• SiteAna Sayfa
  • Güllük Dergisi
  • Şairlerimiz
  • Arama
  • Üyeler
  • Video
  • Yardım
  • bayrak

Giriş Yap   Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre: Şifremi Hatırlat
 
Gülce Edebiyat Akımı
gulce
Your browser does not support the audio element.

Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi

Google Web'de Ara Sitede Ara
Submit Face book
  • 0 Oy - 0 Yüzde
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Konu Modu
Muhsin İlyas Subaşı ile Mevlânâ üzerine
Dışarıda Site Yönetimi
Admin
*******
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesaj Sayısı: 12,518
Konu Sayısı: 11,588
 
#1
31/03/2008, 23:07
Muhsin İlyas Subaşı ile Mevlânâ üzerine

Musa Tektaş

Şair ve yazar Muhsin İlyas Subaşı ile son eserleri ve Mevlânâ hakkında kaleme aldığı eserler üzerine konuştuk.
TEKTAŞ: Sayın Subaşı, UNESCO geçen yılı 800. doğum yılı dolayısıyla Mevlânâ Yılı ilan etmişti. Siz de bu yılı daha önce karşıladınız gibi geliyor bana. Önce “Aşkta Yanan Dede” isimli romanınızı çıkardınız. Arkasından sanırım geçen yıl da “İki Mevlevî” ile gündemdeydiniz. Peki, bu yıl için bir çalışmanız olmadı mı?


SUBAŞI: Oldu efendim. Ama ben isterseniz önce ilk kitapla başlayayım.
TEKTAŞ: Tabii, buyurun.
SUBAŞI: Benim en çok etkisinde kaldığım Naat’lardan birisi, Yanan Dede’ye aittir:
“Gönül hun oldu şevkinden boyandım yâ Rasulallah, / Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ Rasulallah, / Ezel bezminde bir dinmez figandım yâ Rasulallah, / Cemâlinle ferahnâk etki, yandım yâ Rasulallah” Bu Naat’ı dinledikten sonra Yanan Dede’yi merak ettim. Araştırdım, Hıristiyan bir aileden geliyor. Çocuk denecek yaşta Müslümanlığı benimsemiş ama açıklamadan tam 25 yıl gizli Müslüman olarak kalmış. Üstelik, soy itibariyle de Türk. Böyle bir insanın yukarıdaki gönül alevini oluşturan şiiri yazması beni çok etkiledi.
TEKTAŞ: Enteresan bir şey. Nasıl Türk oluyor?
SUBAŞI: Kendisi araştırıp Şer’iyye Sicilleri’nde bulmuş. Zaten doğrusu da odur: Anadolu’da yaşayan Rum dediğimiz Hıristiyanlar, Roma kökenli değil ki. Bunlar, İslâmiyet’ten önce bu topraklara gelmiş, burada Hıristiyanlaşarak Rum adını almış olan Türklerdir. Tarihleri boyunca hiçbirisi Yunanca, ya da İtalyanca bir kelime dahi konuşmamışlar, zaten bilmezler de. Hep Türkçe konuşmuşlar, Türk gibi yaşamışlardır. İşte böyle bir insanın oturup romanını yazdım.
TEKTAŞ: Roman oldukça ilgi gördü galiba?
SUBAŞI: Evet ilk yılda ikinci baskısını yaptı.
TEKTAŞ: Bu roman, Mevlevîliğe ilginizden dolayı mı? Yoksa sadece sizin Yanan Dede’ye yaklaşımınız sonucu mu?
SUBAŞI: Aslında bu işe yönelirken Mevlevîlik açısından bakmadım işe. Yanan Dede’yi İslâm’a taşıyan Mevlevîliktir ama o bu üslûbun içinde İslâmî hassasiyeti ön plana alan ve bu hassasiyetinden taviz vermeyen bir insandır. Düşünebiliyor musunuz? Ezan sesini duyduğu anda bulunduğu yere çömelip ağlayan bir insandır Yanan Dede. Bu, ilâhî aşkın günlük hayatta da vecd halinde yaşanması demektir. Bu yüksek seviyeye herkes kolay kolay ulaşamaz.
TEKTAŞ: Ama Mevlânâ’ya çok bağlı.
SUBAŞI: “Mevlânâ’ya beni İslâm’a götürdüğü için âşığım” diyor. Bir nevi minnet borcudur onun Mevlânâ tutkusu. Öz’de Allah ve Resulü vardır. Mevlânâ ise o hedefin rehberidir, mürşididir.
TEKTAŞ: Sayın Subaşı, burada bir şey dikkatimi çekti: Siz sürekli “Yanan Dede” diyorsunuz. Halbuki biz onu “Yaman Dede” diye biliyoruz?
SUBAŞI: Doğrusu benim söylediğim şeklidir. “Yanan Dede”nin Müslüman olmazdan önceki adı Diyanandi’dir. Öğrencilik döneminde Hıristiyan göründüğü için Türk hocaları ona “Yanandi” diye hitap etmişler. Müslüman olduktan sonra, buradan çağrışım yaparak “Yaman Dede” demişler. Ama o, buna hep itiraz etmiş: “Bana Yanan ya da Yanar Dede deyiniz lütfen”, diye. Biz kolayımıza geleni kullandığımız için bu mübareğin vasiyetine bile saygı göstermiyoruz. Ben bu dikkat noktasının üzerinde durduğum için “Yanan Dede” dedim.
TEKTAŞ: Yanan Dede’nin galiba yanmak yakılmakla ilgili de bir şiiri var?
SUBAŞI: Evet var, şöyle der ilk kıtasında:
“Yak sînemi ateşlere efgânıma bakma,/ Rûhumda yanan âteşe, nîrânıma bakma,/ Hiç sönmeyecek aşkıma, îmânıma bakma,/ Ağlatma da yak, hâl-i perîşânıma bakma!”
TEKTAŞ: Müthiş bir şiir…
SUBAŞI: Öyledir, çünkü yanarak yakılarak söylüyor…
TEKTAŞ: Peki, “İki Mevlevî” isimli eserinizi nasıl yazdınız?
SUBAŞI: Şimdi bakın, hayatımızda her şey bir sebep ve sonuç ilişkisi içerisinde gelişir: Ben, Yanan Dede’yi araştırırken, karşıma, Ahmet Remzi Dede çıktı. Ahmet Remzi Dede, Yanan Dede’yi İslâm’a taşıyan insandır. Son Mevlevî Şeyhidir. Kayseri’de doğmuş ve ölümüne yakın bu şehre gelmiş burada ölmüş Mevlânâ’nın Hocası Seyyid Burhaneddin Hazretleri’nin türbesinin girişinde toprağa verilmiştir. Onun hayatına baktığımda ilginç detaylar gördüm. Meselâ meşhur Bayrak Şairimiz Arif Nihat Asya onun mürididir. Ord. Prof. Dr. Feridun Nafiz Uzluk, Ord. Prof. Ahmed Süheyl Ünver, Prof. Dr. Bedi N. Şehsuvaroğlu, Tahir Olgun, Hakkı Süha Gezgin, Hüseyin Vassaf gibi isimler onun mürididir. Massıgnon, uzun yıllar Dede’den gelip dersler almış, Müslümanlığını açıklamak isteyince: “Sen bu halinle de Müslümansın. Açıklama, ülkende dışlanır hizmetini yerine getiremezsin”, diyerek uyarıda bulunmuştur. Böyle bir adamı, tekke ve zaviyeler kapatılınca, Üsküdar Mevlevî Şeyhliğinden alarak, Selimağa Kütüphanesi Müdürlüğü’ne getirmişler, hizmetine burada devam etmiş. Yanan Dede ile Ahmet Remzi Dede’nin ilişkileri ölene kadar aksamadan sürmüş. Üstelik bunlar Mevlevîliği canlı tutabilmek için de birlikte çok büyük gayret göstermişler. Bu yüzden bu ikisini bir kitapta buluşturdum. “İki Mevlevî” böylece ortaya çıktı.
TEKTAŞ: İyi de oldu galiba.
SUBAŞI: Evet, gerçekten iyi oldu.
TEKTAŞ: Bu yıl için ne yaptınız? Bundan önce bir şey daha sormama izniniz olur mu?
SUBAŞI: Estağfurullah, buyurun.
TEKTAŞ: Sizde Mevlevîlik var mı?
SUBAŞI: Bütün bu kutup isimlere aynı derecede yakınım. Birini diğerinin önüne almıyorum. Hepsini benimsiyor, hepsini seviyorum. Hepsine hizmet etmek istiyorum. Aralarında ayırım yapmak istemiyorum. Bunları kendi dönemlerinin müceddîdi olarak görüyorum. Ben arı olup onların çiçeklerinden bal taşımak istiyorum peteğime… Meseleye böyle bakmak lazım.
TEKTAŞ: Bu yıl için ne düşünüyorsunuz?
SUBAŞI: Şimdi bu yıla gelince, bu yıl, baktım Mevlânâ etkinlikleri bizde arzu edilen düzeyde olmadı. Uluslararası bir iki toplantı yapıldı, ama bu tür toplantılar salon dışına çıkmaz. Sık sık böyle toplantılara katıldığım için yapısını biliyorum; bu toplantıların dinleyicisi de tebliğ sunanlarından ibaret olur. Halbuki, Mevlânâ öyle bir salona, hatta bir ülkeye sığacak insan değildir. Ben bu defa oturdum, Mevlânâ’ya Batılı nasıl bakmış? Onu araştırdım. Çok ilginç sonuçlar çıktı. Bu defa, “Batıdaki Mevlânâ”yı yazdım. Sanırım bu mülakatın yayımlandığı günlerde bu kitap çıkmış olacaktır.
TEKTAŞ: İlginç bir kitap?
SUBAŞI: Evet, bizdekiler genelde Mesnevi etrafında dönüp duruyorlar. Mesnevilerden herkes kendi meşrebine göre hikâyeler seçip yayımlıyor. 250’ye yakın bu tarzda kitap var. Zaten Mesnevi’ye bakan, herhangi birisinin seçtiğini değil, sahibinin metnini okur. Belki onlar da gerekli ama, Mevlânâ için bence yeterli değildir. Batılılar bizden farklı olarak algılayıp değerlendiriyorlar onu. Üzerine konuşup tartışıyorlar. Onun eserlerinin açılımı üzerinde kafa yoruyorlar. Bu kitap böyle bir farklılıkla geliyor.

TEKTAŞ: Neler diyor Batılılar?
SUBAŞI: Neler demiyor ki? Meselâ, bir Fransız Hanım, tesadüfen bir şiirini okumuş Mevlânâ’nın. Çok etkilenmiş ve sırf Mesnevi’yi kendi yazıldığı dilden okuyabilmek için Üniversitedeki işini bir kenara bırakarak tam üç yılını Farsça öğrenmeye ayırmış. Öğrendikten sonra da hem Müslüman olmuş, hem de Mevlânâ’nın bütün eserlerini yirmi yılını vererek Fransızca’ya çevirmiş.
TEKTAŞ: Heyecan verici bir şey. Kim bu hanım?
SUBAŞI: Havva adını alan Prof. Dr. Eva Vitray Meyerovitch.
TEKTAŞ: Başka kimler var hocam?
SUBAŞI: Pek çok. Bir İtalyan Hanım, Prof. Dr. Anna Masala meselâ. Meselâ, Alman Prof. Dr. Annemaria Schimmel. Bunlar Mevlânâ’ya aşk derecesinde bağlı isimler. Özellikle Schimmel’in bu alandaki çalışmaları dünya çapında. Bunların üçü de “Bizim asıl yurdumuz Türkiye’dir”, diyorlar: “Bizim şeyhimiz, üstadımız Mevlânâ’dır”, diyorlar. Bakın Mevlânâ’yı tanıyıp Müslüman olan Batılı bir Mevlevî, Konya’ya geliyor ve yöneticilerden bir ricada bulunuyor: “Lütfen, Mevlânâ’nın türbesi etrafında turistik eşya sattırmayın. Burası, arayış içinde olanların başvurdukları bir ulvi makamdır. Ticaretle kirletilmesin, insanların sığınma duygusunu zedelemesin”, diye.
TEKTAŞ: Ne kadar asil bir düşünce?
SUBAŞI: Evet, bu hassasiyet bizde yok; biz de kola içerek, sakız çiğneyerek çekirdek çiterek semâ ayinleri seyrediliyor. Bizim Mevlevîliğimiz de bu işte!..
TEKTAŞ: İlgi çekici bir kitap olacak?
SUBAŞI: Ben de öyle umuyorum. Artık Mevlânâ’nın öğretisi bizim için bir davetiyedir. Onun misyonu, sadece semâ gösterileriyle sınırlı değildir. Hatta, bu semâ gösterileri biraz da onun ruhaniyetini zedeliyor gibi geliyor bana. Mevlevîlik bir inanç disiplini ise, semâyı kendi derûnunda değerlendirmek lâzım. Folklorik ve turistik yapıya çekerseniz, kendi temsil gücünü kaybeder. Siz iyi niyetli olarak, Mevlânâ’nın yaşama biçiminin bir yansıması şeklinde bunu ele alsanız da, bugün bizde ve Batı’da para uğruna çeşitli otellerde semâ adıyla bir yığın soytarılıklar yapılıyor. Dünyada korkunç bir çözülme var. Mevlânâ bu alanda önemli bir cazibe merkezi olabilir. Onun kucaklayıcı ve hoşgörülü tavrı hümaniteryen kalıba çekilmeden, İslâmî boyutuyla değerlendirilirse, çok büyük hizmet yapılabilir. Batılı Müslümanlar da bunu söylüyorlar zaten. Ben her üç kitabımda da Mevlevîliğin bu yönünü ön plana çıkarmaya çalıştım. Umarım bir hizmet yapılmış olur…
TEKTAŞ: İnşallah öyle olur. Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.
SUBAŞI:-İlginize ben de teşekkür ederim Musa Bey kardeşim…

Muhsin İlyas Subaşı’nin biyografisi
1942’de Şarkışla’da doğdu. İlköğretimini burada orta ve lise öğrenimini Kayseri İmam-Hatip Okulunda tamamladı. Yüksek İslâm Enstitüsü’nü bitirdikten sonra çeşitli liselerde öğretmenlik yaptıktan sonra emekli oldu. Emeklilikten sonra bir bölge televizyonunun Genel Müdürlüğü ile bir ulusal ajansın Bölge Müdürlüğünü yürüttü. 1965’ten itibaren Hareket ve Türk Yurdu dergilerinde yer aldı. Çalışmaları, daha sonra, Hisar, Milli Kültür, Töre, Türk Edebiyatı, Küçük Dergi, Erciyes,. dergilerinde yayımlandı. 1979-81 yılları arasında Küçük Dergi’yi çıkardı. Edebiyat ve Basın dalında çok sayıda ödül aldı. Çeşitli uluslararası toplantılarda ülkemizi temsil etti.

Eserleri:
Şiir: Vuslat Türküsü, Aydınlığın Gözleri, Sevgi Donanması, Bu Yüreğin Ülkesinde, Deryâdil, Sevdakâr, Bir Sır Gibi.
Roman: Ahtapot, Güneşe Uçan Kelebek, Aşkta Yanan Dede, Ben Onurumu Çiğnetmem.
İnceleme: Dünden Bugüne Kayseri, Kayseri’nin Mânevî Mimarları, Taşla Konuşan Deha, Bu Şehrin Hikâyesi, Ağırnaslı Sinan

Kaynak:ilesam.org.tr
Alıntı  
Tweet      
     


Benzeyen Konular
Konu: Yazar Cevaplar: Gösterim: Son Mesaj
  OZAN, ÂŞIK, SAZ ŞAİRİ VE HALK ŞAİRİ KAVRAMLARI ÜZERİNE Site Yönetimi 0 8,375 15/09/2011, 13:19
Son Mesaj: Site Yönetimi
  DADALOĞLU ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ Site Yönetimi 0 1,549 18/07/2008, 04:55
Son Mesaj: Site Yönetimi
  Ahmet HAŞİM: Şiir Üzerine Bazı Düşünceler Site Yönetimi 0 2,483 01/04/2008, 00:33
Son Mesaj: Site Yönetimi

Digg   Delicious   Reddit   Facebook   Twitter   StumbleUpon  


Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir

Mustafa Ceylan |
  •  
  • Yukarı dön  
  • Lite mode  
  •  Bize Ulaşın


Dost Sitelerimiz:

Türkçe Çeviri: MyBB Türkiye
Üretici: MyBB, © 2002-2023 MyBB Group-Theme © 2014 iAndrew

Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder