SiteAna Sayfa
Güllük Dergisi
Şairlerimiz
Arama
Üyeler
Video
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Şifremi Hatırlat
Beni Hatırla
Your browser does not support the audio element.
Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi
Web'de Ara
Sitede Ara
0 Oy - 0 Yüzde
1
2
3
4
5
Konu Modu
NESİR' E DAİR..
Site Yönetimi
Admin
Üyelik tarihi:
Jan 2008
Mesaj Sayısı:
12,518
Konu Sayısı:
11,588
#1
16/05/2009, 21:34
ESKİ NESİR
Zaman bakımından 14. yüzyıl başlarından 19. yüzyıl ortalarına kadar süren nesirdir. Eski nesir, bu zaman içinde hayli değişik ve çeşitli durumlar göstermiş bölümelere de ayrılmıştır. Eski nesir;
a. halk nesiri
b. divan nesiri
olarak iki kısma ayrılabilir. Divan nesri de birbirinden farklı üç üslup halinde görülür.
1 – Edebi nesir (İnşa)
2 – Tarih nesri
3 – Öğretici nesir
A. HALK NESRİ
Halk nesri denince, doğrudan doğruya halkın verimi olan yada halkın ağzından derlenen eserler akla gelmelidir. Halk içi,n yazılmış “öğretici” eserler bu konuya girmez.
Çoğu sözlü folklor verimi olan halk nesirlerinden, bize kalan yazılı örnekler çok azdır. Elimizdekilerin çoğu da zamanlarında yazıya geçmemiş ve daha sonra yazılmış oldukları için asıl yaratıldıkları çağın dil ve üslup özelliklerini taşımazlar. Bunlar arasında Battal Gazi, Hamzaname, Eba Müslim, Hz. Ali Cenkleri gibi kitaplar meydana geldikleri çağların dilini az çok saklamış olsalar bile, söylenme ve yazılmalar sırasında hayli değişmelere uğramış oldukları için, halk nesrine örnek verilemezler.
Bu durumda, eski halk nesrinin elimizde kalan biricik eseri Dede Korkut Kitabıdır. Çünkü 15. yüzyıl Doğu Anadolu bölgelerimiz halkının dillerinden derlenmiş olan bu kitap aynen yazıldığı biçimde korunabilmiştir.
B. DİVAN NESRİ (İnşa)
Orta dönem nesrinin halk ve divan nesirleri diye iki kola ayrıldığını görmüştük. Daha çok “inşa” diye anılan divan nesrini 1- Edebi Nesir 2- Tarih Nesri 3- Öğretici Nesir olmak üzere üç bölümde inceleyeceğiz. Yalnız ayrı ayrı bölümlere geçmeden önce her üç çeşitin de ortaklaşa yönlerini belirtmek gerekir :
a. Bu nesirde bir Türkçe yazmak düşüncesi yoktur. Şairlerde ara sıra görülen sadelik kaygısı (nesir yazanlar) arasında hiç görülmez öyle ki çok sade olan bazı parçalar bile anlaşılmak arzusundan çok ????? yorulabilir. Yalız öğretici nesir yazıcılarında halka seslenmek kaygısı sezilmektedir.
Türkçe, Arapça, Farsça kelimeler sanki tek bir dilin özcüğü gibi ayırt edilmeksizin kullanılır. İşte adı geçen üç dilin karması bu yazı diline sonradan Osmanlıca denmiştir. İnşa yazarları birbirine kaynaşmamış olan bu üç dilin pek bol kelimeleriyle süslü, zengin, ömürsüz ve yapmacık bir nesir meydana getirmişlerdir.
Tanzimat’tan sonra bu nesir şuurlu tepkilerle karşılaşmış ve kelimenin özleşmesi günümüze kadar sürmüştür.
b. Bu nesirde Türkçe cümle yapısına dokunulmamıştır. Cümlede özne-tümleç-yüklem dizisi korunmuştur. Yalnız cümlenin yapısı Farsça ve Arapça tamlamalar, yabancı fiil çekimleri, ön ve son ekleri katılmıştır.
c. Cümleler gereksiz yere uzatılmıştır. Noktalama işaretleri, cümle bitimlerinde sık sık kullanılan (-ip, -up, -erek, -icek, -ıcak) bağ fiiller uzun diziler meydana getirir. Bundan dolayı cümleleri anlamak zorlaşır.
d. Bu nesirde fikirden çok süse önem vermiştir. Üslupta güzellik yalnız kelime dizimlerinde aranmıştır. Üçüzlü beşizli isim ve sıfat tanımına bunun için çok yer ayrılmıştır. Nesirden çok nazım kuralları aranmıştır. Bir çok parçalarda art arda gelen cümleler arasında simetrikler ve seciler (nesir kafiyesi) kullanılmıştır.
e. Farsça’dan geçmiş olan (ki) bazen (kim) edatı ile Arapça’dan gelen (ve) (bazen vü, ü) bağlacı bu nesirde çok kullanılır.
EDEBİ NESİR
Divan nesrinin en yapmacık olan ve bugün okunmaz hale gelen koludur. Osmanlıca’nın en koyu dili burada görülür. Arap, Fars kelime ve tamlamaları pek bol olup özenti ile seçilmiştir. Mecazların her türlüsü burda yer alır. Simetriye ve secilere vazgeçilmez öğeler gözü ile bakılır.
(İnşa yazarının) Bütün amacı süs ve şatafattır. Fikir kaygısı en sonra gelir. Yazar için bir fikri söylemek değil söyleyiş tarzı önemlidir. Hep süs için hiç duyulmamış yabancı kelimeler ile üçüzlü beşizli isim takımları yapılır.
Tasvir, tahkiye, hitap ve söyleşmelerde duyguya önem verilir. Şairane söyleyiş çok öenm görür. Bu nesirde büsbütün nazım ölçüleri aranır. Nesir, kendinden beklenen hizmeti görmediği için divan edebiyatında fikir hareketleri çok ağır işlenmiştir.
Edebi ensre, terim olarak inşa, inşa yazana da münşi adı verilir. Birkaç büyükçe nesir parçasından meydana gelen esere müşeat denir.
Edebi nesir, yüzyıllar geçtikçe daha koyu ve anlaşılmaz bir çıkmaza sokulmuştur. Mesela 15. yüzyılda Sinan Paşa’nın inşası oldukça sade ve sevimli bir üslupla yazıldığı halde, 17. yüzyılda yetişen Nergisi’nin inşası büsbütün ağdalı ve süslüdür. Şöyle ki, sırf Arapça veya sırf Farça nesri okuyup anlamak, Nergisi’yi anlamaktan kolaydır.
15. yüzyılda: Tazarruname adlı eseri ile Sinan Paşa; 16. yüzyılda: Nefead-ül Üns, Münazara-i Bahar u Şita ve daha birkaç eseri ile Lamii ve Şikayetnamesi ile Fuzuli; 17. yüzyılda: Hamse (5 kitap) sahibi Nergisi ile Veysi; 18. yüzyılda : Kani...edebi inşa’nın ustaları sayılırlar.
TARİH NESRİ
Orta dönem divan nesrinin en bol ve kuvvetli örnekleri tarih nesri kolunda toplanmıştır. Çok yerde süs ve sanat kaygısı gütmeyen ve tarih vakalarını yalın bir ifade ile yazan ünlü yazarlar, tarih bilgileri ve gezginler, canlı, hareketli, zevkli sayfalar yazmışlardır.
Başka milletlerde olduğu gibi bizde de “tarih” 19. yüzyıl başlarına kadar bir edebiyat türü sayılmıştır. Eskiler için tarih, çok okunan ve sevilen bir sanat, bilgi ve hikmet sözleridir. Tarih, iyiyi kötüden ayırmaya yarar, ibret dolu bir kitap sayılıp devler adamları ve aydınlar tarafından dikkatle okunmuştur. Denilebilir ki, bu kitaplar, o çağ aydınlarının hem felsefe ve tarih, hem de roman ve hikaye okuma ihtiyaçlarını karşılamıştır.
Bazı tarihçiler de özellikle olayları yorumlarken ve tasvirler yaparken münşiane denilen süslü ve parlak aydınlatma yoluna kaymışlardır. Fakat hitap ve söyleşme bölümlerinde yalın bir konuşma dili kullanırlar. Bunlardan Aşıkpaşazade, tarihini halk dili ile denebilecek kadar sade yazmıştır. Tarih nesri de yüzyıllar geçtikçe ağır bir dille yazılmış, ama hiçbir zaman anlaşılmaz hale gelmemiştir. Tarihte birçok olay ve kişileri anlatmak zorunda oluşları, tarihçilerin sırf sanat göstermek için ağır dil kullandıkları görülür.
Biz burada, “tarih nesri” deyimi ile, yalnız tarih kitaplarında görülen nesri söylemek istemiyoruz. Birçok coğrafya, seyahat ve ilim kitaplarının da yazılmış olduğu fakat tarz ve anlarım benzerliği gösteren bir nesir kolundan bahsediyoruz.
15. Yüzyıl :
Osmanlı tarihi hakkında ilk Türkçe eser, şair Ahmedi’nin 15. yüzyıl başlarında yazdığı “Dastan-ı Tevarih-i Muluk-ı Al-i Osman” adlı manzum tarihidir.
İbni Arap Şah : Timur zamanını yazmıştır. Yazıcızade Ali : Bir “Seçukname” yazmıştır. Fatih zamanında : Behişti, “Tarih-i Ali Osman”, Emveri : “Düsturname” , Oruç Bey : “Tevarih-i Ali Osman” ve İdrisi Bitlisi : “Heşt Behişt” adlı (Farsça) tarihleri yazmışlardır. Karamanlı Mehmet Paşa’nın “Tevarih üs-selatin ül Osmaniye” adlı Farsça tarihi 1480’de Türkçe’ye çevrilmiştir. Bayatlı Mehmet oğlu Hasanın “Cam-ı Cen-Ayin” adlı tarihi 1482’de kaleme alınmıştır. Bu yüzyılın Türkçe olarak en önemli tarihi, Aşıkpaşazadenin “Tevarih-i Ali Osman”ıdır. (1478) Fatih Sultan Mehmet zamanında devletin resmi tarihini yazdırmak için Şehnamecilik denen saray tarihçiliği kurulmuştur. İlk Şehnameler manzum, daha sonra nesir karışık yazılmıştır.
16. Yüzyıl :
Tarihi eserler yönünden zengin. Bu yüzyılda Şehnamecilik devam etmiştir. Yavuz Selim’in fetihlerini yazan Fetullah Çelebi’nin eseri ile Eflatun’un “Hünername”si bu şehnamelerin en iyileridir. Ünlü tarihçiler arasında : “Tacüttevarih” adlı eseri ise Hoca Sadeddin Efendi; “Künhülahbar”ıyla Gelibolu’lu Ali; “Selanigi Tarihi” diye meşhur eseriyle Selanikli Mustafa vardır.
17. Yüzyıl :
Bu yüzyılda büyük tarihçiler ve tarih nesri bölümüne konulacak ustalar yetişmiştir. Fatih’in kurduğu Şehnamecilik töresi vakanüvislik diye yeni bir isim almış ve önemli bir saray memurluğu sayılmıştır. Vakanüvislik 1663’te Abdurrahman Paşa ile başlamıştır.
Bu asır içinde sayamayacağımız yazarların hepsi tarihçi değildir. Bazısı düşünce ve ilim, bazısı da seyahat alanında tanınmıştır. Fakat hepsi eserlerinde tarih ruhu taşıdıkları ve tarih nesrinin ortak özelliklerini kullandıkları için bu bölüme alındılar.
Başlıca tarihçiler : “Peçervi Tarihi” ile meşhur Peçevi İbrahim Efendi ile “Ravzatülebrar” sahibi Karaçelebizade Abdülaziz’dir.
Tarih nesri içindeki tanıdığımız ünlü yazarlar : “Risalesiyle meşhur Koçi Bey, büyük ilim adamımız, Katip Çelebi ve ünlü seyahat yazarımız Evliya Çelebi’dir.
18. Yüzyıl :
Bu yüzyılda sanatlı tarih anlayışının en büyük yazarları yetişmiştir. Bunların başında değeri tarihi ile Naima gelir. Bundan başka Naima Tarihine ek olarak Raşit’in yazdığı “Raşit Tarihi” ve ona ek olarak Çelebizade Asım’ın “Asım Tarihi”, Silahtar Fındıklılık Mehmet “Silahtar Tarihi” ve Fındıklılık Süleyman’ın “Mirüttevarih” adlı eseri vardır. Bu yüzyıl sonunda tarih nesrine bağlayacağımız ünlü “Sefaretname” sahibi Yirmisekiz Çelebi Mehmet’tir.
19. Yüzyıl :
19. yüzyıl başından hatta Tanzimat’ın ilanından sonra da edebi tarihçilik ve vak’anüvislik geleneği sürüp gitmiştir. Ünlü vak’anüvisler arasında Mütercim Asım, Şanizade Ataullah, Esat Efendi ve Recai Efendi sayılabilir. Bu yüzyılın ikinci yarısında (1855) Ahmet Cevdet Paşa’yı bir bakıma eski tarih geleneğimizin son büyük temsilcisi, bir bakıma da Türkiye’ye ilmi tarih çığırının öncüsü sayabiliriz.
ÖĞRETİCİ NESİR
Öğretici nesir, üslup yönünde tarih nesrine çok benzer. Ancak doğrudan doğruya bilgi vermek için yazılmış olan öğretici eserlerde, anlatım biraz daha kuru ve sanatsızdır. Mecazlar daha az bulunur. tasvir, tahkiye, söyleşme bölümlerine pek rastlanmaz.
Konu bakımından, öğretici yazılar, oldukça çeşitlidir. Başta din ve tasavvuf olmak üzere tıp, eğitim, terbiye, ahlak, muaşeret, hukuk ve her türlü ilim konusunda eserler yazılmıştır.
Çoğu bilginlerimiz, eserlerini Arapça yazdılar. Yalnız düşünce, bilgi ve tecrübelerini halka ulaştırmak isteyen bazı ülkücü aydınlar görüldü. Adı geçen eserler onlarındır.
Bu kitaplarda verilen bilgiler, çokluk Doğu kaynaklarından gelir. Felsefe ve ilimde İslam (yani Türk, Arap ve Fars) filozof ve bilginlerinin 15. yüzyıla kadar araştırıp ortaya koydukları müsbet ve nazari ilim sonuçları tekrar elde edilmiştir. Yeni ve yaratıcı düşünce ve görüşlere az rastlanır. Çünkü o çağlarda bilgi (Rönesans’tan önce Batı’da olduğu gibi) skolastik bir nitelik taşımaktadır. Skolastik bilgi ve düşünce, eski üstatların bulduklar sonuçları, olduğu gibi kabul edip tartışmasız benimseyen ve yalnız yorumlamakla yetinen eğitim ve düşünce tarzına verilen isimdir.
Farabi, İbni Sina, İbni Haldun, İmam Gazali ve İbni Rüşt gibi büyük İslam filozofları, çevirmeler yolu ile Arapça’ya aktarılan eski Yunan felsefesini genişletip geliştirmek ve hatta yenileştirmek ve başka sistemlere bağlamak suretiyle, bir Doğu Rönesans’ı hazırlamışlardı. Doğudaki taze buluşların, hür ve geniş fikirlerin, yepyeni felsefe görüşlerinin, Batı Rönesansı üzerindeki etkileri de büyük olmuştur.
Ne yazık ki, 15. Yüzyıldan sonra bu Rönesans, hızını kaybetti. Batının büyük yükselişlerine karşılık bizde duraklama başladı. Düşünce ve ilim ufuklarımız daraldı. Batı ile kuvvetli fikir ve sanat dağıntıları da kuramadığımız için büsbütün, skolastiğe kapandık. Medreselerimiz müspet ilim öğretimi ve hatta felsefeyi bırakarak eski bilgileri tekrar ile yetindi.
Büyük imparatorluğumuzun çöküşünde ilim ve felsefe yolundaki bu durgunluğun olumsuz etkileri büyüktür. Çünkü yenilgiler karşısında yıkılıp çökmemek için yaratıcı düşünceye ve yeni buluşlara ihtiyaç vardır.
Bu öğretici eserlerde verilen bilgilerin belli başlı özelliği, tıpkı atasözleri gibi geleceğe ve denenmişliğe dayanmasıdır. Bu yönden hem milli hem de beşeri bir değer taşırlar. Gerçi yeni şeyler değillerdir ama, bunlar arasında din, tasavvuf ve ahlaka dair olanlar ön safta gelir. Öğretici nesri teşkil eden eserler arasında doğu dillerinden yapılmış tercümeler de önemli yer tutmaktadır.
Öğretici nesrin bazı örnekleri aşağıya alınacaktır. Bu yazıların çıkarıldığı eserler ve yazıcıları da kısaca tanıtılacaktır.
TANZİMAT NESRİ
Siyasi Tanzimat’ın (1839) getirdiği Batı’ya yönelme hareketi, 1860’tan sonra edebiyatımızda da bir değişme, yenileşme çığırını açtı. Tanzimat Edebiyatı denen bu çığır (1895) Servetifünuna kadar sürdü.
Bu edebiyatı temsil eden kişilerin çoğu aynı zamanda şairlerdir fakat bunlar asıl yeniliği nesirde yapmışlardır. Tanzimat edebiyatı, hakiki bir nesir devrimi olmuştur. Çünkü fikirler yenilenmiş, Batı’dan yeni kavramlar getirilmiş bütün bunlar nesri büsbütün değiştirmiştir.
Zaten, Tanzimat’la edebiyatımıza giren yeni türlerin hemen hepsi, roman, hikaye, tiyatro, tenkid, makale, nutuk gibi nesir türleridir. Bu türler, yeni nesrin gelişmesini sağlamış ve yaratılan üslupla birlikte olgunlaşmışlardır.
Yeni nesrin oluşmasında asıl büyük rol, gazeteciliğe ve gazetecilere düşmüştür. 1860’ta başlayan özel gazetecilik, az zamanda, hakla hitap eden yeni bir anlatım bulmak gereğini kabul ettirdi. İster istemez bir havadis ve haber verme üslubu arandı. Nitekim özel Türk gazeteciliğinin kurucusu olan Şinasi, 1860’ta çıkardığı Tercüman-ı Ahval’in ilk sayısına yazdığı önsözde, bu arayışı tam bir şuur ile açığa vurmaktadır.
“Tarife hacet olmadığı üzre, kelam, meram anlatmağa mahsus bir Tanrı vergisi olduğu gibi, insan aklının en güzel icadı olan kitabet (yazı sanatı) dahi, kalemle tesvir-i kelam eylemek fenninden ibarettir. Bu hakikatten dolayı giderek, umu halkın kolaylıkla anlayabileceği mertebede işbu gazeteyi kaleme almak gerektiği dahi, yeri gelmişken, şimdiden hatırlatılır.”
Batı dünyasından bize gelen görüş,düşünce ve kavramlar, halka gazeteler kanalıyla yayılmıştır. Bunları anlatabilmek için yeni deyişlere, tamlamalara ve yeni kelimelere ihtiyaç duyulmuştur. Kimi tercüme yoluyla bulunan, kimi de eski kavramların yeni anlamlar kazanması suretiyle hazırlanan bu kelime ve tamlamalar, yeni nesri oluşturmuştur.
Tanzimat şair ve yazarlarının hepsi toplumcu, devrimci ve batıcı kimselerdir. Kitaplarında ve yazılarında, halka gösterecekleri yollar, anlatacakları gerçekler, verecekleri bilgi ve öğütler vardır. Bunu sağlamak için elden geldiği kadar çok insana hitap etmek isterler. Tabii olarak hepsi sade dile özenmiş ve açık yazmaya çalışmışlardır. Başlıca Tanzimat aydınlarının bu konudaki görüşleri sadeleşme ve anlaşılma noktasında birleşmektedir :
Namık Kemal :
“Her nedense lisanen söylediğimiz şiveyi beğenmeyip de kaleme başka bir edebiyat lisanı icat etmeğe çalışan müelliflerimizin tuttukları ifade tarzı, konuşma dilimize kıyasla, mesela arabiye nisbetle Borne lisanı kadar sakildir. İki sayfalık bir yazı okumak için herkesi seksen defa Kaamus’a (arapça sözlük) veya Buhran’a (farsça sözlük) müracaat mecbureiyetinde bulundurmak için marifet sayılsın? Seçkinler için kitap yazmak kadar dünyada abes bir şey yoktur.”
Muallim Naci :
“Bir söz ne kadar tabii söylenir ve tabii yazılırsa o derece latif olur. Fesahat, belagat denilen şeylerin tabilikte aranması lazım gelir. Söze tekellüf karıştığı gibi, fesahat, belagat aradan çıkar. Ziya Paşa’nın :
Çıktıkça lisan tabiatından
Elbette düşer fesahatından
sözü pek doğrudur.
Ancak doğru yolu görmüş ve o yoldan gitmeye çok çalışmış olmalarına rağmen, bu yazıcıların pek azı, özlenen sadeliğe ulaşabilmiştir. Bunun sebepleri çoktur. Bir kere bunların hepsi, eski edebiyat kültürü ile yetişmiş kimselerdi, alışkanlık ve hayranlıklarını bırakamıyorlardı. Okullarda hep Arapça ve Farsça öğrenildiği için aydınların bildiği ve kullandığı Türkçe kelimeler yetersizdi. Türkçe sözlerin büyük kısmı edebi sayılmıyor; ancak konuşma diline yakıştırılıyor, sanat ve fikir yazılarına gitmez sanılıyordu. Bu yüzden Arapça ve Farsça sözlere vazgeçilmez unsurlar gözüyle bakılıyordu.
Yüzyıllar boyunca Türkçe , fikir alanında işlenmeden kalmıştı. Edebiyatçılar, düşünce yazılarında, tasvir bölümlerinde ve ince duyguları anlatmak isteyince Osmanlıca’ya sığınıyorlardı. Sade dil, en çok söyleşmelerde ve biraz tahkiyede bulunuyordu. Tanzimatçılar, günlük dile yatkın, başarılı piyesler yazdıkları halde, roman ve şiirlerinde süsten kurtulamıyorlardı.
Sadelik gerçi bütün Tanzimatçıların baş arzusu görünür ama, bütün yazarlar aynı ölçüde sadeleşmek yolunu tutmuşlardır. Tek bir yazarın eseri dahi, sadelik yönünden birbirine benzemez. Hatta aynı makalede, birbirini hiç tutmayan sade ve ağdalı cümlelerin birbirini kovaladığı görülür.
Bütün bunlar, Tanzimat yazıcılarının sade dile çok özendikleri halde bunu eserlerine uygulayacak güce ve imkana sahip olmadıklarını düşündürür.
Sadeliği en ileri götürmüş olan Tanzimat yazarı; Muallim Naci’dir. bunlar arasında halk diline en fazla yaklaşabilen de Ahmet Mithat Efendi olmuştur.
Tanzimat nesri, Eski Nesre ilintisiz denilebilecek kadar değişik ve yenidir. Bu yenilik sade olmaktan çok, başkalaşan bir dünya görüşü ile yepyeni Batı kavramlarını kullanmaktan ileri gelir. Çünkü bu dönem, Türk toplumuna yeni görüşler ve arzular getirmiş yeni ihtiyaç ve ülküler sunmuştur. Yabancı dil bilenlerin ve gazetelerin çabaları, memleket işlerinde söz sahibi olmak isteyen yeni kuşaklar hazırlamış, bu suretle bir halk efkarı oluşmuş (kamu oyu, efkarı umumiye) meydana çıkmıştır.
Uğruna baş koydukları bir ülküleri olan ve bu ülküyü heyecanla yaymak isteyen şair ve yazarlar vardır. Hürriyet, vatan, adalet, zulümle boğuşma, ıslahat, insan hakları, eğitim, devlet idaresi, vatan için çalışma gibi yüzlerce yeni mesele, gazetelerde, tiyatro ve romanlarda coşkunlukla söylenip yazılmıştır. Padişah, devlet gibi kavramların karşısına millet, meşrutiyet yeni tabular çıkarılmıştır.
İşte bu ülküler ve düşünceler Tanzimat’ın nesir dilini, eskilerde görülmeyen ve o zamana kadar bilinmeyen :
Hey’et-i içtimaiyye, vezaif-i kaanuniye, vatan menfaati, şeref-i millet, nesl-i ati, şebab-ı Osmaniyye, gayret-i milliye, medeniyet resulü, reis-i cumhur, efrad-ı millet, terbiye-i nisvan, zincir-i esaret, ittihad-ı kalb-i millet, gavga-yı hürriyet, şemşir-i zulm, hak-i vatan... gibi yüzlerce yeni tamlama ve kavramlarla doldurmuştur. Bu da, Tanzimat nesrini iyice sadeleştirmemiş ama, büsbütün yenilemiştir.
Tanzimat nesrini eski nesirden ayıran özellikler şunlardır:
a) Fikir kaygısı öne alınmış üslup özentisi ve süs düşkünlüğü arkaya itilmiştir. Yazıcı, cümlesini bir şey söylemek, öğretmek için kurar.
b) Cümle boyları kısalmış, anlaşılan ve kolayca izlenen bir ölçüye konmuştur. Cümle, gereksiz, boş lakırdılardan arınmıştır.
c) Seciler çok az kullanılmış yada büsbütün atılmıştır.
Eski nesirde, konuya girmeden yapılması adet olan başlangıçlar atılmış, kestirmeden esasa girmek yolu tutulmuştur.
SERVETİFÜNUN NESRİ
Servetifünun Edebiyatı, 1895 ile 1901 arasında, Servetifünun dergisi. Çevresinde toplanan yeni bir neslin, ortak inançlar, fikirler ve benzeşir bir üslüp halinde meydana getirdikleri edebiyat çığırına verilen addır.
Bu edebiyatı kuran kişiler, iki önemli etki altında yetişirler :
I. Tanzimat’ın son kuşağı olan Recaizade Ekrem ile Abdülhak Hamit etkisi. Bu etki, onları bir yandan orta dönem edebiyatından uzaklaştırıyor ve Batı edebiyatına daha fazla yaklaştırıyordu. Öte yandan, halk ile gittikce arayı açan ferdi, ağdalı ve aristokrat bir şair ve nesir anlayışına sürüklüyordu.
II. Batı edebiyatının etkisi... Servetifünun’cular, daha küçük yaştan, düzenli okullarda, Fransızcayı bütün inceliğiyle öğrenmiş bulundukları için, bu edebiyatı, yakından ve çok iyi tanıdılar. Sonunda, Türk halkını ve Türk sanat geleneğini bırakarak, oraya bağlandılar. Bu bağlanış, onların fikirleri, sanat anlayışları kadar üslüplarına da tesir etti. İnce sanat ve güzellik peşine düştüler. Kendilerine çağdaş olan Parnasçılık, Realizm ve Sembolizm akımlarına da kapılarak yepyeni bir şiir ve nesir dili kurdular.
Servetifünuncu’ lar bir çok sosyal ve edebi etkilerle Tanzimatçılar’ ın yürütmek istedikleri halka doğru ilkesini ve dilde sadeleşme akımını terk etmişlerdir. Tıpkı Divan Edebiyatcıları gibi bunlarda halkı seckinler ve halk diye iki zümreye bölmüş ve sanattan ancak seckinlerin anlayacağını düşünmüşlerdir. Halk dedikleri kalabalığa pek iyi bir gözle bakmazlar. Sözgelişi, Cenap Şahabettin’ e göre : “Seçkinler beğendikce alkışlar. Halk alkışladıkça beğenir. Halk her devirde ve diyarda ateşle ziyanı birbirine karıştırmıştır; kendisini her yakanı güneş sanır.”
Bu görüşle halkın anlamasına hiç de lüzum olmayan, süslü ve sanatlı yazılar yazmışlardır. “ Madem ki aydınlar ve seçkinler için yazıyoruz, o halde sade ve açık söyleyişler gereksizdir. Nasıl olsa yazdıklarımız anlatacaktır.” Gibi garip bir düşünüş Servetifünun üslubunun temel taşı olmuştur. Recaizade Ekrem’ in Talim i Edebiyatındaki uslüp görüşü, benimsenmiş, Apdulhak Hamit’ in “müzeyyen” üslubu çok beğenilmiştir. Mithat Efende’ nin “adi” üslubu ise açık ve sade olduğundan küçümsenmiştir.
Servetifünun’ cular, Fransa edebiyatında çok özendikleri yeni akımların (Parnasçılık, Sembolizm, Realizm) “ Sanat için sanat” anlayışı güden inceliği ulaşmak istediler. Türk nesrini hem sözlük hem de kavramlar bakımından zengin etmeye çalıştılar. Bunu sağlamak için o zamana kadar işlenmiş saydıkları türkçeyi yetersiz buldular. Osmanlıca’ nın üç lisana dayanan bol kelime hazinesinden faydalandılar.
Fransızca’da gördükleri yeni kavram, hayal buluş ve mecazları şiir ve nesirlerine aktarmak isterken, asla öz türkçeden veya halk dilinden karşılık aramadılar. Fars ve Arap kelimelerin, o güne kadar hiç duyulmamış olanlarını kullandılar. Farsça vasf-ı terkibiler zincirleme isim ve sıfat takımları ile sözlü yeni bir nesir (ve nazım) üslubu kurdular.
Fransız sentaksının etkisi ile, türkçe söz diziminde önemli gelişmeler yaptılar. Hatta Fransız cümle yapısını bütünüyle türkçeye uygulayan bir anlatım yolu tuttular. Bu öyle bir değişiklikti ki, dilimiz, sadeleştiği ve özleştiği halde, bugün bile, etkisinden sıyrılmış değiliz. Yani Servetifünuncuların getirdiği bu söz dizimi şekli sürüp gitmektedir. onlArın müsbet yeniliği ancak bu noktada aranmalıdır. Türkçeye, her kavramı anlatmaya elverişli bir dizim bolluğu sağlamışlardır.
Osmanlıca’ ya çok önem veren Servetifünun’ cuların, türkçede karşılığı bulunan yabancı kelimelerin atılmasına izin vermemişlerdir.
Konuşan dil ile edebi eser yazmayı da yüksek sanata aykırı buluyorlardı. Halit Ziya, “konuşma dili” denince İstanbul’ da söylenen dilin akla geleceğini belirtiyordu.
Bütün bunlar, o zaman kendilerine hücum eden, halk türkçelerine bir sataşma idi, fakat zaman, Servetifünun’ cuları haksız, ötekileri haklı çıkardı. O zaman o kadar ki Halit Ziya Uşaklığil bu sözlerinden kırk yıl sonra Mai ve Siyah ve Aşk-ı Memnu gibi büyük romanlarını sadeleştirmek zorunu duydu. Hatta Kırk Yıl adlı hatıralar kitabında Servetifünun’ daki süs ve özenti hastalığına acı acı takılmatan bile geri durmadı.
Ortak kavramlara bağlı olsalar bile bunlardan mesela Hüseyin Cahit, oldukça sade yazmıştır. Süleyman Nazif, daha çok , Namık Kemal üslubu’nu izlemiştir. Ahmet Hikmet Müftüoğlu ise son yazılarında özleştirme taraflısıdır.
Fakat Servetifünun dediğimiz edebi akımın, nesirdeki baş ustası Halit Ziya Uşaklıgil’ dir. Cenap Şahabettin, ona yakın bir anlayışa sahiptir. Mehmet Rauf ise Halit Ziya’yı adım adım izlemiştir. Bu yüzden Halit Ziya nesrinin özelliklerini genişleterek bütün arkadaşlarına yaymak mümkündür.
Alıntı
Tweet
Benzeyen Konular
Konu:
Yazar
Cevaplar:
Gösterim:
Son Mesaj
DİL'E DAİR KAYNAKÇA(Tıklayın-Okuyun)
Site Yönetimi
0
1,339
17/07/2008, 05:55
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Lütfen seçim yapın:
--------------------
Özel Mesajlar
Kullanıcı paneli
Kimler Çevrim içi
Arama
Ana Sayfa
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-- GÜLCE ŞİİR TÜRLERİNE GÖRE ŞİİRLER
---- BULUŞMA
---- ÇAPRAZLAMA
---- TRİYOLEMSİ
---- ÜÇGÜL
---- ÜÇGEN
---- DÖNENCE
---- TOKMAK
---- AKROSTİK
---- SONE'M
---- GÜLCE
---- TEKİL
---- YİĞİTCE
---- YUNUSCA
---- BAHÇE
---- SERBEST ZİNCİR
---- ÖZGE
---- GÜLİSTAN
---- YEDİVEREN
---- TUĞRA
-- GÜLCE YAZAN ŞAİRLERİMİZİN GÜLCE ve DİĞER ŞİİRLER
---- (H)
------ Harun YİĞİT
------ Harun YİĞİT
------ Hasan ULUSOY
------ Hasan ULUSOY
------ Hatice ALTAŞ(Asi Çiçek)
------ Hatice ALTAŞ
------ Hacer KOZAN
------ Hatice KATRAN
------ Hatice KATRAN
------ Hikmet ÇİFTÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
---- (I-İ)
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim İMER
------ İbrahim İMER
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İhsan ERTEM
------ İhsan ERTEM
------ İsmail KARA(Karozan)
------ İsmail KARA(Karozan)
---- (K)
------ Köksal KIRLIOĞLU
---- (M)
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Meltem ARAS
------ Meral ADAK
------ Meral ADAK
------ Melahat TEMUR
------ Mevlüde DEMİR
------ Mevlüde DEMİR
------ Miktad BAL
------ Miktad BAL
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ MUSTAFA CEYLAN(Editör)
-------- Mustafa CEYLAN
---------- Mustafa CEYLAN(On Punto Yazıları)(Makaleler)
---------- GÜNE BAKIŞ
---------- TAŞ YAĞMURU(Ceylan'ın kaleminden)
---------- Hakkında Yazılanlar
---------- DİĞER ŞİİRLERİ
---------- Hayatı
---------- Sanatı
---------- Hocaları
---------- Çocukluğu
---------- Gençliği
---------- Özlü Sözleri
---------- Önsöz Yazdığı Kitaplar
---------- Siyasete İlgisi
---------- Bestelenen Şiirleri
---------- Fotoğrafları
---------- Mühendisliği
---------- Düzenlediği Etkinlikler
---------- Konferansları
---------- Yer Aldığı Antolojiler
---------- Kitapları
---------- EZAN SUSMAZ Kitabı içindekiler
---------- "YANDI BU GÖNLÜM"-Hacı Bayram Veli Kitabı içindekiler
---------- TAHİR KUTSİ MAKAL Kitabı İçindekiler
---------- SEĞMEN RUHU Kitabı İçindekiler
---------- TOROSLARIN TÜRKÜSÜ Romanı
---------- Armağan-2(AHMET TUFAN ŞENTÜRK İÇİN NE DEDİLER?)Kitabı içindekiler
---------- Armağan-1(ANILAR KORİDORU İÇİNDE SARIVELİLER)Kitabı
---------- YARALI CEYLAN Şiir Kitabı İçindekiler
---------- PAŞA GÖNLÜM Şiir Kitabı İçindekiler
---------- Kırat Geliyor Kitabı İçindekiler
---------- Her Yönüyle YENİMAHALLE Kitabı
---------- Tarihi ve Folkloruyla Elmadağ Kitabı İçindekiler
---------- Köylerimiz Kitabı İçindekiler
---------- Köyümüz Yeşildere Kitabı İçindekiler
---------- Bayramlar Haftalar Günler Kitabı
---------- Ahmet Tufan Şentürk Kitabı
---------- Halil Soyuer Kitabı
---------- Detanlaşan Köylü İsa Kayacan Kitabı
---------- Abdullah Satoğlu Kitabı
---------- Güzide Taranoğlu Kitabı
---------- Gülendenin Beşiği Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ (2006)Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ(2007)Kitabı
---------- CEYLAN-Tahliller-MAKALELER-Görüşler
---------- Güllük Dergileri
---------- Kapodokya Güneşleri Kitabı
---------- Bir Yanardağ Fışkırması Kitabı
---- (P-R)
------ Rahime KAYA
------ Rahime KAYA
------ Refika DOĞAN
------ Refika DOĞAN
------ Ramazan EFE
------ Ramazan EFE
------ Rengin ALACAATLI
---- (S-Ş)
------ Sabiha SERİN
------ Sabiha SERİN
------ Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
------ Serap HOCA(Serap DEMİRTÜRK)
------ Süleyman KARACABEY
------ Süleyman KARACABEY
------ Serdar AKKOÇ
------ Serdar AKKOÇ
------ Sevgili ÖZBEK
------ Sevgili ÖZBEK
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şükran GÜNAY
------ Şükran GÜNAY
---- (T-U-Ü-V)
------ Turan UFUKTAN
------ Ümran TOKMAK
------ Ümran TOKMAK
---- (Y-Z)
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf Ziya KARAHASANOĞLU
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Yıldız TOKSÖZ
------ Yıldız TOKSÖZ
GÜLCE'YE DAİR
-- GÖRÜŞLER
---- Gülce Nedir?
---- Gülce ve Ozanlık
---- Gülce Manifestosu
---- 5 Hececiler ve Gülce
---- Garip Akımı ve Gülce
---- Fecr-i Ati ve Gülce
---- Hisarcılar ve Gülce
---- Neyzen Tevfik, Aşk
---- Mazmunlar
---- Gülce Ne Değildir?
---- Hece Vezni ve Gülce
---- Serbest Şiir ve Gülce
---- Aruz Vezni ve Gülce
---- Gülce ve Zolal
---- Gülce Tarihinden
---- GÜLCE-(Atölye)-Video Dersler
------ Gülce Etkinlikleri
------ Kurucular Beyanı
------ Gülce 2009
------ Doğru Yaz/Konuş
------ Gülce-2010 Projeleri
------ Gülce-2011 Projeleri
------ Üstad Necip Fazıl'dan
------ Gülce-Aruza Dair
------ Öneriler-Çalışmalar
------ GÜLLÜK DERGİSİ
------ Gülce'ye Öneriler
------ Röportajlar
------ Negatif Bakışlara
------ Aleyhimizdekiler
------ M.E.B' na
---- Gülce'de Mesajlar-Projeler
------ Gülce-Güldeste(1)
------ Destanlarımız
------ Dede Korkut
------ Öncü Kadınlarımız
------ Peygamberlerimiz
------ Nutuk(Gülce)
------ Nutuk(Z.Korkmaz)
------ Kutlu Hanımlar
------ Ozanlarımız
------ NasrettinHoca
------ Yedi Askı
GÜLCE TÜRK ŞİİR AKADEMİSİ
-- Şiir Akademisi
---- Şiir Akademisi
------ HALK EDEBİYATI
-------- DİVAN EDEBİYATI
-------- BATI EDEBİYATI
-------- YENİ TÜRK EDEBİYATI
---- Hece Vezni' ne Dair
---- Şiir Tahlilleri
---- Aruz Vezni' ne Dair
---- Hiciv Tarihinden
---- Ustalardan Şiirler
---- Ustalardan Makale
---- Aramızdan Ayrılanlar
------ Ustalardan Şiirler
-------- A. Tufan ŞENTÜRK
-------- DİLAVER CEBECİ ANISINA
---- Şiir Üstüne (Serbest)
---- Atışma Sayfamız
---- Denemeler-Makaleler
---- Şiirde Dönüşüm
---- Şiir ve Anlatım
-- Türk Edebiyatı Şiir Türleri
---- Şiir Türleri
---- İslâmiyet Öncesi
---- Servet-i Fünun
---- Garip Şiirler
---- Akımlar
---- Edebî Sanatlar
---- Söz Sanatları
---- Şair Padişahlar
---- Şiir Tarihimizden
---- Yıllara Göre Edebiyat
---- Mehmet Nacar
DÜNYA EDEBİYATI
-- Dünyadan Şiir Türleri
---- Burns Stanza
---- Choka
---- Go Vat
---- Catena Rondo
---- Onegin Stanza
---- Canzonetta
---- Bauk Than
---- Rhupunt-Galce
---- Septilla
---- Viator
---- Luc Bat
---- Tritena
---- Pantoum
---- Shakespeare Sonnet
---- Diamonte
---- Villanelle
---- Hutain
---- Hex Sonnata
---- Hexaduad
---- Haynaku
---- Harrisham Rhyme
---- Guzzande
---- Gratitude
---- Glosa
---- Garland Cinquain
---- Fornlorn Suicide
---- DÜNYA EDEBİYATI
---- Dünyadan Destanlar
---- Dünyadan Şiirler
KAYNAKÇA
-- Konularına Göre Şiirleriniz
---- Aşk Şiirleriniz
---- Atatürk Şiirleriniz
------ 23 Nisan Şiirleri
------ Atatürk'e Dair
---- Kahramanlık Şiirleriniz
---- Doğa Şiirleriniz
------ 2009 Yılı Sayılarımıza
---- Taşlama Şiirleriniz
---- Gurbet Şiirleriniz
---- Tasavvuf Şiirleriniz
---- Barış Şiirleriniz
---- Şehir Şiirleriniz
---- Anne Şiirleriniz
------ Babanıza Şiirler
---- Doğum Günü Şiirleriniz
---- Deprem Konulu Şiirler
---- Diğer Şiirleriniz
---- Köşe Yazarlarımız/Makaleler
------ Mustafa CEYLAN
------ Refika DOĞAN
------ Osman ÖCAL
------ Ahmet ÖZDEMİR
------ A. S. ATASAYAR
------ Prof.Dr.İsa KAYACAN
-------- Prof. Dr. İSA KAYACAN
------ Rahime KAYA
------ Harun YİĞİT
------ İlqar MÜEZZİNZADE
------ Sündüz BİGA
------ Nazmi Öner(Şiirler)
------ Nazmi ÖNER(Nesirler)
------ Coşkun KARABULUT
------ Prof.Dr.İsmail YAKIT
------ Prof.Dr.Asım YAPICI
------ Sabit İNCE
------ Muhsin DURUCAN
------ Abdulkadir GÜLER
------ Ünal Şöhret DİRLİK
------ Metanet YAZICI
------ A.Aşkım KARAGÖZ
------ Gazanfer ERYÜKSEL
------ Mehmet GÖZÜKARA
------ Necdet BULUZ
------ Yusuf Özcan
------ Afife Demirtaş
---- Mustafa Ceylan
---- Bizden
-- Video Yağmuru
---- Ozanlar-Şairler
---- Bizden Videolar
---- Rasim Köroğlu
-- Genel
---- SERBEST KÜRSÜ
---- Duyurular
---- Röportajlar
---- Günün Şiiri
---- Günün Nesiri
Edebiyat Biz Platformumuzda
-- Gülce Tv
-- Türk Argo Sözlüğü
-- Edebî Konular Forumu
Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir
Mustafa Ceylan |
Dost Sitelerimiz:
Türkçe Çeviri:
MyBB
Türkiye
Üretici:
MyBB
, © 2002-2023
MyBB Group
-Theme © 2014 iAndrew
Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder