokun ılık!
…………..Geçen günler dün oldu,
………..……..Ümitleneyim mi?
…………………Bilemiyorum.
…….Onlarda güleç ve aydınlıktın!
……Her seferinde,
……….Tarlalarda dolaşan,
……………Bir bulut kadar bende kalmadın.
…………..Sıcaklığıma yağmadın,
……….Sevgiden muhabbetten,
….Haber getirmedin bana!
Yine boş musun?
…….Gülüşün aydınlığın süs mü?
…….. Yaldız mı?
…………Yalan mı?
…………….Teselli mi?
……………….Ilık okşayışların,
…………….Yaşanacak günün,
…………Cehennem ateşinin,
……….Kıvılcımları mı?
…………….Niye susuyorsun?
…………………..Selâmlayan elimi,
……………………….Görmüyor musun?
…………………………..Yoksa gidiyor musun?
Öyle ise,
Haydi git,
Ey sabah!
Bir gecem oldu ki,
Sanki bahçemdi!
Yıldızların rahmetinde,
Fidanlar can buldu!
Dallarında çiçekler açtı,
Alın yazım gibi,
Simsiyah yapraklarında,
Göz yaşlarım tomurcuklandı!
Git,
Haydi git,
Amma onlara dokunmadan git!”
Rahip
Alıntı
Tweet
Benzeyen Konular
Konu:
Yazar
Cevaplar:
Gösterim:
Son Mesaj
HZ. MUHAMMED (DEVAMI)
ali_gozutok
0
1,020
04/10/2011, 09:49
Son Mesaj
:
ali_gozutok
HZ. MUHAMMED (DEVAMI)
ali_gozutok
0
914
04/10/2011, 09:33
Son Mesaj
:
ali_gozutok
HZ. MUHAMMED (DEVAMI)
ali_gozutok
0
1,448
04/10/2011, 09:26
Son Mesaj
:
ali_gozutok
HZ. MUHAMMED (Gülce Bahçe)
ali_gozutok
0
1,174
04/10/2011, 09:06
Son Mesaj
:
ali_gozutok
ADEM PEYGAMBER DEVAMI (Bahçe)
ali_gozutok
0
1,501
03/10/2011, 16:52
Son Mesaj
:
ali_gozutok
HZ. MUHAMMED MUSTAFA (S.A.S) (Gülce Bahçe)
ali_gozutok
0
1,099
25/09/2011, 08:44
Son Mesaj
:
ali_gozutok
ALİ OSKAN-İhvanu'l-Muhammed'in Miraç Destanı (GÜLCE - Bahçe)
Site Yönetimi
0
1,211
14/09/2011, 02:47
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Lütfen seçim yapın:
--------------------
Özel Mesajlar
Kullanıcı paneli
Kimler Çevrim içi
Arama
Ana Sayfa
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-- GÜLCE ŞİİR TÜRLERİNE GÖRE ŞİİRLER
---- BULUŞMA
---- ÇAPRAZLAMA
---- TRİYOLEMSİ
---- ÜÇGÜL
---- ÜÇGEN
---- DÖNENCE
---- TOKMAK
---- AKROSTİK
---- SONE'M
---- GÜLCE
---- TEKİL
---- YİĞİTCE
---- YUNUSCA
---- BAHÇE
---- SERBEST ZİNCİR
---- ÖZGE
---- GÜLİSTAN
---- YEDİVEREN
---- TUĞRA
-- GÜLCE YAZAN ŞAİRLERİMİZİN GÜLCE ve DİĞER ŞİİRLER
---- (H)
------ Harun YİĞİT
------ Harun YİĞİT
------ Hasan ULUSOY
------ Hasan ULUSOY
------ Hatice ALTAŞ(Asi Çiçek)
------ Hatice ALTAŞ
------ Hacer KOZAN
------ Hatice KATRAN
------ Hatice KATRAN
------ Hikmet ÇİFTÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
---- (I-İ)
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim İMER
------ İbrahim İMER
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İhsan ERTEM
------ İhsan ERTEM
------ İsmail KARA(Karozan)
------ İsmail KARA(Karozan)
---- (K)
------ Köksal KIRLIOĞLU
---- (M)
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Meltem ARAS
------ Meral ADAK
------ Meral ADAK
------ Melahat TEMUR
------ Mevlüde DEMİR
------ Mevlüde DEMİR
------ Miktad BAL
------ Miktad BAL
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ MUSTAFA CEYLAN(Editör)
-------- Mustafa CEYLAN
---------- Mustafa CEYLAN(On Punto Yazıları)(Makaleler)
---------- GÜNE BAKIŞ
---------- TAŞ YAĞMURU(Ceylan'ın kaleminden)
---------- Hakkında Yazılanlar
---------- DİĞER ŞİİRLERİ
---------- Hayatı
---------- Sanatı
---------- Hocaları
---------- Çocukluğu
---------- Gençliği
---------- Özlü Sözleri
---------- Önsöz Yazdığı Kitaplar
---------- Siyasete İlgisi
---------- Bestelenen Şiirleri
---------- Fotoğrafları
---------- Mühendisliği
---------- Düzenlediği Etkinlikler
---------- Konferansları
---------- Yer Aldığı Antolojiler
---------- Kitapları
---------- EZAN SUSMAZ Kitabı içindekiler
---------- "YANDI BU GÖNLÜM"-Hacı Bayram Veli Kitabı içindekiler
---------- TAHİR KUTSİ MAKAL Kitabı İçindekiler
---------- SEĞMEN RUHU Kitabı İçindekiler
---------- TOROSLARIN TÜRKÜSÜ Romanı
---------- Armağan-2(AHMET TUFAN ŞENTÜRK İÇİN NE DEDİLER?)Kitabı içindekiler
---------- Armağan-1(ANILAR KORİDORU İÇİNDE SARIVELİLER)Kitabı
---------- YARALI CEYLAN Şiir Kitabı İçindekiler
---------- PAŞA GÖNLÜM Şiir Kitabı İçindekiler
---------- Kırat Geliyor Kitabı İçindekiler
---------- Her Yönüyle YENİMAHALLE Kitabı
---------- Tarihi ve Folkloruyla Elmadağ Kitabı İçindekiler
---------- Köylerimiz Kitabı İçindekiler
---------- Köyümüz Yeşildere Kitabı İçindekiler
---------- Bayramlar Haftalar Günler Kitabı
---------- Ahmet Tufan Şentürk Kitabı
---------- Halil Soyuer Kitabı
---------- Detanlaşan Köylü İsa Kayacan Kitabı
---------- Abdullah Satoğlu Kitabı
---------- Güzide Taranoğlu Kitabı
---------- Gülendenin Beşiği Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ (2006)Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ(2007)Kitabı
---------- CEYLAN-Tahliller-MAKALELER-Görüşler
---------- Güllük Dergileri
---------- Kapodokya Güneşleri Kitabı
---------- Bir Yanardağ Fışkırması Kitabı
---- (P-R)
------ Rahime KAYA
------ Rahime KAYA
------ Refika DOĞAN
------ Refika DOĞAN
------ Ramazan EFE
------ Ramazan EFE
------ Rengin ALACAATLI
---- (S-Ş)
------ Sabiha SERİN
------ Sabiha SERİN
------ Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
------ Serap HOCA(Serap DEMİRTÜRK)
------ Süleyman KARACABEY
------ Süleyman KARACABEY
------ Serdar AKKOÇ
------ Serdar AKKOÇ
------ Sevgili ÖZBEK
------ Sevgili ÖZBEK
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şükran GÜNAY
------ Şükran GÜNAY
---- (T-U-Ü-V)
------ Turan UFUKTAN
------ Ümran TOKMAK
------ Ümran TOKMAK
---- (Y-Z)
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf Ziya KARAHASANOĞLU
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Yıldız TOKSÖZ
------ Yıldız TOKSÖZ
GÜLCE'YE DAİR
-- GÖRÜŞLER
---- Gülce Nedir?
---- Gülce ve Ozanlık
---- Gülce Manifestosu
---- 5 Hececiler ve Gülce
---- Garip Akımı ve Gülce
---- Fecr-i Ati ve Gülce
---- Hisarcılar ve Gülce
---- Neyzen Tevfik, Aşk
---- Mazmunlar
---- Gülce Ne Değildir?
---- Hece Vezni ve Gülce
---- Serbest Şiir ve Gülce
---- Aruz Vezni ve Gülce
---- Gülce ve Zolal
---- Gülce Tarihinden
---- GÜLCE-(Atölye)-Video Dersler
------ Gülce Etkinlikleri
------ Kurucular Beyanı
------ Gülce 2009
------ Doğru Yaz/Konuş
------ Gülce-2010 Projeleri
------ Gülce-2011 Projeleri
------ Üstad Necip Fazıl'dan
------ Gülce-Aruza Dair
------ Öneriler-Çalışmalar
------ GÜLLÜK DERGİSİ
------ Gülce'ye Öneriler
------ Röportajlar
------ Negatif Bakışlara
------ Aleyhimizdekiler
------ M.E.B' na
---- Gülce'de Mesajlar-Projeler
------ Gülce-Güldeste(1)
------ Destanlarımız
------ Dede Korkut
------ Öncü Kadınlarımız
------ Peygamberlerimiz
------ Nutuk(Gülce)
------ Nutuk(Z.Korkmaz)
------ Kutlu Hanımlar
------ Ozanlarımız
------ NasrettinHoca
------ Yedi Askı
GÜLCE TÜRK ŞİİR AKADEMİSİ
-- Şiir Akademisi
---- Şiir Akademisi
------ HALK EDEBİYATI
-------- DİVAN EDEBİYATI
-------- BATI EDEBİYATI
-------- YENİ TÜRK EDEBİYATI
---- Hece Vezni' ne Dair
---- Şiir Tahlilleri
---- Aruz Vezni' ne Dair
---- Hiciv Tarihinden
---- Ustalardan Şiirler
---- Ustalardan Makale
---- Aramızdan Ayrılanlar
------ Ustalardan Şiirler
-------- A. Tufan ŞENTÜRK
-------- DİLAVER CEBECİ ANISINA
---- Şiir Üstüne (Serbest)
---- Atışma Sayfamız
---- Denemeler-Makaleler
---- Şiirde Dönüşüm
---- Şiir ve Anlatım
-- Türk Edebiyatı Şiir Türleri
---- Şiir Türleri
---- İslâmiyet Öncesi
---- Servet-i Fünun
---- Garip Şiirler
---- Akımlar
---- Edebî Sanatlar
---- Söz Sanatları
---- Şair Padişahlar
---- Şiir Tarihimizden
---- Yıllara Göre Edebiyat
---- Mehmet Nacar
DÜNYA EDEBİYATI
-- Dünyadan Şiir Türleri
---- Burns Stanza
---- Choka
---- Go Vat
---- Catena Rondo
---- Onegin Stanza
---- Canzonetta
---- Bauk Than
---- Rhupunt-Galce
---- Septilla
---- Viator
---- Luc Bat
---- Tritena
---- Pantoum
---- Shakespeare Sonnet
---- Diamonte
---- Villanelle
---- Hutain
---- Hex Sonnata
---- Hexaduad
---- Haynaku
---- Harrisham Rhyme
---- Guzzande
---- Gratitude
---- Glosa
---- Garland Cinquain
---- Fornlorn Suicide
---- DÜNYA EDEBİYATI
---- Dünyadan Destanlar
---- Dünyadan Şiirler
KAYNAKÇA
-- Konularına Göre Şiirleriniz
---- Aşk Şiirleriniz
---- Atatürk Şiirleriniz
------ 23 Nisan Şiirleri
------ Atatürk'e Dair
---- Kahramanlık Şiirleriniz
---- Doğa Şiirleriniz
------ 2009 Yılı Sayılarımıza
---- Taşlama Şiirleriniz
---- Gurbet Şiirleriniz
---- Tasavvuf Şiirleriniz
---- Barış Şiirleriniz
---- Şehir Şiirleriniz
---- Anne Şiirleriniz
------ Babanıza Şiirler
---- Doğum Günü Şiirleriniz
---- Deprem Konulu Şiirler
---- Diğer Şiirleriniz
---- Köşe Yazarlarımız/Makaleler
------ Mustafa CEYLAN
------ Refika DOĞAN
------ Osman ÖCAL
------ Ahmet ÖZDEMİR
------ A. S. ATASAYAR
------ Prof.Dr.İsa KAYACAN
-------- Prof. Dr. İSA KAYACAN
------ Rahime KAYA
------ Harun YİĞİT
------ İlqar MÜEZZİNZADE
------ Sündüz BİGA
------ Nazmi Öner(Şiirler)
------ Nazmi ÖNER(Nesirler)
------ Coşkun KARABULUT
------ Prof.Dr.İsmail YAKIT
------ Prof.Dr.Asım YAPICI
------ Sabit İNCE
------ Muhsin DURUCAN
------ Abdulkadir GÜLER
------ Ünal Şöhret DİRLİK
------ Metanet YAZICI
------ A.Aşkım KARAGÖZ
------ Gazanfer ERYÜKSEL
------ Mehmet GÖZÜKARA
------ Necdet BULUZ
------ Yusuf Özcan
------ Afife Demirtaş
---- Mustafa Ceylan
---- Bizden
-- Video Yağmuru
---- Ozanlar-Şairler
---- Bizden Videolar
---- Rasim Köroğlu
-- Genel
---- SERBEST KÜRSÜ
---- Duyurular
---- Röportajlar
---- Günün Şiiri
---- Günün Nesiri
Edebiyat Biz Platformumuzda
-- Gülce Tv
-- Türk Argo Sözlüğü
-- Edebî Konular Forumu
Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir
Mustafa Ceylan |
Dost Sitelerimiz:
Türkçe Çeviri:
MyBB
Türkiye
Üretici:
MyBB
, © 2002-2024
MyBB Group
-Theme © 2014 iAndrew
Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder