SiteAna Sayfa
Güllük Dergisi
Şairlerimiz
Arama
Üyeler
Video
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Şifremi Hatırlat
Beni Hatırla
Your browser does not support the audio element.
Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi
Web'de Ara
Sitede Ara
0 Oy - 0 Yüzde
1
2
3
4
5
Konu Modu
HZ. MUHAMMED (DEVAMI)
ali_gozutok
Yetkili Şair
Üyelik tarihi:
Sep 2011
Mesaj Sayısı:
248
Konu Sayısı:
222
#1
04/10/2011, 09:26
HZ. MUHAMMED (DEVAMI)
EVLİLİK
Hz. Muhammed,
Allah’ın sevgilisiydi.
Peygamberlikle şereflenecekti!
Başındaki aydınlık,
Binlerce güneşten,
Daha parlak olacaktı!...
Mekke’nin
Gençleri,
Zenginleri,
Asilleri,
Halâ Hatice’nin peşindeydiler!
Eteğini bırakmamışlardı!...
Eksilecekleri yerde,
Çoğalıyorlardı.
Bir yandan da,
Muhammed’in sık gelmesinden,
Türlü manâlar çıkarıyorlar,
Kuşku ile yaşıyorlardı.
Zamanla ağır,
Hem de çok ağır konuşmaya,
Tehdit etmeye başlamışlardı.
Hatice de bundan çok,
Çok tedirgin oluyordu.
Yahudi ve Rumları unutmuş,
Gözleri dönmüş, aşk dilencilerinin,
Muhammed’e, zarar vermelerinden korkuyordu.
Kendi kendiyle pençeleşiyor,
Muhammed’in elinden tutup,
Kalbine bastırmak,
Şöyle demek istiyordu:
“Canım sana feda, ey amcam oğlu,
Yemin ederim ki, davranışımda,
Sana karşı bir fenalık yok.
Ancak bir dileğim var,
Sen peygamber olacaksın,
Yaratan, seni bana kılsın yar.”
Aşk’ın kanatlarını saymaya,
Sayı mı yeter?
O kanatlarla, uçulmayacak yer,
Çıkılmayacak makam,
Ulaşılamayacak derece mi var?
Hesab’ın sustuğu,
Mantığın pustuğu,
Aklın durduğu anda,
İklimden iklime yol bulup uçan kanatlar!..
Dilek ve adaleti sevgide bulan,
Hiçbir ölçü gözetmeyen,
İlâhi keyfiyet…
Kendisinde değil,
Sevgilisinde olmanın,
Kendini feda etmede büyük halet..
Bu aşk Allah’ındır,
Bu aşk Allah’adır.
Kullardaki bundan serpinti,
Birer ip ucu!
Peygamberlik tavrı,
Görünüşte ibadet, zikir dua..
İçte ise, aşk ve muhabbet!
Dış ölçülerden nokta feda etmeden,
Kendisinde yok!
Allah’ta var olmak!...
Büyük ve temiz Hatice,
O’nu, öyle sevdi ki,
Bu haletin iki insan arasındaki,
Son merhalesi olan,
Ufuk noktasına kadar sevdi.
Allah’ın sevgilisini sevdi.
Allah’a devredilecek aşk’ın,
İnsan perdesinde ve insan takatinde sevdi.
Hem O’nu, hem Allah’ı sevdi.
……Sonunda teklifini,
………Meysere vasıtasıyla yaptı!
………… Yaptı çekine, çekine!
Meysere;
Gidip Muhammed’e;
--Seni evlenmekten alıkoyan nedir?
Diye sordu.
Allah’ın sevgilisi,
--Elimde evlenecek param yok dedi.
Meysere;
--Sen, bu hususta,
Mala, cemale, şerefe ve denkliğe davetli olsan!
İcâbet etmez misin? Dedi.
Muhammed;
--Kimdir bu? Diye sordu.
Meysere, Hatice’dir dedi.
Muhammed;
--Nasıl olacak?
Meysere, sen onu bana bırak.
O, bana düşen bir vazifedir.
Ben onu yaparım dedi.
Gidip Hatice’ye durumu bildirdi.
Bunun üzerine Hatice,
Haber gönderdi Muhammed’e!
Dedi ki haberinde;
--Ey amcam oğlu,
Sen benim akrabamsın,
Kavmin arasında şereflisin,
Emniyetli, güzel huylusun.
Doğru sözlüsün,
Benimle evlenir misin?
Seninle evlenmeyi arzu ediyorum.
Seni çok seviyorum.
Haberini bekliyorum. Diye haber gönderdi.
Bu konuyu,
Amcalarına açtı Muhammed!
Ebu Talib sordu;
--Sen ne diyorsun?
----Alır mısın Hatice’yi?
……Vakarlı,
…………Fikir ve,
…………..Güzellik timsali,
…………….Genç Muhammed,
………………….Evet dedi!...
Amcalarından,
Ebu Talib ve Hamza,
Hatice’nin amcasına gittiler.
Ebu Talib, Hatice’yi,
İnsanlığın tâcına nikâhlamak için,
Resmen istedi.
Hatice’nin amcası da kabul buyurdu.
Ebu Talibin malından,
Yirmi genç deve,
Hatice’ye verilmek üzere,
Mihr biçildi.
Ebu Talib kalktı,
Nikâh konuşmasını yaptı.
…..Şükür Allah’ımıza,
……Binlerce şükür.
………Bizi İbrahim kanından,
………..İsmail soyundan,
……………Yaratan odur!
…..Bizi Mükerrem evin bekçisi,
…..İnsanların reisi kılan odur!
………..Kardeşim oğlu Muhammed,
…………İşte karşınızda,
…………..Hepiniz onu biliyorsunuz.
……………Mekke gençleriyle karşılaştırın,
……….Kim onunla boy ölçüşebilir!
……Kim ahlâkta akılda,
…Fazilette ondan üstün!
………………Malca fakir, gönlü zengin,
………………….Mal geçici bir gölge,
………….Bu gün var, yarın yok!
……..Mal alınır verilir,
…………………. Amma Muhammed,
…………….Kanaat hazine sahibi…..
………..Güvenilir,
…….Sözü dinlenir.
….İşte O böyledir.
Ey hazurun!
--Huzurunuzda, Huveylid’in kızı Hatice’yi,
Amine Hatun oğlu Muhammed’e istiyorum.
Hatice’nin amcası Varaka, aldı sözü;
--Evet,
Allah’a şükürler olsun,
Dediğin gibi yarattı bizi.
Üzerimize faziletler yağdırdı.
Ünümüz, şanımız yücedir bizim.
İki taraf büyükleri biziz,
Asilleriyiz kavmimizin, başlarıyız.
Temelde akrabayız.
Şimdi kaynaşmak isteriz.
Ey beni dinleyenler;
Görünüz, şahit olunuz ki;
Dört yüz dinar,
On iki ukiyye,
Bir neş altın,
Yirmi adet genç deve mihr ile,
Hatice ile Muhammed’i nikâhladım.
Yuvalarında mutlu olsunlar.
Varaka susunca,
Ebu Talib;
Ey Varaka!
Senin ve Hatice’nin amcası olan,
Amr’ı da dinlemek ister misiniz?
Tabi ki isteriz.
Amr b. Esed kalktı ayağa çok kısa konuştu:
Ey hemşerilerim!
Soydaşlarım!
Haşim oğullarından!
Yeğenim Hatice’yi, severek ve isteyerek,
Muhammed’e veriyorum.
Diye O da onayladı.
Merasim tamamlanmıştı.
……Bir dilimin iki parçası,
………Bir kazandan aş,
………….Onlar kadar yakın,
………….…Onlar kadar eş.
……………...Onlar kadar benzer,
………………………..Olamazdı!
…….Tarladaki başak gibi,
……….Aynı değirmende öğütüldüler,
…………….Aynı teknede yoğruldular,
…………………..Pişerken ayrılmadılar.
………Kokularında kavuştu kalpler,
……………..Bakışlarında yıkandılar!
…………………..Havalarında kaynadı kanları,
…………………………Yeniden doğmuş gibiydiler…
Hatice sevgilisine,
Ev, çatı, mesken ve iskan olmuştu!
Hatice,
Bir çift aşk gözü değil!...
Nehre yatak,
Sancağa burç,
Semaya uzanan el,
Göz bebeğinin çerçevesi olmuştu.
Hatice,
Mağara yoldaşı,
İncinin istiridyesi,
Define sandığı,
Zemzem kuyusu,
Sevgiliye hırka,
Köşesiz çember,
Aşk’a kapı, sevgiliye kap olmuştu..
Bir inciydi Hatice, soy sülâle içinde,
İffet namus şerefte, eşi yok birinciydi!
Ol emri karşısında Kâinat,
Göğün altına uzanan Arz,
Varlığı Muhammed’e,
Ev kılınmış bir kadın!...
Validemiz, Anamız!......
Artık Muhammed ev reisiydi….
Her sabah eşini sevgili karısı
Hatice uğurluyordu.
Avluya bakan pencereden,
Sevgiyle bakıyor,
Bakıyordu arkasından….
Yine bir gün uğurlamış,
Tam çekilecekti ki,
İki kölenin konuşmalarını duydu.
…….Kulak kesildi.
………Köle Afsa ile,
…………Köle Abdut, sohbetteydiler.
……………Dinledi onları,
………………Büyük bir zevkle.
Diyordu ki Afsa;
“--Sahibimiz Muhammed kaç yaşındadır?
Sanırım yirmi altı….
Peki dedi Abdut,
Ben ondan daha yaşlıyım,
Böyle olduğu halde,
Ona bir baba gibi nasıl bağlandım.?”
Afsa;
“--Hepimiz öyle değil miyiz?
Sağ olsun sahibimiz Hatice,
Bizi her an hoşnut ediyor.
Sanki anamız olmuştu!
Demek bir eksiğimiz varmış,
Arar arar bulamazdık,
Şimdi onu da bulduk.
Artık babamız da var!..
Kendini bizden ayırmıyor,
Bana secde edin demiyor!
Eski geleneği yıkmak,
Büyük cesaret….
İnşallah her tarafa yayılır bu durum.”
Konak yeniden can bulmuştu!...
Ağacıyla taşıyla,
Çiçeğiyle kuşuyla!..
Her şey engin bir neşe içinde yüzüyordu.
Hatice’nin üzüntülü yılları,
Çok gerilerde kalmıştı artık.
Şimdi O,
Muhammed’in mutluluk dikmelerinde geziyor,
Her gün onu tanıma fırsatı buluyor,
Mutluluktan uçuyordu.
Allah, Ona neler lütfetmişti!
Düşünüyordu bunları,
Bunları düşünüyor,
İdrak etmenin
Mutluluğunu yaşıyordu.
Yıllar geçtikçe,
Çocukları doğdu.
İbrahim hariç,
Allah resulünün diğer çocukları,
Kasım,
….Zeynep,
……Ümm-ü Gülsüm,
………Rukiye,
………..Fatıma,
…….Bir de Abdullah,
…Hepsi Hatice’dendi.
Sadece İbrahim,
Mariye’dendi.
Erkek çocukların hepsi,
Küçük yaşlarda vefat etti.
Kızlar,
Peygamberliğini gördüler babalarının.
Ona inandılar!.
Varlığın nuru olarak yaratılan!
Gaye- insan, ufuk peygamber’in,
Mukaddes nesli de,
Bu çocuklar arasında!..
Ehl-i Beyt’in en büyüklerinden,
HZ. Alinin zevcesi,
Dünyanın en ince, en duygulu kadını,
Fatıma’dan gelecektir.
Günah nedir bilmeyen, namus göğünün ayı,
Hasandı onun adı, iyi huy namus payı,
Cömertliğin öncüsü, hazineler gevheri,
Sonraki gelenlerin, hem süsü hem cevheri.
Görülmüş mü böyle, şerefli nesep,
Onlarda fazilet, ilim ve edep,
Nadide cevherdir, inci hem sedef,
Parlatır cihanı, hem kâinatı.
Hatice bir gün bahçeye çıktı.
Teyze oğlu Hakim’in hediyesi olan,
Köle Zeyd’le karşılaştı.
Zeyd,
Hanımını görünce,
Sıcak, sımsıcak gülümsedi!
HZ. Hatice onun bu haline bayılırdı!
Çok severdi onu!
Sordu;
---Nasılsın Zeyd?
Burada ne bekliyorsun?
Cevap verdi:
--Az önce babamı uğurladım!
Şimdi de sen anamı gördüm.
İçimi temizlemek istedim.
--Bizi,
Öylesine çok seviyorsun demek!
--Ben değil!
Taşlar, kuşlar bile sizi seviyor.
Eskiden ağaçlarda yuvalar azdı!
Şimdi her dal kuşlarla dolu…
En emniyetli yer burayı buluyorlar!...
---Bir bülbül gelmiş,
Üç günden beri,
Şurada ötüyor.
---Evet dedi Hatice,
Evet onu ben de duyuyorum.
---Hele sizi görünce daha da ötecek.
……Tatlı, tatlı hıçkır!
……….Hıçkır ey bülbül,
………….Coşsun seninle yaprak,
……………Seherde uyumuştur kötülük,
………………Gün ışırken temizdir toprak!
……Biliyorum sen,
………Gülün vefasızlığından,
……….…Dikenin sertliğinden,
……………İncinmiş değilsin!
……………….Şebnemlerin ışığı var,
…………………….Nefesinle titreşir yaprak.
…Bekle, bekle ey bülbül,
……Açılır perdeleri pencerelerin,
……….Seyrine doyulmaz, orda güzellerin!
…………..Gülümserler, sana, bana her şeye….
Hatice,
Benliğini, bencilliğini,
Sevdiği insanın benliğinde kaybetti.
Eritti, yok etti.
Fikir onun fikri,
Arzu onun arzusu,
İrade onun iradesi…..
…..İşte aşk!
……..Zapt ve fethedici,
………..İnsanı benliğinden sıyırıp,
…………….Kendinde kutuplandırıcı,
………………...Gerçek sevgi kaynağı….
Bu kudrete,
Bu hikmete ulaşmadıkça,
Gerçek aşka,
İlahi sevgiye geçit bulamaz insan!...
Kutlu bir sevda ile, karılmış kara toprak,
Türlü türlü renk almış, şu insana dön de bak,
Kâinat ağacını, donatmış yaprak yaprak,
Asla mümkün değildir, aşk olmadan yaşamak.
……Yaşamak!
………Ah yaşamak
…….… Bülbüle işkencedir,
………… Aşksız söken her şafak,
……………. Çektiği çileleri,
………………. Bir de sen bülbüle sor.
…………………..Boncuk boncuk gözyaşı,
………………………Yüreğinde sanki kor.
Sevgisiz aşksız hayat, yavan olur tad olmaz,
Meyvesiz kof kütükler, odun olsa od olmaz,
Aşk insana bir lütuf, yaban olmaz yad olmaz,
Ebedi mutluluktur, aşktaki son basamak.
Mecazi aşkla İlahi aşk arasında,
Kıl payı fark bırakan,
Her iki aşk’ı da bir arada tattıran,
Allah’ın mucizesi olarak O İlahi güç!...
En keskin sevgi hummasını,
Ufuk noktasında,
Yalnız Hatice’nin,
Başı üstünde tüttürdü!..
Büyük,
Büyük olduğu kadar da,
Temiz olan Hatice,
Onu öylesine sevdi.
Öylesine sevdi ki;
Onun fikirlerinde,
Zevkinde, mizacında,
Şahsiyetinde yok oldu sanki!
Onun huzurundan,
Rahatından,
Hazzından ve rızasından,
Başka bir gaye tutmadı.
…Teselli,
……Kuvvet,
………Azim,
………..Rikkat,
………….Şefkat,
……………Emniyet,
….Hatice’nin, Allah resulüne,
Tuttuğu aynalar…
Sayamazsın!
Sayılmaz aşk’ta milyon kanat!
O kanatlarla çıkılamayacak kat,
Uçulamayacak makam,
Ulaşılamayan derece mi var!..
Fakat!
Sayı, yetmez ki ona…….
Hesabın sustuğu mantığın iflâs ettiği,
Aklın ermediği iklime yol bulur kanatlar!.....
Aşk;
…..Kendisinde değil,
……..Sevgilisinde olmanın,
……….Kendini ona feda etmenin,
………….Büyük haleti!
Böyle bir aşk;
ALLAH’IN dır,
ALLAH’A dır.
Kullarda;
Bu aşktan, serpintiler vardır!
İp uçları vardır.
Allah’a ermenin yolu,
İşte bu halettedir.
Bu haleti derinleştirmededir….
Peygamberlik tavrı;
Görünüşte,
Her ne kadar,
İbadet,
Şeriat ise de,
Asıl altında yatan!
Dış ölçülerden,
Nokta feda etmeksizin,
Aşk ve muhabbet!…..
VE, VEE KENDİNDE YOK!....
……….ALLAH’TA VAR OLMAK!
Büyük ve temiz insan,
Hatice Hatun,
O’nu, öylesine,
Öyle bir halet içinde sevdi ki!
İki insan arasındaki tecellisini,
Son merhale olan,
Ufuk noktasına kadar sevdi.
…..Allah’a devredilecek aşk’ın,
……..İnsan perdesinde direncin,
………Son noktasına kadar sevdi..
…………...Sevdi insanları….
Yüce varlığı, sevdirmeye memur,
Allah’ın sevgilisi,
Muhammed Mustafa’yı sevdi!
Bu iki sevgi,
Asla birbirini karartmadı…..
MEKKEDE SON DURUM
Seneler geçiyor,
Geçiyordu!...
Tefekkür, tefekkür, ebedi düşünce!....
Vakit erken mi, geç mi belli değil!
Zaman,
Allah’ın “OL” dediği zaman!
Otuz yedi yaşlarında,
Kulaklarına gaipten gelen sesler garip!
Hem de çooook garip!.
Tenhalarda izbelerde,
Anlatılmaz ışıklar parıldıyor gözlerde!...
Bu halden,
Bu hallerden,
Yalnız Hatice haberli!
Ortalıkta;
……. Bilinmedik görülmedik,
…………………Bir aydınlık!
Semalarda
………Renk ve ses cümbüşü!
Ufuklarda
……Elvan elvan,
……….Peygamber kuşağı!.....
Gözümüzü, biraz da maddeye çevirelim.
Bakalım etrafta neler var!
Neler oluyor!......
Mekke şehri;
Ortasında bir çukur,
Bu çukurda bir ev!
Burası Kâbe….
On beş metre yüksekliğinde,
On, on iki metre genişliğinde dört duvar!
Mekke dağlarının,
Siyah taşları ile kaplı,
Bir zemin üzerinde….
“Rükün” denilen dört köşe!
Şimal köşesi, Irak rüknü,
…Garp köşesi, Şam rüknü,
……Cenup köşesi, Yemen rüknü,
………Şark köşesi, Esved rüknü.
…………(Hacer-ül Esved) Kara taş’tan almış adını….
Uzun zamandan beri,
Mekke de, ve çevredeki tüm illerde,
Bir kuraklıktır sürüp gidiyordu.
Toprak tutuşmuş,
Hava tutuşmuş yanıyor,
Hicaz yanıyor yürekler kanıyor!
Gök yüzü rahmetini kıskanmış,
Bir damla yağmuru çok görmüş,
İki ekin mevsimi, kurak geçmiş,
Halk perişan, ve de aç!...
HZ.Muhammed çok üzülüyor.
Her sabah,
Yoksulların evlerini dolaşıyor,
İhtiyaçlarını gidermeye çalışıyordu.
Hayvanlar birbirinin,
Kuyruğunu yiyor, tahtaları kemiriyordu!...
Bir
Yandan,
Putlara
Tapılıyor,
Öbür yandan da,
Gün geçmiyordu ki,
Cinayet işlenmesin!
Açlıktan, susuzluktan da,
Kırılan ölenler oluyor,
Defnetmek mümkün olmuyordu.
Cesetlerin üzerinde, kediler,
Köpekler fareler dolaşıyordu.
Yedikçe cesetleri kuduruyorlar!
Leş kuşları, yırtıcılar, insanlara
Canlı insanlara bile saldırıyorlardı.….
Çölde bir damla su için,
Aslanlarla, Çakallarla, Sırtlanlarla birlikte,
Dolaşır olmuştu insanlar!
Zenginlerin ambarları yağma ediliyordu.
Putlar çatlıyor, sıvaları dökülüyordu.
Yatakları terden, kirden kokuyor,
Yatılamaz haldeydi.
Sokaklarda inilti,
Şairler zehir kusuyordu!...
Dillerinden gayrı ihtiyari!..
Bahar yüzlü çocuklarım nerede?
Hani dualar…
Nerede anam!
Dudaklarından hayat içtiğim !
Babam nerede?
Neredeler?
Diye sözcükler dökülüyordu..
Sevgilim niçin yok yanımda,
Ben mi körüm, sağır mıyım yoksa!..
Hasretim, kardeşlerime,
Devemi ineğimi arıyorum,
Bir tutam yeşile hasretim,
Ne oldu böyle, ne olduk anam!
Zümrüt bakışlı gözler,
Soyundular yeşilden!....
Üsttekiler iniyor alta,
Göç var toprağa,
Kurt, Solucan, Yılan,
Fışkırıyor topraktan.
Derinler daha sıcak,
Toprakta bile kalmadı nem,
Bu göç nasıl bitecek!......
İç cehennem, dış cehennem!..
Hayat çok tatlı,
O kadar tatlı ki,
Ondan kopmak çok zor!..
Terimi, göz yaşımı, kanla boyayıp,
Bardak, bardak içeceğim,
İçeceğim yudum, yudum.
Kopmayacağım dünyamdan,
Bekleyeceğim yeşili!….
Bekleyeceğim sabırla!
Kuraklığın üzerinden,
Henüz bir yıl geçmişti.
Açılan yaralar o kadar derindi ki;
Kolay kolay geçeceğe benzemiyordu.
İnsanoğlu geçmişini çabuk unutuyordu!
Hiç olan mallar, canlar, sevgililer,
Hatta sevgiler!
Sevgiler, birer hatıra olarak kalıyor,
O acı sahneler gözlerden siliniyor,
Ya da silinmek üzereydiler.
İnsanlar bundan ders almıyor,
Eski alışkanlıklarından,
Bir türlü vazgeçmiyorlardı.
Yine kötülükleri, etrafı sarıyordu.
Yine zenginler,
Kısa zamanda, servetlerine
Servet eklemenin,
Yollarını arıyorlardı!
Hak hukuk gözetilmiyordu!...
Ansızın şehrin semalarını,
Kapkara bulutlar kapladı.
O da ne!..
Yağmur yağdı seller aktı,
Şimşekler çaktı!
Gökler, delindi sanki,
İnen seller perişan etti etrafı.
En büyük zararı da, Kâbe gördü…
KÂBENİN TAMİR EDİLMESİ
VE
HACER-ÜL ESVED’İN YERİNE KONMASI
Yüz yıllardan beri,
Yağmura sele karşı koyan,
Mukaddes yapı,
Yıpranmış gücünü yitirmiş,
Yenik düşmüştü.
Son defa gelen sel, korkunç!
İki dağ arasını tutmuş,
Geçit vermez olmuştu.
Kâbe’yi esir almış,
Kolunu bacağını,
Duvarlarını çatlatmış,
Silmiş süpürmüştü ortalığı!
Hazine kuyusu,
Büyük hasar görmüştü.
Kuyuda saklı,
Altın, gümüş inci,
Heykelleri yağmalanmış,
Talan edilmişti.
HZ. Muhammed,
Her sabah işine başlamadan,
Kâbe’yi tavaf ederdi.
Gördüğü manzara
Onu çok mu çok üzüyordu.
Kâbe’nin tamir olması gerekiyordu.
Kabile reislerine haber salındı.
Hepsi toplandı.
Karar verdiler,
Elbirliği ile tamir edilecekti.
Rastlantı mı?
Gizli güç mü?
Ne olduğu bilinmeyen bir şey oldu.
Cidde iskelesinde,
Bir Bizans gemisi,
Karaya vurdu!
Gemide mimariden anlayan,
Bir usta da vardı!…
Geminin enkazı satın alındı.
O malzeme ile Kâbe tamir edildi.
Kâbe’nin her bölümü zaten,
Bir kabileye aitti.
İmece usulüyle
Kısa zamanda
Tamir işi tamamlandı.
Asıl problem şimdi,
Bir hengâme başladı!
Hacer-ül Esved taşını,
Kim koyacaktı yerine?
Her kabile bu şeref’in,
Kendilerinde olmasını istiyordu.
O,
Siyah,
Kara taş,
Kâbe gibi,
Kadroya bağlı!
Ötelerden gelmiş,
Bir suret bir alâmet!...
Bekâ ve fenâ arası,
Yokluk ve izafilik remzi!
Varlık ve hakikât vatanının,
Malı ve eşyası!......
Zemzem gibi,
Kâbe’nin ana unsuru….
Dört gün geçmişti,
Ama henüz anlaşma,
Sağlanamamıştı.
Ortam çok gerilmişti.
Kan çanakları getirildi ortaya.
Reis olanlar,
Parmaklarını kana batırdılar.
Bu taşı yerine koymak için,
Anlaşma olmazsa,
Can vermek anlamına geliyordu!..
Dördüncü günün akşamında,
Huzeyfe’den, şöyle bir teklif geldi.
Yarın sabah,
Kâbe’ye ilk gelen,
Kim olursa onu
Hakem yapalım.
O ne derse,
Düğümü nasıl çözerse,
Ona razı olalım.
Böylece bu ihtilâf son bulsun!
Kabile reisleri,
Beğendiler bu teklifi.
Hiç kimseye bir şey söylememek için,
Ant içtiler.
Sabahı beklemeye başladılar.
Ertesi sabah;
Hiçbir şeyden haberi olmayan,
Hazreti Muhammed,
Göründü Kâbe kapısında…
Onu gören heyet başkanı,
Huzeyfe,
Anlattı olup biteni…
Sonunda:
--Ey en emin olanımız.
Kâbe’ye ilk gelen sensin.
Hakemliği kabul et.
Biz sana uyacağız. Dedi
Çok düşünmedi Allah’ın sevgilisi,
Kabul etti teklifi.
Tüm halkın toplanmasını istedi.
Hemen haber salındı,
Biraz sonra hınca hınç doldu Kâbe!...
Aralarında Hatice de vardı.
Onunla göz göze geldi bir ara!
Sanki izin ister gibiydi….
Gömleğini çıkardı sırtından,
Yere serdi.
Eğildi yere,
Hacer-ül Esved taşını öptü!
Gömleğinin üzerine koydu.
Kabile Reislerini çağırdı,
Gömleğin ucundan tutturdu,
Yavaş yavaş taşıttı,
Yerine koydular birlikte.
Gömleğini çekip aldı.
Tekrar öptü taşı…
Böylece büyük bir facia önlenmiş oldu…
UNUTTULAR
…….Her şeyi biliyorlardı,
……….Unuttular!
Onlar ki,
……..İbrahim’in oğulları…
…… … Unuttular!
……….Mekândan münezzeh,
…….Olduğunu biliyorlardı,
………..Unuttular!
……………Onun has ismini,
….Allah lâfzını biliyorlardı,
………Unuttular!
……Kelimenin kabuğu ağızlarında,
…………Amma özünü,
……..Unuttular!
…..Mücerretlerin en mücerredini,
…….Putlara bağladılar.
……….Elle yontulmuş putlara,
……………Kâbuslardaki hayallere,
……………….Bağladılar umutlarını!...
……………….Kalplerinde batırdılar güneşi,
……………En koyu karanlığa gömüldüler.
………….Aralarında tek tük,
………Olsa da,
………Bazı alınlarda sönüp çakan,
…..Akisler göründü!...
Bunlar babadan oğul’a,
Sürüp gelen,
Allah Resulünün, nesil koluydu!...
Bir de;
Aynı ışık çalkantılarından,
Pay alanlar!…..
Amma, aldıkları bu payı,
Asıl mihrakına oturtamayanlar!
Bunlar;
…..Fert, fert,
…….Allah’ın kalplerine,
………Hidâyet verdiği,
…………Münzevi örnekler!
Bunlar;
……Unutulan muhteşem,
……...Tevhit bestesini,
…………Yakıcı,
………….…Mest edici bir ahenk içinde,
……….Kalplerinin derinliklerinde,
……Terennüm etmeye çalışanlar!
Bunlar:
……..Adem peygamberden başlayıp,
…………Peygamberler peygamberinde,
……………..Kemâle erecek olan,
…………………Müslümanlığı sezenler…..
Haniflerden bir şair,
Şöyle haykırıyordu:
“Kimsin sen, ey Ahmet Muhammed!
İbrahim, İshak, yoksa Yakup mu?
İsmail mi canlandı tekrar yoksa?
Yusuf mu serpti, bereketi üzerine,
Süleyman’ın hazineleri mi ışıldar başında!
Hayır! Hayır!...
Sen de onlar gibi bir kulsun.
Etten, kemikten yaratıldın amma,
Özünde bir şey var, sen bir nursun?
Üzerinde beyaz bulutlar gezinir,
Şefkat, merhamet, fazilet melekleri onlar,
Korunur gölgelenirsin kanatlarında!
Dilin tatlı, sözün tatlı, bakışların aydınlık,
Elinde, akıl kılıcını taşırsın.
İnsan desem sana,
Yanılır mıyım?
Ermiş desem sana,
Az mıdır?
Sana serzenişim böyle…
Farklı yaratılmışsın bizden!
Bu bir gerçek!
Güneşten mi koptun, aydan mı geldin?
Susma artık sırrını söyle…..
Bir başkası:
Kızıl devenin süvarisi,
Yad kabilesinin yücesi,
Kuss b. Sait de!...
Belki yüz yaşına basmak üzere!
Yüz yaşını aşkın, ihtiyar belki de…
Allah Resulünün,
Tenha ve izbelerde,
Hudutsuz sükûnet koridoru boyunca,
Kendisine, hitap edilmeye başlandığı günler!
O da, Suk-u Ukaz panayırında,
Hitabesini okuyordu.
Diyordu ki;
“Ey insanlar!
….Geliniz!
……Dinleyiniz!
………Belleyiniz!
………..İbret alınız!
………….Yaşayan ölür!
…………….Ölen fena bulur!
………………..Olacak neyse olur.
…………….Yağmur yağar, otlar biter,
…………..Çocuklar doğar, gelen gider,
………Olaylar birbirini kovalar.
…..Yer yüzü büyük divan,
…….Gök yüzü yüksek tavan,
……….Yıldızlar yürür, sular durur.
…………..Gelen kalmaz, giden gelmez.
……Gittikleri yerden hoşnut mudurlar?
…….Onun için mi gelmiyorlar?
……..Yoksa orada uykuya mı dalıyorlar!......
…………..Yemin ederim ki,
……….Allah’ın indinde bir din var,
……..İçinde bulunduğumuzdan daha sevgili…
Ve, Allah’ın gelecek bir peygamberi var ki,
Gölgesi başımızın üstünde…
…….Ne mutlu o kişiye ki,
……….Ona inanır,
…………..O da kendisine hidayet eder!
……………….Ona isyan edene eyvah!
……………………..Eyvah ki ne eyvah!
Ey insanlar;
……Hani babalar, dedeler atalar!
………Nerede soy sop!
…………Hani ya!....
…………….Süslü saraylar?
…………..……Mermer binaları yükselten,
…Ad ve Semud milleti!......
…Hani ya!....
……Ben sizin en büyük rabbinizim,
………..Diyen Firavun?
…………….Hani Nemrut, nerdeler?....
……Toprak onları,
………Değirmeninde öğüttü.
…………Toz etti dağıttı….
Kemikleri bile eriyip gitti!
……Çatıları yıkılıp süprüldü…
………...Şimdi yerlerinde,
……………. Köpekler barınıyor!...
Sakın ha:
…..Aman gaflete düşmeyin,
……..Onların yolundan gitmeyin!
……….Her şey fani,
…………Tek baki olan ALLAH!...
………..…..Ölüm bir ırmak,
……………..Girecek yeri çok.
…………Akacak yeri yok.”
Şu kadarını da söyleyelim ki;
Bu hitabeyi okurken,
Kızıl devenin sahibi,
Allah’ın sevgilisi de oradaydı!
Amma Kuss b. Sait’in,
Bundan haberi yok!..
Dünya durdukça, unutulmayacak,
Bir hitabe!....
Okundu tam yerinde,
Dünya kaldıkça,
Kalmak değerinde…..
HİRA DAĞI ve İLK VAHİ
Allah sevgilisinin yaşı,
Kırkına yaklaşmakta,
Bu kadar yaşananlara rağmen,
Kainat çapında büyük bir devlete,
Sahip olacak kişinin,
Her hangi peşin bir fikri yok……
Nitekim!
……..Memuriyet görevinin tebliğ tesiri,
………..Bizzat kendilerinde,
…………..Hiçbir şeyle ölçülemez şekilde,
……………..Çarpıcı bir hayret ve dehşet uyandırdı!
Mekke yakınlarındaki,
Hıra nur dağı,
Çıplak,
Sipsivri bir fışkırış halinde…
Göklerin derinliğini kucaklayan,
Bir dağ…
……..Nübüvvetten evvelki,
………..Şahsi hayatında,
………….Düşünceye daldığı,
……………İnzivaya çekildiği kule…
………………Murakabe demlerinde,
……………Mekke ve civarını,
………….Yine afat!
………..Yine felaket çarptı!...
……...Hem öylesine çarptı ki,
……En zengin aileler bile,
..Yiyecek ekmeğe muhtaç!..
….Kaldılar bi ilaç,
Sevgili amca Ebu Talib de,
Kıtlıktan büyük ölçüde,
Nasibini alanlardan biri….
Allah’ın resulü;
En zengin amcası Abbas’ın,
Kapısını çaldı.
Dedi ki ona;
---Biliyorsun kardeşin Ebu Talib,
…….Kalabalık bir aile sahibi….
Sofrasında çok el var!
Kıtlık yüzünden sofraları harap!.
Gel gidelim birlikte,
Çocuklarından birer tanesini,
Evimize alalım yükünü hafifletelim!”
Gittiler birlikte…
Ricalarını kabul ettirdiler.
Çocuklardan ikisini paylaştılar.
Kainatın efendisine:
……İleride damadı,
………Neslinin yürütücüsü,
…………Peygamberliğin ilim kapısı,
………Mânevi emanet yolunun,
…….İkinci kutbu olacak olan,
…Ali düştü!......
Ali henüz küçük bir çocuk…..
Muhammed,
Kırkındaydı artık,
Günlerden bir gün,
Hıra Nur Dağında,
İnzivaya çekilmişti!..
Öyle ki,
Mekke’ye bir saat mesafede,
HIRA DAĞI…
Kâinatın Efendisine ibadet yeri,
Düşüncelere dalma sediri olmuştu,
HIRA DAĞI…
Bu dağ ve oradaki mağara,
Sessizliğin donduğu,
Fezayı çınlatan ahengin kaynağı,
Sükût ikliminin ufku!...
Düşüncelerin, korku içinde,
Baş aşağı, ebediyete sarktığı pencere…
Kâinatın Efendisi,
Ceddi İbrahim’in,
Getirdiği usul ve ölçü ile,
İbadet ve tefekkür etmekte,
Yalnız başına düşünmekte!..
Nasıl bir his ve fikir ahengiyle,
Ne düşündüklerini bilmek,
Kıvrım, kıvrım dipsizliğe gömülmek,
Düşünceler üzerine hayâl kurmak bile,
Dondurur dimağımızı!
Mağaranın karanlığına gömer bizi!..
Dipsiz sema….
Orada her yıldız bir kum tanesi….
Sonsuz çöl…
Orada her kum tanesi bir yıldız…
Çölün çarşaf misali yayılışını,
Kıvrım, kıvrım kıvırıp büken dağ!...
Bu dağ sanki bütün göklerin,
Ve de çöllerin,
Sessizlik ve yalnızlığını,
Huni gibi süzüp,
Mağaraya akıtmaktadır.
Bu akan şey,
Bir lisan’ı hafi…
Musikinin üzerinde bir nağme…
Bu nağmenin aşkına değil mi ki,
Akan su şırıldamakta,
Maden çınlamakta,
Kamış inlemekte,
Ve tel çığlık koparmakta!...
Sessizliğin ve yalnızlığın,
Ufuk noktasında,
İnsan oğlunun ufku…
Bu düşünce ve itikâf,
Hem fikrî, hem bedenî ibadet!
O, artık İlâhi memuriyetin eşiğinde!...
Gece yaklaştığı halde,
Sanki gitmek istemiyordu.
Yıldızlar erkenden belirmiş,
Gök yüzünü,
Parıl parıl aydınlatıyordu.
…..Ağaçlar,
…….Kayalar,
………. Kıpır kıpır
…………Kıpırdanıp duruyordu.
………Kuşlar halâ havadaydılar!
…………………Sanki gece değil,
……………..Sabah başlangıcıydı!....
Uyku melekleri, onu uyuttu!
Uykusunun en derin anında,
Uyandı ve oturdu.
Korkunç gürültüler işitmişti…
…..Binlerce bulut,
…….Birbirine girmişti!..
………Yer sarsılıyor,
…………Mağaranın duvarlarından,
……………Taşlar dökülüyordu…
…………..….Kulaklarını tıkadı!
……..….Ürperdi! Ürperdi!......
Mağaranın ağzında,
İki güneş çarpışmışçasına,
Gürültü tekrarlandı.
Daha gür bir sesle….
Gözleri kamaştı,
Dayanamadı bayıldı….
………İşte o zaman,
………..Melek derhal selâmladı onu!
Ve dedi:
---Ya Muhammed!
Ben Cebrail’im.
Sen de Allah’ın Resulüsün!
Sakinleşmişti artık.
Aydın gözlerle bakıyordu Cebrail’e!....
Gökler perde perde açıldı!
Sonsuzluk Âleminin kadrosundan,
Bir şahsiyet…..
Bütün madde tezahürlerini yakıp,
Kül eden cisim üstü bir cisimleniş!...
Bir Melek!.
--Oku!..
Kâinat’ın Efendisi,
Dehşet ve haşyet(korku) içinde,
--Ne okuyayım?
Ben okuyucu değilim!
Mağara tekrar aydınlandı!
Cebrail Muhammed’i kucağına aldı.
Kuvvetle sıktı.
Kemikleri sanki birbirine girdi!..
İçindeki karanlıklar silindi.
Benliğini, ayan beyan
Görmeye başladı!
Karşısına oturttu,
Emrini tekrarladı!..
Bu hal üç kere tekrarlandı.
Sonra Melek aldığı emri,
İlk ayeti okudu sonuna kadar.
“EY MUHAMMED!
OKU!
YARATAN RABBİNİN ADIYLA OKU!
O, İNSANI BİR KAN PIHTISINDAN,
(SEVGİDEN) YARATTI.
OKU!
İNSANA BİLMEDİĞİNİ BİLDİREN,
KALEMLE ÖĞRETEN RABBİN,
NİHAYETSİZ KEREM SAHİBİDİR.”( Alâk 1-5)
Allah’ın Resulü,
Korkunun son basamağında,
Bizzat konuştuğu lisanla nazil olan ayeti,
Kelimesi kelimesine tekrar etti.
Ayetin tekrarını sonuna kadar bekleyen Melek,
Onu, okuduğu ayeti,
Allah Resulünün kalbine ve diline,
Yerleştirdiğini görür görmez,
Birden kayboldu!
EY DOST
Oku!
Ezel’i oku!
Ebedi oku!
Sonsuzun sahibi Rabbinin,
Keremini Oku!
Mutlak hakikati
Oku!
Sizi Yaratanı,
Size göz, kulak ve kalp,
Bahşedeni oku!
Hakikatın aşkta olduğunu,
Yaratılışın kadrini oku!
Kadirde kadr-i oku!
İnsanı oku!
“Ben de sizin gibi insanım.” diyen,
Hazreti Resullullah’ı….
Vazifesini yapıp giden bir postacı gibi değil!
Muhammed Âleyhisselâm,
“Aranızdan bir adam değil,
Allah’ın bir Resulü ve Nebilerin sonuncusudur.”
Sözündeki (Sonuncuyu) son olarak değil!
Ulaşılacak en son makamdır.
Diye oku!
Hatem’i;
Bir bitiş, bir son değil!..
Bir mühür!
Bir doruk!
İnsaniyet makamının zirvesi
Diye oku!
Hz. Ali (r.a)
“ İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı.” Buyuruyor.
O nokta Vahdet (BİR’LİK) noktasıdır!
Bütün ilimler O (BİR’LİK) noktasını öğrenmek içindir.
O nokta, Besmelenin ‘B’ sinde gizlidir.
O noktayı oku!
Kâinat Kur’anda!
Kur’an Fatihada!
Fatiha Besmelede!
Besmele ‘B’ de!
Anlayana bilim ‘B’ de gizli!
İşte o ‘B’ yi oku!
İlâhi aşk şarabıyla sermest,
Dilleri oku!
Rahman tarafından kuşatılan,
Arşı oku!
Arş’a sığmayan Rahman, gönül’e sığar,
Arştan da geniş olan,
Gönül’ü oku!
Gönül bir deniz, dil ise sahildir.
Kalpte ne varsa sahile vurur.
Dil ise, kalbin tercümanıdır.
Kalbin tercümanı olan,
Dili oku!
Manevi mirasın derinliğinde ve enginliğinde,
Modern zamanların, çorak iklimine inen,
Sisli ve dumanlı ufkuna yayılan,
Rahmet damlalarını oku!
Allah’ını ve Resulünü unutan,
Haksızlığa bayrak açan,
Mazluma, zulüm edip ağlatan,
Kendini var zannedip,
Onu var eden, VAR’I unutan,
Cahilin cehaletini oku!
Ben merkezli insanı değil,
Bensiz de bir şeyin olmayacağı
Bilinci içinde;
“Bir ağaç olarak müstakil ama,
Bir orman içinde olan!” (Nazım Hikmet)
İnsanı oku!..
Mevlâna;
“Bahar gelmekle taş yeşermez,
Ancak yumuşak toprak yeşerir.
Sende taş gibi katı kalpli olma,
Toprak gibi yumuşak ol, Ol ki!,
Senin de kalbine bir bahar güneşi gibi,
Bir Ârif ve kâmil’in güneşi gelirse,
Sende de nice güzellikler yeşerir.”
Diyor!
Sendeki yeşeren,
Allah’ın sonsuz tecelli ve
Tezahürlerini oku!
Allah ile Habibinin,
Hıra Nur Dağındaki,
Buluşmasını oku!
Yeryüzünü,
Size boyun eğdiren,
Yıldızlarla süsleyen,
Göğü direksiz kubbe eyleyen
Kudreti oku!
Galaksileri oku!
Cebrail’den gelen,
Çığlığı oku!
Âlemlere Rahmet olarak gönderilen,
Yüce Rabbin sevgilisi,
Ufuk Peygamber,
Muhammed Mustafa’ya duyulan,
Muhabbeti oku!
Altın yüzüğün,
Elmas taşını,
Diş diş kavradığı gibi,
En yüksek his kutbunu kavra!
İçlerin içini oku!
İnsanı, gönlüyle anla,
Gönül medeniyetini,
Ona hayat veren,
Ana damarını oku!
Gönül öyle büyüktür ki, önüne ‘alçak’
Kelimesi gelse bile, alçalmaz, küçülmez!
Alçak gönüllülük bir erdemdir.
O erdemi oku!
Cenneti oku!
Firdevs Cennetlerinde,
Karşılıklı tahtlar üzerinde otururken,
Sunulan meyveleri oku!
Baş ağrısı vermeyen,
Sarhoş etmeyen,
İçenlere zevk bahşeden,
Bembeyaz bir kaynaktan doldurularak,
Sunulanı oku!
Billur kadehlerle sakilik yapan,
El değmemiş,
Hurileri oku!
Bakışları yalnız erkeklerine çevrilmiş,
Ceylân gözlüleri oku!
Cehennem’in nefes alışını,
Cehennem ateşinin,
Kabarışını oku!
Böceğin kozasında ipeği,
Pancarda şekeri oku!
Mumdan altı köşeli duvarlar içinde,
Arının istif ettiği
Balı oku!
Örümceğin zikzaklı şarkısını,
Mağara kapısına lif lif örgüleştirdiği,
Ağı oku!
Olukta olgunlaşan damlayı,
Seherlerde,
Şebnemi oku!
En adi iş,
En adi şekil kalıpta,
En ulvi olanı,
Elif’ten ye’ye oku!
Kâinatı, sonsuzlukta ….
Sonsuzun sahibini,
Kâinatta oku!...
Oku!
Yeter ki oku!...
Cebrail görünmüyordu artık!
Onu kendi haline
Bırakıp gitmişti orada.
Hazreti Muhammed yalnız kalınca,
Yine bayıldı.Uyandığında vakit sabahtı…
Şaşkınlık içindeydi!
Ne yapacağını bilmiyordu!..
Mağaradan çıktı.Titriyordu!
Düşündü, düşündü!...
Bir
Ara
şehre
Dönmeyi
Düşündü.
Hayır dedi
Kendi kendine!
Beni böyle görenler,
Deli sanacaklar!...
Bu halden kurtulmak için,
Ölmeyi yeğledi!
Gördüğü uçuruma yaklaştı.
Tam o sırada;
…..Gökten yine bir ses!
……“Sen Allah’ın Resulüsün!
………..Ben de Cebrail…”
Başını kaldırınca, aynı meleği gördü.
Akşama kadar meleğin denetiminde,
Dolaştı kır bayır….
ÖZLEMLE BEKLEYİŞ
O sabah,
Hatice erken
Uyanarak kalkmıştı.
Sevgili yar’ı Muhammedi bekliyordu.
Gözleri ufukları tarıyor,
Bir ışık bir nur bir parıltı,
Arıyordu!
Saatler ilerlediği halde,
Gelen giden yoktu!
Meraklandı,
O, sözüne sadık biriydi.
Şimdiye kadar çoktan gelmeliydi…
Endişelendi! Ve,
Adamlarını onu aramaya gönderdi.
Akşama doğru buldular onu.
Selâmladılar!..
Hep beraber,
Şehrin yolunu tuttular.
Sık sık geriye bakıp,
Hıra Nur dağını
Kontrol ediyor,
Cebrail’i,
Arıyordu gözleri.
…………….….Onu gören çobanlar,
…………...Yolcular,
………..Şaşkınlık içindeydiler!..
……..Ne olmuştu Muhammed’e!..
……Niye bu gün bir tuhaftı!...
Onu gören bir çoban,
Şöyle sesleniyordu:
“Seni gördüm!
Kendinden çıkmışsın!
Korkuyu giyinmiş,
Perişanlığı yüklenmiş haldesin.
Kim çaldı seni?
Kime kaptırdın özünü!
Tek ümidim sendeydi,
O da yıkıldı nihayet.
Eziliyorum dağlar altında.
Ağlasam, hıçkırsam, belki açılacağım!
Fakat içim donmuş,
Bir damla yaş gezinemiyor,
Gezinemiyor kirpiklerimde!
Yağmur yüklü bulutların,
Boşalamaması ne de zor!
Aklımı çıkarıp, ayaklarına atmak!
Çılgınlığın kasırgasında,
Savrulmak istiyorum.
Elbet ben de, dolu bir bulutum.
Bir yere çarpıp patlayacağım!
Attığım anlamsız kahkahalarda,
Bunun müjdesi var.
Şu tepeler bana oyuncak,
Vadilerse salıncak!
Her gece,
Çöl kumaşından,
Bir yatak keseceğim kendime!
Uyuyup sana yetişeceğim.
Hanımım,
Dostlarım,
Üzülmesinler!...
Arkamdan adam koşturmasınlar.
Kara derimi, yorgun etimi,
Sinirlerimi,
Tanımasınlar diye beni,
Sırtlanlara verdim!
Ruhuma büründüm!
Kemiklerimde gün ışığı oynuyor!...
Nihayet konağa ulaştılar.
…..Çocuklar,
…….Köleler,
………Cariyeler,
Sevinerek koştular kapıya.
Fakat,
Hazreti Muhammed’i
Bu vaziyette görünce açıldılar!
Duvarlara dönüp,
Elleriyle kapatıp yüzlerini,
Ağlamaya başladılar!....
Büyük insan Hatice,
Sevgi evi,
Alın teri,
Açtı ona yüreğini,
Beden’e beden,
Ten’e ten,
Gönül’e gönül, Ruh’a ruh örtüsünü örttü.
Sabır ve gayret timsali,
Tutkudan çok basiret,
Sevdadan çok sevgi,
Saygı ve rahmet kaynağı Hatice!..
Tohum’un toprağı,
Manâyı bitiştiren unsur,
Ruh için ten,
Yetim yüzü güldüren,
Varlığını,
Hatem-ül Enbiya’ya giydiren,
Büyük insan,
Hatice-tül Kübra!...
En sabırlıları,
En metanetli olanı,
Yine Hazreti Hatice idi.
Koluna girdi aldı onu odaya!
Halâ titriyordu Muhammed!
Hemen;
---Beni örtünüz!
Beni örtünüz dedi.
Örttüler….
Büyük insan Hatice,
…….Oturdu baş ucuna,
……….Beklemeye başladı.
………….Hiç telâş etmiyordu.
…………….Anlamıştı artık.
Hazreti Muhammed!
Allah’ıyla bağlantı kurmuş olacaktı!...
O iki melek;
Muhammed’i ameliyat edip,
Kalbine sükuneti yerleştirerek,
Onu teskin edeceklerdi!
……..Allah’ın Resulü dinlendi,
………..Sakinleşti…
………….Kalktı oturdu.
Sordu Hatice;
“---O Melek halâ görünüyor mu?”
Cevap verdi;
“--Gözlerimi kapatırsam evet!”
Hatice!..
Emin olmak istiyordu.
Kalktı yerinden,
Soluna geçti,
Sordu!
---Şimdi?
--Evet görüyorum.
…….Sağına geçti, sordu!
---Şimdi?
-----Evet görüyorum.
Arkasına geçti, sordu!
------Şimdi?
----Evet görüyorum.
Hazreti Hatice bürgüsünü açtı,
Hazreti Muhammed’i,
Kucaklayarak göğsüne bastırdı!
Tekrar sordu!
Gözlerini kapat yine bak!
----Şimdi?
---Hayır artık görmüyorum!
Hatice düşüncelerinde,
Yanılmadığını anlamıştı.
Kararını açıkladı:
---Ey Muhammed’im!
…..İşte sende tecrübe ettin,
…….Sana gelen,
……….Ne cin ne de şeytan!
…………Öyle olsaydı,
……..Seni çıplak tenime bastırınca,
…………….Utanıp gitmezdi!..
Müjdeler olsun sana ve cümlemize….
Yıllardır beklemekte olduğumu,
Allah bana verdi.
Sen artık Allah’ın Resulüsün,
Sen peygamberlikle şereflendin!...
Hatice çok duygulanmıştı.
--Sabret ey insan….
Çilen tükenecek yakında,
Sarmayacaksın başka yumak,
Sana yakışanda yaşayacaksın.
Saray müjdelemiyorum,
Uçan halılar sermiyorum altına,
Sihirli yüzük takmıyorum parmağına,
Sofran kendiliğinden kurulmayacak.
Fakat kula kulluk ne demek,
Alın terini çalmak,
Hakkını, vicdanını,
İnancını yitirmek, ne demek anlayacaksın!
Düşüneceksin,
Konuşacaksın,
Yapacaksın istediğini,
İşte bunlara kavuştun şimdi!
Hürriyet şarkıları dağları aştı,
Geliyorlar sana doğru!....
Onlara kulak ver,
Ey insan!...
İstirahat etmesi için onu bırakırken,
Sordu;
İzin verirsen eğer,
Ben Varakaya kadar gideceğim!
---Git ey Hatice’m!
Hatice, temiz insan, sadık dost,
Muhafızları ile çıktı evinden,
Doğruca Varaka’ya koştu!
Bütün olup bitenleri anlattı ona.
Varaka dinledikçe,
Kabına sığmaz olmuştu.
Sözlerini şöyle bitirdi Hatice:
-- Ey amcam oğlu!
Sen hep Allah’ın ilhamlarıyla bezendin,
Ne yaptın ne ettinse hayrınaydı.
Muhammed’i önceden bilen
Annem Fatma’yı, babamı,
Beni yetiştiren sen!.
Bizde hakkın çoktur.
Söylediklerim
Hakkındaki,
Fikrini,
Bana
Anlat.
--Ey şereflilerin en şereflisi,
En temiz en sadık olanımız,
Sabır hamuruyla yoğrulmuş kızım!
Çok sevin, hem de çok!...
Hepimiz sevinelim ki,
Şükür Allah’ımıza,
Sabrın meyvesini
O ihsan etti.
Ey Hatice’m!
Korkmasın O,
Hem de,
Hiç!...
--Sihir kâhinliği vehm etmesin!
Gördüğü melek Cebrail’dir.
Yine Hıra dağına gitsin,
Yeni emirler alsın.
Harekete geçsin artık.
FETRET DEVRİ
Nedendir bilinmez amma,
Vahyin arkası gelmedi.
Kesildi birden bire….
Meçhul bir istikâmete doğru,
Uzanan bir nur ağı,
Onun içinde yol alan bir varlık.
Ramazan ayının,
Sonuna kadar,
Hazreti Muhammed,
Dağda kalmasına rağmen,
Cebrail yeni bir emir getirmemişti.
Çok üzüldü Muhammed!
Zaman zaman vehmetti,
Şüphe ve bu vehimlerin tesirinde kaldı.
..Ne bir delâlet,
……..Ne de bir işaret!..
Belki de İlahi hikmet!
Belki;
Ufuk peygamber,
Gaye insanın üzerinden,
İlk vahyin yükünün,
Kalkması gerekiyordu!
Kim bilir!...
Bel ki de bir sır!.....
Sahilsiz deniz ortasında,
Ne ayak basacak bir yer,
Ne bir sal,
Ne de bir tekne!...
Sadece meçhul’e uzanan bir nur ağı….
Bilemedi!
Bildiği tek şey,
Bu ağın içinde yol alan varlık!
Tam üç yıl,
Üç yıl vahiy gelmedi.
Vahyin kesiliş endişesini,
Yaşar oldu iki mübarek insan!
Hayale sığmaz çapta derin üzüntü,
Uzlet köşelerinde,
Dağ başlarında!.....
Zordu elbet, zordu,
O İlahi hitabın, tecellisini beklemek.
O kadar zor geliyordu ki;
Dimdik yardan, bir uçurumdan,
Atlamak istiyordu sanki!
Tecellilerin en parlağından sonra,
Ondan mahrum kalmak,
Bu karanlık hayat,
Çekilmez,
Taşınmaz,
Bir yüktü sanki….
Parça parça olmak,
İdrak duygusundan sıyrılmak,
Yokluk yorganının altına saklanmak!..
Allah’ın, varlık nuru olarak yarattığına,
Yokluk yol verebil mi?
Muhal…..
Mümkün değil!
Hiçbir zaman kırılmayacak,
Onu koruyacak,
Atlamasına mani olacak,
Nice korkuluklar,
Allah’ın eliyle
Muhafaza edilecektir!
Kaç kere oradan sarkmak istediyse,
İlâhi ihtara nail oldular!
Her defasında,
Melek yetişti,
Dur!...
Bil ki sen,
Allah’ın Resulüsün!...
Diye uyardı onu!....
Hatice Valide de aynı endişeler belirdi.
Tecelli Ya Haktan olur,
Ya da şeytandan.
Haktan gelen nimet, ve devlet,
Şeytandan gelen,
Kötülük ve hastalık.
Yoksa bütün bunlar hastalık mı?
Yoksa çatlayan bir ruhun saçtığı,
Alevler, kıvılcımlar içindeki,
Vücutsuz akislerden,
İbaret bir şey mi?”
Ya Rabbi!
Dünyanın, bu en muvazeneli,
En ölçülü,
En faziletli,
En dirayetli insanının başına
Bir şey gelebilir mi ?
Hayır!
Hayır gelemez!
Diyordu kendi kendine….
Ve diyordu ki;
Bu bir berzah çilesidir.
Gelemeyeceği nasıl bilinsin!...
Günü gelince ALLAH,
Resulünün halini bildirecektir.
O mukaddes zevcine, Büyük ve temiz zevce,
Kemalât duygusuyla, bekliyordu Hatice.
Kollarını dolamış, güne günler ekliyor,
Bin bir ihtimam ile, sırlarını bekliyor.
Hıra Nur dağındaki, O Resul kutsal insan,
Tefekküre dalmıştı, gözler ufukta baksan,
Ne fısıltı ne bir ses, yoktu hem uykusunda.
Endişesi oydu ki, var mıydı onda noksan!
Birden bir ses duyuldu, O yokuşu inerken,
Bakındı sağa sola, göremedi kimseyi,
Kendi kendine acep, bu da nedir ki derken,
Hatırladı o anda , melek işidir deyi.
Göz ucuyla gördü ki, oturmuş nazar eder,
Bakınca gök yüzüne, kürsü üstünde melek,
Sana vahiy getiren, O Cebrail benim der.
Tek arzusu oydu ki, sona dek kesilmemek.
Ve diyecektir ki;
“ Nun!
And olsun kalem’e ve onunla yazılanlara,
And olsun ki;
Ey Muhammed,
Sen, Rabbinin nimetine uğramış bir kimsesin.
(Ki, sen Cin tasallutuna, uğramış değilsin.)
Rabbinin nimeti sayesinde,
Senin için kesintisiz ödül var.
Ey Muhammed!
Sen deli değilsin.
Şüphesiz sen,
Büyük bir ahlâka sahipsin.
Hanginizin aklından zoru olduğunu,
Yakında sen de göreceksin!
Onlarda görecekler.
Doğrusu senin Rabbin,
Yolundan sapıtanları da,
Doğru yolda olanları da çok iyi bilir. (Kalem 1-7)
Ey Muhammed!
“Bundan böyle,
Yalanlayanlara aldırma.
Onlar,
Sana indirilen ayetlerden,
Beğenmediklerin bırakman suretiyle,
Senin,
Kendileriyle uyuşmanı isterler.
Böyle yaparsan! Seni överler”. (Kalem 8-10)
Ey Muhammed!
“…Diliyle iğneleyen,
……Kovuculuk eden,
……..İyiliği daima önleyen,
……….Aşırı giden,
…………Suç işleyen,
……………Çok yemin eden,
……………….Alçak zorbaya,
……………Bir de soysuzlukla damgalanmış,
…………………….Alçak kimseye,
……….Mal ve oğulları vardır diye,
…Aldırış etmeyesin! “(Kalem 9-14)
“ Ey örtüye bürünen Nebi,
Kalk etrafını uyandır.
Rabbini yücelt.
Giydiklerini temiz tut.
Kötü şeylerden sakın.
Yaptığın iyiliği başa kakma.
Rabbin için sabret.
Sur’a üflendiği vakit, işte o gün,
İnkârcılara kolay olmayan zorlu bir gündür. (Müddesir 1-11)
Tam
Üç yıl,
Evvel gelen
Nebilikten sonra,
Kırk üç yaşındaki,
O, Allah’ın sevgilisi,
Kâinatın efendisi,
Muhammed Mustafa,
Peygamber olmuştur artık.
Cebrail’in tebliğinden sonra,
Uysallığı, yumuşaklığı,
Geçmiş kendine gelmişti.
Tam bir peygamber hüviyetine büründü.
Büyük kadın
Hazreti Hatice sordu:
Ey Kasım’ın babası,
Niçin uyuyup dinlenmedin?..
Peygamber Muhammed’in cevabı,
Hazreti Hatice’yi,
Sevincin dikmelerinde gezdirdi.
Allah Resulünün haberini,
…..Cemad,
…….Nebat,
………İnsan,
……Ve hayvandan başka,
………Tüm mahlûkat almıştı.
Allah isteyince yok yoktur.
Her var’ın, gizli bir yok’u,
Her yok’un, vardır gizli bir ilki,
Hem yokluk hem varlık,
Allah’tan değil mi ki!......
“Ey örtülere bürünen Nebi,
Kalk ve etrafını uyandır”
Deyince Cebrail,
Ayağını yere vurur.
O anda yerden sular fışkırır!
Bu su ile abdest almayı,
Allah’ın Resulüne öğretir Cebrail!
Birlikte namaz kılarlar!
İLK MÜSLÜMANLAR
Ufuk peygamber,
Memuriyetini,
Önce zevcesi,
Hatice’ye tebliğ etti.
HATİCE…….
Hemen baş kesti.
En samimi saadet,
Heyecanıyla iman etti.
Kelime-i şahadet getirerek,
İlk sırada Müslümanlıkla şereflendi.
Cebrail’in öğrettiği gibi, abdest aldılar,
Resulüyle birlikte iki rekat namaz kıldılar!
“Her aşk çeşme başında yazılırmış”
Abdest alırken,
Bir suya baktılar,
Gülümseyerek,
Bir de birbirinin yüzüne baktılar.
Baktılar,
Yüzlerini su da görürcesine!...
Baktılar,
Abdest alacakları suya!...
Adem’in pişmanlık göz yaşı olan suya!
Nuh’un kurtuluşu, gemiyi omuzlayan suya!
Baktılar,
Ateş’in kardeşi, ama İbrahim’e serin suya!
İsmail’in topuğundan fışkıran suya..
Baktılar,
İsmail’in dur, dur diye durdurduğu,
Zemzem denilen suya!
Baktılar,
İshak’a muhatap, çağrılan suya!
Musa’ya yol,
Firavun’a mezar olan suya!
Baktılar,
Yunusu balığın karnına, taşıyan suya!
Eyyub’un yarasına merhem,
Derdine derman suya!
Baktılar,
Davud’un ilâhisine, ilham olan suya!
Süleyman’a asker,
Zekeriya’ya oruç,
Yahya’nın davetlisi suya!
Baktılar,
Yer yüzünde İsa’yı Kelimetullah kılan,
Rabbani tohum,
Ve O’na nefes olan suya!
Baktılar,
Ve son Resul’ün,
Parmaklarından süzülen suya…
Baktılar, baktılar!...
HATİCE………
Bir gölge misali,
Allah’ın Resulünden,
Hiç ayrılmazdı.
Ayrılmayan biri daha vardı!
Ebu Bekir Sıddık!
Ebu Bekir Sıddık da!
Kureyş’lilerin gittiği yolu yanlış,
Sapıtanların yolu görenlerden!
Hiç puta tapmamış,
Zengin ve soylu bir insan!
Allah Resulünün en sadık dostu,
İlâhi memuriyeti duyar duymaz,
Koştu yanına!
--Duyduklarım doğru mu?
Ya Muhammed!
--Evet doğru, Ya Ebu Bekir.
Ebu Bekir,
Evet cevabını alır almaz,
İman eden ilklerden biri!..
İlk erkek Müslüman olma,
Ve “Sıddık-ı Ekber”
Lâkabını alma şerefine nail olan!...
Sadık insan….
Allah’ın Resulü, diyecektir ki;
-- Ebu Bekir ve ben,
Nebilik içinde at başı beraberdik.
Ben onu geçtim.
O bana tabi oldu.
Eğer o beni geçse idi!
Ben ona tabi olurdum!
Üçüncü Müslüman!
Çocukların birincisi,
Hazreti ALİ!....
O, kıtlık döneminden beri,
Amca oğlunun evinde,
Henüz on yaşında bir çocuk!
Allah’ın Resulünü,
Zevcesiyle beraber,
Namaz kılarken görüyor.
Hayran, hayran izledikten sonra,
Soruyordu;
---Bu nedir?..
--Allah’a ibadet.
Şimdiye kadar görmediği,
Duymadığı şeyleri duydu…
İslam’a davet edilince de,
Davete icabet etti!...
İlk çocuk Müslüman Hz. Ali!….
Giderek;
İslam’a davetin gizli şekli başladı.
Donmuş küfür denizinin buzları,
………………………….Çözüldü!
Buz kütleleri altında sıcak su cereyanı,
……………………………Başladı!
Bu cereyan kısa sürede bütün ummanı,
…………………………….Kaynattı!
Erkek ve kadınlar arasında üst üste,
………………İman edenler çoğaldı…
İnanalar ancak;
“Allah anıldığı zaman,
Kalpleri titreyen,
Ayetleri okunduğu zaman,
İmanları artan,
Rablerine güvenen,
Namaz kılan,
Verilen rızıktan
Yerli yerince,
Sarf edenlerdir.(Enfal 2-3)
İSLÂM’A DAVET
Öyle bir dâvet levhası ki!
En büyük mucizelerin,
Çok basit eda içinde saklanması!
Bir incelik,
Tabiilik,
Samimilik ve inandırıcılık.
Öyle bir inandırıcılık ki,
Mucize çapının üstünde!
Bir ölüyü değil,
Tüm ölüleri bir işaretle diriltmek bile,
Bu davetteki irade gücünden hafif!
En basit ve tabii tavrın içine,
Dipsiz mânâlar sığdırmakta….
Günler geçtikçe, gizliden gizliye,
İman edenlerin sayısı artıyordu.
Ama müşriklerin şerrinden,
Korktukları için, şimdilik gizliyorlardı….
Hiçbir şey gizli değil,
Her şey kendi mecrasında,
Hem akıyor hem gelişiyordu….
İçten içe bir olgunlaşma,
Siper arkasında hazırlık,
Ama meydan okuma değil….
Yüce Allah!
Buyuruyordu ki;
“Sen önce en yakın hısım ve de,
Akrabalarını ahiret azabı ile korkut.”Diyordu (Şuara 214)
Peygamberimiz sıkıntı içinde,
Bir süre evinden çıkmadan düşündü.
Peygamberin halası,
Günlerdir onu,
Görmemiş özlemişti.
Hasta sanmıştı.
Yakından görmek için,
Evine uğradı.
Göreceğini gördü.
--Yoksa hasta mısın?
Diye sordu!
Hayır halacığım,
Hasta değilim.
Amma halacığım!
Allah’ım!
En yakınlarımı,
Hak yoluna çağırmamı emretti.
Peki çağır dedi halası.
Amma!
Ebu Leheb’i sakın çağırma, O kabul etmez !....
Hz. Ali’den
Rivayet edilir ki:
Resulullah’a!
--Sen en yakın akrabanı,
Ahiret azabı ile korkut ayeti gelince.
Beni çağırdı.
--Ey Ali!
Allah’ın yakın akrabamı azapla korkutmamı,
İstemesi, bana çok güçlük verdi.
Ben iyi biliyorum ki…
Ne zaman onlara,
Bu işi açmaya kalksam,
Onların,
Benim hoşlanmadığım bir şeyle,
Beni ithama kalkacaklarını biliyorum. Dedi.
Ertesi günü,
Allah’ın Resulü!
HZ. Hatice yi çağırdı.
-Bize bir kişilik et yemeği yap.
Bir kap da süt doldur!
Sonra da Abdülmuttalib oğullarını topla,
Onlarla konuşacağım.
Emr olunduğum şeyi,
Onlara ulaştıracağım dedi.
Abd-ül Muttalip oğullarını,
Yemeğe çağırdı.
Çağrılan davetliler,
İkisi kadın olmak üzere,
Kırk beş kişi idiler.
Peygamberimizin bütün amcaları orada idi.
Hatta Ebu Leheb bile!...
Peygamberimiz!
Besmele çekti, eti parçaladı.
Haydi buyurun dedi.
Hepsi etten yediler ve doydular.
Etten azıcık,
Bir parça eksildiğini gördüler.
Sonra kaptaki sütten içtiler.
Sanki süt’e hiç dokunulmamış gibiydi!..
Peygamberimiz!
Henüz konuşmaya başlamadan,
Amcası Ebu Lehep!
Birden bire, adeta köpürdü.
Sövüp saymağa başladı!..
--“Biz böyle bir sihir görmedik dedi!”
Peygamberimize hitaben,
--Bunlar senin halaların ve amca oğulların,
Sen onlara her zaman istemediklerini söyledin.
Onları namaz kılmaya çağırdın durdun.
Artık bu sapıklığını bırak!..
Şunu iyi bil ki,
Kavmin senin için,
Bütün Arap topluluklarına,
Karşı koyacak değildir dedi.
Hattâ, bir taşı,
O’nun üzerine atmaya çalıştı!...
Ve söylendi:
--Yer yüzünde hiç kimse,
Tanımıyorum ki,
Senin gibi, akrabalarına ve yakınlarına,
Böyle şeyler teklif etsin!...
---Ey Abdülmuttalib oğulları,
Garip garip ne düşünüyorsunuz?
---Bu adam bizim için bir lekedir.
Yabancılar ona dersini vermeden sizler verin!
Ya onu hapse atın!
Ya da başka bir çare bulun!
Eğer başkaları yaparsa, bu işi,
Kabilenizden birini, teslim etme
Zilleti altında kalırsınız!
Kabile içinde yok olur gidersiniz.”
Başlar aşağı düştü,
Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu!.
Nasipsiz vicdanların içinden,
Bir kadın sesi yükseldi!..
Bu ses Allah sevgilisinin,
Halası Safiyye’nin sesiydi!..
Ebu Leheb’e doğru bir adım attı:
“----Gardaş!...
…….Öz kardeşinin oğlunu,
………Terk etmek ve yalnız bırakmak,
…………..Sana şeref mi verir?...”
Ben yemin ederim ki;
………İlim adamları, alimler,
………..Abdülmuttalib nesebinden,
……………Bir Nebinin geleceğini söylerlerdi!
………………….İşte bu, O Nebidir!..
Ebu Leheb, acı acı güldü!
--Ne batıl bir fikir!
……….Ve boş bir emel!..
…………Kadınların sözüne mi kaldık?...
Onların sözü,
Gelin sandalyesinde yakışık alır.
Yarın Kureyş nesilleri ayaklanır,
Bütün Arap kabileleri de,
Onlara katılırsa!
Onlara karşı ne ile korunacağız?
Nasıl korunacağız?...
Allah’ın Resulü,
Bütün bunlara sükûtla karşılık verdi.
Daha sonra bu küfre cevap,
İlahi güçten geldi!
“ Ebu Leheb’in iki eli kurusun” (Lehep 1)
Bunu duyan küfür delisi,
Şöyle diyecektir.
“ Eğer onun dediği çıkarsa,
Uğrayacağım belâya,
Malım ve çocuklarımla,
Karşı koyabilirim.”
Bu delice teselliyi,
Kökünden çürütüp atan,
Şu cevap gecikmemiştir!..
“ Malı, çocukları,
Bütün elde ettiği şeyler,
Bütün güvendikleri,
Onu kurtaramayacaktır.
Bu ilahi emirde,
Karısı Ümmü Cemil de,
Cehennemde,
Odun hamalı olarak gösterilmiştir.”(Lehep 5-6)
(Ümmü Cemil Ebu Süfyan’ın kızıdır.)
“Hakka davet eden ancak O’dur.
O’ndan başka çağırdıkları putlar,
Kendilerine hiçbir cevap veremezler.
Durumları suyun, ağızlarına gelmesi için,
Avuçlarını ona açmış, adamın durumu gibidir.
Hiçbir zaman suya kavuşamaz.(Ra’d 14)
Şu can sana emanet, mutlak döner aslına,
Teselli vermez sözün, artık gönül yaslına,
Açılmıştır defterin, gayrı hesap faslına,
Fayda vermez mal oğul, senden hesap sorulur.
KÜFRE DİRENİŞ!..
SAĞ ELDE GÜNEŞ SOL ELDE AY
Yeni din, Kureyş’lilere,
Müthiş bir afet gibi görünüyordu.
Ruhlarını,
Ahlâklarını,
Âdetlerini,
Ticaretlerini,
İktisadi ölçülerini,
İçtimai usullerini,
Ferdi hürriyetlerini, perişan eden bir belâ…
İmandan iz’andan nasibini almamışlar,
İslâmiyet’i,
Putlarına,
An’anelerine,
Kendilerine ve geçimlerine bir tehdit,
Unsuru olarak görüyorlardı.
Halbuki İslâmiyet,
Gerçeği, her gerçek noktayı içine alan,
İnsanlığın kurtuluşu idi.
Bu yüzden Kureyş’i,
Koşulsuz şartsız,
Pazarlıksız,
Baştan başa yenileşmeye,
Ezel kadar eski,
Ebed kadar yeni hakikatle,
İnsanlaşmaya davet ediyordu.
Bu durum karşısında,
Mekke ileri gelenlerinden bir heyet,
Allah Resulünün hamisi,
Ebu Talibin karşısına dikildi.
--Senin yeğenin!
Cetlerimizin dinine,
Ahlâkımıza,
Âdetlerimize,
Yaşayış tarzımıza tecavüz ediyor.
Seni bu hale karşı,
Tedbir almaya davet ediyoruz.
Çaresi neyse düşün.
Ve de yerine getir.
Artık vaziyet ciddidir.
Yeğenin, zararlı bir meslek takip ediyor.
Mekke’de huzuru sağlamak için,
O’nu sustur.
Ebu Talib,
Onları uygun dille, kırıcı olmadan,
Başından savdı.
Çünkü yeğenini sonuna kadar,
Himaye etme azmindeydi.
Bu azminden bir şey kaybetmedi.
Daha sonraki günlerde:
Peygamberimiz, Ali vasıtasıyla,
Onları ve Mekke halkını tekrar topladı.
Bakın, Ey Kureyşliler,
Beni iyi dinleyin!
İşte şu dağın arkasında,
Düşman toplandı.
Şehre hücum etmek üzere…
Hücum ederse,
Mülkünüzü yakıp yıkacak,
Çoluk çocuğunuzu kesip öldürecek!...
Deseydim bana inanır mıydınız?
Hep bir ağızdan cevap:
-İnanırdık!
Çünkü sen yalan söylemezsin.
Senin lâkabın (EL-EMİN)
Öyleyse şuna da inanın;
Vallahi siz,
Uykuya daldığınız gibi öleceksiniz.
Uykudan uyandığınız gibi de dirileceksiniz.
Bütün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz.
İyiliklerinizin karşılığında iyilik,
Kötülüklerinizin karşılığında da ceza çekeceksiniz.
İnsanlardan ilk,
Ahiret azabıyla korkuttuğum sizlersiniz.
--Ey Abdülmuttalib oğulları!
Vallahi Araplar içinde,
Benim size getirdiğim,
Dünya ve ahiretiniz için,
Daha hayırlısını getireni bilmiyorum.
O da:
“Eşhedü en lâ ilahe illallah ve Eşhedü
Enne Muhammed’en abduhu ve resulühu.”
Yani Allah’tan başka Tanrı bulunmadığına,
Benim de Allah’ın Resulü olduğuma,
İnanmanız tasdik etmenizdir.
Diye buyurdular!
--Size!
Bu dünyayı ve ötelerini,
Kefalet altına alan,
Bir şey getiriyorum.
Niçin bu davetimi
Üzerinize almıyorsunuz?
--Hamd Allah’a yaraşır.
Ben O’na hamd ederim.
Yardımı da ondan dilerim.
O’na inanır, O’na dayanırım.
Şüphesiz bilirim ve bildiririm ki;
Allah’tan başka Tanrı yoktur.
O Birdir. Eşi ve ortağı yoktur.
Allah’ın Nebisi yalan söylemez.
Vallahi ben,
Bütün insanlara yalan söylesem,
Yine de size söylemem.
Bütün insanları aldatmış olsam,
Sizi aldatmam.
Sizi davet ettiğim Allah,
TEK dir.
Ben de onun peygamberiyim.
………..………...Hayret ve!
……….……….Dehşet içinde!
…………….Kimsede müspet bir tavır yok.
“Bizi bunun için mi çağırdın? Diyebildiler.”
………….Sanki buz tuttular!
……Dondular bir anda!
En küçükleri olan Ali,
Ayağa kalktı.
--İçinizde yaşı en küçük olan benim.
Belki vücudum bücür,
Kollarım cılız,
Bacaklarım sıska,
Bu halimle size yardım etmeye hazırım!
Manzara ulvi olduğu kadar müthiş!
Gerçekten müthiş!
Kâinat’ın Efendisi,
Amcalarının himayesinden memnundu amma,
Aslında kendisi resul olarak,
Allah’a sığınmıştı.
Dini yayma görevi de devam ediyordu.
Müşrikler boş durmuyor,
Kendi merkezleri olan,
“Dar-ün-Nedve” de toplanıyorlar,
Durumu müzakere ediyorlardı.
Yeni bir heyet seçtiler.
Bu heyeti yine gönderdiler Ebu Talib’e….
Bu kez heyet daha sertti.
Tehdit ediyorlardı amcayı.
Eğer dedikleri yerine gelmezse,
Yapacakları kötülüğü bir bir saydılar.
Son kez uyarıyoruz. Dediler.
Dediğimiz olmazsa,
Aramızda kanlı mücadele çıkar!
Ebu Talib,
Yeğenini çağırdı.
--Ey kardeşimin oğlu,
Canım ciğerim!
Kendine ve ailene,
Müthiş bir belâ gelmemesi için,
Sana bir ricada bulunacağım!
--Senden rica ediyorum.
Bana taşıyamayacağım yükü yükleme.
Resulullah,
Susuyor ve dinliyor!
Devam ediyor amca!
--Eğer neşrettiğin dinden vaz geçmezsen,
Kureyş’lilerle aramızda,
Kanlı mücadelenin çıkacağını,
Haber verdiler.
Gel bu dâvadan vaz geç!
O zaman konuştu,
O ufuk peygamber!...
O gaye insan,
Büyük bir vakarla,
Büyük bir tevekkül,
Heybet ve ifade tarzıyla!...
“--Sağ elime güneşi, sol elime de,
Ay’ı verseler!
Bu dâvâdan vaz geçmemi isteseler,
Öleceğimi bilsem, yine de vaz geçmem.”
Diyerek,
Gözleri yaşlı ayrıldı amcasının yanından.
Müslümanlığın ana şartı,
Aşk’ı ve ihlâsı,
En zengin şekilde taşıyan,
Fakat, bir türlü imana varamayan!
Amca Ebu Talib,
Koştu arkasından,
O’nu durdurdu.
Kendisine döndürdü ve,
Veee haykırdı;
“—Haydi git,
Dilediğin gibi dinini neşret!
Allah üzerine söz veriyorum ki,
Ben seni hiçbir zor karşısında,
Yalnız ve müdâfaasız bırakmayacağım.
--Ey Muhammed!
Bizim katımızda, sana yardım etmek kadar,
Sevgili bir şey yoktur.
Öğütlerini benimseyip kabullendik.
Sözlerini tasdik ettik.
Biz senin atanın oğullarıyız.
Sen de onlardan birisisin.
Sen, emr olunduğun şeye devam et.
ÇİLELİ GÜNLER'LE DEVAM EDECEK
Alıntı
Tweet
Benzeyen Konular
Konu:
Yazar
Cevaplar:
Gösterim:
Son Mesaj
HZ. MUHAMMED (DEVAMI)
ali_gozutok
0
1,069
04/10/2011, 09:49
Son Mesaj
:
ali_gozutok
HZ. MUHAMMED (DEVAMI)
ali_gozutok
0
960
04/10/2011, 09:33
Son Mesaj
:
ali_gozutok
HZ. MUHAMMED (DEVAMI)
ali_gozutok
0
1,360
04/10/2011, 09:15
Son Mesaj
:
ali_gozutok
HZ. MUHAMMED (Gülce Bahçe)
ali_gozutok
0
1,213
04/10/2011, 09:06
Son Mesaj
:
ali_gozutok
ADEM PEYGAMBER DEVAMI (Bahçe)
ali_gozutok
0
1,532
03/10/2011, 16:52
Son Mesaj
:
ali_gozutok
HZ. MUHAMMED MUSTAFA (S.A.S) (Gülce Bahçe)
ali_gozutok
0
1,146
25/09/2011, 08:44
Son Mesaj
:
ali_gozutok
ALİ OSKAN-İhvanu'l-Muhammed'in Miraç Destanı (GÜLCE - Bahçe)
Site Yönetimi
0
1,255
14/09/2011, 02:47
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Lütfen seçim yapın:
--------------------
Özel Mesajlar
Kullanıcı paneli
Kimler Çevrim içi
Arama
Ana Sayfa
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-- GÜLCE ŞİİR TÜRLERİNE GÖRE ŞİİRLER
---- BULUŞMA
---- ÇAPRAZLAMA
---- TRİYOLEMSİ
---- ÜÇGÜL
---- ÜÇGEN
---- DÖNENCE
---- TOKMAK
---- AKROSTİK
---- SONE'M
---- GÜLCE
---- TEKİL
---- YİĞİTCE
---- YUNUSCA
---- BAHÇE
---- SERBEST ZİNCİR
---- ÖZGE
---- GÜLİSTAN
---- YEDİVEREN
---- TUĞRA
-- GÜLCE YAZAN ŞAİRLERİMİZİN GÜLCE ve DİĞER ŞİİRLER
---- (H)
------ Harun YİĞİT
------ Harun YİĞİT
------ Hasan ULUSOY
------ Hasan ULUSOY
------ Hatice ALTAŞ(Asi Çiçek)
------ Hatice ALTAŞ
------ Hacer KOZAN
------ Hatice KATRAN
------ Hatice KATRAN
------ Hikmet ÇİFTÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
---- (I-İ)
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim İMER
------ İbrahim İMER
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İhsan ERTEM
------ İhsan ERTEM
------ İsmail KARA(Karozan)
------ İsmail KARA(Karozan)
---- (K)
------ Köksal KIRLIOĞLU
---- (M)
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Meltem ARAS
------ Meral ADAK
------ Meral ADAK
------ Melahat TEMUR
------ Mevlüde DEMİR
------ Mevlüde DEMİR
------ Miktad BAL
------ Miktad BAL
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ MUSTAFA CEYLAN(Editör)
-------- Mustafa CEYLAN
---------- Mustafa CEYLAN(On Punto Yazıları)(Makaleler)
---------- GÜNE BAKIŞ
---------- TAŞ YAĞMURU(Ceylan'ın kaleminden)
---------- Hakkında Yazılanlar
---------- DİĞER ŞİİRLERİ
---------- Hayatı
---------- Sanatı
---------- Hocaları
---------- Çocukluğu
---------- Gençliği
---------- Özlü Sözleri
---------- Önsöz Yazdığı Kitaplar
---------- Siyasete İlgisi
---------- Bestelenen Şiirleri
---------- Fotoğrafları
---------- Mühendisliği
---------- Düzenlediği Etkinlikler
---------- Konferansları
---------- Yer Aldığı Antolojiler
---------- Kitapları
---------- EZAN SUSMAZ Kitabı içindekiler
---------- "YANDI BU GÖNLÜM"-Hacı Bayram Veli Kitabı içindekiler
---------- TAHİR KUTSİ MAKAL Kitabı İçindekiler
---------- SEĞMEN RUHU Kitabı İçindekiler
---------- TOROSLARIN TÜRKÜSÜ Romanı
---------- Armağan-2(AHMET TUFAN ŞENTÜRK İÇİN NE DEDİLER?)Kitabı içindekiler
---------- Armağan-1(ANILAR KORİDORU İÇİNDE SARIVELİLER)Kitabı
---------- YARALI CEYLAN Şiir Kitabı İçindekiler
---------- PAŞA GÖNLÜM Şiir Kitabı İçindekiler
---------- Kırat Geliyor Kitabı İçindekiler
---------- Her Yönüyle YENİMAHALLE Kitabı
---------- Tarihi ve Folkloruyla Elmadağ Kitabı İçindekiler
---------- Köylerimiz Kitabı İçindekiler
---------- Köyümüz Yeşildere Kitabı İçindekiler
---------- Bayramlar Haftalar Günler Kitabı
---------- Ahmet Tufan Şentürk Kitabı
---------- Halil Soyuer Kitabı
---------- Detanlaşan Köylü İsa Kayacan Kitabı
---------- Abdullah Satoğlu Kitabı
---------- Güzide Taranoğlu Kitabı
---------- Gülendenin Beşiği Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ (2006)Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ(2007)Kitabı
---------- CEYLAN-Tahliller-MAKALELER-Görüşler
---------- Güllük Dergileri
---------- Kapodokya Güneşleri Kitabı
---------- Bir Yanardağ Fışkırması Kitabı
---- (P-R)
------ Rahime KAYA
------ Rahime KAYA
------ Refika DOĞAN
------ Refika DOĞAN
------ Ramazan EFE
------ Ramazan EFE
------ Rengin ALACAATLI
---- (S-Ş)
------ Sabiha SERİN
------ Sabiha SERİN
------ Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
------ Serap HOCA(Serap DEMİRTÜRK)
------ Süleyman KARACABEY
------ Süleyman KARACABEY
------ Serdar AKKOÇ
------ Serdar AKKOÇ
------ Sevgili ÖZBEK
------ Sevgili ÖZBEK
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şükran GÜNAY
------ Şükran GÜNAY
---- (T-U-Ü-V)
------ Turan UFUKTAN
------ Ümran TOKMAK
------ Ümran TOKMAK
---- (Y-Z)
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf Ziya KARAHASANOĞLU
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Yıldız TOKSÖZ
------ Yıldız TOKSÖZ
GÜLCE'YE DAİR
-- GÖRÜŞLER
---- Gülce Nedir?
---- Gülce ve Ozanlık
---- Gülce Manifestosu
---- 5 Hececiler ve Gülce
---- Garip Akımı ve Gülce
---- Fecr-i Ati ve Gülce
---- Hisarcılar ve Gülce
---- Neyzen Tevfik, Aşk
---- Mazmunlar
---- Gülce Ne Değildir?
---- Hece Vezni ve Gülce
---- Serbest Şiir ve Gülce
---- Aruz Vezni ve Gülce
---- Gülce ve Zolal
---- Gülce Tarihinden
---- GÜLCE-(Atölye)-Video Dersler
------ Gülce Etkinlikleri
------ Kurucular Beyanı
------ Gülce 2009
------ Doğru Yaz/Konuş
------ Gülce-2010 Projeleri
------ Gülce-2011 Projeleri
------ Üstad Necip Fazıl'dan
------ Gülce-Aruza Dair
------ Öneriler-Çalışmalar
------ GÜLLÜK DERGİSİ
------ Gülce'ye Öneriler
------ Röportajlar
------ Negatif Bakışlara
------ Aleyhimizdekiler
------ M.E.B' na
---- Gülce'de Mesajlar-Projeler
------ Gülce-Güldeste(1)
------ Destanlarımız
------ Dede Korkut
------ Öncü Kadınlarımız
------ Peygamberlerimiz
------ Nutuk(Gülce)
------ Nutuk(Z.Korkmaz)
------ Kutlu Hanımlar
------ Ozanlarımız
------ NasrettinHoca
------ Yedi Askı
GÜLCE TÜRK ŞİİR AKADEMİSİ
-- Şiir Akademisi
---- Şiir Akademisi
------ HALK EDEBİYATI
-------- DİVAN EDEBİYATI
-------- BATI EDEBİYATI
-------- YENİ TÜRK EDEBİYATI
---- Hece Vezni' ne Dair
---- Şiir Tahlilleri
---- Aruz Vezni' ne Dair
---- Hiciv Tarihinden
---- Ustalardan Şiirler
---- Ustalardan Makale
---- Aramızdan Ayrılanlar
------ Ustalardan Şiirler
-------- A. Tufan ŞENTÜRK
-------- DİLAVER CEBECİ ANISINA
---- Şiir Üstüne (Serbest)
---- Atışma Sayfamız
---- Denemeler-Makaleler
---- Şiirde Dönüşüm
---- Şiir ve Anlatım
-- Türk Edebiyatı Şiir Türleri
---- Şiir Türleri
---- İslâmiyet Öncesi
---- Servet-i Fünun
---- Garip Şiirler
---- Akımlar
---- Edebî Sanatlar
---- Söz Sanatları
---- Şair Padişahlar
---- Şiir Tarihimizden
---- Yıllara Göre Edebiyat
---- Mehmet Nacar
DÜNYA EDEBİYATI
-- Dünyadan Şiir Türleri
---- Burns Stanza
---- Choka
---- Go Vat
---- Catena Rondo
---- Onegin Stanza
---- Canzonetta
---- Bauk Than
---- Rhupunt-Galce
---- Septilla
---- Viator
---- Luc Bat
---- Tritena
---- Pantoum
---- Shakespeare Sonnet
---- Diamonte
---- Villanelle
---- Hutain
---- Hex Sonnata
---- Hexaduad
---- Haynaku
---- Harrisham Rhyme
---- Guzzande
---- Gratitude
---- Glosa
---- Garland Cinquain
---- Fornlorn Suicide
---- DÜNYA EDEBİYATI
---- Dünyadan Destanlar
---- Dünyadan Şiirler
KAYNAKÇA
-- Konularına Göre Şiirleriniz
---- Aşk Şiirleriniz
---- Atatürk Şiirleriniz
------ 23 Nisan Şiirleri
------ Atatürk'e Dair
---- Kahramanlık Şiirleriniz
---- Doğa Şiirleriniz
------ 2009 Yılı Sayılarımıza
---- Taşlama Şiirleriniz
---- Gurbet Şiirleriniz
---- Tasavvuf Şiirleriniz
---- Barış Şiirleriniz
---- Şehir Şiirleriniz
---- Anne Şiirleriniz
------ Babanıza Şiirler
---- Doğum Günü Şiirleriniz
---- Deprem Konulu Şiirler
---- Diğer Şiirleriniz
---- Köşe Yazarlarımız/Makaleler
------ Mustafa CEYLAN
------ Refika DOĞAN
------ Osman ÖCAL
------ Ahmet ÖZDEMİR
------ A. S. ATASAYAR
------ Prof.Dr.İsa KAYACAN
-------- Prof. Dr. İSA KAYACAN
------ Rahime KAYA
------ Harun YİĞİT
------ İlqar MÜEZZİNZADE
------ Sündüz BİGA
------ Nazmi Öner(Şiirler)
------ Nazmi ÖNER(Nesirler)
------ Coşkun KARABULUT
------ Prof.Dr.İsmail YAKIT
------ Prof.Dr.Asım YAPICI
------ Sabit İNCE
------ Muhsin DURUCAN
------ Abdulkadir GÜLER
------ Ünal Şöhret DİRLİK
------ Metanet YAZICI
------ A.Aşkım KARAGÖZ
------ Gazanfer ERYÜKSEL
------ Mehmet GÖZÜKARA
------ Necdet BULUZ
------ Yusuf Özcan
------ Afife Demirtaş
---- Mustafa Ceylan
---- Bizden
-- Video Yağmuru
---- Ozanlar-Şairler
---- Bizden Videolar
---- Rasim Köroğlu
-- Genel
---- SERBEST KÜRSÜ
---- Duyurular
---- Röportajlar
---- Günün Şiiri
---- Günün Nesiri
Edebiyat Biz Platformumuzda
-- Gülce Tv
-- Türk Argo Sözlüğü
-- Edebî Konular Forumu
Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir
Mustafa Ceylan |
Dost Sitelerimiz:
Türkçe Çeviri:
MyBB
Türkiye
Üretici:
MyBB
, © 2002-2025
MyBB Group
-Theme © 2014 iAndrew
Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder