Yayin Tarihi 17 Mart, 2008 Kategori KAHRAMANLAR
MAĞCAN CUMABAYEV
(milli şair)
Magcan Cumabayev (1893-1938),
Kazak bozkırlarında ortaya çıkan millî uyanışa, millîleşme çabalarına ve kurtuluş mücadelesine kuvvet veren aydın, yazar ve şâirler arasında Magcan Cumabayev (1893-1938), Sultan Mahmut Toraygır (1893-1920), Jüsipbek Aymavıt (1889-1931) ve Şahkerim Kudayberdi gibi kişilerin de Kazaklar nezdinde önemli bir yeri vardır.
Cumabayev, İstanbul’da yeni usûle göre eğitim veren bir Çala medresesinde okudu ve bu yerde Arapça, Farsça ve Çağatay Türkçesini öğrendi. İlk şiir denemelerini burada yaptı. Daha sonra Kazan’a gitti ve burada da başka bir medreseye devam etti. Şolpan adındaki ilk şiir kitabı Kazan’da basıldı. Mir Jakup Dulatulı ile tanıştıktan sonra Kazak kültürünün yaygınlaşması için çalışmalara başladı. Rusça da öğrendi. Diğer milliyetçi Kazak aydınları ile beraber Alaş hareketine katıldı.
Büyük bir Türk milliyetçisi olan Cumabayev, Kazakların ve bütün Türkistan’ın millî şâiridir. Şiirlerinde Türk topluluklarının o dönemdeki dağınıklığından, yabancı işgali altında yaşamak zorunda kalışlarından ve bundan dolayı duyulan ezikliklerden bahseder.
Kün men Tün (Gece ile Gündüz),
Alıstagı Bagrıma (Uzaktaki Kardeşime),
Türkistan, Oral, Aksak Temir Sözü (Aksak Timur Sözü),
Künşıgıs (Doğu), Ot (Ateş) gibi şiirleri bulunmaktadır.
Alısdaki bavuruma (Uzaktaki Kardeşime ) Çanakkale Savaşı sırasında yazmıştır. Türkistan adlı şiirleri ile Türk Dünyasının kalbine taht kurmuş Turan fikrini savunduğu için 1938 yılında Stalin tarafından kurşuna dizilerek idam edilen Büyük Kazak Edebiyatçısıdır.
UZAKTAKİ KARDEŞİME (Çanakkale Savaşı için yazılmıştır.)
Uzakta ağır azap çeken kardeşim! Kurumuş lale gibi çöken kardeşim! Etrafını sarmış düşman ortasında Göl kılıp göz yaşını döken kardeşim!
Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim! Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim! Hor bakan, yüreği taş, kötü düşman Diri diri derini soymuş kardeşim!…
Ey pirim! Değil miydi Altın ALTAY Anamız bizim? Bizlerse birer tay, Bağrında, yürümedik mi serazat? Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay?
Alaca altın aşık atışmadık mı? Tepişip bir döşekte yatışmadık mı? Anamız olan ALTAY’ın ak sütünden Beraber emip beraber tatışmadık mı?
Akmadı mı bizim için dupduru bulak, Şarıldayıp şarıl şarıl dağdan inerek? Hazırdı uçan kuş, kopan yel gibi Dilesek bir bir atlar, tıpkı burak!
ALTAY’ın altın günü nazlanarak Gelende, sen pars gibi bir er olarak, Akdeniz, Karadeniz ötelerine, Kardeşim, gittin beni bırakarak!…
Ben kaldım yavru balaban, kanat açamam, Uçam diye davransam bir türlü uçamam, Yön bulduran, yol gösteren can kalmadı; Yavuz düşman koyar mı şimdi beni vurmadan?
Kurşunlar genç yüreğime saplandı, Günahsız taze kanım su gibi aktı; Kansız kalıp, kuruyup bayıldım, Karanlık mahbese sıkıca kapattı.
Görmüyorum artık gece gezdiğimiz kırı, ovayı, Gündüz güneşi, gece gümüş nurlu ayı; Nazlı nazlı ipek kundaklara sarmalayıp Bizi büyüten altın ANAM ALTAY’ı
Ey pirim! Ayrıldık mı ulu bütünden? Dağılmayıp yılmayan yağan oklardan Türk’ün pars gibi yüreği varken Gerçekten korkak kul mu olduk sinip düşmandan?
Kudretli olmak isteyen Türk’ün canı Gerçekten bitap düşüp kalmadı mı hali? Yürekteki ateş söndü mü, kurudu mu DAMARINDA KAYNAYAN ATALAR KANI?
Kardeşim! Sen o yanda, ben bu yanda, Kaygıdan kan yutuyoruz, bizim adımıza Layık mı kul olup durmak, gel gidelim ALTAY’A ATADAN MİRAS ALTIN TAHTA.