Yayin Tarihi 28 Mart, 2008 Kategori KAHRAMANLAR
Millî Şehit Kemal Bey
Dâvası ve Îdamı
Yozgat’ta faaliyet gösteren Ermeniler 1886′da kurulan Hınçak Komitesi’nin direktifleri ile hareket ediyorlardı. Ermenilerin Yozgat’ta en fazla faaliyette bulundukları yer ise Boğazlıyan Kazası’ydı. Propagandalarına haklılık kazandırmak ve taraftar toplamak için Türkler aleyhine hayali tehcir davası açan Ermeniler bu faaliyetlerini, Yozgat Mutasarrıfı olan Leon Efendi kanalıyla İngilizlere de aktarmışlar, İstanbul Hükümeti üzerinde baskı kurmaya çalışmışlardır. Hınçak Komitesi’nin Orta Anadolu’da faaliyet gösteren merkezi Merzifon’du. Merzifon “Küçük Ermenistan İhtilal Merkezi” adını almıştı. Komitenin reisi ise Merzifon’daki Amerikan Koleji’nde öğretmenlik yapın Karabet Tomayan ve sekreteri de yine aynı okulda öğretmen olan Ohannes Kayayan‘dı. Bu öğretmenlerin her ikiside Protestan Ermeni idiler. Söz konusu bu kişilerle beraber Protestan vaizi Mardiros faaliyete geçmek için önce Çorum, Burhaniye, Sivas, Tokat ve Amasya’yı gezerek Ermenilere telkinlerde bulunmuşlar, yaptıkları konuşmalarda 1877 - 1878 Osmanlı- Rus harbi sırasında Ermenilerini katledildiğini ileri sürerek mevcut Ermenilerin birleşmelerini istemişlerdir. Ayrıca, yabancı devletlerin dikkatini çekmek için de çeşitli olaylar tezgahlamışlardır.
Maddi yönden oldukça güçlü olan ve oluşturdukları dayanışma sonucu silahlanan Ermeniler çeteler oluşturarak Anadolu’nun ve Yozgat yöresinin içinde bulunduğu kötü durumdan da faydalanarak soygun ve talan işlerine girişmişlerdir. Onların bu soygun ve talan hareketlerinin amacı karışıklık çıkararak dikkatleri üzerlerine çekmekti. Ermenilerin bu faaliyetlerinin artması üzerine çekmekti. Ermenilerin bu faaliyetlerinin artması üzerine, Osmanlı Devleti 14 Mayıs 1915′te 3 maddeden oluşan “Tehcir Kanunu”nu çıkarmıştır. Bu kanuna göre; 1- Savaş vaktinde ordu, kolordu ve tümen komutanları ve bunların vekilleri ile müstakil mevki komutanları ahali tarafından herhangi bir surette hükümet emirlerine ve memleketin savunmasına ve asayişin korunmasına dair işlere ve tertiplere karşı muhalefet ve silahla tecavüz ve direnme görülürse hemen askeri kuvvetle bastırılması ve tecavüz ve mukavemeti yok etmeye mezun ve mecburdur.
2- Ordu ve müstakil kolordu ve tümen komutanları askerlik icaplarından dolayı veya casusluk ve hıyanetlerini sezdikleri köyler ve kasabalar ahalisini tek tek veya toplu diğer mahallere sevk ve iskan ettirebilirler.
3- Bu kanun çıktığı günden itibaren muteberdir. Osmanlı Devleti’nin çıkardığı bu kanunu da dinlemeyen Ermeniler 2 Eylül 1915′te Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesine bağlı köyleri yine ateşe vermişler, duruma müdahale etmek üzere bölgeye jandarma kuvvetleri gönderilmiş ancak, Ermeniler Jandarmalara da ateş açmışlardır. Durum, zamanın İçişleri Bakanlığı’na bildirilmiş, Bakanlık da bir telgraf emri ile buradaki Ermenilerin 24 saat içinde bölgeden çıkarılarak Suriye istikametine sevk edilmelerini emretmiştir.
Bu olayların meydana geldiği sırada Boğazlıyan ilçesinin kaymakamı Kemal Bey’di. Kemal Bey, bu emir üzerine Jandarma Komutanı ile birlikte verilen emri yerine getirmiştir.
Yıllardan beri Türk vatanını parçalamaya çalışan ve her türlü hareketi gayeleri için meşru sayan Ermeniler, Mondros Mütarekesi’ni takip eden günlerde gadre uğramış insanlar pozunda ortaya atılırlar. Kendilerini sürgüne tabi tutanların cezalandırılmasını isterler. Bu isteklerin Mister Brown’un telkiniyle Padişaha da kabul ettirirler. Durumun yatıştırılması için suçlu aranmaya başlanır. Bu suçlulardan birinin de Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey olduğu kanaatine varılır.
Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili Kemal Bey, Ermeni tehcirinde görevini kötüye kullanarak ölümlere sebep olduğu iddiasıyla, idamla yargılanır. Mahkemede çoğunluğunu Ermeni komitecilerin teşkil ettiği ve İngiliz Yüksek Komiserliği’nin, Rum - Ermeni Şubesinin temin ettiği birçok yalancı şahit çıkararak akıl ve mantığın kabul etmediği bir sürü suç uydurarak, Kemal Bey’in aleyhinde şahitlik yaparlar. Bunun üzerine, mahkemede sanık sandalyesinde bulunan ve avukatlığını Saadettin Ferit Bey’in yaptığı Kemal Bey şu tarihi savunmayı yapar: “Düne kadar hâkimler heyeti halinde olan sizler, şu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz. Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının matemi Müslümanların yüreklerinin sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı malumdur. Ermeniler ise, Rus Ordularının kah önüne geçerek, kah arkasında kalarak, ekseriya memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek facialar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. Yozgat Vilayeti dahilinde sevk edilen bazı Ermeni - Muhacir kafilelerine, Ermenilerin Müslümanlara reva gördükleri facialara şahit olmuş, bazı asker kaçaklarının tecavüzü ihtimal dahilindedir.
Ancak, savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla iddia makamının da isteği üzerine, kurbanlar verilmesi bir siyaset icabı sayılıyorsa, bu kurban, ben olamam. Siz kurban seçmekte değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdani görevini taşıyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlaka kurban aranıyorsa, herhalde bu işlerin tertipçisi ve idarecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir.” Kemal Bey’in bu sözlerden sonra yalancı şahitler, hiç olayları gerçekmiş gibi anlatarak Kemal Bey’i iftira yağmuruna tutarlar. Bu iftiralar karşısında Kemal Bey şöyle söyler: “Hepsi yalandır, uydurmadır. Reis Paşa, ben ne bunların söyledikleri Keller köyüne gittim ne de oradan geçtim. Burada vuku bulduğunu iddia ettikleri cinayetlerden de haberim yok. Hele parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesmek; rica ederim. Bu vahşeti kim yapar? Bu derece şem’i bir işi yapacak bir insan tasavvur edemiyorum. Esasen, birini ispat edemezler. Çünkü, hepsi iftiradan ibarettir. Benim haberim olmadan bir şey olmuşsa bilemem. Fakat bu ana kadar bu mevzuda hiç bir şikayetçi gelmemiştir. İlk defa burada Mahkeme huzurunda bu şikâyetlerle karşılaşıyorum.” Mahkeme bu şekilde devam ederken, İngilizler ve Ermeniler Kemal Bey’in asılması için Mahkeme Başkanı Hayret Paşa’ya baskı yaptıklarından, Hayret Paşa istifa etmiş yerine “Nemrut” lakabıyla anılan Mustafa Paşa getirilmiştir.
Nemrut Mustafa Paşa önceden verilmiş bir emri yerine bir memur tavrıyla mahkemeyi sonuçlandırarak 8 Nisan 1919′da Kemal Bey’i idama mahkum eder. Önceden hazırlanmış olan bu idam kararı tasdik edilmek üzere saraya gönderilir. Padişah Sultan Vahdettin, “Ferit Paşa Millet ile Padişah arasına siyah bir perde çekti” diyerek, bu kararı imzalamaz. “İş intikam ve bilahare mukatale şeklini alabilir. Yolun şimdiden önünü kesmek üzere fetva-yı şerife talebine mecbur oldum” der. Seyhülislam Mustafa Sabri “Divan-Harb-ı Örfi tarafından idama mahkum edilen Kemal’in mahkemesi hak ve adle muvafık bir surette icra edilmiş olduğu takdirde, hakkında sadır olan hükm-i idamın derun-i varaka damu harrer fetva ve mükul-i şer’iyeye muvafık olduğu veraste-i arzdır” şeklinde bir fetva verir.
FETVÂ VE ÎDAM
Damat Ferit
Bu şekilde verilen fetva ile Ermenilere kısas hakkının verilmiş olması gibi garip bir adalet ölçüsü ve İngilizlerin baskısı ile Türk Hükümeti ve İslam Müftüsü bir Türk-İslam vatanseverinin idamını tasdik ettiler.
Cezası infaz edilmek üzere İstanbul’a getirilmiş olan Mehmet Bey, Bekir Ağa Bölüğü’nden alınarak cezasının infaz edileceği yer olan Beyazıd Meydanı’na getirilir. Kemal Bey’in asılacağını duyan bütün İstanbullular ve bilhassa vatanseverler Beyazıd Meydanı’ndan toplanırlar. Kemal Bey’e idam sehpasının önünde son sözünü ne olduğunda, o halka şöyle der: “Sevgili vatandaşlarım, Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet” Kemal Bey’in bu sözlerine katılan halk da aynen cevap vererek, “Kahrolsun böyle adalet” diye bağırmaya başlamışlardır. Kemal Bey, bu son sözlerine devam ederek:
“Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk Milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Âmin. Borcum var, servetim yok üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın Millet…” Kemal Bey’in idam hadisesi, İngilizlerin hiç beklemediği şekilde büyük tepki ile karşılanır. Kemal Bey’in cenazesi vasiyeti üzerine, Kadıköy Kuşdili Çayırı’ndaki oğlunun mezarı yanına gömülmesi için, ailesine teslim edilir. Kadıköy’de büyük bir cenaze töreni yapılır. Tabut, Karaköy İtfaiye Karakolu önünden geçerken bir manga asker bayrağı yarıya indirerek selam durur. Alışılmışın dışında, tabut eller üzerinde defnedileceği yere kadar götürülerek, 10 Nisan 1919 Perşembe günü akşam üzeri toprağa verilir.
KEMAL BEY’İN ÜZERİNDEN ÇIKAN VASİYETİ TARİHE BİR BELGE OLARAK KALACAKTIR
“Merhum sevgili oğlum Adnan’ın medfun bulunduğu Kadıköy Kuşdilli Çayır’ındaki kabristanda yavrumun yanına gömülmemi diliyorum. Teyzem ve kardeşim Kadıköy’ünde sakindirler. Teyzemin adresi Mühürdar Caddesinde 67 numaralı hanedir. Adı İsmet Hanım’dır. Defin masrafı teyzeme tevdi buyrulmalıdır. Kabir taşım, hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır: Millet ve Memleket uğruna şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in ruhuna fatiha. Perişan zevcem Hatice’ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref’e muavenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimam buyrulmasını vatandaşlarımdan beklerim.
Babam, Karamürsel Aşar Memur-u Sabıkı Arif Bey de acizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir. Bunlara da muavenet olunursa, memnun olurum. Türk Milleti ebediyyen yaşayacak, Müslümanlık asla zeval bulmayacaktır. Allah, millet ve memlekete zeval vermesin. Fertler ölür, millet yaşar. İnşallah Türk Milleti ebediyete kadar yaşayacaktır.” (30 Mart 1335 Boğazlıyan Kaymakam - Sabıkı Kemal)
Millet O’nu unutmadı; TBMM 14 Ekim 1922′de çıkardığı özel bir kanunla “Millî Şehit” olarak kabul etti.
Boğazlıyan’da bir mahalle ve bir okul “Millî Şehit”in adını taşımaktadır.
HEDDAM