SiteAna Sayfa
Güllük Dergisi
Şairlerimiz
Arama
Üyeler
Video
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Şifremi Hatırlat
Beni Hatırla
Your browser does not support the audio element.
Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi
Web'de Ara
Sitede Ara
0 Oy - 0 Yüzde
1
2
3
4
5
Konu Modu
İçimde Bitmeyen Yolculuk TANRI; Korku mu, Sevgi mi? (1)
RefikaDogan
RefikaDoğan
Üyelik tarihi:
Feb 2008
Mesaj Sayısı:
2,701
Konu Sayısı:
1,516
#1
30/11/2012, 06:07
(Bu mesajı son düzenleyen: 19/03/2015, 01:03
RefikaDogan
.)
Doğunun taşra ortamında çevremi algılamaya başladığım yaş olan dört-beş yaşlarımdan itibaren duyduğum ve yoğunluğu yaşımla artan bir kavramdı “Tanrı “ adı. Tabii, 1960’ lı yılların birinci yarısından 1968’ li yıllara değin süregelen köy koşullarının etkileri de vardı ussal ve ruhsal gelişimimizde.
İlköğretim hayatım 1966-67 eğitim öğretim yılında başladı. Okul binamız, bilinen donanımlı ilköğretim okulundan çok gerilerde bir binada; köyden gönüllü bir vatandaşın geçici olarak eğitime tahsis ettiği evinin tek odasında iki posta olarak başladı.
Böyle bir ortamda yaşanılan zorlukları sözcüklerle ifade etmek öyle zor ki! Bir kere Erzurum’ un kara kışları meşhurdur. Tek yakacak maddesi tezek ve odun! Odun, daha çok Sarıkamış’ ın Sarıçam Ormanı' ndan, oldukça zor koşullarda getirilirdi. Tezek deseniz hak getire! Tek geçim yolunun hayvancılık olduğu doğuda, tezek elde edebilmek için yeterli sayıda büyük-küçükbaş hayvanın olmalı. Bunları yeterince beslemeli ve ahpın denilen dışkısını yaz mevsiminde geniş toprak alana yayarak kurutmalı, kesmeli ve kuru yerde istif etmeli...
İyi de; yoksulluk içindeki köylü, kendi karnını doyuracak hububatı mı bulsun, tarlaya ekilecek tohumluğu mu ayırsın yoksa hayvanına yem mi versin? Ha, bir de çıra var bunun yanında. Sobayı çırasız tutuşturmak zordu tabii. Çıra, gaz yağı, çay, şeker, odun gibi şeyler orada
altın
değerinde. Bu nedenle yoksul köyün yoksul öğrencilerinin okuduğu okulda görev alan öğretmen hem hademe, hem öğretmen, hem müdürlük yapardı çoklukla! Öğrencilerden sırasıyla tezek getirmeleri istenirdi. Genellikle bir nöbetçi öğrenci ile öğretmen yakardı sobayı erkenden.
Hiç unutmam! Okul hayatımın başlangıcıydı ve alfabedeydim. O dönemlerde ilkokula yeni başlayan bir öğrenci önce alfabeyi söker, daha sonra Türkçeye geçerdi. Çok azimli, başarılı çocuklar genellikle ilk yarıda alfabeyi sökerek Türkçe’ ye geçmiş olurlardı. Ben de bu şanslı öğrenciler arasındaydım ancak; eğitim uğruna katlandığım, basit görünen fakat beni oldukça etkileyen şeyler de vardı. Unutamadığım bu basit gibi görünen ama beni derinden etkileyen şeylerden birisini burada paylaşmak istiyorum!
Henüz başlamıştım okula. Dedim ya yoksul bir köy ama aynı zamanda okula, okumaya, eğitime aç ve açık bir köydü de.
Okula başladığım ilk gün bizden defter istendi. Henüz alfabede olduğum için altmış ya da yirmi sayfalık defter alınırdı genellikle. O gün için, benim gücüm de yirmi sayfalık deftere yetmişti. Bunun yanında bir kurşun kalem, bir silgi neler neler ifade ediyordu bizim için! Alt tarafı bir silgi ile bir kurşun kalem deyip geçmemek gerek. Hâyâllerimize gidecek yolda vazgeçilmezlerimizdi bütün bunlar.
Babam, bir kurşun kalem alabilmişti ancak. Silgi ise ayağımıza giydiğimiz eski lastik ayakkabıdan küçük bir yuvarlak kesilerek halledilmişti; bir süre idare eder denilerek…
Öğrenim hayatımın bu ilk ve önemli başlangıcında öğretmenimiz ödev veriyor, ben de evde etrafını aydınlatmaktan uzak, soluk gaz lambasının cılız ışığında canla başla ödevimi yapmaya çalışıyordum. Bu coğrafyada kış ortamında akşam saat beş oldu mu karanlık basardı ve sekiz dokuz gibi de yatağa girilirdi. Sabah erkenden kalkılır, sıcak bir çorba veya kuymak, omlet gibi yemeklerle köy yapımı peynir, yufka veya arpa ya da çavdar ekmeği (zenginler, daha çok buğday ekmeği yerlerdi) ile mükellef bir kahvaltı yapılır, sonra da büyükler işe güce, biz çocuklar da okul denen evin(!) odasına giderdik.
Alfabeye yeni başlamış bir öğrenci için yirmi sayfalık defter nedir ki? Hemencecik bitivermişti! Yeni bir defter alacak durumumuz da yok tabii. Ailemi sıkıntıya sokmamak için mecburen işlenen sayfaları lastik silgiyle silerek yeniden boş sayfa açıyordum ve yeni verilen ödevlerimi silinen o eski sayfalara yazıyordum. O kadar intizamla yapmama rağmen, sildiğim yerde lastik silginin kapkara izi kalıyordu.
Öğretmenim mesleğine âşık, çok sevilen, dürüst ve son derece idealist bir insandı. Bir ölçüde bizim durumumuzu bilen, tanıyan bir isimdi, ama...
O gün hem ödevimi yapmış olmanın hem de okula gidiyor olmanın mutluluğuyla seke seke gittim okuluma. Sıra ödevlerin kontrolüne gelmişti. Benim yirmi yapraklı sile sile kararmış defterimi gören öğretmenim: “Bu ne? Niye kirletmişsin defterini?” diye sordu bana ve daha yanıtımı beklemeden bir tokat attı yanağıma. Okuma aşkıyla dolu ve ödevlerimi zamanında yapıyorken, salt olanaksızlıklardan dolayı yeni bir defter veya silgi alamamaktan kaynaklanan bu minicik kusurun neden olduğu tokat, (belki öğretmenimin disiplin, temizlik ve idealizm anlayışına uygun düşebilirdi ama…) beni derinden sarsarak yaralamış; bu olayın etkisinden uzun süre kurtulamayarak içime atmıştım. Evde, aileme bir şey söyleyememiştim! Ne söyleyebilirdim ki? Yaşımdan büyük bir olgunluğun suskunluğu vardı ruhumda, tepkilerimi dizginleyen.
Bu olayın hemen akabinde öğretmenimizin tâyini bir başka coğrafyaya çıkmış, yerine başka bir öğretmen gelmişti. Gelen Kemal öğretmenimi pek tanımıyordum ilk başlarda, sonra zamanla tanıdık. Bu arada çalışkan olduğum için, öğretmenim severdi beni. Fakat bir şey vardı ki, aklıma geldikçe bugün bile gülerim!
Mini mini boyumla kara tahtaya yetişemiyordum! Tahtaya her kalkışımda en alttan yazmaya başlamak da yetmiyordu! Öğretmenim hemen kollarımdan tutarak kaldırır, tahtaya yazacaklarım bitene kadar havada tutardı. Bitince de itinayla yere indirirdi. Kemal öğretmenim idealist, çocuk ruhunu anlayan, sabırlı ve farkındalıklı bir öğretmendi.
Böyle bir atmosferde ikinci sınıfa geçtim. İkinci sınıfı yeni yapılan okul binamızda okudum. Eski okul binası, 93 harbi diye bilinen ve bu coğrafyanın henüz Ruslar’ ın elinde olduğu yıllarda köyümüzün kurucusu, ilk okutmanı ve sözü geçen büyüğü Molla Derviş’ in çabalarıyla Ruslara yaptırılmış taş bina imiş. Sonradan orası ihtiyaca karşılık veremeyecek kadar küçük gelince, yeni bir okul inşası gündeme gelmiş ve yanılmıyorsam 1966’ da yapımı biterek eğitime açılmış. Yani, ben birinci sınıfı okuduktan sonraki sene eğitime açılıyor yeni bina.
1967-1968 yılı eğitim öğretim döneminde hem okulum hem öğretmenim yenilenmişti. İkinci sınıfı Adil Efe öğretmen de okumuştum. (Bu arada hakk’ a kavuşmuş öğretmenlerimi saygıyla, rahmetle anıyorum!) Tabii, iki derslikli okulun bir sınıfında birinci, ikinci ve üçüncü sınıflar okurdu. Öbür sınıfında da dördüncü ve beşinci sınıflar. Aynı anda iki sınıfı iki posta halinde idare ederek büyük bir gayret sarf ederdi bu dirayetli, emektar insanlar.
*
Okul hayatımın başlangıcında yüz yüze geldiğim bu gerçeklerin mâneviyatıma katkıları - en az ailemin özellikle de babamın katkıları kadar- büyüktü. Elbette, çocukluğumla gençlik dönemlerimin bugünkü kadar kirlenmemiş bâkirliği de önemli bir etkendi.
Mutlu bir dünyanın kapılarının, aile ortamında alınacak temel eğitimle birlikte; baskısız, koşulsuz ve de samimi Tanrı sevgisiyle açılacağı;
Bu bağlamda alınacak moral güçle beslenip bilinçlenerek, bizi kuşatabilecek çevre koşullarının olası olumsuzluklarından korunabileceğimiz ve ayaklarımızın -yaşamın gerçeklerine ters düşmeyecek biçimde - yere basmasıyla sağlıklı bir kimliğe sahip olacağımız inancı hakimdi.
Yani; kâinatın yaratıcısı Tanrı’ yı kimse için değil, kendimiz için sevmemiz ve çıkılacak yolda o’ nun iyi bir kulu olarak kendi alın terimiz, çaba ve inancımızla gerçekleşmesi muhtemel hâyâllerimize varmamız gerektiği temeline dayanmaktaydı mânevi değer anlayışım. Bu anlamda en büyük öğretmenim, yoldaşım, sığındığım huzur bahçemdi ailem ve özellikle de babam. Tabii, annemin o saf, sevecen ve doğal içtenliğini de hesaba katmalıyım.
O dönemlerde, ataerkil aile yapısında bilinen ne/nasıl ise, öyle idi baba ve ağabeyin yeri, konumu, otorite ve saygınlığı. Tabii, bu yapı içinde kiminin baskı, korku idi dayandığı otoriteye bağlılık gerekçesi, kiminin de sevgiden kaynaklanan bir bağlılık, saygı ve güven idi.
Her ne kadar yaşanılan coğrafyanın koşulları acıtsa da yürekleri; babamın bana aşıladığı duygu, korkudan çok sevgi ve güvendi. Babamdan korkmadım hiç desem yalan olmaz! Onu sevdim, saygı duydum hep. Bu saygıyla gelen sevgi, biyolojik bağın ötesine geçiyor, kişiliğimin oluşmasında etkin rol oynuyordu. Bu sevgiyi kaybetmemek, sevdiklerimi örselememek için de hareketlerime elden geldiğince dikkat ediyor, algı sınırlarım içinde yanlış bilineni yapmamaya çalışıyordum. Sevdiğim değerlere lâyık bir insan olmanın çabası içinde gelişen sorumluluk duygusu ve bambaşka bir korku tanımıyla yüzleşirdim kendimce.
İşte, sözcüklerle anlatılamayan o derin duygu, Tanrı sevgisi ve bu sevgiyle gelen korku kavramı bu şekilde başladı ve sarıp sarmaladı özümü.
*
Babam, akşam oldumu toplardı başına biz çocuklarını; Tanrı aşkını, sevgisini ve o aşka, o sevgiye karşı sorumluluklarımızı anlatır; iyi bir kul olmanın yol ve yordamını gösterir, önemini kavratırdı. Bu evrende toplu iğne başı kadar varlığımızla çok daha büyük sorumluluklarımız olduğunu anımsatırdı. Tanrı adına ağzından çıkan her söz sevgi idi.
Sevgi Tanrı idi, Tanrı sevgi…
Sevgi sözcüğünü bir yaşam pınarı olarak algılıyor; o pınardan biz istersek gürül gürüll, kana kana içebileceğimizi;
Yine, istersek bulanarak evreni/çevremizi kirletebileceğimizi; bu bağlamda, bizi yaratan’a karşı sorumluluklarımızda ihmalkârlık ederek Tanrı’ yı gücendirebileceğimizi ileri sürerdi. Huşu içinde dinlerken babamı, çocukça bir merak ve saflıkla sorardım ona: “Baba, Tanrı nedir? Nerede? Bizi görüyor mu? O görüyorsa biz neden göremiyoruz? Nasıl biri, Tanrı?” diye…
Babam: “ O; şu yüreğimizde, gözbebeklerimizde duyduğumuz ışık, parıltı, sevgi, iyilik duygusu, mutluluğumuzda yüzümüzdeki sevinç…
O; şükran duygularımızda, merhamet ve şefkatimizde, umutsuz ve sıkıntılı anlarımızda sığındığımız görünmez evimiz, Kâbemiz...
O; tan vakti bir yaprağın üzerinde gördüğümüz çiğ, yağmur, bahar, kış…
O, güneş; pervâne biz…
O, güz; hâzân hayatların idrakine varmamızı sağlayan… Rüzgar, fırtına hatta boran, tipi, kar... O ekindir, hasattır; bazı bolluk bazı kıtlık…
O, Koçyiğit… O; Mecnûn’ un gözlerindeki boşluk, bazı Şirin’ine kavuşan Ferhat...O; Yunus, Mevlâna , Veli...
O; nefes aldığımız hava, içtiğimiz ab-ı hayat suyu…
O; anadır, babadır; koruyup kollayan...
O; ottur, böcektir, dağdır, ovadır… Rengarenk çiçek, kelebek, karınca öbek öbek…
Yerle göğün birleştiği ufuk çizgisi, hayat, velhasıl evrendir o!
O, her zaman görür bizi, izler her halimizi! Bu yüzden hayatta yalana dolana, riyâya, çalıp çırpmaya itibar etmemeliyiz! Tanrı, her şeyi her koşulda gören, bilendir yavrum! “ derdi.
Babam böyle konuştukça, ruhumun bedenimi aşarak taştığı, yükseldiği duygusuna kapılır; garip bir erinçle dolarak bütünleşirdi yaşama aşkım ilâhi aşk ile.
Böylesine sağlıklı ve farkındalıklı bir inanç ve aşk ile bizi büyük kente getiren babam, önce Tanrı’ sına sonra da kendi özündeki değerlere sığınmıştı. Yoksulluğu bir kader olarak algılamıyordu. Bilgi ve kirlenmemiş özüyle çok şeyi aşabileceğine inanıyor; çocuklarına hakkaniyetli ve onurlu bir yaşamın kapılarını aralamak istiyordu. Alınteri kadar, moral değerleri iteneğiydi bu zorlu yaşam mücadelesinde.
***
Devam edecek...
Refika Doğan-Antalya, 29 Kasım 2012
Her nefeste Gülce...
Alıntı
Ozan İLHANİ
Yetkili Şair
Üyelik tarihi:
Nov 2011
Mesaj Sayısı:
117
Konu Sayısı:
30
#2
30/11/2012, 11:31
Okudum, okudukça düşündüm, düşündükçe özlemin ve hüznün içine saplandım. Gözlerimde acı tatlı o kadar çok şey canlandı ki...
Adeta kendimi buldum dizelerde. Dilimde bir sürü kelime var konuşmaktan aciz düştüm ablacan.
Sefaletin, yokluğun, onca imkansızlıklarının içinde devletine, milletine, töresine bağlı o coğrafyanın insanları, Anadolu dile gelsede bir konuşsa ah bir konuşsa...
Yazının devamını bekliyorum ablacan bu arada sizin köyle ilgili sohbetimize konu olan bir mevzuyuda anlatma gereği duydum.
Ünal Karahasan. Benim değerli dostum, eğitimci abimiz, aynı zamanda has bir şairdir kendisi. İlk görev yeri sizin köye çıkar. Kükrçü köyüne gidecek. At yok araba yok. Buna diyorlarki yarın sabahı bekle erkenden rahatça gidersin. Yeni öğretmenliğin vermiş olduğu heyecanla yola koyulur, görev yerini görecek, öğrencilerine kavuşacak. ve yolda karanlığa yakalanır yolu izi kaybeder. Ve bir taşın kovuğunda sabahlar. Anlatırken o anı tekrar tekrar yaşadığına şahit oldum. Bazende bize takılıyor diyor ki o dağların son gazisi benim. Bu vesileyle buradan hocamada selamlar olsun.
Alıntı
osman7159
Site Yönetimi
Üyelik tarihi:
Sep 2008
Mesaj Sayısı:
1,772
Konu Sayısı:
555
#3
30/11/2012, 12:04
''Herkes ne bulursa onu giyinsin'' Pardon, beyaz sayfalı değilde sarı yaprak defterle ve amerikan kaputundan elde dikilmiş içlikle okula gittiğim günleri hatırladım. Tanrı Yaratıcının Türkçe ismi. Kalemin var olsun Refika hanım.
http://vk.com/club35666845
Alıntı
RefikaDogan
RefikaDoğan
Üyelik tarihi:
Feb 2008
Mesaj Sayısı:
2,701
Konu Sayısı:
1,516
#4
30/11/2012, 12:15
(Bu mesajı son düzenleyen: 02/12/2012, 16:42
RefikaDogan
.)
Çok teşekkür ederim can kardeşim...Elbette bizlerin yoksulluk tanımı sadece kabuktan dışarıya özgüdür. Kabuğun içinde muhafaza edilen derin bir umman, değerlere bağlılık ve nefsi hakimiyet vardı, hâlâ da...Anlayacağınız, varsıllık özde idi!
Köyümüze gelen öğretmenle ilgili düştüğünüz anekdota gülmekle ağlamak arası tebessüm ettim can. Anlatmaya çalıştığım idealist öğretmen kimliğinin bir fotoğrafı Ünal öğretmen de.
Bizler o günün koşullarında eğitimin önemini kavrayarak, ülkemiz ve kendi varlığımızın geleceği adına soylu adımlarla yürüdüğümüz kadar; nefsi terbiyeyi de eğitimimizin vazgeçilmez bir devamı olarak gördük ve bunun gerektirdiği doygunluk ve tahammül iradesini her koşulda ortaya koymasını bildik. Ve her şeye rağmen yaratan' nın verdiği canın yine o' nun tarafından alınacağı inancımızla hayata dört elle ve sevgiyle sarılarak bugünlere geldik çok şükür!
İçtenlik dolu değerli paylaşımlarınıza teşekkür ederek, gözlerinizden öpüyorum kardeş can...
Evet, Osman Bey, Güzel Can;
bugünlerde öğrencilerin kılığı kıyafetiyle çok yoğun bir âlâka (!) içindeyiz ya! Yine çocuklar ve çocuklarla birlikte onlara imkânlar dahilinde hatta imkânları da zorlayarak iyi bir gelecek hazırlamaya çalışan aileler incinecek, şaşıracak, kırılacak da; kimin umurunda? Birinin parasıyla yarattığı zengin çeşitliliği diğeri içi burularak, ezilerek seyredecek ve belki de çocuk ruhunda estireceği fırtınalarla geleceğini karartacak! Bilinir mi? Okul, öğrencilik dendi mi belli bir formun, belli standartların ortak mes'uliyetiyle kendilerine gelecek çizen çocuklar ve yetişkin insanlar,eğitimciler anlaşılır ama...Anlayan kim? Bir anda kabak çekirdeği gibi açılan ya da bir anda kapanan bu zihniyet yaklaşımları iyi değil! Çocukları birbirine, ailelerine ve toplumla tezatlığa, karmaşaya düşürür! Bunlar yani çocuk/gençlik ve eğitim ciddi ve hassas konulardır; hafife almaya ya da üzerinde iyi düşünülmeden gelişigüzel kararlara gelmez! Neyse...
Akran olmamız dolayısıyla o dönemde benzer şeylerin yaşanması muhtemel tabii ki. Siz öyle yazınca birden içim doldu ve birlikte aynı sınıfta okuduğum, fakat bir üst sınıfa giden ağabeyim geldi gözümün önüne! Hey gidi günler...
Can hocam, güzel insan; aynı ummana farklı nehirlerden akarak döküldük muhakkak. Hiç önemi yok bunun. Önemli olan aynı ummana aynı amaç, samimiyet ve inançla dökülüşümüzdü! İyi ki sizleri burada tanıdım ve can diyecek kadar inandık, dokunduk özümüze!
Değerli yorumlarınıza teşekkürlerimle, saygı ve dostlukla...
Her nefeste Gülce...
Alıntı
asuman soydan
Site Yönetimi
Üyelik tarihi:
Sep 2009
Mesaj Sayısı:
260
Konu Sayısı:
98
#5
02/12/2012, 09:26
Sevgili Refika Hanımcığım, akıcı anlatımın güzelliğine kapılarak bir solukta okudum...kendi yaşamımın bir versiyornu gibiydi...tabiki aynı yaş dönem ve yakın coğrafyalarda olmamız münasebetiyle...belki tezek görmedim ama odunu biten okul,ayaklarımızın donma derecesinde üşüyerek öğrenmenin verdiği heyecanla ısınmalar, sobamızın başında babamızın Allah ve insan sevgisine dair sohbetleri...hepsi bir tohumun topraktan günyüzüne çıkabilme mücadelesi gibi...millet olarak aynı cendereden geçerek geldik...ne hoş bir uslupla yazmış anlatmışsın o güzel yüreğini...devamın bekliyoruz...sevgilerimle.
Alıntı
RefikaDogan
RefikaDoğan
Üyelik tarihi:
Feb 2008
Mesaj Sayısı:
2,701
Konu Sayısı:
1,516
#6
02/12/2012, 15:46
Teşekkür ederim Asuman Hanım. Elbette inanıyorum aynı yolları benzer engebelerle fakat sevgiyi yaşayarak, sevgiye inanarak ve sevgiden aldığımız güçle geçtiğimize ve o gücün beraberinde bize yüklediği sorumluluklarla bugüne geldiğimize! Sizi tanıdıkça bu düşünce pekişti yazıdan önce de. Çileyi tanımadan sefayı bilebilir mi insan? Ya da; yanı başımızda çilekeşi görürken, nasıl sefa sürülebilir ki? Bizler bu insani hasletlerle büyüdük. Onun için tanırız, yadsımayız birbirimizi ve birbirimizde görürüz kendi yansımamızı!
Dost yüreğinizden öpüyorum güzel can...
Her nefeste Gülce...
Alıntı
Tweet
Benzeyen Konular
Konu:
Yazar
Cevaplar:
Gösterim:
Son Mesaj
Taziye ve Zamana Yolculuk…
RefikaDogan
0
1,111
30/12/2018, 18:32
Son Mesaj
:
RefikaDogan
İçimde Bitmeyen Yolculuk, Tanrı; Korku mu, Sevgi mi? (3)
RefikaDogan
2
1,767
07/03/2013, 20:53
Son Mesaj
:
RefikaDogan
İçimde Bitmeyen Yolculuk TANRI; Korku mu, Sevgi mi? (2)
RefikaDogan
5
2,379
03/02/2013, 00:41
Son Mesaj
:
Mustafa Ceylan
Derin Korku/m ; Yorumum
RefikaDogan
0
1,225
05/03/2012, 04:35
Son Mesaj
:
RefikaDogan
Deli Bir Tanrı/ydı Gönlüm...; Yorumum
RefikaDogan
0
1,129
05/03/2012, 03:28
Son Mesaj
:
RefikaDogan
Lütfen seçim yapın:
--------------------
Özel Mesajlar
Kullanıcı paneli
Kimler Çevrim içi
Arama
Ana Sayfa
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-- GÜLCE ŞİİR TÜRLERİNE GÖRE ŞİİRLER
---- BULUŞMA
---- ÇAPRAZLAMA
---- TRİYOLEMSİ
---- ÜÇGÜL
---- ÜÇGEN
---- DÖNENCE
---- TOKMAK
---- AKROSTİK
---- SONE'M
---- GÜLCE
---- TEKİL
---- YİĞİTCE
---- YUNUSCA
---- BAHÇE
---- SERBEST ZİNCİR
---- ÖZGE
---- GÜLİSTAN
---- YEDİVEREN
---- TUĞRA
-- GÜLCE YAZAN ŞAİRLERİMİZİN GÜLCE ve DİĞER ŞİİRLER
---- (H)
------ Harun YİĞİT
------ Harun YİĞİT
------ Hasan ULUSOY
------ Hasan ULUSOY
------ Hatice ALTAŞ(Asi Çiçek)
------ Hatice ALTAŞ
------ Hacer KOZAN
------ Hatice KATRAN
------ Hatice KATRAN
------ Hikmet ÇİFTÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
---- (I-İ)
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim İMER
------ İbrahim İMER
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İhsan ERTEM
------ İhsan ERTEM
------ İsmail KARA(Karozan)
------ İsmail KARA(Karozan)
---- (K)
------ Köksal KIRLIOĞLU
---- (M)
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Meltem ARAS
------ Meral ADAK
------ Meral ADAK
------ Melahat TEMUR
------ Mevlüde DEMİR
------ Mevlüde DEMİR
------ Miktad BAL
------ Miktad BAL
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ MUSTAFA CEYLAN(Editör)
-------- Mustafa CEYLAN
---------- Mustafa CEYLAN(On Punto Yazıları)(Makaleler)
---------- GÜNE BAKIŞ
---------- TAŞ YAĞMURU(Ceylan'ın kaleminden)
---------- Hakkında Yazılanlar
---------- DİĞER ŞİİRLERİ
---------- Hayatı
---------- Sanatı
---------- Hocaları
---------- Çocukluğu
---------- Gençliği
---------- Özlü Sözleri
---------- Önsöz Yazdığı Kitaplar
---------- Siyasete İlgisi
---------- Bestelenen Şiirleri
---------- Fotoğrafları
---------- Mühendisliği
---------- Düzenlediği Etkinlikler
---------- Konferansları
---------- Yer Aldığı Antolojiler
---------- Kitapları
---------- EZAN SUSMAZ Kitabı içindekiler
---------- "YANDI BU GÖNLÜM"-Hacı Bayram Veli Kitabı içindekiler
---------- TAHİR KUTSİ MAKAL Kitabı İçindekiler
---------- SEĞMEN RUHU Kitabı İçindekiler
---------- TOROSLARIN TÜRKÜSÜ Romanı
---------- Armağan-2(AHMET TUFAN ŞENTÜRK İÇİN NE DEDİLER?)Kitabı içindekiler
---------- Armağan-1(ANILAR KORİDORU İÇİNDE SARIVELİLER)Kitabı
---------- YARALI CEYLAN Şiir Kitabı İçindekiler
---------- PAŞA GÖNLÜM Şiir Kitabı İçindekiler
---------- Kırat Geliyor Kitabı İçindekiler
---------- Her Yönüyle YENİMAHALLE Kitabı
---------- Tarihi ve Folkloruyla Elmadağ Kitabı İçindekiler
---------- Köylerimiz Kitabı İçindekiler
---------- Köyümüz Yeşildere Kitabı İçindekiler
---------- Bayramlar Haftalar Günler Kitabı
---------- Ahmet Tufan Şentürk Kitabı
---------- Halil Soyuer Kitabı
---------- Detanlaşan Köylü İsa Kayacan Kitabı
---------- Abdullah Satoğlu Kitabı
---------- Güzide Taranoğlu Kitabı
---------- Gülendenin Beşiği Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ (2006)Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ(2007)Kitabı
---------- CEYLAN-Tahliller-MAKALELER-Görüşler
---------- Güllük Dergileri
---------- Kapodokya Güneşleri Kitabı
---------- Bir Yanardağ Fışkırması Kitabı
---- (P-R)
------ Rahime KAYA
------ Rahime KAYA
------ Refika DOĞAN
------ Refika DOĞAN
------ Ramazan EFE
------ Ramazan EFE
------ Rengin ALACAATLI
---- (S-Ş)
------ Sabiha SERİN
------ Sabiha SERİN
------ Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
------ Serap HOCA(Serap DEMİRTÜRK)
------ Süleyman KARACABEY
------ Süleyman KARACABEY
------ Serdar AKKOÇ
------ Serdar AKKOÇ
------ Sevgili ÖZBEK
------ Sevgili ÖZBEK
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şükran GÜNAY
------ Şükran GÜNAY
---- (T-U-Ü-V)
------ Turan UFUKTAN
------ Ümran TOKMAK
------ Ümran TOKMAK
---- (Y-Z)
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf Ziya KARAHASANOĞLU
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Yıldız TOKSÖZ
------ Yıldız TOKSÖZ
GÜLCE'YE DAİR
-- GÖRÜŞLER
---- Gülce Nedir?
---- Gülce ve Ozanlık
---- Gülce Manifestosu
---- 5 Hececiler ve Gülce
---- Garip Akımı ve Gülce
---- Fecr-i Ati ve Gülce
---- Hisarcılar ve Gülce
---- Neyzen Tevfik, Aşk
---- Mazmunlar
---- Gülce Ne Değildir?
---- Hece Vezni ve Gülce
---- Serbest Şiir ve Gülce
---- Aruz Vezni ve Gülce
---- Gülce ve Zolal
---- Gülce Tarihinden
---- GÜLCE-(Atölye)-Video Dersler
------ Gülce Etkinlikleri
------ Kurucular Beyanı
------ Gülce 2009
------ Doğru Yaz/Konuş
------ Gülce-2010 Projeleri
------ Gülce-2011 Projeleri
------ Üstad Necip Fazıl'dan
------ Gülce-Aruza Dair
------ Öneriler-Çalışmalar
------ GÜLLÜK DERGİSİ
------ Gülce'ye Öneriler
------ Röportajlar
------ Negatif Bakışlara
------ Aleyhimizdekiler
------ M.E.B' na
---- Gülce'de Mesajlar-Projeler
------ Gülce-Güldeste(1)
------ Destanlarımız
------ Dede Korkut
------ Öncü Kadınlarımız
------ Peygamberlerimiz
------ Nutuk(Gülce)
------ Nutuk(Z.Korkmaz)
------ Kutlu Hanımlar
------ Ozanlarımız
------ NasrettinHoca
------ Yedi Askı
GÜLCE TÜRK ŞİİR AKADEMİSİ
-- Şiir Akademisi
---- Şiir Akademisi
------ HALK EDEBİYATI
-------- DİVAN EDEBİYATI
-------- BATI EDEBİYATI
-------- YENİ TÜRK EDEBİYATI
---- Hece Vezni' ne Dair
---- Şiir Tahlilleri
---- Aruz Vezni' ne Dair
---- Hiciv Tarihinden
---- Ustalardan Şiirler
---- Ustalardan Makale
---- Aramızdan Ayrılanlar
------ Ustalardan Şiirler
-------- A. Tufan ŞENTÜRK
-------- DİLAVER CEBECİ ANISINA
---- Şiir Üstüne (Serbest)
---- Atışma Sayfamız
---- Denemeler-Makaleler
---- Şiirde Dönüşüm
---- Şiir ve Anlatım
-- Türk Edebiyatı Şiir Türleri
---- Şiir Türleri
---- İslâmiyet Öncesi
---- Servet-i Fünun
---- Garip Şiirler
---- Akımlar
---- Edebî Sanatlar
---- Söz Sanatları
---- Şair Padişahlar
---- Şiir Tarihimizden
---- Yıllara Göre Edebiyat
---- Mehmet Nacar
DÜNYA EDEBİYATI
-- Dünyadan Şiir Türleri
---- Burns Stanza
---- Choka
---- Go Vat
---- Catena Rondo
---- Onegin Stanza
---- Canzonetta
---- Bauk Than
---- Rhupunt-Galce
---- Septilla
---- Viator
---- Luc Bat
---- Tritena
---- Pantoum
---- Shakespeare Sonnet
---- Diamonte
---- Villanelle
---- Hutain
---- Hex Sonnata
---- Hexaduad
---- Haynaku
---- Harrisham Rhyme
---- Guzzande
---- Gratitude
---- Glosa
---- Garland Cinquain
---- Fornlorn Suicide
---- DÜNYA EDEBİYATI
---- Dünyadan Destanlar
---- Dünyadan Şiirler
KAYNAKÇA
-- Konularına Göre Şiirleriniz
---- Aşk Şiirleriniz
---- Atatürk Şiirleriniz
------ 23 Nisan Şiirleri
------ Atatürk'e Dair
---- Kahramanlık Şiirleriniz
---- Doğa Şiirleriniz
------ 2009 Yılı Sayılarımıza
---- Taşlama Şiirleriniz
---- Gurbet Şiirleriniz
---- Tasavvuf Şiirleriniz
---- Barış Şiirleriniz
---- Şehir Şiirleriniz
---- Anne Şiirleriniz
------ Babanıza Şiirler
---- Doğum Günü Şiirleriniz
---- Deprem Konulu Şiirler
---- Diğer Şiirleriniz
---- Köşe Yazarlarımız/Makaleler
------ Mustafa CEYLAN
------ Refika DOĞAN
------ Osman ÖCAL
------ Ahmet ÖZDEMİR
------ A. S. ATASAYAR
------ Prof.Dr.İsa KAYACAN
-------- Prof. Dr. İSA KAYACAN
------ Rahime KAYA
------ Harun YİĞİT
------ İlqar MÜEZZİNZADE
------ Sündüz BİGA
------ Nazmi Öner(Şiirler)
------ Nazmi ÖNER(Nesirler)
------ Coşkun KARABULUT
------ Prof.Dr.İsmail YAKIT
------ Prof.Dr.Asım YAPICI
------ Sabit İNCE
------ Muhsin DURUCAN
------ Abdulkadir GÜLER
------ Ünal Şöhret DİRLİK
------ Metanet YAZICI
------ A.Aşkım KARAGÖZ
------ Gazanfer ERYÜKSEL
------ Mehmet GÖZÜKARA
------ Necdet BULUZ
------ Yusuf Özcan
------ Afife Demirtaş
---- Mustafa Ceylan
---- Bizden
-- Video Yağmuru
---- Ozanlar-Şairler
---- Bizden Videolar
---- Rasim Köroğlu
-- Genel
---- SERBEST KÜRSÜ
---- Duyurular
---- Röportajlar
---- Günün Şiiri
---- Günün Nesiri
Edebiyat Biz Platformumuzda
-- Gülce Tv
-- Türk Argo Sözlüğü
-- Edebî Konular Forumu
Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir
Mustafa Ceylan |
Dost Sitelerimiz:
Türkçe Çeviri:
MyBB
Türkiye
Üretici:
MyBB
, © 2002-2024
MyBB Group
-Theme © 2014 iAndrew
Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder