SiteAna Sayfa
Güllük Dergisi
Şairlerimiz
Arama
Üyeler
Video
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Şifremi Hatırlat
Beni Hatırla
Your browser does not support the audio element.
Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi
Web'de Ara
Sitede Ara
0 Oy - 0 Yüzde
1
2
3
4
5
Konu Modu
Osmanlı Fetih Politikası
Site Yönetimi
Admin
Üyelik tarihi:
Jan 2008
Mesaj Sayısı:
12,518
Konu Sayısı:
11,588
#1
22/01/2009, 02:41
Osmanlı Fetih Politikası
Rumeli'ye Geçiş
Bir kısım Osmanlı kuvvetleri daha evvelden, yani 1321'de Mudanya'yı aldıktan sonra çapul maksadiyle Marmara'dan Doğu Trakya sahiline geçerek oralarda on sekiz ay kadar dolaşarak tekrar Anadolu tarafına dönmüşlerdi; bu ilk geçiş onlara dolaştıkları mıntıka hakkında bir fikir vermiş ve bu Türk akını İmparator ikinci Andronikos'u epey telâşa düşürmüştü. Bundan sonraki geçişlerde ise Bizans'taki taht kavgalarından istifade edilmiştir. Nitekim, II. Andronikos torunu olan genç Andronikos'la arasındaki saltanat mücadelesinde bunlardan evvelkisi de Orhan Gazi'den yardım istemiş ve Orhan'ın 1327'de göndermiş olduğu kuvvet Çorlu ve Silivri'de mağlup olarak İstanbul'a kaçmışlar ve imparator bunları Anadolu'ya naklettirmişti.
1341'de III. (Genç) Andronikos'un vefatı üzerine henüz dokuz yaşında olan oğlu 5. Yuannis Paleologos İmparator olmuş ve Grandömestik Kantakuzen de vefat eden İmparatorun vasiyeti üzere küçük imparatora vasi tâyin edilmişti. Vesayet dolayısiyle Kantakuzen imparatorluk tacı giymiş ve işe başlamıştı; fakat az sonra saray entrikaları neticesinde aleyhine tertip edilen hareketlerden müteessir olan Kantakuzen Dimetokda’ya. gidip orada imparatorluğunu îlân ederek Aydınoğlu Umur Bey'in yardımiyle üç seneden ziyade rakipleriyle müca¬dele edebilmişti; fakat 1344'de Umur Bey'in son yardımından sonra Aydınoğlu'nun tavsiyesiyle Kantakuzen Osmanoğlu Orhan Bey'e başvurmuştu. Halbuki Orhan Gazi'ye, Kantakuzen'den evvel ve onun aleyhine olarak imparator V. Yuannis'in validesi Anna da müracaat etmişti; fakat Orhan Bey Kantakuzen tarafını tutmayı tercih ederek 1345'de ona altı bin kişi ile yardım etmiş ve bu sayede Kantakuzen Edirne ile Karadeniz sahillerini kendisine bağlayabilmişti; bundan başka Orhan, Kantakuzen'in kızı Teodora ile evlenmiş ve 1349'da kayınpederine yirmi bin kişilik bir yardımcı kuvvet daha göndermek suretiyle Selânik’i almak isteyen Sırp kralı Stefan Duşan'ın buradaki faaliyetine son vererek Selânik’i kurtarmıştı.
5. Yuannis ile gasıp imparator arasındaki mücadele sürüp gittiğinden Kantakuzen'e yardımcı olan Osmanlı kuvvetleri de Rumeli'de faaliyetlerine devam etmişlerdir.
Kantakuzen asıl imparator ve onun validesi Anna dö Savua ile uğraşırken bu vaziyetten istifade etmek isteyen Bulgar ve Sırplarla da uğraşmak tehlikesine mâruz kalmasiyle Orhan Bey'den istediği yardım mukabilinde üs olarak Osmanlılara Gelibolu yarımadası’ndaki Çimpe (Tzympe)'yi vermeği vadetti. Filhakika Orhan'ın oğlu Süleyman Paşa kumandasiyle Rumeli'ye geçirilen yirmi bin kişilik Türk kuvveti sayesinde Kan¬takuzen muhasara altında bulunan Edirne ile burada muhasara edilmiş olan oğlu Mateos'u kurtardı.
Kantakuzen'e bu yardımdan geri dönen Süleyman Paşa, Osmanlılar’a terk edilmiş olan Çimpe veya Çimpi kalesine bir miktar kuvvet bırakmıştı. Bundan bir müddet sonra da Gelibolu şehir ve limanı Süleyman Paşa tarafından alınmak suretiyle Rumeli'de yerleşmek için bir köprü başı elde edilmişti. İşgal edilen yerlerin halkına dokunulmayarak iyi muamele edildi; bununla beraber Anadolu tarafından buralara göçmen naklolundu; bu yerleşme daha sonraki senelerde Bizans'ın deniz cihetinden mümkün mertebe Avrupa ile bağlantısını kesmeğe ve Rumeli'yi istilâya doğru atılmış ilk adımdı. Süleyman Paşa Gelibolu'da kendisine bir saray yaptırarak burasını karargâh ittihaz etmişti. Süleyman Paşa ile beraber Trakya istilâsına çalışan kumandanlar arasında Lala Şahin Paşa ile Karesi beyliğinden Osmanlı hizmetine geçmiş olan Hacı İlbeyi, Evrenuz, Gazi Fazıl ve Yakup Ece gibi beyler de vardı.
Osmanlı Türklerinin Gelibolu'da, yerleşmeleri Avrupa'nın dikkatini çektiyse de Balkan devletlerinin birbirleriyle uğraşmaları Türkleri o cihetten tehlikeli duruma sokacak mahiyette olmadığından süratle ilerleyip Balkan yarımadasına yayılmak tasavvuru esas program icabı idi. Bunun için Sırp, Bulgar ve Macarların ve Bizans'la Venediklilerin müttefikan müdahale etmeleri ihtimali gözönüne alınarak derhal yerleşme siyasetinin tatbikine başlandı. Bunun neticesinde Süleyman Paşa kuvvetleri Bolayır, Tekirdağ'a kadar olan Marmara sahillerini istilâ ettiler; buraları Türkleştirmek için Anadolu'daki Osmanlı arazisinden (Yani Karesi taraflarından) bir kısım Yörükleri nakledip yerleştirdiler ve buna mukabil elde edilen yerlerin askerî sınıftan olan Rumlarını da bir isyan çıkarmaları ihtimaline binaen Anadolu'ya, Karesi yani Balıkesir ve havalisine geçirdiler.
Fetih sahasını daha kuzeye götüren Süleyman Paşa, Gelibolu yarım adasının en dar yeri olan Eksamiliye berzahını aştı ve bu suretle Doğu Trakya'ya ayak bastı. Malkara ile Keşan'ı aldı ve bu arada Çorlu'yu da alıp İstanbul ile Edirne yolunu kesti; bazı kaynaklara göre Süleyman paşa'nın bu faaliyeti esnasında kardeşi Murad Bey de yanında bulunuyordu; hatta Burgaz ile Çorlu 1357'de Murad Bey tarafından zabtedilmişti. Bu fütuhat esnasında Osmanlıların güzel siyasetlerinden birisi de şehir ve köyler halkına iyi muamele etmeleri olmuştu.
Rumeli ve Doğu Trakya’da faaliyette bulunmakta olan Süleyman Paşa'nın 761 H.,1360 M. senesinde bir avı takip ederken atından düşerek kırk üç yaşında vefat etmesi üzerine yerine, ana baba bir kardeşi olan Murad bey kumandan tâyin edilmişti. Süleyman Paşa, vasiyeti üzere Bolayır’a oğlunun yanına defnedilmiştir.
Bu hadiseden beş sene sonra 763 H./1361 M. senesinde veya pek az sonra Orhan Gazi vefat etti. Hükümdarlığı hakikate daha uygun olarak otuz sekiz senedir. Süleyman Paşa gibi cevval bir kumandanın ve arkasından Orhan Gazi gibi azim ve kudretli irade sahibi bir hükümdarın vefatı Rumeli harekâtının gelişmeye başladığı bir zamana tesadüf etmişti; yerine hükümdar olan oğlu Murad Bey, hemen Bursa’ya geldi ve idareyi ele aldı.
Bu durumdan istifade eden Bizanslılar, Burgaz’ı ve Çorlu ile Malkara'yı geri aldıkları gibi sahil şehirlerini de elde etmeğe çalışıyorlardı; fakat bu sırada Osmanlı kuvvetlerine kumanda etmekte olan Lala Şahin Paşa ile Hacı İlbey ve Evrenuz Bey telâş göstermeyerek yeni hükümdarın Anadolu vaziyetini düzeltip avdetine kadar müdafaayı soğuk kanlılıkla idare etmeleri burada olması muhtemel bir paniğin önüne geçmişti. Türk kuvvetleri sahil ve kale şehirlerini büyük bir gayretle müdafaa edip tutunmağa çalışıyorlar ve Bolayır'a defnettikleri kumandanları Süleyman Paşa'nın mezarını çiğnetmek istemiyorlardı. Bundan dolayı yukarıda adı geçen üç kumandanın enerjileriyle vaziyet ümitsiz değildi.
Orhan Gazi'nin yerine devlet işlerinde nüfuzları olan Ahilerin karariyle büyük oğlu Murad Bey geçti; yeni hükümdar evvelâ kendisine muhalefete kalkışmış olan kardeşlerini bertaraf etti. Sonra, babası zamanında biraderi Süleyman Paşa tarafından 1354'de zabtedilmiş olan Ankara üzerine yürüdü; çünkü Orhan'ın vefatı üzerine Ankara'da büyük nüfuzları olan Ahiler, Karamanoğlu'nun teşvikiyle Osmanlı kuvvetlerini Ankara'dan çıkararak burasını idareleri altına almışlardı. Sultan Murad vakit geçirmeden Ankara üzerine yürüdü; karşı koyamayacaklarını anlayan Ahiler, Sultan Murad'ı karşılayarak Ankara'yı teslim ettiler (763 H./ 1362 M.). Orada vaziyeti yoluna koyan Sultan Murad Bursa’ya döndü ve babasının sadık beylerinden ilk defa beylerbeğilik rütbesi verilen, Lala Şahin Paşa'yı alarak kuvvetleriyle Rumeli'ye geçti ve bu suretle sarsılmış olan maneviyatı kuvvetlendirdi.
Balkanlar'da Osmanlı Fütuhatı
Yeni Osmanlı hükümdarı I. Murat Trakya'ya geçer geçmez hemen faaliyete başladı; programda şimdilik gaye Edirne'nin zabtı idi. imparator Kantakuzen'e müteaddid defalar yardıma geldikleri zaman Osmanlı Türkleri buranın askerî ehemmiyetini anlamışlardı; bundan dolayı Edirne ve, gerisini emniyet altında bulundurmak ve İstanbul tarafından gelecek bir Bizans taarruzuna mâni olmak için Tzurulon denilen ve evvelce alınıp elden çıkmış olan Çorlu'nun alınması zarurî idi ve hücum ile alındıktan sonra surları yıkıldı ve bunu müteakip Çorlu'nun kuzey batısındaki Başpiskoposluk merkezi olan ve Arkadiopolis denilen Lüleburgaz elde edilerek derhal surları yıktırıldı ve Anadolu'dan buralara göçmenler nakledilerek yerleştirildi; fethin bu tarzı Büyük Selçukluların Anadolu'daki yerleşme siyasetlerinin aynı olup Osmanlıların hakikî maksatlarını gösteriyordu.
Osmanlı kuvvetlerinin sol koluna kumanda eden Evrenuz ve Hacı llbeği kuvvetlerinden birincisi Malkara ve İpsala'yı ve Hacı llbeği de güneye yani sahile inerek Dedeağacı kasaba ve limanını aldı ve daha sonra da Didimatihon denilen Dimetoka'yı aldı.
Evrenuz ve Hacı îlbeyi yukarıda gösterilen yerleri elde ettikleri sırada bütün kumandanların davetiyle Lüleburgaz mevkiinde toplanan bir harb meclisinde verilen karar üzerine beylerbeyi Lala Şahin Paşa mühim bir kuvvetle Edirne üzerine sevkedildi. Bulgarların Rumlara yardım etmeleri ihtimaline binaen sağ cenahtan Karadeniz sahiline doğru ilerleyen bir kısım kuvvetler Kırklareli’ni alındı ve Serez ile Drama taraflarında bulunan Sırpların da müdahaleleri düşünülerek sol kola memur edilmiş olan Evrenuz kuvvetleri de Dimetoka'nın batısına doğru sevkedilerek müdafaa tertibatı alındı; nihayet Babaeski ile Pınarhisar arasında Sazlıdere mevkiine kadar gelmiş olan Rum ve Bulgar kuvvetleri ile yapılan kat'î bir meydan muharebesinde düşman bozuldu ve bunun neticesinde Edirne zabtedildi (764 H./1363 M.).
Edirne'deki Rum kumandanı Meriç nehrinin kabarmasından istifade ederek maiyyetinin bir kısmiyle bir kayığa atlayıp Enez'e kadar inerek oradan Sırp ülkesine kaçtı.
Sultan Murad, Edirne vaziyetini yoluna koyduktan sonra beylerbeyi Lala Şahin Paşa'yı burada bırakarak kendisi Dimetoka'ya gitti ve bir müddet için orasını kendisine karargâh yaptı; orada bir cami ile kendisine bir saray yaptırdı.
Sultan Murad faaliyetini durdurmadı, Lala Şahin'i kuzeyde Filibe ve Zagra taraflarına sevk ettiği gibi Evrenuz Beyi de Batı Trakya'ya, Gümülcine'nin zabtına memur eyledi. Lala Şahin Paşa pirinç ziraatiyle meşhur olan Filibe (Plovdiv = Philipopolis)'yi muhasara etti. Mukavemetten âciz kalan kale mu¬hafızı teslim olarak ailesivle birlikte Sırbistan'a gitti. Evrenuz Bey de 764 H./1363 M.’de Gümülcine ile o havalide bazı yerleri aldı. Edirne'den sonra Filibe'nin alınması Bizans, Bulgar ve Ma-kedonya'daki Sırpların irtibatlarını kestiği gibi bu memleketleri de tehdid ediyordu; bundan dolayı Filibe ile Edirne'nin geri alınması Balkan devletlerince zarurî idi; buna hazırlanmak için ara¬dan iki senelik bir zaman geçti.
Doğu Trakya'da yayılmakta olan Türklerin istilâlarını önlemek için 1361 Temmuzunda İmparator Beşinci Yuannis ile Venedik Doçu arasında bir ittifak yapıldı ise de Türkler, elde ettikleri yerlere mütemadiyen Anadolu'dan göçmen naklederek sahilleri de sıkı sıkıya ellerinde tuttuklarından ve bundan başka Türk idaresinin âdilâne olması sebebi ile dahilen de bir isyan hareketi görülmemesinden dolayı bu ittifaktan bir netice hâsıl olmamış ve nihayet imparator 1364'de Osmanlı hükümetiyle anlaşmak suretiyle mevcut vaziyeti kabule mecbur olmuştur.
Bu mühim anlaşma mucibince imparator Osmanlıların aldıkları yerleri gerek kendisinin ve gerek Sırpların geri almağa teşebbüs etmeyeceklerini taahhüdeylediği gibi Osmanlıların Anadolu'da yapacakları harekâtta onlara yardım etmeği de kabul eylemekte idi. Osmanlıların Rumeli harekâtındaki muvaffakiyetleri neticesi olarak imparatorla yapılan barış anlaşması, Trakya'nın istikbalini tâyin ediyordu. Trakya ovasının elden çıkmış olması İmparatorluğun gelirine mühim bir tesir yapmış ve Bizans hazinesi Selanik ve İstanbul gümrük resimleriyle Belediye varidatına inhisar etmişti.
Osmanlılar ise kat'î surette Balkanlar’da yerleşme siyaseti takip eylediklerinden Sultan Murad 1363'de Cenevizlilere altmış bin altın navlun vermek suretiyle mühim miktarda Türk göçmenini Anadolu'dan Trakya'ya naklettirmişti. Fütuhatın genişlemesi sebebiyle askerî sınıfların şer'î işlerine bakmak ve hükümdarla seferlerde bulunmak ve aynı zamanda ilmiye sınıfının en yüksek derecesi olmak üzere kazaskerlik memuriyeti meydana getirildi ve ilk defa da kazaskerliğe Bursa kadısı Çandarlı Kara Halil Efendi tâyin olundu.
Bu ilk askerî harekâtı ve sulhu müteakip Osmanlı Devleti ihtiyaca göre idarî ve askerî teşkilâtını tanzim ve tadil etti; fütuhatın süratle gelişmesi askerî ihtiyacı arttırmıştı. Bunun için Orhan Gazi zamanındaki yaya ve müsellem teşkilâtını vücuda getiren Çandarlı Kara Halil'in tavsiyesiyle muharebede esir edilen Hıristiyan gençlerinden istifade edilmek üzere yeni bir asker ocağı kuruldu. Ve bu suretle asırlarca devam etmiş olan Yeniçeri ocağı ile bu ocağa alınacak çocukları terbiye edip yetiştiren Acemi ocağı nın temeli atıldı. Muasır ecnebi devletlerde görülmeyen bu tip yeni ve disiplinli yaya ordusu bundan sonraki başarılarda mühim hizmetler gördü.
Osmanlılar zabtettikleri yerlerde teşkilât yapıp arazi işlerini tanzim ederlerken Edirne ile Filibe1nin geri alınması için Sırp ve Bulgarlar da faaliyette bulunuyorlar ve papa vasıtasiyle Avrupa'yı harekete getirmek istiyorlardı.
1364 senesinde Filibe'yi Türklere teslim ederek ailesiyle beraber Sırbistan'a gitmiş olan Rum kumandanı, Sırp kralı 5. Uroş'a müracaat ve Türk kuvvetlerinin azlığından bahis ile kralı Osmanlılar aleyhine sevketti ve eğer bu işe göz yumulacak olursa vaziyetin çok vahim olacağını bildirdi. Papa V. Urban’ın teşvikiyle Macar kralı Layoş başta olarak Bulgarlar, Sırplar Eflâk prensi ve Bosnalılar birleşip hazırlandılar; zaten bu sırada Papa'nın Sırp kralına göndermiş olduğu mektupta bu ittifakın yapılmasında âmil olmuştu. Layoş (Ludvig) muvaffak olursa öteden beri arzu ettiği üzere Bulgarları nüfuzu altına alacak ve burada Katolik mezhebini yayarak Papa'nın yüksek teveccühünü kazanacaktı.
Yukarı Makedonya'da Sırplarla birleşmiş olan müttefikler süratle Edirne üzerine yürüdüler. Sultan Murad Hüdavendigâr o sırada Bursa'da bulunuyordu; Edirne'de beylerbeyi yani ordu kumandanı bulunan Lala Şahin Paşa, bu tehlikeli hali bir taraftan pâdişâha bildirmekle beraber diğer taraftan kendisi bir keşif kuvvetini düşmana karşı göndererek müttefiklerin vaziyetini öğrenmek istemişti. Müttefikler Meriç nehrini geçtikten sonra Hacı İlbeyi yetişebilmişti.
Hacı İlbeyi Meriç nehrini geçen ve kendilerine mukabele edilmediği için ihtiyatsız hareket eden düşmanın gaflertinden ve sarhoşluklarından istifade ile gece yansı üç koldan yaptığı âni bir baskınla bunları şaşırtarak müthiş bir paniğe uğrattı. Bu suretle perişan bir halde dağılan düşmanın bir kısmı Meriç nehrinde boğuldu ve Macar kralı Layoş güç hal ile kurtuldu ve kurtuluşunu boynunda asılı olan Meryem'in tasvirine hamleyleyerek memleketine avdetinde onun adına bir kilise yaptırmıştır (765 H. / 1364 M.). Bazı Osmanlı tarihlerine göre Hacı İlbeyi'nin bir avuç askerle kazanmış olduğu bu büyük muvaffakiyeti beylerbeyi Lala Şahin Paşa çekemeyerek kendisini zehirletmek suretiyle ölümüne sebep olmuştur.
Edirne'nin batısında Meriç nehri önünde, vukua gelen ve Osmanlı tarihlerinde Sırp sındığı denilen bu muharebede elde edilen muvaffakiyet Rumeli'de Türklerin süratle ilerlemelerine vesile oldu. Bosna'da olduğu gibi Balkan Devletleri üzerinde de yüksek hâkimiyet tesis etmek isteyen Macarların Osmanlı Türkleriyle ilk temasları bu Meriç muharebesi'yle başlar.
Osmanlı hükümdarı müttefiklerin Edirne üzerine geldiklerini haber alınca hemen kuvvetlerini toplayıp icabında Rumeli'den dönerken korsan gemileriyle kendilerini tehdidedecek olan ve Katalanların elinde bulunan Biga'yı bizzat kendisi karadan ve Aydıncık (Edincik) ve Gelibolu'dan getirttiği donanma denizden muhasara etmiş ve bu sırada Meriç muzafferiyetini haber almıştı; fakat Sultan Murad Biga muhasarasını kaldırmayarak burasını aldıktan sonra Bursa'ya dönmüştür (766 H./1365 M.).
Bizim Osmanlı tarihlerine göre Sultan Murad, Sırp sındığı muzafferiyetinin şükranesi olarak Bilecik'te bir cami ve Yenişehir’de bir imaret ve Gazi Erenlerden Postin Puş Baba'ya bir tekke ve Bursa hisarında bir cami ve Çekirge’de bir imaret, medrese ile eski kaplıca ve han yaptırmıştır; bu tesislere 767 H./1366M. senesinde başlanmıştır.
Osmanlılar, bu Sırpsındığı galibiyetiyle gururlanıp gevşemediler; esas programları Balkanlarda (Rumeli'de) yerleşmek olduğundan bu haçlı seferi kendilerini îkaz ettiği için arkadan gelecek tehlikelere karşı daha hazırlıklı bulunmağı icap ettiren tedbirleri almakta gecikmediler. Muharebe icabı olarak Sultan Murad merkezini Bursa'dan Edirne'ye naklettirdi (1365) ve Edirne şehri saray, cami, medrese ve sair ilmî ve içtimaî müesseselerle süslenmeğe başladı.
1366’da Bizans imparatoru Yuannes'in dayısı Savua kontu Amadee kadırgalarla gelerek Osmanlılardan Gelibolu'yu alıp orayı imparatora verdiyse de burası bir sene sonra tekrar Türklere geçti; Gelibolu'nun muvakkat bir zaman için elden çıkması Rumeli'deki durumu değiştirmedi.
1367'de Kara Ali Bey oğlu Timurtaş Paşa, Bulgarlardan güneyde Kızılağacı ve kuzeyde Yanbolu (Diampolis) ve Lala Şahin paşa da İhtiman ile Sofya'nın güneyindeki Samakov'u aldılar ve bir sene sonra yani 1368'de bizzat Sultan Murad Balkan dağlarının güneyinde Burgaz yakınındaki Bulgarlara ait Aydos'tan başlayarak Karinabad, Sözepoli ve daha sonra Bizanslıların idaresindeki Hayrabolu'yu ve 1369'da ise Pınarhisar ve Vize (Vizya)'yi aldı ve evvelce zabtedilip sonradan elden çıkmış olan Kırkkilise (Kırklareli)'yi de tekrar aldıktan sonra Doğu Trakya fütuhatını tamamladı. İmparator Vize'yi geri almak istediyse de muvaffak olamadı.
Tuna nehrinden Rodop Balkanlarına kadar orta ve güney Bulgaristan'a ve Osmanlı işgalinden evvel de kısmen Trakya'ya sahip olan Bulgar kiralı Yuvan Şişman Türklerle başa çıkamıyacağmı anlayarak sulh yaptı ve bu suretle Osmanlı himayesini ve vergiyi kabul etti ve kız kardeşi prenses Marya'yı da Sultan Murad'a verdi; Şişman, kendisine muhalif olup biraderi Stratisimir'e karşı Murad'la Ulahlardan yardım alarak Vidin üzerine gittiyse de muvaffak olamadı. Merkezi olan Tırnova'ya avdetinde Lala Şahin Paşa'nın Bulgaristan'a taarruz edeceğini anlayarak 1371'de Makedonya Sırp kraliyle birleşerek Samakov mevkiinde Lala Şahin'le harbe tutuştu ise de kat'i olarak mağlup oldular. Bunun üzerine Çatalca ve havalisindeki bazı kaleleri zabtetmiş olan Sultan Murad, Makedonya Sırpları üzerine kuvvet şevketti.
Balkanların kuzeyinde faaliyette bulunan Osmanlılar Sofya hariç olarak o havaliyi almaya başlamışlardı. 1372'de ikinci Çirmen veya Meriç muharebesiyle Batı Trakya ve Makedonya'daki Sırp Devleti kuvvetlerini dağıtmış olan Osmanlıların bu muvaffakiyetleri kendilerine, Makedonya ticaret yollarını açmıştır. Çirmen muharebesinde Güney Makedonya'daki Sırp kralı ile kardeşleri ölmüşler ve bu suretle serî bir Türk fethi neticesinde Batı Trakya ile Makedonya'nın bu parçasını kaybetmişlerdi. Bu muharebe neticesinde Gazi Evrenuz kuvvetleri tarafından ikinci defa elde edilen Gümülcine'den başka Borla (Gümülcine'nin batısında) İskeçe ve Marolye (Müneccimbaşıya göre Pravişte kasabası deniliyorsa da Gümülcine'nin sahil köylerinden olan Maroniye olacakdır) ve kazaskerlikten vezir olan Kara Halil —ki vezir olduktan sonra Hayreddin Paşa denilmiştir— tarafından da Kavala, Drama, Zihne ile Makedonya Sırp krallığının mühim şehirlerinden olan Serez ve daha sonra Karaferye alındı (1372) ve mühim olan Serez ile o havaliye Anadolu taraflarından aşiret kuvvetleri getirilerek yerleştirildi. Evrenuz bey, uc îtibar edilen Serez'i kendisine merkez yaptı İmparatorun oğlu Selanik valisi Manuel'in Serez'i ele geçirmek için tertip ettirdiği ayaklanma hareketi haber alınarak vezir Halil Hayreddin Paşa'nın süratle hareketi neticesinde bastırılmıştı (776 H./1374 M).
Bu muvaffakiyetlerden sonra Osmanlı kuvvetleri Vardar nehri vadilerine girerken karşılarında mukavemet edecek kuvvet kalmamıştı; böylece bir buçuk iki sene içinde Vardar’ın doğusundaki yerler Osmanlı hâkimiyeti altına geçmiş ve akıncı kuvvetleri Balkan yarımadasının batısına akın yapmağa başlamışlardı.
Bulgar kralı Şişman'ın Samakov'deı Makedonya Sırp kraliyle birlikte mağlup olmasından sonra Köstendil’in elden çıkması tabiî bir hal almıştı. 1372'de demir madenleriyle meşhur Köstendil şehri ile etrafı alınarak burada Bulgar prenslerinden olarak hükümet eden Çariçe Evdokia'nın oğlu Kostantin Os¬manlı hâkimiyetini kabul ile vergi ve asker vermeyi taahhüd etti.
Osmanlılar'ın Makedonya'yı işgal ederek Köstendil’e gelmeleri Yukan Sırbistan despotu Lazar Grebliyanoviç'i Sultan Murad'la anlaşmaya mecbur etti; Lazar da Osmanlılara vergi ile beraber asker vermeği de kabul etmekte idi. Bu suretle kral ve prens ve despotların Osmanlıların yüksek hâkimiyetini tanıyarak vergi ve aynı zamanda muharebelerde yardımcı kuvvet vermeleri geniş ölçüde fütuhat yapan Türk devleti için büyük faydalar ve başarılar temin etti. Ertesi sene Vize sancak beyi Şirmerd Bey'den gelen haberde İmparatorun kuvvet şevkiyle Vize etrafını yağmalattığı haberi alınması üzerine Sultan Murad hemen Gelibolu'ya, geçip kuvvetlerini Malkara’da topladıktan sonra askerin bir kısmını İpsala civarındaki Firecik kalesinin zabtına gönderip kendisi de Çatalca taraflarına yürüyerek İnceğiz ve Çatalburgaz kalelerini ve daha sonra da yine burada Polonya kalesini aldı ve LalaŞahin de Firecik kalesini almış olduğundan bu 1373 seferi de bu suretle muvaffakiyetle bitti; Bizans İmparatoru barışa mecbur oldu.
Sultan Murad'ın cülusundan sonra ve savaş devam ettiği sırada bazı malî ve askerî ihtiyaçlara dayanarak teşkilât yapılmıştı; devletin bir hazinesi olması ve onun için vergiler ihdası zarurî olduğundan o tarihte kazasker bulunan Çandarlı Kara Halil ile ulemadan Molla Rüstem'in tavsiyeleriyle harpte alınacak her bir esire yüz yirmi beş akçe kıymet takdir olunarak bunun beşte biri olan yirmi beş akçe veyahut beş esirde bir esir alınması kanun oldu ve buna pencik kanunu denildi ve kumandanların yanlarına bunları tahsil için kadılar tâyin edildiği gibi Gelibolu iskelesine de pencikçi ismiyle bir memur oturtuldu. Daha yukarı kısımlarda görüldüğü üzere ihtiyaç halinde aynen alınan bu esirlerden mürekkep acemi ve yeniçeri ocakları kuruldu. Esire ihtiyaç olmadığı zaman esir başına alınan yirmi beş akçe hazineye irad kaydediliyordu. 1373'den sonra olan sükûn devresinde bazı icraat yapıldı. Rumeli harekâtının başlarında Aydın, Saruhan ve Karesi beyliklerinin Rumeli'ye çapul için yaptıkları akınlar gibi Osmanlıların da aynı suretle hareket edecekleri zannedilmişti; Trakya'nın işgali bu zannı boşa çıkararak bunların yerleşmek üzere geldiklerini gösterdiği gibi 2. Çirmen muharebesinden sonraki Makedonya fethi bu yerleşme siyasetinin kalıcı olduğunu göstermişti. Osmanlıların 1. Çirmen muharebesindeki muvaffakiyetleri onların Trakya'ya yerleşmelerini katileştirdiği gibi, 2. Çirmen zaferi de Makedonya'nın kazanılmasını temin etmiştir. Rumeli'de harekâtın durdurulması Sultan Murad'ın Anadolu'da bazı muvaffakiyetlerle Osmanlı hududunun genişlemesini mümkün kıldı. Bunun için Avrupa tarafından Osmanlılar aleyhine bir hareket olmayacağını anlayan Sultan Murad 1376'da Anadolu'ya geçti ve Rumeli harekâtının bir müddet için durdurulmasını müteakip buralarda elde edilen topraklarda tımar ve zeamet teşkilâtı yapıldı ve her tarafa Türk göçmenleri yerleştirildi; şehir ve kasabalarda dinî, ilmî ve içtimaî kurullar vücuda getiriliyordu ve bu suretle şehir ve kasabalar bu müesseselerle süslenerek buralara Türk ve İslâm damgası vuruldu.
Osmanlı ordusu kumanda heyeti muharebenin tatili münasebetiyle sonradan yapacağı harekât için yeni bir program hazırlamak istedi, birbirlerine müthiş rakip ve hattâ düşman olan Cenevizlilerle Venedikliler arasındaki Bozcaada meselesinden dolayı vukua gelen muharebe ve kuzey İslavlarının Macarlara karşı olan nefretleri, Bulgaristan'ın karışık vaziyeti Osmanlılara karşı yeni bir ittifak veya tecavüz tehlikesi olmadığını göstermekte idi. Bundan dolayı 1376 (778 H.)'dan itibaren Rumeli'de savaşa son verilerek bazı askerî teşkilât ve ıslahat yapıldı, bu arada Kara Timurtaş Paşa'nın tavsiyesiyle, tımarlı teşkilâtı tadil ve ihtiyaca göre ıslah edildi; yine Kara Timurtaş Paşa'nın tavsiyesiyle Kapıkulu askerinden olarak maaşlı süvari ocağı vücuda getirildiği gibi seferlerde levazımın muhafazası ve süvarilerin hayvanlarına bakmak üzere Voynuk sınıfı teşkil olundu.
Yine bu barış devresinde Murad'ın büyük oğlu Yıldırım Bayezid ile Germiyan hükümdarı Süleyman Şah'ın kızı Devlet Hatun'un nişanları yapıldı ve az sonra da düğünleri oldu (780 H./1378 M.). Süleyman Şah kızının çeyizi olarak Kütahya, Tavşanlı, Emet (Eğrigöz), Simav şehir ve kasabalarını Osmanlılara terk etti ve kendisi Germiyan Kula'sı denilen Kula'ya çekildi.
Bayezid'in düğününden sonra Kütahya'ya gelen Sultan Murad'ın, kendi üzerine geldiğini zanneden Hüseyin bey, Akşehir, Yalvaç, Beyşehir, Seydişehir, Karaağaç ve rivayete göre Isparta’yı seksen bin altın mukabilinde sattı, bu suretle Osmanlılar Karamanoğulları beyliğinin batısındaki şehirleri almış oluyorlardı; şu halde Karaman beyliği hem Kuzey ve hem batıdan Osmanlılarla sınır komşusu oluyordu.
Güneydoğu Avrupa'ya Göçmen Nakli
Osmanlı tarihlerinde Rumeli denilen Balkan yarımadasına yerleştirilmek üzere aileleriyle beraber Türk göçmenlerinin nakli Osmanlı beyliğinin bu kıtayı benimsediğini açıkça gösteren siyasî bir olaydır. Gerek Osmanlılar ve gerek diğer Anadolu beylikleri Batı ve Kuzey Anadolu'da fütuhat yaparak ilerledikleri sırada kendi aşiret kuvvetleriyle beraber gazâ etmek üzere gelen Gazi Alp erenlerin faaliyetleriyle Bizans şehir ve kasabalarını alarak yerleştikleri gibi bir kısmı da tımar sistemi gereğince askerî hizmette bulunmuşlardı.
îşte Batı Anadolu'daki bu fetih hareketleri sırasında maddî ve manevî gayret ve hizmetleri görülen Gazi Eren denilen bu mücahidlerin ileri gelenlerine Anadolu beyleri tarafından zaviyeler yapılarak vakıflar tesis edilmiş olduğunu eski tapu tahrir defterlerinde gördüğümüz gibi aynı suretle diğer zümrenin topraklı sipahi olarak bu defterlerde isimlerini ve oğul ve torunlarına intikal etmiş olan tımarlarını görmekteyiz.
Osmanlılar’ın Rumeli'ye geçişlerinden itibaren bu kıtadaki yerleşmeleri de iki şekilde olmuştur. Bunlardan birisi ilk fütuhat esnasında Anadolu'daki yakın yerlerden —meselâ Balıkesir, Manisa ve havalisi gibi— Rumeli'de yeni zabtedilen yerlere hükümet tarafından eski kayıtlarda sürgün denilen göçmenler nakledilmiş ve buralardaki yerli Rum halkından askerî sınıfa mensup olanlarla nakilleri icap edenlerden bazıları da Anadolu'ya gönderilmişlerdir.
Osmanlı beyliği bu tarzdaki şuurlu ve isabetli hareketleriyle geliştirdiği fütuhatı için geride bırakacağı yerlere Türk göçmenleri iskân etmek suretiyle gerisini emniyet altına alarak Rumeli'de yerleşmeğe karar vermiş olduğunu meydana koymuş ve Bizans İmparatorluğu'nun bu fetihleri eskileri gibi geçici addetmek hususundaki zan ve tahmininin boş olduğunu göstermiş oluyordu.
Fütuhata iştirak eden diğer kısım ise aşiret kuvvetleriyle tabiî olarak canları pahasına ganimet malı elde etmek için gaza niyetine gelen yiğitlerden teşekkül ediyordu. Bunlardan bir kısmı zabtedilen kalelere muhafız olarak konuldular; bundan başka alınan yerlere Karesi ilinden mütemadiyen evler naklolunuyordu.
Osmanlı beyliği taazzuva başladığı zaman yani yaya ve müsellem ve yeniçeri teşkilâtı yapıldığı sırada Rumeli'de vücuda getirilen tımar teşkilâtı üzerine bu kuvvetlerin tımarlı sipahi ve diğer kısmı yürük teşkilâtı olarak ayrılarak bir kısmı da Evrenoz Gazi kumandası altında akıncı olmak suretiyle askerî sınıflar vücuda geldi ve Manisa ve havalisinden naklolunan yürük aşiretleri Serez'e naklolunmak suretiyle hudut kuvvetlerini teşkil ettiler.
Daha sonraki tarihlerde fütuhatın Trakya'dan başka Makedonya ve Bulgaristan taraflarına doğru ilerlemesi üzerine buralarda İslâm ve Türk nüfusunu arttırmak üzere zaman zaman Anadolu'nun muhtelif yerlerinden Rumeli'ye sürgünler gönderildi, aynı zamanda işgal edilen bazı yerlerdeki halk da Anadolu'ya naklolundu. Bu suretle bir buçuk asır içinde Rumeli şehir ve kasabaları buralardaki ilmî, içtimaî müesseseleriyle tam bir Türk ve Müslüman ülkesi oldu. Bu Türkleşme işinde Rumeli'deki devşirme teşkilâtının da mühim âmil olduğuna da şüphe yoktur.
Osmanlı Devletinin bu sistemli göçmen nakli teşkilâtı on beşinci asrın ikinci yarısı ile on altıncı asrın ilk yansında da devam etmiştir; meselâ Sırbistan ve Macaristan'ın alınması sırasında Türk şehirlerinden —Rumeli'deki Türkleşmiş yerler de dahil— bu yeni elde edilen yerlere göçmenler nakledildikleri gibi oralarda nüfusu kesif yerlerdeki tehlikeli Hıristiyan halkından bir kısmı da Selânik'e, İstanbul civarındaki yerlere ve Yedikule civarına tehcir edilmişlerdir. Anadolu'da Trabzon İmparatorluğundan alınan yerlere memleketin diğer yerlerinden naklettiği halkı iskân etmiştir. 835 tarihli tahrir defterinde de Saruhan, Canik, İnceğiz ve Taraklıborlu'dan da sürgünler görülüyor.
Osmanlı istilâsındaki muvaffakiyetlerin manevî sebebleri Osmanlı beyliği daha kurulurken askerî, adlî teşkilâtla işe başlamış ve bilhassa askerî işlere fazla ehemmiyet verilerek muvaffakiyetin sebepleri hazırlanmıştı; fakat bu zahirî kudret tamamen ayrı dinde olan yabancı bir bölgede yani Balkanlarda göz kamaştıran hızlı ve şuurlu bir yayılma ve yerleşme için kâfi değildi; bunun birtakım manevî ve ruhî sebepleri vardı.
Osmanlı beyliği daha Anadolu'daki yayılması sırasında hiçbir siyasî fırsatı kaçırmadığı gibi aldığı yerlerdeki halkla kaynaşarak onların dinî ve içtimaî işlerine karışmayarak vicdan hürriyetine hürmet etmiş ve ağır vergiler altında ezilmiş olan yeni tebaasından muayyen bir vergi (cizye) almakla iktifa ederek mevcut kanunlara aykırı olarak hiçbir keyfî muameleye müsaade eylememiştir; bundan dolayı Osmanlı Türklerinin süratle ilerlemelerinin ve fethedilen yerlerin halkının Türk idaresini kendi idarelerine tercih etmelerinin sebebini anlamak kolaydır; ve bu hususta ilk Osmanlı vekayi-namelerinde (Âşıkpaşa-zade ve Neşrî) malûmat vardır. Aşağıdaki misali bir kaynaktan naklen aşağıda verilmiştir (Prof. H. inalcık, Fatih devri üzerine tetkikler, vesikalar, s. 143). Orhan ve etrafındakilerin Hıristiyanlara karşı ne kadar müsamahakâr davrandıklarını 1355'de Osmanlılara esir düşmüş olan Selanik baş piskoposu Gregory Palamas'ın mektubu açık olarak göstermektedir. O, Hıristiyanları tam bir serbesti içinde gördü. Orhan'ın oğlu İsmail (Süleyman Paşa) ona Hıristiyan dini hakkında serbestçe bazı sualler sordu, sonra bizzat Sultan Orhan Palamas ile ulema arasında münazara yaptırdı.
Osmanlılar Anadolu'da nasıl Hıristiyan varlıklarını ve idare tarzlarını bozmayarak onları kendi nüfuzları altına aldılarsa bu müsaadeyi Rumeli'de de daha geniş suretle ve onların eski varlıklarını muhafaza etmek üzere tatbik etmişlerdir ki bunu Osmanlı tahrir defterlerinde bir çok misalleriyle görmekteyiz. Zaten baştan başa Hıristiyanlarla meskûn olan Balkan yarım adasında bu tarzdaki hareketin Osmanlı fethini kolaylaştırarak az zamanda o kıtayı ele geçirmenin sebebi bu adilâne hareket ve idarî siyasetteki inceliktir. Buna sebep, bir taraftan Bizans împaratorluğu'nun bozulmuş olan idare tarzı, vergilerin keyfî olması, Rum beylerinin ve hattâ imparatorların kendi küplerini doldurmak isteyerek halkı soymaları, asayişsizlik ve bir de bunlara bağlı olarak iktisadî buhran gibi âmillerdi. Buna mukabil Türklerin disiplinli hareketleri ve işgal edilen yerlerin halkına karşı adaletli, şefkatli ve tamamen taassuptan uzak bir siyaset takip etmeleri vergilerin tebaanın ödeme kabiliyetlerine göre tertip edilmiş olması ve bilhassa mutaassıp Ortodoks olan Balkan halkını Katolik mezhebine girmek için ölümle tehdit edenlere karşı Türklerin bu¬ralardaki unsurların dinî ve vicdanî hislerine hürmet göstererek bu ince ve hassas noktayı temel prensip olarak kullanmaları, Balkanlıların Katolik baskısına karşı Osmanlı idaresini bir kurtarıcı olarak karşılamalarına başlıca sebep olmuştur.
Yukarıdaki sebeplerden başka Balkan fethinin sür'atle geliş¬mesinde ve istikrarında, asırlarca evvel Balkanlara gelerek yerleşen ve daha sonra Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Peçenek, Kuman, Gagavuz ve Fardar'ların da aynı ırktan bulunmaları sebebiyle bunların fethi kolaylaştırmakta etkili olmaları da ihtimal dahilindedir. İşte bundan dolayıdır ki Müslüman ayağı basan ve yerleşme siyaseti takip edilen Balkanlarda Türk idaresine karşı hemen hiçbir halk ayaklanması olmamış ve hattâ Osmanlıları Balkanlardan çıkarmak isteyen Haçlı seferlerinde bile böyle bir hareket görülmemiştir.
Türklerin Balkanlardaki bu âdilâne, pek şuurlu ve halkı memnun bırakmış olan hareketleri meydanda dururken, sür'atle ilerlemiş olan Balkan fethini bir türlü hazmedemeyen bazı garazkâr tarihçilerin taassup tesiriyle kaleme alınmış yazılarını bir tarafa bırakarak Türk istilâsı esnasında insaflı tarihçiler tarafından yazılmış olan eserleri tetkik edecek olursak, kendi tarafımızdan hiçbir delile hacet kalmadan o eserlerin kayıtlariyle vaziyetin, Osmanlı Türklerinin lehine olduğunu bütün çıplaklığıyle görürüz.
Osmanlı istilâsının en bariz vasfı, gelişigüzel sergüzeşt ve çapul şeklinde değil, bir program altında şuurlu bir yerleşme halinde tecelli etmiş olmasındadır; bu da işgal edilen yerlerdeki halkın hoşnutluğuna ve yeni idareden memnun olmalarına istinad ettirilmiştir, işgal programının ilkelerinden biri de yeni elde edilen stratejik yerlere ve büyük, mühim şehir ve kasabalara Anadolu'dan göçmenler getirtilerek yerleştirmek olmuş ve elde edilen topraklar da mîrî (devlete ait) mülk ve vakıf suretiyle muhtelif kısımlara ayrılıp şehir ve kasabalarda derhal ilmî ve içtimaî müesseseler vücuda getirilmiştir. Bu isabetli siyaset gerek Anadolu ve gerek Rumeli'nin istilâsında o kadar maharetle tatbik edilmiştir ki halk yeni idareyi yadırgamadıktan başka gösterilen muamele ve müsamahadan memnun ve müteşekkir kalmışlardır; mutaassıp bir Katolik olan Macar kralı Layoş (Lüdvig) kuzeyden Papa'nın teşvikiyle Balkanlara inerek Bulgaristan ve Balkanları ve Bogomil mezhebinde olan Bosna'yı Katolik mezhebine sokmak için ortalığı kana boyamak suretiyle vicdanlara tahakküm etmek isterken, güneyden kuzeye doğru çıkmakta olan Sultan Murad da vicdan hürriyetine, şefkat ve adalete dayanarak Rumeli'ye yerleşiyordu. Bu husus hakkında Gibbons, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu isimli eserinde şunları yazıyor :
"... Osmanlıların müsamahaları ister siyaset, ister halis insaniyet, isterse lâkaydi neticesi ile meydana gelmiş olsun, şu vakıaya itiraz edilemez ki Osmanlılar yeni zaman içinde milliyetlerini tesis ederken dinî hürriyet umdesini temel taşı olmak üzere vazetmiş ilk millettir; arası kesilmeyen Yahudi eziyeti ve engizisyona resmen muavenet mesuliyeti lekesini taşıyan asırlar esnasında Hıristiyan ve Müslümanlar, Osmanlıların idaresi altında ahenk vebarış içerisinde yaşıyorlardı...".
Görülüyor ki yeni doğan Osmanlı devletinin süratle genişlemesinde, denizi aşarak Balkanları işgalinde yalnız fütuhatın ve devletler arasındaki ihtilâflardan istifadenin ve siyasetteki maharetin değil, aynı zamanda yukarıda gösterdiğimiz manevî sebeplerin de tesirleri vardır. Ancak bu sayededir ki Türkler Rumeli'de işgal ettikleri geniş ülkeleri bir avuç kuvvetle elde tutmuşlardır ve yine bu sayede Timur'un saldırısıyla Osmanlı devleti Anadolu'da parçalandığı halde Rumeli'de dimdik durmuştur.
XV. yüzyılın ilk yarısı içinde (II. Murad zamanında) Rumeli'yi gezerek Türklerle diğer Balkan Hıristiyanlarının içtimaî vaziyetleri hakkında bir mukayese yapmış olan ve Türklerin her hususta Balkanlılardan üstün olduklarını gösteren Bertrandon de la Broquiere şunları söylüyor:
"... Büyük bir refah içinde bulunan Türk köylüleri, Hıristiyan köylülerin çoğunun aksine olarak hiçbir zaman yalın ayak gezmezler, dizlerine kadar çıkan çizme giyerler; Türkler erken kalkar ve işlerine erken giderler; sükûnet ve büyük bir gayretle iş görürler; Rumlar, Sırplar ve Bulgarların aksine olarak Türkler, evlerinin kendilerine mahsus olan kısmında ehlî hayvan bulundurmazlar; hiçbir Türk temizce yıkanmadan evinden çıkmaz; bir hayvanın yediği yemeği bir Türk yemez; bir tavuk kesmek istediği takdirde bile onu bir müddet temiz yiyecekle besler; merhamet sahibi olan Türk, harpte mecburiyet altında insan öldürür; tabiaten sükûtî olmasına ve çalışmakla sertleşmiş bulunmasına rağmen şiir kabiliyeti yüksek, ilme meyil ve istidadı çoktur...".
Bunları söyleyen seyyah, ahlâk bakımından da Türklerin Balkanlılardan üstün olduklarını şöyle anlatıyor:
"... Türkiye'de giriştiğim her iş ve bulunduğum her münasebette Türklerde Rumlara nazaran çok daha fazla arkadaşlık duygusunun mevcut olduğunu gördüm ve Türklere Rumlardan ziyade îtimad ettim" dedikten sonra:
"Gerek şehirde, gerek köyde Türkler kuvvetli, cengâver, kanaatkar işçi, namuslu tüccar, sadık arkadaş ve himaye edici efendilerdir; kısaca, doğru ve samimî kimseler...".
İşte Balkanları istilâya başlayan küçük Osmanlı Devletinin manevî ve içtimaî cephesi de böyle idi; bu karakter ve manevî cephe, devletin şuurlu siyaseti ve azim ve irade kudretiyle bir ahenk teşkil edince bunun neticesinin ne olabileceğini yine Osmanlı tarihi gösteriyor. Bunun için Gibbons'un Osmanlılardan bahsederken "yeni bir millet teşekkül ediyor" demesi çok yerinde kullanılmış bir tevcih olup hâdiseler de bu sözün yansımasıdır.
--------------------------
KAYNAK:http://www.efrasyap.com
Alıntı
Tweet
Benzeyen Konular
Konu:
Yazar
Cevaplar:
Gösterim:
Son Mesaj
Osmanlı Dönemi Türk Denizciliği
Site Yönetimi
0
2,277
17/09/2011, 04:00
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Osmanlı Padişahlarının Hacca Gitmeme Sebepleri
Site Yönetimi
0
1,159
17/09/2011, 03:36
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Bir Osmanlı gerçeği daha ortaya çıktı
Site Yönetimi
0
1,134
01/02/2009, 21:21
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Osmanlı Padişahlarının Hacca Gitmeme Sebepleri
Site Yönetimi
0
965
22/01/2009, 01:21
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Lütfen seçim yapın:
--------------------
Özel Mesajlar
Kullanıcı paneli
Kimler Çevrim içi
Arama
Ana Sayfa
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-- GÜLCE ŞİİR TÜRLERİNE GÖRE ŞİİRLER
---- BULUŞMA
---- ÇAPRAZLAMA
---- TRİYOLEMSİ
---- ÜÇGÜL
---- ÜÇGEN
---- DÖNENCE
---- TOKMAK
---- AKROSTİK
---- SONE'M
---- GÜLCE
---- TEKİL
---- YİĞİTCE
---- YUNUSCA
---- BAHÇE
---- SERBEST ZİNCİR
---- ÖZGE
---- GÜLİSTAN
---- YEDİVEREN
---- TUĞRA
-- GÜLCE YAZAN ŞAİRLERİMİZİN GÜLCE ve DİĞER ŞİİRLER
---- (H)
------ Harun YİĞİT
------ Harun YİĞİT
------ Hasan ULUSOY
------ Hasan ULUSOY
------ Hatice ALTAŞ(Asi Çiçek)
------ Hatice ALTAŞ
------ Hacer KOZAN
------ Hatice KATRAN
------ Hatice KATRAN
------ Hikmet ÇİFTÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
---- (I-İ)
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim İMER
------ İbrahim İMER
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İhsan ERTEM
------ İhsan ERTEM
------ İsmail KARA(Karozan)
------ İsmail KARA(Karozan)
---- (K)
------ Köksal KIRLIOĞLU
---- (M)
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Meltem ARAS
------ Meral ADAK
------ Meral ADAK
------ Melahat TEMUR
------ Mevlüde DEMİR
------ Mevlüde DEMİR
------ Miktad BAL
------ Miktad BAL
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ MUSTAFA CEYLAN(Editör)
-------- Mustafa CEYLAN
---------- Mustafa CEYLAN(On Punto Yazıları)(Makaleler)
---------- GÜNE BAKIŞ
---------- TAŞ YAĞMURU(Ceylan'ın kaleminden)
---------- Hakkında Yazılanlar
---------- DİĞER ŞİİRLERİ
---------- Hayatı
---------- Sanatı
---------- Hocaları
---------- Çocukluğu
---------- Gençliği
---------- Özlü Sözleri
---------- Önsöz Yazdığı Kitaplar
---------- Siyasete İlgisi
---------- Bestelenen Şiirleri
---------- Fotoğrafları
---------- Mühendisliği
---------- Düzenlediği Etkinlikler
---------- Konferansları
---------- Yer Aldığı Antolojiler
---------- Kitapları
---------- EZAN SUSMAZ Kitabı içindekiler
---------- "YANDI BU GÖNLÜM"-Hacı Bayram Veli Kitabı içindekiler
---------- TAHİR KUTSİ MAKAL Kitabı İçindekiler
---------- SEĞMEN RUHU Kitabı İçindekiler
---------- TOROSLARIN TÜRKÜSÜ Romanı
---------- Armağan-2(AHMET TUFAN ŞENTÜRK İÇİN NE DEDİLER?)Kitabı içindekiler
---------- Armağan-1(ANILAR KORİDORU İÇİNDE SARIVELİLER)Kitabı
---------- YARALI CEYLAN Şiir Kitabı İçindekiler
---------- PAŞA GÖNLÜM Şiir Kitabı İçindekiler
---------- Kırat Geliyor Kitabı İçindekiler
---------- Her Yönüyle YENİMAHALLE Kitabı
---------- Tarihi ve Folkloruyla Elmadağ Kitabı İçindekiler
---------- Köylerimiz Kitabı İçindekiler
---------- Köyümüz Yeşildere Kitabı İçindekiler
---------- Bayramlar Haftalar Günler Kitabı
---------- Ahmet Tufan Şentürk Kitabı
---------- Halil Soyuer Kitabı
---------- Detanlaşan Köylü İsa Kayacan Kitabı
---------- Abdullah Satoğlu Kitabı
---------- Güzide Taranoğlu Kitabı
---------- Gülendenin Beşiği Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ (2006)Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ(2007)Kitabı
---------- CEYLAN-Tahliller-MAKALELER-Görüşler
---------- Güllük Dergileri
---------- Kapodokya Güneşleri Kitabı
---------- Bir Yanardağ Fışkırması Kitabı
---- (P-R)
------ Rahime KAYA
------ Rahime KAYA
------ Refika DOĞAN
------ Refika DOĞAN
------ Ramazan EFE
------ Ramazan EFE
------ Rengin ALACAATLI
---- (S-Ş)
------ Sabiha SERİN
------ Sabiha SERİN
------ Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
------ Serap HOCA(Serap DEMİRTÜRK)
------ Süleyman KARACABEY
------ Süleyman KARACABEY
------ Serdar AKKOÇ
------ Serdar AKKOÇ
------ Sevgili ÖZBEK
------ Sevgili ÖZBEK
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şükran GÜNAY
------ Şükran GÜNAY
---- (T-U-Ü-V)
------ Turan UFUKTAN
------ Ümran TOKMAK
------ Ümran TOKMAK
---- (Y-Z)
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf Ziya KARAHASANOĞLU
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Yıldız TOKSÖZ
------ Yıldız TOKSÖZ
GÜLCE'YE DAİR
-- GÖRÜŞLER
---- Gülce Nedir?
---- Gülce ve Ozanlık
---- Gülce Manifestosu
---- 5 Hececiler ve Gülce
---- Garip Akımı ve Gülce
---- Fecr-i Ati ve Gülce
---- Hisarcılar ve Gülce
---- Neyzen Tevfik, Aşk
---- Mazmunlar
---- Gülce Ne Değildir?
---- Hece Vezni ve Gülce
---- Serbest Şiir ve Gülce
---- Aruz Vezni ve Gülce
---- Gülce ve Zolal
---- Gülce Tarihinden
---- GÜLCE-(Atölye)-Video Dersler
------ Gülce Etkinlikleri
------ Kurucular Beyanı
------ Gülce 2009
------ Doğru Yaz/Konuş
------ Gülce-2010 Projeleri
------ Gülce-2011 Projeleri
------ Üstad Necip Fazıl'dan
------ Gülce-Aruza Dair
------ Öneriler-Çalışmalar
------ GÜLLÜK DERGİSİ
------ Gülce'ye Öneriler
------ Röportajlar
------ Negatif Bakışlara
------ Aleyhimizdekiler
------ M.E.B' na
---- Gülce'de Mesajlar-Projeler
------ Gülce-Güldeste(1)
------ Destanlarımız
------ Dede Korkut
------ Öncü Kadınlarımız
------ Peygamberlerimiz
------ Nutuk(Gülce)
------ Nutuk(Z.Korkmaz)
------ Kutlu Hanımlar
------ Ozanlarımız
------ NasrettinHoca
------ Yedi Askı
GÜLCE TÜRK ŞİİR AKADEMİSİ
-- Şiir Akademisi
---- Şiir Akademisi
------ HALK EDEBİYATI
-------- DİVAN EDEBİYATI
-------- BATI EDEBİYATI
-------- YENİ TÜRK EDEBİYATI
---- Hece Vezni' ne Dair
---- Şiir Tahlilleri
---- Aruz Vezni' ne Dair
---- Hiciv Tarihinden
---- Ustalardan Şiirler
---- Ustalardan Makale
---- Aramızdan Ayrılanlar
------ Ustalardan Şiirler
-------- A. Tufan ŞENTÜRK
-------- DİLAVER CEBECİ ANISINA
---- Şiir Üstüne (Serbest)
---- Atışma Sayfamız
---- Denemeler-Makaleler
---- Şiirde Dönüşüm
---- Şiir ve Anlatım
-- Türk Edebiyatı Şiir Türleri
---- Şiir Türleri
---- İslâmiyet Öncesi
---- Servet-i Fünun
---- Garip Şiirler
---- Akımlar
---- Edebî Sanatlar
---- Söz Sanatları
---- Şair Padişahlar
---- Şiir Tarihimizden
---- Yıllara Göre Edebiyat
---- Mehmet Nacar
DÜNYA EDEBİYATI
-- Dünyadan Şiir Türleri
---- Burns Stanza
---- Choka
---- Go Vat
---- Catena Rondo
---- Onegin Stanza
---- Canzonetta
---- Bauk Than
---- Rhupunt-Galce
---- Septilla
---- Viator
---- Luc Bat
---- Tritena
---- Pantoum
---- Shakespeare Sonnet
---- Diamonte
---- Villanelle
---- Hutain
---- Hex Sonnata
---- Hexaduad
---- Haynaku
---- Harrisham Rhyme
---- Guzzande
---- Gratitude
---- Glosa
---- Garland Cinquain
---- Fornlorn Suicide
---- DÜNYA EDEBİYATI
---- Dünyadan Destanlar
---- Dünyadan Şiirler
KAYNAKÇA
-- Konularına Göre Şiirleriniz
---- Aşk Şiirleriniz
---- Atatürk Şiirleriniz
------ 23 Nisan Şiirleri
------ Atatürk'e Dair
---- Kahramanlık Şiirleriniz
---- Doğa Şiirleriniz
------ 2009 Yılı Sayılarımıza
---- Taşlama Şiirleriniz
---- Gurbet Şiirleriniz
---- Tasavvuf Şiirleriniz
---- Barış Şiirleriniz
---- Şehir Şiirleriniz
---- Anne Şiirleriniz
------ Babanıza Şiirler
---- Doğum Günü Şiirleriniz
---- Deprem Konulu Şiirler
---- Diğer Şiirleriniz
---- Köşe Yazarlarımız/Makaleler
------ Mustafa CEYLAN
------ Refika DOĞAN
------ Osman ÖCAL
------ Ahmet ÖZDEMİR
------ A. S. ATASAYAR
------ Prof.Dr.İsa KAYACAN
-------- Prof. Dr. İSA KAYACAN
------ Rahime KAYA
------ Harun YİĞİT
------ İlqar MÜEZZİNZADE
------ Sündüz BİGA
------ Nazmi Öner(Şiirler)
------ Nazmi ÖNER(Nesirler)
------ Coşkun KARABULUT
------ Prof.Dr.İsmail YAKIT
------ Prof.Dr.Asım YAPICI
------ Sabit İNCE
------ Muhsin DURUCAN
------ Abdulkadir GÜLER
------ Ünal Şöhret DİRLİK
------ Metanet YAZICI
------ A.Aşkım KARAGÖZ
------ Gazanfer ERYÜKSEL
------ Mehmet GÖZÜKARA
------ Necdet BULUZ
------ Yusuf Özcan
------ Afife Demirtaş
---- Mustafa Ceylan
---- Bizden
-- Video Yağmuru
---- Ozanlar-Şairler
---- Bizden Videolar
---- Rasim Köroğlu
-- Genel
---- SERBEST KÜRSÜ
---- Duyurular
---- Röportajlar
---- Günün Şiiri
---- Günün Nesiri
Edebiyat Biz Platformumuzda
-- Gülce Tv
-- Türk Argo Sözlüğü
-- Edebî Konular Forumu
Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir
Mustafa Ceylan |
Dost Sitelerimiz:
Türkçe Çeviri:
MyBB
Türkiye
Üretici:
MyBB
, © 2002-2024
MyBB Group
-Theme © 2014 iAndrew
Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder