SiteAna Sayfa
Güllük Dergisi
Şairlerimiz
Arama
Üyeler
Video
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Şifremi Hatırlat
Beni Hatırla
Your browser does not support the audio element.
Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi
Web'de Ara
Sitede Ara
0 Oy - 0 Yüzde
1
2
3
4
5
Konu Modu
İBRAHİM ve HAZRETİ İSMAİL (Gülce Bahçe)
ali_gozutok
Yetkili Şair
Üyelik tarihi:
Sep 2011
Mesaj Sayısı:
248
Konu Sayısı:
222
#1
03/10/2011, 17:49
İBRAHİM ve HAZRETİ İSMAİL (Gülce Bahçe)
Hak yolun yolcusu,
Celal sahibi,
Yaratan’ın sevgilisi,
Dostluk mesnedinde,
Şeref ve helallik!..
İnsan olurda hiç,
İBret almaz mı?
YaRatılışının hikmetini sormaz mı?
Tek Allah’a inanmaz mı?
Akıl His ve duygu,
İbretİ alem oldu,
İbrahiM Halillullah’ın hayatında….....
Ve:
İbrahim’in oğlu idi,
İStenen dua, dua.
SeMadan ses getirdi,
AllAh’ın lütfu oldu,
İsmaİl müjdelendi,
HalilulLah kuluna…..
HZ. İBRAHİM’İN SOYU
Ad kavmine peygamber gelen Hud,
Oğlu Faleg doğunca,
Ey oğul!
Bana peygamberlik nuru,
Atam Nuh’tan geldi.
Bu kutsal emaneti,
Sana ısmarlıyorum!
Sen de temiz,
Arı bir kızla evlen!
Bu nur’u iyi taşı!
O, evlendiğinde,
Bir oğlu oldu,
Adını Ergu yada Argua koydu.
O Nur, şimdi bu çocuğun alnında parlıyordu.
Ergua otuz iki yaşında evlendi.
Onun da Sarug adında bir oğlu oldu.
Nur ona geçti..
Sarug büyüdü evlendi.
Doğan oğluna Nahur adını verdi.
Nahur dan Tarah, ya da Azer.
Ondan da İBRAHİM oldu.
Nur-u Muhammedi,
Alından alına parlaya, parlaya,
İbrahim’e ulaştı.
İbrahim’in bir adı da, Halil idi.
Fırat ile Dicle arasında,
Bir yerde dünyaya gelmişti.
İki kardeşi daha vardı.
Biri Hâran, öteki Nahordu…
Haran Keldaniler’in Ur şehrinde,
Dünyaya gelmişti.
Çok yaşamadı.
Babası Tarah’ın gözü önünde öldü.
Ondan geriye kalan,
LUT adında bir oğul!.
İbrahim dünyaya gelince,
Nur-u Nebi,
Onun alnında parlıyordu!
Babası Azer, yani Tarah,
Etrafına bakındı,
Bir de ne görsün!
Nurdan iki sancak dikilmişti,
Tam karşısına!...
Biri doğuda,
Öteki batıda parlıyordu.
Öyle bir parıltı öyle bir nurdu ki;
Yerden ta göklere kadar,
Dimdik uzanıp gidiyordu!...
Rivayet odur ki;
Allah,
Hazreti İbrahim’e kendi,
Ruhundan üfleyerek,
Can verdiği zaman,
İnsanlar ibret alsınlar diye…
Onu bir mağarada on yıl kadar,
Yalnız başına bırakmıştı!..
Babası Azer çocuk yaşta İbrahim’i,
Kuşa denilen yerde,
Bir beldeye götürdü.
Orada Nemrut adında,
Bir hükümdar yaşıyordu!
Başka bir rivayette,
Onun Mardin ilinde,
Harran’da doğduğu,
Babası tarafından,
Babil’e götürüldüğü söylenmektedir.
NEMRUD VE RÜYASI
Ne olursa olsun,
Nerede doğarsa doğsun,
Nemrut adında bir hükümdar
Zamanında yaşamıştır.
Nemrut puta tapan,
Bir halkın hükümdarıydı.
Katı mı katı yürek,
His yok, merhamet hiç yok,
Gaddar mı gaddardı!..
.
Hazreti Nuh’un,
Vefatından asırlar sonra,
Nuh peygamberin soyu,
Tekrar üremiş,
Büyük topluluk olmuş..
Ta İbrahim’e kadar gelip dayanmıştı…
Hz. İbrahim’in gelmesinden önce,
Nemrut korkulu bir rüya gördü.
Rüyasında;
Başı üzerinde bir yıldız parlıyordu.
O kadar parlaktı ki,
Ay ve güneş’in ışıklarını köreltiyordu.
Acep bu rüya ne idi?
Bu rüyayı yorumlatması gerekiyordu.
Ne kadar falcı, kâhin, sihirbaz varsa,
Topladı hepsini.
Gördüğü rüyayı tabir etmelerini istedi.
Kâhinler:
-Senin bölgende,
İbrahim adında bir çocuk dünyaya gelecek.
O,
Senin saltanatını ve senin varlığını,
Ortadan kaldıracak.
Senin kavmini atalarının dininden ayıracak.
Bütün putlarını da kıracak!
Diye yorum getirdiler.
Bunun üzerine,
Nemrut başkenti yani Babil’i terk edip,
Bir köyü başkent yaptı.
Köyde ne kadar erkek varsa,
Hepsini çıkarttı,
Yalnız kadınları bıraktı.
Falcıların belirttiği yılı beklemeye başladı.
O yıl yaklaşınca,
Adamlarını KÜŞA köyüne gönderdi.
Orada ne kadar gebe kadın varsa,
Hepsini huzurunda toplattı.
Muayene ettirip gebe olanları,
Sarayın mahpus hanesine kapattı!
Bu kadınlar arasında,
HZ. İbranim’in annesi,
UŞA da vardı.
Onu muayene ederlerken,
Hiç ağrı hissetmiyor,
Sol tarafına bastırınca,
Çocuk sağa kayıyor,
Sağ tarafına bastırınca,
Çocuk sol’a kayıyordu.
Nemrut bu kadın gebe değil deyip,
Onu serbest bıraktı.
Sarayda doğan çocukların,
Erkek olanlarını hep öldürttü.
O yıl içinde,
İbrahim’in annesi,
Doğum sancısı tutunca,
Bir mağaraya gitti.
Çocuğu orada doğurdu.
Çocuk erkekti.
Göbeğini kendi kesti.
Onu bürgüler içine sararak,
Mağarada bıraktı.
Kendisi gecenin karanlığında,
Döndü evine..
Her gece mağaraya geldiğinde Onu,
Elini emerken buluyordu.
Bilmiyordu ki,
Onu Rabbi besliyordu.
Çünkü O,
Peygamber olacaktı!...
Kocası Azer soruyordu:
- Sen ne zaman doğuracaksın?
Sen gebe değil miydin?
Karısı Uşa;
-Ey kocam Azer!
-Ben o çocuğu doğurdum.
Amma yaşamadı öldü dedi!...
Başka bir rivayette,
Çocuğun doğduğunu görmüş,
Saray adamlarına hizmetçisinin oğlunu,
İbrahim diye teslim etmişti.
İbrahim mağarada çok çabuk büyüyordu!
Başka çocukların bir ayda büyüdüğünü,
O, bir günde büyüyordu sanki!
On beş ayda,
Sanki on beş yaşında bir çocuk olmuştu.
Bir gün annesine,
-Beni bu mağaradan çıkar anneciğim.
Etrafa bakayım. Dedi.
Annesi UŞA;
-Sen artık büyüdün,
Ben zaten çıkaracaktım. Dedi.
O gece mağaradan eve geldiler.
O geceden itibaren İbrahim,
Rabbini aramaya başlamıştı.
Kavmi!
Sapıttıkça sapıtmış,
Aya yıldıza güneşe,
Tapar olmuştu.
Hud ve Salih Peygamberlerin,
Dini unutulmuştu!
İbrahim’in kavmi,
Taştan, ağaçtan yonttukları,
Putlara tapıyorlardı.
Babası Azer bile,
Bir put ustasıydı!..
İbrahim bunları görüyor,
O çocuk aklıyla,
Bu saçmalığa akıl erdiremiyordu.
Yıllar kovaladı yılları,
İbrahim delikanlı olmuştu.
Olmuştu ammaa!
Onu derin düşünceler sarmıştı.
………..Yıldız yürür ay yürür,
…………….Gündüzün güneş yürür
………………Semaya bakan gözler,
…………………Mutlaka bunu görür.
…………………..Çocuk İbrahim,
…………………….Babasının putuna,
…………………………..İp takar yerde sürür.
Size faydası da zararı da olmayan,
Putlara neden taparsınız?
Neden? Derdi!
Kavmi de:
Bunu bize senin baban öğretti. Diyordu.
İbrahim;
-“Muhakkak ki, benim babam da,
Yolunu sapıtan kimselerdendir.” Dedi
İbrahim putlardan hoşlanmadı,
Hoşlanamadı bir türlü.
Babasının yapıp da,
Haydi kardeşinle beraber bunları sat,
Dediğinde,
İbrahim aldı onları,
Götürdü Pazar yerine,
Bağırdı!
-Heeeeyyy!
Faydaları ve zararları insana ,
Hiç dokunmayan,
Şu putlardan satın alan var mıııı?
Onun böyle bağırmasından dolayı,
Kimse ondan put almazdı.
O da bir ırmağın kenarına gider,
Putları suyun kenarına baş aşağı diker!
Haydi için bakalım,
Susamışsınızdır diye dalga geçerdi.
Babası;
-Sen ne yaparsan yap,
Ne dersen de,
Ben senin dediğini kabul edemem diyordu.
Halkın İlâh dediği şey,
Taş parçası,
Ağaç yontmasıydı!
Hiç bunlar İlâh olur muydu!..
Bir türlü aklı hafızası almıyordu!
Diyordu ki;
Bunlar değilse Allah!
Ya ALLAH nerdedir?
Nasıl bir şeydir?
Onu arayıp bulmalıyım.
Onu bulup:
Hamdü senalar olsun sana!
Sana şükürler olsun Rabbim!
Demeliyim.
Ona sığınmalıyım.
Ondan yardım dilemeliyim!
Ben bu cansız, faydasız ve zararsız,
Şeylere tapamam, diyordu kendi kendine!...
Böyle dedikçe O,
Annesi ve babası Azer,
Nemruttan, Onun şerrinden korkuyor,
İbrahim’i uyarmaya çalışıyorlardı.
İbrahim!
-Sakın ha, benden, benim bu inancımdan dolayı,
Nemruttan korkmayınız.
Beni küçüklüğümde koruyan!
Büyüklüğümde de korur. Diyordu onlara…
Fakat babası,
Birisinin kendisini, Nemrut’a,
İhbar etmesinden korktu.
Gidip Nemrud’a,
-Ey kralım!
Senin, doğmasından sakındığın çocuk,
Benim oğlumdur.
Kendisi, evimden başka bir yerde doğmuş,
Yanıma gelinceye kadar,
Ondan haberim olmamıştı.
Şimdi onu sana haber veriyorum.
Onun hakkında istediğini yap!
Sonra beni suçlama
Beni kınama! Dedi.
Nemrut:
Onu bana getir dedi.
Babası Azer,
İbrahim’i annesinden aldı.
Nemrut’a götürdü.
Nemrut meclisini kurmuş,
Askerlerini sıra, sıra dizmişti.
İbrahim korkusuzca sağına soluna bakındı,
Sonra onlara;
-Sizler neye tapıyorsunuz? Diye sordu.
Nemrut:
-Ey İbrahim!
Sen benim dinime gir.
Seni ben yarattım.
Senin rızkını da ben veririm. Dedi.
İbrahim:
-Ey Nemrut!
Sen yalan söylüyorsun!
O Rab ki;
Beni de seni de yaratan Odur.
Bana doğruyu gösteren de Odur.
Beni yediren içiren de Odur. Deyince,
Halk ve de Nemrut sanki don’a kaldılar!
Nemrut Azer’e döndü,
-Bu daha küçük bir çocuktur.
Ne söylediğinin farkında değildir.
Benim kadr’ü kıymetimi,
Mülk’ü saltanatımı,
Zamanla öğrenecektir.
Sen onu hemen al götür.
Kendisini azabımın şiddetiyle korkut!
Ola ki üzerine saplanıp kaldığı şeyden döner. Dedi.
O günden sonra İbrahim,
Allah’ı aramaya başladı.
Yücelerin Yücesi,
Şöyle buyuruyor Kur’anda:
“Bir vakitler İbrahim, babası Azer’e:
-Sen putları İlâh yerine mi koyuyorsun?
Doğrusu ben seni de, kavmini de,
Yanlış ve sapık yolda görüyorum!” Dedi.
“Biz İbrahim’e bu gerçekleri bildirmek,
Kesin bilgiye sahip olması için,
Göklerin ve yerin acayipliklerini de,
Gösteriyorduk.”(En’am 74 -75)
…..Geliniz, kulak veriniz,
……….İbret alınız.
……………Yaşayan ölür, ölen gider,
………………Olan olur.
…………………Yağmur yağar, otlar biter.
……………………….Çocuk doğar,
………………Ana olur, baba olur.
…………..Devran döner.
……….Gece gündüz birbirini kovalar.
…….Haksızlık bulutları, sarar etrafı.
Bazan belâ yağdırır gökten,
Bazan bereket.
Bazan da,
İbret fışkırır yerden.
Gök yüzü yüksek tavan,
Yer yüzü süslü eyvan….
Ey
İnsanlar
Sizler sakının,
Yaratan Rabbinizden!..
Kıyamet saatinden korkun!..
Onun sarsıntısı öyle büyük ki;
Her emzikli olan kadın onu görünce,
Unutur emzirdiğini, her hamile kadınsa,
Düşürür çocuğunu!...
İnsanlar sarhoş gibi olur, halbuki değillerdir.(Hacc 1-2)
Allah’a ortak koşmaksızın,
Yalnızca ona inanın.
Pis putlardan kaçının.
Yalandan çekinin.
Ortak koşanlar,
Gökten düşen gibidir,
Ya kuş kapar,ya da rüzgâr,
Uçuruma sürükler Onu.( Hacc 31)
YÜCELERDEN YÜCESİN
Zerreden küreye, her şeyde varsın.
Nehirler durdurur, umman yararsın.
Sonsuza sığmazsın, gönle sığarsın.
Bir bilinmez nicesin sen.
Habbeden kubbeye, tek hükmedensin.
Şebnemde gizlenen, taşı delensin.
Dağları un ufak, zerre edensin.
Ol emrinde hecesin sen.
Asla uyumazsın, her an uyanık.
Hiç sönmeyen nursun, gönülde yanık.
Ezelden ebede, her şeye tanık.
Çözülmez bilmecesin sen.
Senden başka var mı, başka bir İlah?
Semavat-ü zemin, eder hep semah.
Affedersin kulu, işlese günah.
Gönüllerde ecesin sen.
Ancak sen gizlersin, canı bedende.
Ömürler son bulur, o can gidende.
Cehennem de sende, cennet de sende.
Yücelerden yücesin sen.
……………………….Düşün!
…………………..Ey insanoğlu,
………………Nemrut’un istilâ ateşi,
………………..Alev alev neyi sardı?....
……………Bunca isyânı niye?....
……..….Böyle bir zulmün,
……Var mı dünyada eşi?
……………………….Düşün !..
…………………….Hani nerdeler şimdi?
……………..…Ne oldu Firavuna, hani Karun?
………….…İsyankâr Nemrut nerde?
…….Hani mağrur zenginler?.....
……..…Hani süslü saraylar,
………..…Hani nereye gitti?
………….....Hangi güç hangi kuvvet,
………………….Bir çırpıda yok etti?....
…………………….Hangi değirmen döndü de,
……………………….…Öğüterek mahvetti!...
İBRAHİM’İN ALLAH’I BULMASI
Günlerden bir gün,İbrahim,
Kızgın çöl ortasında,
Başı elleri arasında,
Şimşekler çakıyordu
Onun kafa tasında!
Düşünüyor , düşünüyordu!
Allah kimdir?
O nerdedir?
Kaldırdı başını semaya,
Işıl, ışıl yanan,
Parıl, parıl parlayan,
Bir yıldız çarptı gözüne!
Birden ayağa kalktı!
Gözlerini dikti yıldıza!
Bu mu acaba Allah diye,
Sordu kendi kendine!
Yerlerin ve göklerin sahibi,
Yüce Allah Onun gözlerinin önüne,
Melekût’u sermişti!..
İşte benim Rabbim bu!
Parıl, parıl parlıyor,
Ne kırılır ne de parçalanır!
İçinde ışık dalgalanır!
Parıldar durur.
Bu belki Zühre,
Belki de çoban yıldızıydı,
Az sonra kayboldu!
Açtı ellerini havaya,
-Ey Rab!
Ey Rabbim!
Nereye gittin?
Meydanda yoksun?
Beni yalnız bıraktın!
Seni buldum sanmıştım,
Bakıyorum şimdi yoksun!
Çölde bu boş feryatlarla,
Koşmaya başladı,
Yüce Allah;
Kur’anda bu olayı şöyle anlatıyor:
“İbrahim, üstünü gece bürüdüğünü,
Karanlık bastığını,
Bir yıldızın doğduğunu gördü.
-Benim Rabbim bu mu? Dedi.
Fakat yıldız batıp kaybolunca,
Ben böyle batıp kaybolanlarıı,
Rabbim diye sevmem! Dedi.(En’am 76)
Ümitsizlik içinde çölde koşan İbrahim,
Biraz sonra kendine geldi.
Bu yıldız söndü,
Söndü amma!
Ben Rabbimi arayacağım.
Aramaya devam etmeliyim ki,
Onu bulabileyim.
Yavaş, yavaş ay’ın yükseldiğini gördü.
Ay karanlık geceyi aydınlatıyor,
Işıl, ışıl parlıyordu!
Çölün gök kubbesini,
Saran karanlığı yırtıyor,
Parçalıyor ve her tarafı nurlandırıyordu!
İşte bu!
İşte buldum.
Olsa olsa bu olur dedi.
Ama bu sevinci de,
Doyasıya yaşayamadı!
Ay, yavaş yavaş,
Bulutların arasında,
Kaybolmaya başlamıştı.
Ümitleri söndü.
Yine ay’ın arkasından şöyle diyordu;
Rabbim! Ey güzel Allah’ım!
Nereye gidiyorsun,
Gitme kal!
Beni bas bağrına,
Bırakma beni diye yalvarıyordu!
Fakat ay çoktan,
Gök yüzünü terk etmiş,
Gözlerden kaybolmuştu.
Hani o nuru!
Hani o parlaklığı,
Hani o güzel doğuşu,
Nereye gitmişti!
Hiç biri yoktu artık!
Yüce Allah;
İbrahim’in bu halini Allahca,
Şöyle anlatıyor:
“İbrahim Ay’ı doğarken gördü:
Benim Rabbim bu mu? Dedi.
Fakat o da battı.
O zaman,
Eğer Rabbim bana hidayet etmeseydi,
Kesin doğru yolu şaşırmışlardan olurdum.”Dedi.(En’am 77)
İbrahim,
Yalvarıp yakarmalarına,
Cevap alamayınca,
Gerçeği yeniden anladı.
O benim Allah’ım değildir.
Rabbim bana yol göstermezse,
Mutlaka sapıtanlardan olurum. Dedi.
Karanlıklar içinde evine döndü.
Gecelerin birinde,
Taş evinin damında,
Gök yüzüne baka, baka,
Uykuya dalmıştı.
Sabahın serin yeli,
Yüzünü okşarken,
Uyandı uykusundan.
Hava yavaş, yavaş aydınlanıyordu.
Sanki,
Yusyuvarlak,
Koskocaman bir kalkan,
Bütün kırmızılığı ile,
Yükseliyordu ufuktan!
Daha parlaktı.
Yıldızdan aydan.
Birden bire,
Sıçradı İbrahim,
Sıçradı yatağından!
Rabbim bu mu yoksa?
Her halde bu olacak!
Ruhum canım,
Bununla hayat bulacak!
Dünyayı aydınlattı,
Yıldızdan, aydan büyük,
Her tarafı ışıl, ışıl,
Keşke bu olsa da,
Kalksa omzumdaki yük!
Tamam, tamam anladım,
Benim Rabbim bu olacak.
Kollarını açtı ona….
Çok şükür sana Allah’ım!
En sonunda buldum seni,
Bundan sonra ibadetim,
Ancak sana,
Sana olacak! dedi.
Dedi demesine de,
Sonu yine hayal kırıklığı,
Yine umutsuzluk!...
Güneş ufuktan yükseliyor,
Bulutlar ona koşuyor,
Kuşlar ona doğru uçuyor!
Onu kucaklamak istiyordu sanki!
Büyük bir sevinç içindeydi…
Fakat bu sevinci de uzun sürmedi.
Çünkü akşam olmuş,
Güneş batmak üzereydi.
Az sonra onunla birlikte,
Battı ümitleri!
Ufukta bir kızıllıktı,
Geriye kalan!
Hayır, hayır o batmamalıydı,
İbrahim koştu,
Koştu batıya doğru,
Koştu arkasından,
Onu yakalamalıydı!
Dağın arkasında kayboldu güneş.
İnanamıyordu bir türlü!
Diyordu ki;
O batmadı batmamalıydı!
Gizlendi O!
Gizlendi dağın arkasına.
Ben tepeye çıkmalıyım.
Onu tekrar görmeliyim arkasından.
Koştu tepelere koştu amma,
Az sonra yine karanlıklar,
Basmaya başladı.
-“Allah’ım nerdesin?
Ey güzel Allah’ım!
Nerelerdesin?
Sen put değil,
Yıldız değil,
Ay değil,
Güneş değil,
Nesin sen?
Nesin?”
Nerdesin diyordu!...
Yüce Rabbim, bu hali şöyle açıklar:
“İbrahim sonra güneşi doğarken gördü.
Rabbim bu mu? Dedi,
Bu onlardan daha büyük! Dedi.
Battığı zaman da;
-Ey kavmim bunların hepsi yok olan varlıklardır.
Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden,uzağım.
Bütün, bütün uzağım.” Diyordu. (En’am 78)
Sonra çöllerin ortasında,
Haykırmaya başladı.
“Ben Allah’ı buldum!
Buldum ben Allah’ı!
O ne yıldız ne de aydır.
Ne de güneş.
Hiçbir şey olamaz,
Olamaz Ona bir eş!
Beni yaratan bir şey var.
Bilmiyorum nerdedir?
Göremiyorum Onu!
Her gördüğüm, Onu,
Onun varlığını ispat ediyor.
Allah, her yerde hazır ve nazır!
Bizi görür,
Biz Onu görmesek’ te!...
Dünyayı yaratan Odur.
Bütün gördüklerimi O yaratmıştır.”
Gün guruba dolandı, ay geceye salındı,
Gecenin karanlığı, yıldızlarla delindi.
Faili meçhul değil, kim olduğu bilindi,
Yer Onun, gökler Onun, varlık Onun vesselâm!
“BEN ARTIK VARLIĞIMI,
BENLİĞİMİ GÖKLERİ VE YERLERİ YARATAN,
ALLAH’IMA ÇEVİRDİM.
BEN ALLAH’A ORTAK KOŞANLARDAN DEĞİLİM.”
Diyordu!..(En’am 79).
İbrahim!
Allah’ı bulmanın huzuru içinde,
Gönlü ferah,
İçi rahat,
Tuttu evinin yolunu.
Karanlıkların üstüne çöktüğü dağ,
Çoktan sessizliğe bürünmüş,
Derin uykuya dalmıştı bile!
Bu duygularla o da yatağına uzandı.
Öylece uyuya kaldı!
Sabah uyandığında,
Gönlünü dolduran sevinç,
Halâ oradaydı.
Babası da uyanmış,
Her zaman olduğu gibi,
Putunun karşısına geçmiş,
Tapınma ibadetine başlamıştı bile!...
Yatağından yavaşça kalktı.
Babası Azer’e baktı, baktı!
-Babacığım sen putları,
Allah mı sanıyorsun?
Onun için mi ibadet ediyorsun?
Diye sordu!
Babası;
-Elbette evlâdım!
Diye cevap verdi.
Babacığım dedi:
-Ben seni de kavmini de,
Apaçık sapıklık içinde görüyorum.
-Neden oğlum? Dedi babası!
Bu durumu Rabbimiz şöyle bildirmektedir.
“Ey babacığım!
İşitmeyen görmeyen,
Sana bir faydası olmayan şeylere,
Niçin tapıyorsun?
Babacığım!
Doğrusu,
Sana gelmeyen bir ilim bana geldi.
Bana uy,
Seni doğru yol’a eriştireyim.
Babacığım!
Şeytana tapma.
Çünkü şeytan Rahman’a baş kaldırmıştır.
Babacığım!
Doğrusu sana,
Rahman kıtından,
Bir azabın gelmesinden korkuyorum.
Korkuyorum ki,
Böylece şeytanın dostu olarak kalırsın.
Babası!
Ey İbrahim!
Sen mi benim tanrılarımı beğenmiyorsun?
Bundan vazgeçmezsen,
Seni mutlaka taşlarım.
Ebediyen benden uzaklaş git. Dedi.
İbrahim de!
Sana selâm olsun.
Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim.
Çünkü O,
Bana karşı çok lütufkârdır. ( Meryem 42-47 )
Babası Azer:
-Biz putlara tapıyoruz! dedi.
İbrahim:
-Taptığınız bu taş suret nedir sanki?
Babası:
-Onlar benim atalarımın ilâhıdır.
Biz babalarımızı da, bu biçimde,
İbadet ederken gördük! Dedi.
İbrahim o zaman şu soruyu sordu:
Siz, önceki zamanlardan gelip geçmiş,
Atalarınızın neye taptıklarını gördünüz mü?
Biliniz ki; O putlar benim düşmanımdır.
Dostum ise ancak Alemlerin Rabbidir.
Beni yaratan da,
Bana hidayet yolunu gösteren de,
Beni yediren de, içiren de,
Hasta olduğum zamanda bana şifa veren odur.
Beni öldürecek olan,
Beni diriltecek olan da O’dur.
Ahiret din gününde,
Suçlarımın bağışlanmasını,
Kendisinden yakaracağım odur.
Ey Rabbim!
Bana hikmet ver,
Beni Salih iyi kullar arasına
Karıştır.”(Şuara 75-83)
İbrahim’in babası Azer,
Oğlunun bu sözlerini duyunca,
Bir türlü anlamadığı gerçeği,
Anlamış bulunuyordu.
Oğlu onun taptığı İlâhlara,
Ve de dine karşı çıkıyordu.
O da oğlunu kendi dinine döndürmesi için,
Önce öğüt vermeyi düşündü,
Yumuşak sözlerle uyarmaya çalıştı.
Baktı ki olmuyor, sertleşti sonunda!
-“Sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun?
Yemin ederim ki;
Şayet vaz geçmezsen seni recm ederim.
Uzun bir müddet benden uzaklaş.”Dedi.(Meryem 46)
İbrahim!
Kendisini baba ocağından kovan babasına,
Kızgınlıktan uzak,
Sadakat ve edep dolu şu sözlerle cevap verdi.
“Sana selâm olsun babacığım,
Ben Rabbimden senin için,
Af ve rahmet dileyeceğim.
Çünkü O bana çok lütufkârdır.
Sana selâm olsun babacığım.
Ben artık sizlerden sizin taptıklarınızdan,
Ayrılıyorum.
Rabbime de dua edeceğim.
Rabbe olan ibadetimde bahtsız olmamayı
Umarım Allah’ımdan..”(Meryem 47 -48)
Diyerek inancını ortaya koydu.
Kavminin ve, babasının,
Putlara tapmasından dolayı,
Hınç besliyordu onlara karşı.
Birkaç gün böyle geçti.
Geçti amma, içi içine sığmıyordu.
Günlerden bir gün!
Babası Azer İbrahim’e;
-Biz bu gün bayram yerine gideceğiz.
Bizimle birlikte sen de gel. Dedi.
-Peki baba! Dedi.
Sizinle birlikte bayram yerine geleceğim!.
Sevindi bir yandan.
Her kez bayram yerine gidince,
Ben de putları kırarım.
Dedi kendi kendince!
Ertesi sabah,
Herkesle birlikte o da girdi sıraya,
Kafile yavaş, yavaş bayram yerine doğru,
Yol almaya başlayınca,
Ben hastayım, ayaklarım tutmuyor!
Diye bağırarak kendini yerlere attı!..
Arkasından gelenler onu,
Yerden kaldırma lüzumunu görmeden,
Ayaklarına basa basa ilerlediler.
Sona, sakatlar ihtiyarlar kalmıştı.
Onlar yanından geçerken;
-Yemin ederim ki,
Sizler ve büyük babalarınız,
Açık bir dalalete gömülmüşsünüz. Dedi.
Onlar da:
-Sen bize doğru mu söylüyor sun?
Söylediğin gerçek mi?
Yoksa sen şaka yapanlardan mısın?
Bizimle eğleniyor musun? Yoksa dediler.
İbrahim şu cevabı verdi.
-“Doğrusu sizin Rabbiniz,
Hem göklerin, hem de yerin Rabbidir.
Yeri ve göğü baştanbaşa O yaratmıştır.
Ben de size söylediklerime,
Şahitlik etmekteyim.
Allah’a and içerim ki,
Siz arkanızı dönüp (bayram yerine)
Gidince ben putlarınıza mutlaka bir iş yapacağım.
Onları kırıp dökeceğim.” Dedi.( Enbiya 56-57)
İbrahim’in bu sözlerine dudak büküp,
Bayram yerine gittiler.
İbrahim de toparlandı geri döndü.
Doğruca put haneye gitti.
Kapının önünde büyük bir put,
Asılı duruyordu.
Onun iki yanında daha küçükleri sıra sıra,
Dizili duruyorlardı.
Hepsinin önüne yemekler konmuştu…
İbrahim yaklaştı putlara,
Alaylı bir gülümsemeyle,
-Siz bu yemekleri yiyecek misiniz?
Haydi yiyin göreyim sizi dedi.
Putlar cevap vermiyordu! Tabi ki!
İbrahim:
“Ne oluyor size?
Niçin konuşmuyorsunuz?
Deyip vurdu baltasını,
Vurdu tepelerine,
Onları kırdı parçaladı.
Kâfirler gelince onlara cevap versin diye,
En büyük putu kırmadı.
Baltasını onun boynuna astı.
Halk bayram yerinden dönünce,
Bir de ne görsün!
Putlar kırılmış,
Yemekler dökülmüştü!…
-Bizim ilâhlarımıza,
Bu azgınlığı kim yapar?
Muhakkak bu zalimlerden biridir. Dediler.
Geriden gelenler,
Muhakkak Odur,
İbrahim’dir. O,
Bize,
-Giderken putlarımızı kıracağını söylemişti.
Onun ağzından işittik.Dediler.
Bu haber Nemrut’a ve ileri gelenlere,
Ulaştı anında….
Nemrut ve ulu kişiler:
-“Bu genci bulup halkın önüne getiriniz.
Belki suçunu kendi ağzıyla söyler.
Kavmimiz de ona,
Nasıl bir ceza vereceğimizi yakından görür.
Yaptığı iş ona,
Pahalıya mal olacaktır.”(Enbiya 50-62)
Hemen adamlar gönderildi.
HZ. İbrahim aranıp bulundu.
Nemrut’un önüne getirildi.
Halk da Nemrut’un etrafında halkalandı.
Sordular bu işi sen mi yaptın?
Baltasını boynuna astığı,
En büyük putu gösterdi ve!
Dedi ki;
-Bana değil!
Şu put’a sorun!
Belki de küçük putlara tapıyorsunuzdur diye,
Onları o kırmıştır.
Görmüyor musunuz!
Baltasını da boynuna asmış!
Her kes o büyük puta baktı.
Bir kısmı İbrahim’i haklı buldu.
Başlarını eğerek:
-“Büyükler vicdanlarına uydular,
Doğrusu siz haklısınız!” Dediler.(Enbiya 63)
Nemrut’un ileri gelen adamları;
-Belki de doğru söylüyor bu genç! Dediler.
Onu buraya getirmekte zulmettik.
Asıl zalim biziz dediler!..
Dediler demesine de,
Akılları başına tez geldi!
-Hayır, hayııır!
Bu taş yığınlarına nasıl sorabiliriz?
Onların dili yok ki!
Onların ne faydaları var ne de zararları!
Bu işi yapanı haber veremezler!
Sonra başlarını sallayarak,
-“Bunların söz söyleyemeyeceklerini,
Sen de bilirsin.” Dediler.(Enbiya 64-65)
Hazreti İbrahim,
Puta tapanları şimdi,
Kendi sözleriyle yakalamıştı.
Başını muzaffer bir eda ile kaldırdı.
“O halde siz, Allah’ı bırakıp,
Kendinize hiçbir fayda vermeyen,
Ve ya, hiçbir zarar veremeyen,
Şeylere mi tapıyorsunuz?
Size de, Allah’tan başka taptıklarınıza da,
(Yazıklar olsun)
Vah size! Yazık size!
Halâ buna aklınız ermiyor mu?
Sizde akıl, idrak denilen şey yok mu?” (Enbiya 66)
“Allah’a ibadet edin.
Ondan korkun.
Bunu bilirseniz,
Sizin için daha hayırlı olur.
Siz, Allah’ı bırakıp,
Yalnız putlara tapıyorsunuz.
Biliniz ki, Allah’ı bırakıp,
Taptığınız putlar size rızık vermezler.
Rızkı Allah’ın katında arayın.
O’na ibadet edin.
O’na şükürde bulunun.
.Siz yine O,
(ALLAH’A) döndürüleceksiniz..”(Ankebut 16-17)
CEBRAİL İLE BULUŞMASI
Cebrail:
-“Ya İbrahim! Ben arayıp bulduğun Allah’ın elçisiyim.
Sana peygamberlik ve ululuk verildi.
Bu müjdeyi sana bildiriyorum.” Dedi.
İbrahim o kadar çok sevindi ki;
Cebrail!
-Hz.ti Ademden bu yana, oğuldan oğla,
Emanet bırakılan sandığı,
İbrahim’in kollarına bıraktı.
Bu sandığı açmakla emrolundun.
Aç bu sandığı!
Yüce Rabbin izzet ve cemalini temaşa kıl!...
Gör! Allah sana onları gösteriyor. Dedi.
Cebrail dini İslâm’ı öğretti İbrahim’e !
Ona peygamberliğini müjdeledi!
“Ve Allah İbrahim’i kendine dost edindi.”(Nisa 125)
İbrahim, büyük bir mutlulukla,
Büyük bir heyecanla sandığı açtı.
İçine bakınca,
Bütün sır perdelerinin kalktığını,
Ayan beyan tüm sırların,
Kendisine sunulduğunu gördü.
Adem Ata’nın ruhunu gördü!
Sanki yaşıyormuş gibi,
Nur yüzünü gördü!
Havva Ananın mah cemalini gördü.
O zamana kadar gelip geçen,
Peygamberleri temaşa etti!
İşte, ŞİT,
İşte İDRİS,
İşte NUH,
İşte HÛT,
İşte SALİH karşısında duruyordu!...
Her birinin derece ve mertebesini gördü.
Her birinin alnında,
Adlarının yazılı olduğunu gördü!
Her peygamberin ruh’u yanında,
Ümmetlerinin de ruhunu gördü!
Daha sonra gelecek peygamberleri gördü!
Peygamberlerin sonuncusu,
Hazret-i Muhammed Mustafa’yı gördü!
0nun ümmetinin çokluğunu,
Kalabalık olduğunu gördü!
Sordu Rabbine:
-Ya Rabbim!
Bu kalabalık nedir?
Gaipten bir ses duydu!
-O soyu halis, arı saf bir kimsedir.
Senin evlâdındandır.
İşte Odur benim Habibim,
Odur benim sevgilim.
Odur benim son peygamberim!
Geceler ve gündüzler,
Bu yücelikler Onun için var oldu.
Bu dünya, bu gökkubbe,
Onun gezmesi içindir.
Bu arzın yüzü Ona seccade!
O bütün peygamberlerden sonra gelmesine rağmen,
Hepinizin önündedir!
Peygamberlik hil’at’ini giydiği zaman,
Ne, arş vardı ne akıl!
Ne, kürsü, ne yer, ne gök,
Ne de zamanın devri,
Ne, cisim ne can,
Ne, elif ne ha,
Ne dal, ne lâm,
Ne Y, ne de Z vardı.
Yüce Allah!
CEBRAİL DİLİ İLE,
Bildirdi bu sırları!
Sonra da doğacak oğulları,
İshak ve İsmail’i gösterdi.
-İshak ve İsmail,
Senin kanından,
Senin sulbünden gelip peygamber olacaktır.
İsmail de,
Son peygamber,
Muhammed Mustafa’nın atası olacaktır.
İbrahim bu haberlere çok sevindi.
Artık Hak peygamber olmuştu.
Babasının ve kavminin karşısına geçti.
-“Ben gerçekten sizin tapmakta olduğunuz,
Şeylerden uzağım.” Dedi.(Zuhruf 26)
Devam etti konuşmasına;
“Şüphesiz ki ben Allah’ın BİR’liğine,
İnananlardanım.
Yüzümü o gök kubbeleri,
O yer yüzlerini yoktan var eden,
Yüce Allah’a çevirdim.
Ben O Allah’a ortak olanlardan,
Müşriklerden uzağım.”En’am 19)
Bundan sonra,
Nemrut’un kavmi ile,
İbrahim arasında sert tartışmalar oldu.
Kur’an bu durumu şöyle ifade ediyor:
“ Kavmi de İbrahim’e karşı mücadeleye kalkıştı.
İbrahim onlara dedi ki;
Allah beni doğru yola götürdü diye,
Bana düşman kesiliyorsunuz.
Ben ona ortak koştuğunuz,
İlahlardan korkmam!
Ben bilgisi her şeyi kuşatan Allah’a inanırım.
Meğer beni başka bir şeye dilemiş olsun.
Siz hala düşünmez, öğüt almaz mısınız?
Bundan ibret almaz mısınız?”(En’am 80)
Nemrut’un kavmi arasında bu sözlere,
Cevap verecek yürekli biri yoktu!
Devam etti İbrahim:
“ Sizin bu putları Allah’a ortak koşmanız için,
Allah tarafından hiçbir deliliniz yoktur.
Böyle olduğu halde, Ona ortak koşmaktan,
Korkmuyor musunuz?
Ya ben;
Sizin, Allah’a ortak koştuklarınızdan niye korkayım?
Söyleyen bana!
TEK olarak var olana inananlarla,
Ortak koşan iki taraf arasında,
Hangisi daha emniyetli,
Hangisi selâmet içinde,
Yaşamaya hak kazanmıştır?
İmana gelip te, imanlarını zulümle,
Ve Allah’a ortak koşmakla karıştırmayanlar,
Var ya işte onlar doğru yola erişenler,
Korkudan emin olanlar,
Hidayete kavuşanlardır.”(En’am 81-82)
Puta tapanlar,
Bu sözler karşısında,
Ne söyleyeceklerini,
Ne yapacaklarını bilemediler,
Şaşırıp kaldılar.
Zaten İbrahim’in amacı da;
Onları Allah’ın azabıyla korkutmak,
Putlara tapmaktan onları vazgeçirtmekti!..
Nemrut İbrahim’e;
-Ey İBRAHİM!
-O ibadet ettiğin, taptığın,
Başkalarını da davet ettiğin,
Kudretini pek yüce gösterdiğin,
Başka ilahlardan üstün saydığın Allah,
Nasıl bir şeydir?
Bizim putlarımızı gördüğümüz gibi,
Sen de Onu görüyor musun?
Hiç gördüğün var mıdır?
Hz. İbrahim susturucu bir cevap verdi.
“İbrahim,
Benim Rabbim diriltir ve öldürür.”(Bakar 260)
Çünkü hayat verenin de, alanın da,
ALLAH olduğunu biliyorlardı!
Allah ilk imanı göğsüne doldururken!
-Ey Rabbim demişti!
Ölüleri nasıl diriltir sin sen?
Diye sormuştu.
Hak Tealâ da:
Ya İbrahim!
SEN BENİM ÖLÜYÜ DİRİLTİP,
DİRİYİ ÖLDÜRDÜĞÜME İNANMADIN MI? Demişti.
İbrahim;
“Evet inandım. Fakat kalbim tam inansın diye,
Sordum demişti.”Bakara 260)
O zaman Rabbil alemin!
- Sen dört cinsten dört kuş yakala.
İyice gözden geçir, incele.
Sonra onları parçala,
Her dağın başına onlardan,
Birer parça bırak.
Sonra çağır onları!
Onlar sana yine geleceklerdir.
Sen bil ki senin Rabbin,
Dilediğinde galip ve üstündür.
Hikmet sahibidir!..
Bunun üzerine İbrahim’in,
Tavus kuşu,
Horoz,
Güvercin ve Karga yı bulduğu rivayet edilir.
Bunlar:
(Tavus kuşu, süsün ziynetin.
Horoz uyanıklığın,
Güvercin, havaya yükselmenin.
Karga, nefsin tamahkârlığının,
Uzun yaşamanın sıfatıdır.
İnsanda olgunluk, bunların silinip atılmasındadır.
Diye tefsir edilmiştir.)
İbrahim söylendiği gibi,
Bu dört kuşu keser.
Tüylerini yolar.
Etlerini birbirine karıştırır.
Sonra yedi tepenin başına koyar bunları!
Başlarını da yanında saklar.
Sonra da ,
Allah’ın izni ile!
Gelin bana diye çağırır.
Tepelerden uçup gelen parçaların,
Kendi parçalarıyla,
Kemiklerin, kendi kemikleriyle,
Tüylerin kendi tüyleriyle buluştuğunu,
Dört başsız kuşun uçarak kendine geldiğini,
Kafalarıyla buluşup canlandığını görür!
(Tibyân tercümesi, sahife 110-111)
İşte bu dört kuşun ölüp te,
Dirilmesine şahit olan İbrahim,
Nemrut’a der ki;
-Ey Hakan!
Benim Allah’ım,
Hem öldüren hem diriltendir.
Hayat verir can alır O!...
Nemrut bir kahkaha atar!...
-Demek senin Rabbin,
Hem dirilten hem öldürendir?
Bunu ben de yapabilirim.
“Hem öldürür hem diriltirim.” Der!
İbrahim sorar Nemrut’a!
-Sen nasıl öldürüp, diriltiyor sun?”
Nemrut da alaylı, alaylı güler!
Ölüme mahkûm ettiği iki kişiyi getirtir.
Birinin başını vurdurur oracıkta öldürür.
Ötekini de serbest bırakır.
Gördün mü?
İşte hem öldürdüm,
Hem de dirilttim der…
O zaman İbrahim:
“Yüce Allah güneşi doğudan doğduruyor,
Batıdan batırıyor!
Hadi sen onu batıdan doğdur bakalım! Deyince,
Nemrut o zaman ne diyeceğini şaşırır ve susar!
Başka soru sormaya cesaret edemedi.
Allah zalimleri başarılı kılmazdı.”(Bakara 258)
-Siz Allah’a tapın.
Allah’a tapmak sizin için hayırlıdır.
Bunu bir bilseniz.
Siz Allah’ı bırakıp,
Yalanlar uyduruyorsunuz.
Sizin taptığınız şeyler size,
Bir rızık veremez.
Buna güçleri yetmez.
Rızkınızı Allah yönünde arayın.
Ona kulluk edin.
Ona şükürde bulunun.
Hepiniz yine Ona döneceksiniz.
Yer yüzünde gezin dolaşın.
Allah’ın peygamberine düşen vazife,
Sadece tebliğden ibarettir.
Nemrut’un halkı halâ susuyordu.
İbrahim devamla;
“Allah’ımın her şeyi yapmağa gücü yeter.
Allah dilediğini azaba uğratır.
Dilediğine rahmet eder.
Hepiniz tekrar Ona döneceksiniz.”(Ankebut 20-21)
İBRAH’İMİN ATEŞE ATILMASI
Nemrut,
HZ. İbrahim’le tartışamayacağını anlamıştı.
Halkı da;
-Öldürün onu!
Ateşe atın Onu,
Diye bağrışmaya başladı!.
Onu yakın!
İlâhlarımızın öcünü alın.
Diye bağrışıyorlardı.
Bu olay şöyle rivayet edilir.
Nemrut’a : “İbrahim’i ateşte yakınız.”
Diye bağıran Hayzen’dir.
Allah’ın buyruğu ile,
Yer onu yedi yuttu!
Kıyamete kadar orada o sarsılıp duracaktır.
Nemrut. Onun sözü üzerine:
İbrahim’i yakalayın!
Büyük bir ateş yakın!
Onu oraya atın.
Hasta yatağındakiler bile,
-Keşke kalkabilsek,
Bizde odun toplayıp atsak ateşe,
Diye hayıflanıyorlardı.
İbrahim Allah’ına güveniyordu.
Yüreğine hiçbir umutsuzluk düşmemişti.
Bir elem değil!
Sevinç sarmıştı.
Ateşe doğru yürürken,
Başını şöyle kaldırıp bakınca,
Rabbine şöyle dedi.
-Ey Rabbim!
Sen gökte Tek yaratansın.
Bense yer yüzünde tek kalmış biriyim.
Yer yüzünde benden başka sana inan yok!
Senin yardımın bana yeter.
Sen ne güzel bir yardımcısın!
O zaman ateşe bir emir geldi.
“Ey ateş!
Sen İbrahim’e karşı,
Bir soğukluk, bir selâmetlik yeri ol”(Enbiya 69)
Bu Cebrail’in sesi idi.
Ateş’e tebliğ ediyordu.
Rivayet odur ki;
Eğer Allah ateşe,
“Soğuk yer ol” dediği zaman,
“Selâmet yeri ol” demeseydi!
HZ. İbrahim soğuğun şiddetinden donacaktı.
Ve yer yüzünde yanan ne kadar ateş varsa,
Allah’ın emrinin kendilerine geldiğini sanacak,
Söneceklerdi.
Böylece yer yüzünde hayat son bulacaktı.
İbrahim!
-Ben Rabbimin emrettiği yere gidiyorum.
O bana yolumu gösterir demişti.
O sırada Cebrail;
Ya İbrahim!
Allah’tan bir dileğin var mı? Dedi.
İbrahim!
-Ben Allah’a yönümü döndüm.
Bir dileğim yoktur. Deyince!
Yüce Mevlâ;
-“Ey Halil’im!” Dedi.
Ondan sonra Onun adı,
HALİLLULLAH oldu.
Dergâh-ı İlâhi’nin, huzurundan kovulan
Nemrut’un, istilâ ateşi, alev alev,
Duman duman sardı, sardı dört yanı.
Mancınığa koyup, o hain Nemrut,
Atmak üzereyken İbrahim’i,
Melekler dediler ki ya Rab,
“BİRliğine inanan o,
Odur senin Resulün.
Ona acı ya Rab!
Ya da izin ver,
Bitirelim işini”
Dergâh-ı İlâhiden,
İzin çıktı onlara!
“-Yardımına gidin !..”Dendi!..
Bulutlar meleği!
İbrahim’e:
“---Ey Halillullah:
İznin olursa eğer,
Ceza selini, salayım üstlerine,
Düşmanlık ve inat binalarını,
Yıkayım tepelerine!..
Fesat ateşlerini, bir anda söndüreyim.”
Yer meleği de:
“----Nemrut’u ben,
Karun gibi çekeyim, şu toprağın altına”. Dedi.
İbrahim Halillullah:
“----Hayır olmaz!…
Ne gelirse Hak’tandır,
Razıyım ben olana,
Sakın ha girmeyin siz Tanrı ile arama.
Lutfu da hoş, kahrı da…..”
……..Allah’ın sevgilisi,
…………..Böyle deyince,
………………Yanan o ateşe,
Rabbinden geldi nida;
“Ey ateş!
İbrahim’e karşı serin ve zararsız ol .” (Enbiya 69)
…….O zaman yakmadı İbrahim’i,
………….Yakmadı har ateş,
……………….Şefkat yolunu seçip,
………………….…Ona oldu serin eş.
Ey dünya imalât hanesinin işçileri,
Ey varlık hazinesinin bekçileri,
Bana dosttan gelen, her sıkıntı bir sevinç,
Her üzüntü bir neşe, karşı koyamam,
Karşı koyamam ben, benim için bir övünç…
Derdine razı olan, asla derman istemez,
Mihneti seven âşık, rahat-ı can istemez,
Böyle aşk âleminde, kimi isterse o yâr,
Sabreder cefasına, başka canan istemez.
………..Diyerek ateşlerde yanmaya,
…………….Yârin sunduğu aşkın,
…………………Deryasına banmaya razı oldu.
Fırlatıldı taş gibi,
Har ateşin içine,
Tam düşecekti ki,
Tutundu Cebrail, onun eteğine!...
“--------Var mı şu anda benden?
--------Bir isteğin dileğin?!”
Evet var!..
“----Var ama,
………..O istek senden değil!..
..……………Rabbim görüyor beni,
……………….Odur benim tek ecem.
…………………….Ona muhtacım,
……………Odur gündüzüm gecem..”
Sevdiğine dert veren, gafil olmaz dertliden,
Sadık olan âşıklar, dertlenmez hiç halinden,
Anladım siz bırakın, çaresizlik kendimden,
İsterse sıhhat verir, kurtarır o derdimden.
Nemrut!
Tamam mutlaka yanmıştır diye düşündü.
Atladı atına sürdü onu ateş’in yanına.
Odunlar halâ yanmakta idi.
Nemrut birde ne görsün!
İbrahim’in yanında,
Kendi gibi biri daha vardı,
Birlikte oturuyorlardı ateş’in içinde!...
Geldiği gibi sürdü atını,
Sürdü gerisin geriye…
Şaşırmıştı,
Ne yapacağını bilmiyordu.
Topladı halkını.
BABİL KULESİNİN YAPILMASI
Dedi ki onlara;
-Ben İbrahim’i ateş’in içinde,
Otururken gördüm.
O halâ diri.
Ben bir şey anlamadım.
Bana hemen!
Yüksekçe bir kule yapın.
Ateşteki İbrahim’i oradan gözetleyeyim. Dedi.
Köleler, askerler, halk,
Arzu ettiği kuleyi yaptılar acele.
Çıktı kulenin tepesine,
Baktı uzun, uzun ateş’e!....
Geçekten İbrahim ve kendi gibi giyimli biri,
Oturuyordu ateşin içinde.
Haykırdı İbrahim’e!
-Ey İbrahim!
Sen bu ateş’in içinden çıkabilir misin?
İbrahim,
-Evet çıkabilirim dedi.
Ateşin içinde kalırsan eğer,
Alevlerin sana zarar vermesinden korkar mısın?
İbrahim,
-Hayır korkmam! Diye cevap verdi.
Nemrut,
-Öyleyse çık ateşten, yanıma gel! Dedi.
İbrahim kalktı ayağa,
Ateşlere, kızıl korlara basa, basa çıktı,
Çıktı ateş’in içinden geldi Nemrut’un yanına.
Sordu Nemrut:
-Senin yanında oturan biri vardı.
Kimdi o?
-O mu!...
O gölgeler meleği idi.
Yüce Rabbim onu, benimle konuşsun diye göndermiş!
O melek,
Yakıcı ateşi benim için soğuttu!
Ateşi selâmet yeri yaptı.
Ateşte beni yakmadı. Dedi.
Nemrut o zaman,
-Ben dedi senin Rabbine kurban sunacağım.
Onun kudret ve yüceliğini,
Sana yardımcı olduğunu gördüm.
Gördüm amma!
Onun TEK Rabbim olduğuna inanmayacağım!
Tam dört bin sığır kurban edeceğim.
İbrahim!
Dört bin değil,
On dört bin kurban sunsan,
Bir manâ ifade etmez.
Kurbanın kabul olması için,
Bu batıl inancını terk etmen gerek!
Nemrut!
Ben ülkemi halkımı,
Dinimi bırakmak niyetinde değilim.
Ama ona mutlaka,
Kurban sunacağım dedi.
Dört tane sığır kestirdi.
İbrahim’e de var sen de,
Kendi halinde kal!
Ülkemde serbestçe dolaş dedi.
Sadık olan âşıklara ar olur,
Yabancının tedbiri,
Arayan bulur,
Muhabbet denizini,
Coşturan O TEK BİR’i.
İBRAHİM’İN SINANMASI
“Bir zamanlar
Yüce Allah sınamış
Kelimelerle İbrahim peygamberi!
Verilen emri,
Getirince yerine,
Ben seni önder
Yapacağım demişti.”(Bakara 124)
İbrahim de:
Ey Allah’ım!
-Soyumdan da önderler yap!
Diye dua etmişti.
Müfessirler diyor ki;
İbrahim’e öğretilen kelimelerde,
Yasaklar ve emirler, bulunmaktaydı.
Bunlar yerine geldi.
Emirler şunlar:
……Bıyık kısaltmak,
……….Ağzı burnu yıkamak,
……………Misvak kullanmak,
………………..Saçlarını taramak,
…………………….Tırnağı kesmek,
……………………….Edep yerini, koltuk altını,
……………………….…Tıraş etmekti…..
Bazı müfessirlere göre de;
…………Kavminden ayrılması,
………………….Nemrut’a karşı,
……………………….Mücadele etmesi,
…………………………….Ateş’e sabretmesi,
………………………………Daha sonra da,
……………….…….Hicret etmesi,
…………..…….Konuk ağırlaması,
……………Gibi şeylerdi…
………..Yüce Rab,
….Yaptıklarından memnun oldu.
……………..Bu kelimeler on’u buldu.
………………….Böylece ona da on suhuf verildi…
O açıktan açığa,
Hem babasıyla,
Hem de kral Nemrut’ la,
Mücadeleye başladı.
Hem de hiç korkmadan.
Allah’tan başka,
İnanmadı bir şeye,
Kendinden önce gelen,
Adem,
…Şit,
…..İdris,
…… Nuh,
………Hud
…………Salih,
Peygamberlerin,
İnandığı Allah’a inandı o da!..
………..İşte bu yüzden,
…………….Nemrut ateşe atıp,
………………..Öldürmek istedi.
…………………..….Ümit bahçesi,
………………….Sabır bulutu ile sulanır,
………………Şunu da iyi anla,
…………Sabırla inci olur,
……………….…Gözden düşen
……………………….….Her damla.
………………………..Sabreden her bir gönül,
……………………..Aydınlık kalır,
………………..Parlayan güneşten,
……………Mutlaka ışık alır.
……………….Sınavın en büyüğü,
………………………Sözünde durmak,
…………………………..Rabbinin huzuruna.
……………………….……Temiz bir kalple,
………………………………..Hep mutlulukla varmak.
İBRAHİM A.S.
Hayatında Allah rızası için,
Üç kez yalan söylemişti.
Birincisi:
Nemrud’un ülkesinde iken,
Hasta olmadığı halde,
“Ben hastayım ayaklarım tutmuyor” demişti.
İkincisi:
Putları kırdığı zaman,
“Ben kırmadım en büyük put kırmıştır.” dedi.
Üçüncüsü de:
Mısır Firavununa karşı,
”Sara kız kardeşimdir” demesidir.
NEMRUTTAN AYRILMASI VE
EVLENMESİ
Hz. İbrahim’in kayın babası Tarih,
Bir gün bütün aileyi topladı.
Haydi oğullarım bu UR şehrinden çıkalım.
Memleketimiz Harana gidelim.
Oradan da Kenan iline geçer,
Orada rahat rahat yaşarız dedi.
Bu teklif İbrahim’in ve
Ona yeni inanlarında hoşuna gitti.
Nemrut’un yanından ayrıldılar.
Kafilede,
Ateş olayına şahit olanlardan,
Az da olsa inanan vardı.
Karısı Sara da İbrahim’e inanmıştı.
Ağabeyi Harun’un ve onun oğlu,
LUT da iman edenler arasındaydı.
Hz. İbrahim ve yanında gidenler için,
Bakınız Kur’an ne diyor.
“İbrahim ve yanındakilerin sözlerinde,
Sizin için güzel bir örnek vardır.”
Vaktiyle kavimlerine demişlerdi ki;
“Biz, sizlerden ve Allah’u Tealâdan gayrı,
İbadet ettiğiniz putlarınızdan uzağız.
Siz Allah’ın varlığına, BİR’liğine inanmadıkça,
Sizi tanımıyoruz.”
Aramızda bir düşmanlık ve buğz baş gösterdi.
“Ancak İbrahim’in babası için şöyle demesi,
Bir başkalık olmuştur.”
-“Elbette senin için, bir mağfiret dileyeceğim.
Fakat Allah’ın gazabından hiçbir şeyi,
Kaldırmaya gücüm yetmez”.(Mümtehine 4)
İbrahim Hârrân hükümdarının kızı.
Sara ile evleneli,
Otuz yedi yıl olmuş amma,
Çocukları olmamıştı.
Bir kervan halinde yola düşmüşler.
Kuzeye doğru ilerleyip,
Urfa şehrinden geçmişler,
Geçerken soğuk sular içmişler.
İçtikleri suda kutsal balıklar türemiş.
Sonra Suriye sınırına yakın,
Hârrân şehrine gelmişler,
Azer’in günleri burada son bulmuş.
205 yıl yaşamış, ölünce,
Hârâna gömülmüş…….
Günlerden bir gün,
Hârrân şehrinde,
Cebrail Aleyhisselâm,
Gökten inerek;
-Ya İbrahim!
Sen bu diyardan,
Baba ocağından, yakınlarının yanından ayrılacaksın.
Yüce Allah böyle buyuruyor.
Sana gösterilen diyara gideceksin.
-Başka ne buyurdu? Ey Cebrail dedi.
Buyurdu ki;
-“Ey İbrahim!
Ben seni büyük bir millet yapacağım.
Senin dölüne bereketler vereceğim.
Seni mübarek kılacağım.
Sana hayır duada bulunanlara da, bereket vereceğim.
Sana bed dua edenlere lânet edeceğim.
Gideceğin yerdeki oymaklar,
Seninle mutlu ve mübarek olacaklar” Dedi.
Bunun üzerine İbrahim’in gözlerinde,
Bir ümit ışığı parıldadı.
Karısı Sara ne zamandan beri çocuk doğurmamıştı!
Çünkü o kısırdı.
Acaba büyük bir millet olacaksın diye,
Müjdelenen nesil Saradan mı üreyecekti?
HZ.İbrahim, emre uyarak,
Allah’ın gösterdiği
Kenan diyarına göç hazırlığına başladı.
Yanına kardeşi Harunun oğlu Lut’u da aldı.
O tarihlerde 75 yaşında idi.
Hârran da zengin olmuşlardı.
Büyük bir kafileyle yola koyuldular.
Suriye Sınırından, güneye doğru ilerleyip,
Lübnan dağları vadilerine geçtiler.
Sonunda Kenan diyarına geldiler.
Cebrail yine geldi.
-Ya İbrahim,
Hak Tealâ,
Burayı senin soyuna, sopuna,
Vatan kıldı dedi.
Buna çok sevinen İbrahim,
Bu müjdeyi Saraya da söyledi.
O da, Ya İbrahim!
Benim hiç oğlum olmuyor ki!
Geleceğini de ummuyorum.
Neslimiz nasıl üreyip de,buralara sahip çıkacaklar. Dedi.
İbrahim!
Üzülme Ya SARA !
Yüce Allah bir gün seni bir oğlanla sevindirecek
Seni bahtiyar kılacaktır.
Diye onu teselli etti.
Sonra bu yerde,
Yüce Rabbe bir mescit yaptı.
Kavmine döndü.
Ey kavmim haydin!
Hazır olun gidiyoruz dedi.
Girdi mescide, açtı elini Rabbine!
-Yarabbi!
Sen bize hayırlı yolculuklar ihsan et!
Diye dua etti.
Büyük bir kafile yola koyuldu sonunda.
Günlerce güney’e doğru yol aldılar.
Bir beldeye geldiler.
Geldiler gelmesine de,
O yıl o beldede kıtlık çıkmıştı!
Burada barınamayız dediler.
…..“Kuşlar yolcu,
………Sürü yorgun,
…………Kayalar gölgelenmiş,
………………..Dere dilsiz!...
………….Köye inen izler boş….
………Çoban dalgın,
….Çözülme var toprakta….
…………………….Başaklar küskün,
……………………..Akşam rüzgârı suskun!
…………………..Karınca yuvaları aç.
…………..….Bereket durmuş…
………..Yaprak kovmuş böcekleri,
……..Güneş ufukta secdede!....
…..Kan ağlıyor gözleri…
…..Cihana göz açtığı günde,
………Bu hasta saatte,
…………Toprağın tek garibi benim belki de….
………………Böyle karşılanmaktan şaşkınım.
……………………Perişanım.
…………………………..Diyordu beklide…….
………………………Gece kovalıyor peşinden!...
…………………Yarasalar gülüyor haline….
“Bir kudret ki tutmuş bileklerimden,
Hakikate sürüklüyorlar,
Hem aklımı hem beni.
Ne yapsam,
Tanımasam,
İnanmasam,
Teslim olmasam,
Ben de çözüleceğim…..
Ben de döküleceğim…..
Hayır,
Hayır taş kesileceğim.”
Diye hayal kuruyordu İbrahim!.....
MISIR’A GİTMESİ
Yollarına devam etmeye karar verdiler.
Mısır’a doğru gideceklerdi.
O zamanlar Mısır’ı,
Firavunlar yönetiyordu.
Mısır’a girerken,
İbrahim a.s.
Sara’nın devesine yaklaştı.
Sara’ya şöyle dedi.
-Ey benim yoldaşım,
Ey hayat arkadaşım.
Sen eli ayağı düzgün,
Nur yüzlü, kara gözlü,
Çok güzel bir kadınsın!
Ben bunun farkındayım.
Her zaman, her yerde,
Hep senin yanındayım.
Amma!
Mısırı yöneten Firavunun bana zarar vermesinden,
Beni öldürmelerinden endişe ediyorum.
Seni görünce onlar!
“Bu şunun karısıdır derler”
Sana sahip olmak için beni öldürebilirler!
Peki dedi Sara,
Ne yapmamı istiyorsun?
Senin için ne yapabilirim?
İbrahim:
Sana kimsin diye sorarlarsa,
Onlara ben İbrahim’in kız kardeşiyim de!
Sara sadece güzel değil!
İyi huylu, kocasına sadık, itaatkâr bir kadındı!
Tamam dedi.
-Ben senin kız kardeşinim!
İbrahim;
-Allah senden razı olsun ya Sara dedi.
Kafile Mısır’ın başkentine gelmişi.
Mısırlılar,
Onları ilgiyle izliyorlardı.
Sara’yı görenler,
Parmaklarıyla gösterip,
-Şuna bakın şuna!
Ne kadar güzel bir kadın değil mi?
Diye hayranlıklarını dile getiriyorlardı.
Onların içinde biri var ki,
O Firavunun adamı idi.
Doğruca saraya koştu.
Hükümdar’a;
-Senin topraklarına birisi geldi.
Yanında bir kadın var ki,
Güzel mi güzel,
Bakmalara kıyamazsın!
Diye meth-u sena eyledi!
Mısır Firavunu bu övme karşısında,
Sen git o adamı bana getir dedi.
Az sonra İbrahim,
Firavunun karşısındaydı.
Firavun sordu:
-Yanındaki o kadın kimdir?
İbrahim;
-Kız kardeşimdir dedi.
Firavun;
Sen git de kız kardeşini gönder!
İbrahim peki dedi.
Çıktı Firavunun yanından.
Karısı, Saranın yanına geldiğinde,
Olanları anlattı.
Seni çağırıyor Firavun!
Sakın beni yalancı çıkarma.
Zaten kafilede ikimizden başka,
Allah’a tam manâsıyla inanan yok.
Allah bizimle beraberdir. Dedi.
Sara;
-Sen korkma ya İbrahim deyip,
Ayrıldı İbrahim’den doğruca Firavuna gitti.
İbrahim, durdu Rabbin divanına,
İki rekat namaz kıldı.
Açtı elini Rabbine!
-Ya Rabbi!
Bizim senden başka koruyucumuz yok.
Sana inandık
Sana güvendik,
Bize yardım et!
Sen Sara’nın yardımcısı ol!
Güzel Allah’ım!
Diye dua ve niyazda bulundu.
Sara Firavunun karşısındaydı.
Ay parçası,
Yay kaşlı,
Kara gözlü Sara’yı görünce Firavun,
Mest oldu.
Adamlarına döndü:
Bu kadının kardeşine derhal,
Sığır, koyun, keçi , at eşek,
Cariyeler götürün!
Ona armağan edin dedi.
Hemen dedikleri yapıldı,
Armağanlar İbrahim’in bulunduğu,
Kafileye ulaştı.
Ey aşk sen nelere kadirsin?
Kiminin yüreğine aşk düşürür,
Kadehlerde dudak izi aratır!
Vezir edersin!
Kimini derde sokar,
Çileler çektirir,
Sevdiğine bin pişman,
Rezil edersin!
Firavun, Sara ile kaldı baş başa,
Meftun oldu ona,
Ondaki güzellik bambaşka!
Düşürdü onu aşka,
Yavaşça yaklaştı.
Onu kucaklamak,
Kollarının arasına almak istiyordu.
Elini uzattı.
Uzattı uzatmasına da,
Ne mümkün ona dokunmak!
İbrahim’in duası kabul olmuştu.
Uzanan eli gizli bir güç,
Mengene gibi sıktı!
Kaskatı kalmıştı kolu!
Şaşırdı Firavun!
Demek ki,
Yaptığı davranışıtan dolayı,
Mabutları gazaba gelmişti.
Onların kahrına uğramıştı.
Demek ki bu kadın, şanı yüce birisiydi!
Saraya yalvarmaya başladı.
-Ey şanı yüce kadın!
Attırmadın bir adım.
Kurudu kaldı kolum!
Kolumun açılması için,
Mabutlara dua et.
Kolum iyileşirse sana,
Bir kıl kadar dokunmayacağım.
Sana bağışlarda bulunacağım.
En büyük mabudumun adına ant içerim ki;
Sözümde duracağım.
Sara bu durum karşısında,
Ellerini kaldırdı Yüce Allah’a:
-Ey benim Yüce Rabbim!
Firavun doğru söylüyorsa,
Elini eski haline getir.
Diye niyaz eyledi.
Rabbi, bu Salih kadının duasını kabul etti.
Firavunun elini açtı.
Firavun bu!..
Sözünde durur mu?
Tabii ki durmaz.
Eli açılınca yine uzandı Sara’ya!
Bu kez de aynı gizli el,
Bir pençe daha vurarak elinin,
Daha ileriye gitmesine izin vermedi!
Hükümdar yine yalvarmaya başladı.
Ne olur dua et,
Dua et benim için kolum açısın!
Sara, yine dua etti.
Eli yine açıldı.
Firavun yine uzatmak isteyince,
Kurudu kolu kaskatı!
Firavun çağırdı adamını,
Sen bana kadın değil,
Bir cadı getirmişsin dedi.
Döndü Sara Hatuna,
-Haydi sen de kardeşinin yanına dön! Dedi.
Sana bir de cariye bağışlıyorum.
Al o da senin olsun dedi.
Sonra bu kadının ,
İbrahim’in karısı olduğunu öğrendi.
Çağırttı İbrahim’i.
-Bana ettiğin bu zulüm nedir dedi?
Niçin bu kadının, karın olduğunu söylemedin?
Ben onu, karım olsun istemiştim.
Haydi al karını !
Çıkın gidin ülkemden! Dedi.
İbrahim anladı ki,
Sara Allah katında da makbul bir kişi idi.
SARA’NIN HACER’İ ARMAĞAN ETMESİ
Sara;
Ey İBRAHİM!
Allah beni azgın Firavundan korudu,
Bana uzanan kolu farıdı.
Bana Hacer adında bir de köle verdi.
İbrahim, bu cariyeyi,
Hizmetinde kullanmaya başladı.
Sara, daha sonra Onu İbrahim’e hediye edecektir.
Bu cariye:
HZ. Muhammed’e kadar gelecek olan neslin,
Büyüklerin büyüğü,
Büyük annesi olacaktı.
Bu kadın Hacer validemizdi.
Günün son ışıkları yüzüne vururken,
Karısı Sara’nın çadırına yürürken,
Güneşin kızıllığının düştüğü dereye baktı.
Adamın biri çocuğunu,
Derenin içinde takdis ediyordu.
Ah benim de bir oğlum olsa diyordu!...
-------Ey Yüce Rabbim.!
“Bana Salihlerden(Bir oğul) ihsan et!”
Diye dua ediyordu.(Saffat 100) İbrahim!..
…………………Emir alan melekler,
…………………….Selâm verip, girince,
…..Girince Sara’nın odasına,
O: “Doğrusu ben sizden korkuyorum”
Demişti.
“Korkma biz sana,
Bilgin bir oğlun olacağını,
Müjdelemeye geldik” dediler.
……………………..“Ben kocamışken bana
………………..Müjde mi veriyorsunuz.”
Deyince:
……….“Umutsuzlardan olma,
……………….Gerçekten seni müjdeliyoruz.”
………………….Dedi Cebrail (Hicr 54-55)
Yavaşça çadıra yaklaştı.
Çadırın kapısı açıktı.
Omzunu dayadı çadıra.
Sara geldiğini duyunca,
Fırladı yerinden,
Sevgili kocası İbrahim’le göz göze geldiler.
İbrahim, sabredelim Allah’ın lütfu geniş!
Ya Sara!
Dilerse Rabbim,
Elbet bizim de bir çocuğumuz olur,
Diye teselli etmeye çalışıyordu…
Sara;
- Ben bu kadar kocamışken mi çocuğum olacak?
Rabbim beni mahrum ediyor diyordu.
Ama ben senin bir çocuğun olsun istiyorum.
Varsın benden olmasın….
İster bir cariyeden olsun!
Ben buna da razıyım.
Diyordu Sara!…
Kaç gündür düşündüm.
Bir karara vardım.
Şöyle ki;
-Firavunun bana hediye ettiği,
Mısırlı cariye var ya!
Hacer!..
Onu sana sunacağım.
Al Onu…
Sana arkadaşlık etsin.
Yatağında karılık.
Ondan bir çocuğun olursa,
Ben de sevinirim.
Onu kendi çocuğum gibi büyütür,
Okşar bakarım.
Analık sevgisini kalbimde duyarım.
İçinden bir ses,
Kabul et!
Neslinin bir kısmı bundan türeyecek diyordu!..
Peki dedi.
Peki ya Sara kabul ediyorum!
Rabbil Alemin ,
Ondan bize bir çocuk bahşeder.
Yuvamız neşelenir.
Gönüllerimizde sevinç kuşları,
Kanat çırpar dedi.
O gece Sara ile yattılar.
Sara, büyük bir ümit ve mutlulukla,
İbrahim’in başını göğsüne dayadı,
Rahat bir uykuya daldı.
Ertesi sabah,
Gün ışımış,
Işıklarını çöl’ün kumlarına saçmaya başlamıştı.
Hacer omzunda testisiyle,
Su doldurmaya gidiyordu.
Sara, genç Mısırlı kıza seslendi.
Hacer!
Çadırıma gel!.
Genç kız,
Hızlı adımlarla yürüdü,
Hanımın çadırına geldi.
Su testisini kenara koydu.
Buyur hanımım dedi.
Sara tatlı bir eda,
Sevecen bir bakışla,
Bak Hacer kızım dedi;
Biliyorsun,
Yıllardır bizim bir çocuğumuz olmuyor.
Harandan Şam’a,
Şamdan Mısır’a,
Mısırdan buraya kadar sürekli yoculuklarımız,
Belki buna engel oldu.
Bu güzel Kenan diyarında,
Bir çocuğum olsun istedim.
Ama on yıl geçmesine rağmen olmadı.
Sen bundan sonra,
Benim gibi İbrahim’in karısı olacaksın!
Kendini ona teslim et,
Ondan bir evlât sahibi ol!...
Ben ona kendi çocuğum gibi bakacağım.
Hacerden ses çıkmadı.
Hak Tealâ bu hediye için:
“Bizde ona yumuşak huylu
Bir oğlan müjdeledik” .(Saffat 101)
O gece Hacer,
İbrahim’in çadırındaydı.
O da bir kocaya kavuşmuştu.
İbrahim Hacer’le evlendi.
Sık sık dua etmeye başladı.
Oğlu olursa onu,
Rabbine kurban edecekti.
Hacer,
Hz. İbrahim’in çadırında yattığı ilk gecede,
Hamile kalmıştı.
Mevkinin yükselmesinden dolayı,
Hem çok seviniyor, gururlanıyor,
Hem de içine bir büyüklük düşüyordu.
Çünkü O,
Sara’nın yapamadığını yapmıştı.
Sara’ya, yukarıdan bakmaya başlamıştı.
Hele bu çocuk erkek olursa,
Allah Peygamberlerinin soyu,
Kendi kanından gelecekti.
Böyle bir şerefe gururlanılmaz mıydı!..
HZ.İbrahim de Onu çok sever olmuştu.
Kendine bir evlât vereceği için,
Ona sevgi dolu gözlerle bakıyordu.
Her gece birlikte,
Aynı yastığa baş koyuyorlardı…
Bu hal Sara’ya çok dokundu.
Günler geçtikçe,
Göğsünde kin ve kıskançlık damarları kabarıyordu!
Bir cariyenin gözünde küçülmesi ne demekti.
Koştu İbrahim’e!...
KISKANÇLIK GÜNLERİ
Kadınlık gururu galeyana gelmişti.
Dedi ki İbrahim’e:
-Bana karşı yapılan bu hareket.
Bu zulüm,
Senin üzerine olsun!..
Ben cariyem Hacer’i,
Senin koynuna verdiğim günden beri,
Bana hakaret dolu gözlerle bakıyor.
Beni umursamıyor.
Beni küçük,
Kendini yüce bir kadın görüyor!...
Aramızda,
Yüce Rabbim hüküm versin artık dedi!...
HZ. İbrahim,
Çok sevdiği karısı Sara’ya baktı.
-Üzülme kadınım dedi.
Sen yine benim baş tacımsın.
Evlât hasretiyle saplanan o hançeri,
Çıkarmak için Hacer’i,
Evlât sahibi olmamız için,
Yatağıma getiren sensin.
O, halâ cariyendir.
İster sev, ister eziyet et,
Sen bilirsin,
Ne dilersen onu yap! Dedi…
Sara!
Peki o zaman,
Ne yapacağımı,
Hemen görürsün dedi.
HACER’İN ÇEKTİĞİ CEFA
Artık Hacer’in rahatı kaçmıştı.
Bu sefer,
Kendisine hakaret eden,
Ona, kocamdan bir çocuğa gebe kalmakla,
Ne oldun?
Ne oldum delisi oldun!
Diye iğneliyor.
Bazan da kolundan çekip,
İtip kakıyordu.
Hattâ İbrahim’in çadırına bile,
Girmesini yasaklıyordu.
Zavallı Hacer,
Büyük bir üzüntüye uğramıştı.
Bütün emelleri sönecek miydi?
Her gece bir çadır,
Köşesine çekiliyor, üzülüyor,
Hüngür, hüngür ağlıyordu.
Peygamber olarak gelecek ,
Adı İsmail olacak çocuğun zavallı annesi,
Hacer valideydi bu….
Bir sabah gözü yaşlı çıktı çadırdan,
Bakındı etrafına,
Güneş ışıklarını yeni yayıyordu.
Bunca acı, bunca hakaret,
Onu çok yıpratmıştı,
Çekilmez bir hayattı bu!...
Kaçacağım buradan dedi.
Kendi kendine!...
Kendimi çöllere atacağım.
Benden ne evlât umsun!
Ne de soy sop!...
Ama bir taraftan da,
Karnımdakine yazık olacak!
Bana yazık olacak diye de düşünüyordu…
Karnındaki çocuğu sevdi.
Okşadı.
Onu kaybetmemeliydi.
Bu düşüncelerle kendini,
Çöl’ün kızgın kumlarına attı…
Güneşten kavrulan kumlar,
Hacer’i de kavuruyordu!.
Dayanılması mümkün değildi bu çöl sıcağına.
ŞÜR yolu denen yere kadar gitti.
Susamıştı, boğazı kuruyordu.
Karnındaki çocuk da serinlik istiyordu.
Bir pınara rastladı.
Oraya doğru koştu,
Hurma ağacının gölgesine çöktü.
Avucuyla su içti.
Yüzünü yıkadı.
Serinlemeye çalıştı,
Ahir zaman peygamberinin,
Büyük annesi!..
Birden karşısında yolcu kılığında,
Allah’ın elçisi Cebrail göründü!..
Hacer’e doğru ilerledi.
Şaşırmıştı Hacer!
Korktu da!
Yolcu;
-Korkma evlât dedi.
Ben de babanım,
Ben de senin bir yakınınım!
-Sen Hacersin değil mi?
-Evet,
Hacer’im ben.
-Nereden gelip, nereye gidersin?
Ey Hacer.
-Hanımım Sara yüzünden kaçıyorum.
Onun yüzünden çöllere attım kendimi!
--Olmadı bu dedi Cebrail!
Kendini kızgın çöllerde,
Yırtıcı hayvanlara yem mi yapacaksın?
Susuzluktan ölmek için mi geldin buralara?
Bu olmadı kızım, olmadı dedi.
Ey yabancı!
-Çektiğim çile,
Çektiğim eziyet tak etti!
Dayanılmaz hal aldı!
Cebrail;
-Onları unut şimdi.
Haydi kalk,
Çadırına dön
Hanımına git,
Onun eli altında dik başını eğ!
Ona itaatli ol!
-Ey yabancı, sen ne diyorsun?
Bana niçin?
Niçin dön diyorsun?
Bana eziyet eden O!
Ben ondan kaçıyorum.
Ey Hacer!
-Ben Allah’ın Elçisi,
Cebrail’im Cebrail!
Yüce Rabbim biliyor,
Sendeki olan hali….
Ben seni biliyorum!
-Sana dön diyorum.
Senin neslin,
Karnındaki çocuktan üreyecek.
Soyun, sopun Ondan çoğaltacak.
Haydi dediğimi yap!..
Dön artık çadırına!
Sen bir peygamberin karısısın,
Kutlu bir çocuğu,
Karnında taşıyorsun!...
Deyince:
Hacer öyle sevindi, öyle sevindi ki,
Çıldıracak gibi oldu.
Ey Cebrail!
-Bu çocuk salimen doğacak mı?
-Evet, hem de bir oğlan!
-Aman Rabbim!
Bu ne mutluluk,
Bu ne lütuf!
Onun adı ne olacak?
-Ona İsmail adı konacak.
-Yüce Allah!
Seni görüyor, şikâyetlerini de duyuyor!
Şunu da bil ki;
Oğlun yad ellere düşecek.
Bura halkına da yabancılaşacak.
Hacer bu sözlere inanıp,
Geldiği yollardan geri döndü.
Çadırına girdi.
Bu sevinçle, derin bir uykuya daldı.
Günler kovaladı günleri,
Dokuz ayın sonunda,
Doğum vakti gelmişti.
-Allah’ım sancılarımı dindir,
Bana yardım et,
Doğurmamı kolaylaştır,
Diye dua etti.
HZ. İSMAİL’İN DOĞUŞU
Yüce Allah,
Dualarını kabul etti.
Ona nur topu gibi bir oğlan verdi.
Sara da,
Büyük bir sevinç içinde,
Hacer’in çadırına koştu.
İşte nur topu gibi bir erkek çocuk,
Karşısında yatıyordu.
Hacer, Sara’yı görünce karşısında!
-Ey Sara!
Şimdilik bizi bırak,
Ana oğul kendimize gelelim.
Sonra yine gel,
Onu babasına götür dedi.
Oğluna süt dolu memelerini uzattı,
İlk sütten Ona tattırdı.
Yüce ALLAH,
Ona loğusalık sancısı vermemişti.
Çabuk kendine geldi ve ayağa kalktı.
O sırada Sara tekrar gelmişti.
Al dedi çocuğu babasına götür.
Aldı babasına götürdü Sara.
İbrahim yaşlı kollarına aldı çocuğu,
Öptü, kokladı.
-Ey Yüce Allah’ım!
Sana hamd ve şükrederim.
Bana bir erkek evlâda kavuşturdun dedi.
Bunun adı İSMAİL olsun!....
Hacer Valide,
Çocuğa İsmail adının konduğunu duyunca;
-Bunda Allah’ın büyük bir hikmeti var.
Aylarca önce bu adı,
Bana Melek müjdelemişti dedi.
Derdine deva bulundu,
Bir oğlu oldu.
Yaşlanmış İbrahim’in.
Her geçen günde,
Muhabbeti çoğaldı.
Yüzü ay gibi,
Parlıyordu çocuğun!
Ona bakmaya,
Doyamadı bir türlü.
Misk-i amberdi,
Saçının her bir teli!
Bağlandı gönlü ona,
Bağlandı muhabbeti.
Ağzından şu sözcükler döküldü;
-----“İlâhi bu ne güzellik!
…………..Ne de tatlı bir surat,
………………..Dil aciz, gönül hayran,
……………………..Bakmalara doyulmaz,
………………………….Bedeni sanki nurdan!...
Meyledince İbrahim, Hak’tan başka birine,
Sevgisini koyunca, Hak sevgisi yerine,
Mecazi sevgilerin, çözüldü gönül bağı.
Merhametli sevgili, kıskandı sevgisini.
Gerçek aşk öyle bir şey, meyletmez başkasına,
Meyletmez Hak’tan başka, asla başka birine.
Yâr istemez âşığın, başka yâr’da gönlünü,
Tereddütler içinde, gönlü bî karar olur.
Soldurmak istemez ki, gonca açan gülünü.
Solarsa gönül gülü, belki bir ağyâr olur.
Ayrılmazsa hiç yârdan, mutluluk onu bulur.
Aksettirir sevgiyi, kırmaz gönül telini,
Gayriye gönül vermez, sevgisi onda kalır.
Kalbinin levhasından, çekmezse hiç elini,
Mutluluğu yakalar, sevdiğine yâr olur.
Çocuk, yavaş, yavaş büyüyordu.
Aylar ayları kovalıyor,
Çocuk büyümeye devam ediyordu.
İkisi de büyük mutluluk yaşıyor,
Sevinçten uçuyordu…..
Sara’nın kıskançlığı
Bu işte,
Mutlu olmayan biri vardı,
Kıskançlık damarları yine kabardı.
Kısırlığının ateşi,
Başına vuruyor,
Gördükçe İsmail’i adeta kuduruyordu!..
Alıntı
Tweet
Benzeyen Konular
Konu:
Yazar
Cevaplar:
Gösterim:
Son Mesaj
Sırrın Sırında…(Gülce Bahçe)
RefikaDogan
0
1,445
18/02/2015, 06:43
Son Mesaj
:
RefikaDogan
Kırık Kalp Kumbarası (Gülce / Bahçe)-MORİ KIZ
Site Yönetimi
0
1,361
02/09/2013, 23:14
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Ah İstanbul! (Gülce Bahçe)
RefikaDogan
0
1,443
07/06/2013, 00:37
Son Mesaj
:
RefikaDogan
NEDEN? (Gülce Bahçe)
aligozutok
1
1,607
12/01/2013, 22:56
Son Mesaj
:
osman7159
AYNI TELDEN (Bahçe)
Dermani
0
1,154
18/12/2012, 14:28
Son Mesaj
:
Dermani
BİR İSTANBUL HATIRASI (Bahçe)
Dermani
0
1,235
12/12/2012, 15:46
Son Mesaj
:
Dermani
Mustafa CEYLAN-Divanü Lügat-it Türk / Beş Oğuz Efsânesi(GÜLCE-Bahçe)
Site Yönetimi
0
1,372
11/04/2012, 00:38
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Mustafa CEYLAN-Divanü Lügat-it Türk / Çiğil Efsânesi(GÜLCE-Bahçe)
Site Yönetimi
0
1,368
11/04/2012, 00:21
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Mustafa CEYLAN-Divanü Lügat-it Türk / Öge-Altun Kan Efsânesi(GÜLCE-Bahçe)
Site Yönetimi
0
1,534
11/04/2012, 00:13
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Mustafa CEYLAN-Divanü Lügat-it Türk / Türk Takvimi Efsânesi(GÜLCE-Bahçe)
Site Yönetimi
0
1,493
10/04/2012, 21:59
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Lütfen seçim yapın:
--------------------
Özel Mesajlar
Kullanıcı paneli
Kimler Çevrim içi
Arama
Ana Sayfa
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-- GÜLCE ŞİİR TÜRLERİNE GÖRE ŞİİRLER
---- BULUŞMA
---- ÇAPRAZLAMA
---- TRİYOLEMSİ
---- ÜÇGÜL
---- ÜÇGEN
---- DÖNENCE
---- TOKMAK
---- AKROSTİK
---- SONE'M
---- GÜLCE
---- TEKİL
---- YİĞİTCE
---- YUNUSCA
---- BAHÇE
---- SERBEST ZİNCİR
---- ÖZGE
---- GÜLİSTAN
---- YEDİVEREN
---- TUĞRA
-- GÜLCE YAZAN ŞAİRLERİMİZİN GÜLCE ve DİĞER ŞİİRLER
---- (H)
------ Harun YİĞİT
------ Harun YİĞİT
------ Hasan ULUSOY
------ Hasan ULUSOY
------ Hatice ALTAŞ(Asi Çiçek)
------ Hatice ALTAŞ
------ Hacer KOZAN
------ Hatice KATRAN
------ Hatice KATRAN
------ Hikmet ÇİFTÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
---- (I-İ)
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim İMER
------ İbrahim İMER
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İhsan ERTEM
------ İhsan ERTEM
------ İsmail KARA(Karozan)
------ İsmail KARA(Karozan)
---- (K)
------ Köksal KIRLIOĞLU
---- (M)
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Meltem ARAS
------ Meral ADAK
------ Meral ADAK
------ Melahat TEMUR
------ Mevlüde DEMİR
------ Mevlüde DEMİR
------ Miktad BAL
------ Miktad BAL
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ MUSTAFA CEYLAN(Editör)
-------- Mustafa CEYLAN
---------- Mustafa CEYLAN(On Punto Yazıları)(Makaleler)
---------- GÜNE BAKIŞ
---------- TAŞ YAĞMURU(Ceylan'ın kaleminden)
---------- Hakkında Yazılanlar
---------- DİĞER ŞİİRLERİ
---------- Hayatı
---------- Sanatı
---------- Hocaları
---------- Çocukluğu
---------- Gençliği
---------- Özlü Sözleri
---------- Önsöz Yazdığı Kitaplar
---------- Siyasete İlgisi
---------- Bestelenen Şiirleri
---------- Fotoğrafları
---------- Mühendisliği
---------- Düzenlediği Etkinlikler
---------- Konferansları
---------- Yer Aldığı Antolojiler
---------- Kitapları
---------- EZAN SUSMAZ Kitabı içindekiler
---------- "YANDI BU GÖNLÜM"-Hacı Bayram Veli Kitabı içindekiler
---------- TAHİR KUTSİ MAKAL Kitabı İçindekiler
---------- SEĞMEN RUHU Kitabı İçindekiler
---------- TOROSLARIN TÜRKÜSÜ Romanı
---------- Armağan-2(AHMET TUFAN ŞENTÜRK İÇİN NE DEDİLER?)Kitabı içindekiler
---------- Armağan-1(ANILAR KORİDORU İÇİNDE SARIVELİLER)Kitabı
---------- YARALI CEYLAN Şiir Kitabı İçindekiler
---------- PAŞA GÖNLÜM Şiir Kitabı İçindekiler
---------- Kırat Geliyor Kitabı İçindekiler
---------- Her Yönüyle YENİMAHALLE Kitabı
---------- Tarihi ve Folkloruyla Elmadağ Kitabı İçindekiler
---------- Köylerimiz Kitabı İçindekiler
---------- Köyümüz Yeşildere Kitabı İçindekiler
---------- Bayramlar Haftalar Günler Kitabı
---------- Ahmet Tufan Şentürk Kitabı
---------- Halil Soyuer Kitabı
---------- Detanlaşan Köylü İsa Kayacan Kitabı
---------- Abdullah Satoğlu Kitabı
---------- Güzide Taranoğlu Kitabı
---------- Gülendenin Beşiği Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ (2006)Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ(2007)Kitabı
---------- CEYLAN-Tahliller-MAKALELER-Görüşler
---------- Güllük Dergileri
---------- Kapodokya Güneşleri Kitabı
---------- Bir Yanardağ Fışkırması Kitabı
---- (P-R)
------ Rahime KAYA
------ Rahime KAYA
------ Refika DOĞAN
------ Refika DOĞAN
------ Ramazan EFE
------ Ramazan EFE
------ Rengin ALACAATLI
---- (S-Ş)
------ Sabiha SERİN
------ Sabiha SERİN
------ Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
------ Serap HOCA(Serap DEMİRTÜRK)
------ Süleyman KARACABEY
------ Süleyman KARACABEY
------ Serdar AKKOÇ
------ Serdar AKKOÇ
------ Sevgili ÖZBEK
------ Sevgili ÖZBEK
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şükran GÜNAY
------ Şükran GÜNAY
---- (T-U-Ü-V)
------ Turan UFUKTAN
------ Ümran TOKMAK
------ Ümran TOKMAK
---- (Y-Z)
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf Ziya KARAHASANOĞLU
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Yıldız TOKSÖZ
------ Yıldız TOKSÖZ
GÜLCE'YE DAİR
-- GÖRÜŞLER
---- Gülce Nedir?
---- Gülce ve Ozanlık
---- Gülce Manifestosu
---- 5 Hececiler ve Gülce
---- Garip Akımı ve Gülce
---- Fecr-i Ati ve Gülce
---- Hisarcılar ve Gülce
---- Neyzen Tevfik, Aşk
---- Mazmunlar
---- Gülce Ne Değildir?
---- Hece Vezni ve Gülce
---- Serbest Şiir ve Gülce
---- Aruz Vezni ve Gülce
---- Gülce ve Zolal
---- Gülce Tarihinden
---- GÜLCE-(Atölye)-Video Dersler
------ Gülce Etkinlikleri
------ Kurucular Beyanı
------ Gülce 2009
------ Doğru Yaz/Konuş
------ Gülce-2010 Projeleri
------ Gülce-2011 Projeleri
------ Üstad Necip Fazıl'dan
------ Gülce-Aruza Dair
------ Öneriler-Çalışmalar
------ GÜLLÜK DERGİSİ
------ Gülce'ye Öneriler
------ Röportajlar
------ Negatif Bakışlara
------ Aleyhimizdekiler
------ M.E.B' na
---- Gülce'de Mesajlar-Projeler
------ Gülce-Güldeste(1)
------ Destanlarımız
------ Dede Korkut
------ Öncü Kadınlarımız
------ Peygamberlerimiz
------ Nutuk(Gülce)
------ Nutuk(Z.Korkmaz)
------ Kutlu Hanımlar
------ Ozanlarımız
------ NasrettinHoca
------ Yedi Askı
GÜLCE TÜRK ŞİİR AKADEMİSİ
-- Şiir Akademisi
---- Şiir Akademisi
------ HALK EDEBİYATI
-------- DİVAN EDEBİYATI
-------- BATI EDEBİYATI
-------- YENİ TÜRK EDEBİYATI
---- Hece Vezni' ne Dair
---- Şiir Tahlilleri
---- Aruz Vezni' ne Dair
---- Hiciv Tarihinden
---- Ustalardan Şiirler
---- Ustalardan Makale
---- Aramızdan Ayrılanlar
------ Ustalardan Şiirler
-------- A. Tufan ŞENTÜRK
-------- DİLAVER CEBECİ ANISINA
---- Şiir Üstüne (Serbest)
---- Atışma Sayfamız
---- Denemeler-Makaleler
---- Şiirde Dönüşüm
---- Şiir ve Anlatım
-- Türk Edebiyatı Şiir Türleri
---- Şiir Türleri
---- İslâmiyet Öncesi
---- Servet-i Fünun
---- Garip Şiirler
---- Akımlar
---- Edebî Sanatlar
---- Söz Sanatları
---- Şair Padişahlar
---- Şiir Tarihimizden
---- Yıllara Göre Edebiyat
---- Mehmet Nacar
DÜNYA EDEBİYATI
-- Dünyadan Şiir Türleri
---- Burns Stanza
---- Choka
---- Go Vat
---- Catena Rondo
---- Onegin Stanza
---- Canzonetta
---- Bauk Than
---- Rhupunt-Galce
---- Septilla
---- Viator
---- Luc Bat
---- Tritena
---- Pantoum
---- Shakespeare Sonnet
---- Diamonte
---- Villanelle
---- Hutain
---- Hex Sonnata
---- Hexaduad
---- Haynaku
---- Harrisham Rhyme
---- Guzzande
---- Gratitude
---- Glosa
---- Garland Cinquain
---- Fornlorn Suicide
---- DÜNYA EDEBİYATI
---- Dünyadan Destanlar
---- Dünyadan Şiirler
KAYNAKÇA
-- Konularına Göre Şiirleriniz
---- Aşk Şiirleriniz
---- Atatürk Şiirleriniz
------ 23 Nisan Şiirleri
------ Atatürk'e Dair
---- Kahramanlık Şiirleriniz
---- Doğa Şiirleriniz
------ 2009 Yılı Sayılarımıza
---- Taşlama Şiirleriniz
---- Gurbet Şiirleriniz
---- Tasavvuf Şiirleriniz
---- Barış Şiirleriniz
---- Şehir Şiirleriniz
---- Anne Şiirleriniz
------ Babanıza Şiirler
---- Doğum Günü Şiirleriniz
---- Deprem Konulu Şiirler
---- Diğer Şiirleriniz
---- Köşe Yazarlarımız/Makaleler
------ Mustafa CEYLAN
------ Refika DOĞAN
------ Osman ÖCAL
------ Ahmet ÖZDEMİR
------ A. S. ATASAYAR
------ Prof.Dr.İsa KAYACAN
-------- Prof. Dr. İSA KAYACAN
------ Rahime KAYA
------ Harun YİĞİT
------ İlqar MÜEZZİNZADE
------ Sündüz BİGA
------ Nazmi Öner(Şiirler)
------ Nazmi ÖNER(Nesirler)
------ Coşkun KARABULUT
------ Prof.Dr.İsmail YAKIT
------ Prof.Dr.Asım YAPICI
------ Sabit İNCE
------ Muhsin DURUCAN
------ Abdulkadir GÜLER
------ Ünal Şöhret DİRLİK
------ Metanet YAZICI
------ A.Aşkım KARAGÖZ
------ Gazanfer ERYÜKSEL
------ Mehmet GÖZÜKARA
------ Necdet BULUZ
------ Yusuf Özcan
------ Afife Demirtaş
---- Mustafa Ceylan
---- Bizden
-- Video Yağmuru
---- Ozanlar-Şairler
---- Bizden Videolar
---- Rasim Köroğlu
-- Genel
---- SERBEST KÜRSÜ
---- Duyurular
---- Röportajlar
---- Günün Şiiri
---- Günün Nesiri
Edebiyat Biz Platformumuzda
-- Gülce Tv
-- Türk Argo Sözlüğü
-- Edebî Konular Forumu
Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir
Mustafa Ceylan |
Dost Sitelerimiz:
Türkçe Çeviri:
MyBB
Türkiye
Üretici:
MyBB
, © 2002-2021
MyBB Group
-Theme © 2014 iAndrew
Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder