SiteAna Sayfa
Güllük Dergisi
Şairlerimiz
Arama
Üyeler
Video
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Şifremi Hatırlat
Beni Hatırla
Your browser does not support the audio element.
Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi
Web'de Ara
Sitede Ara
0 Oy - 0 Yüzde
1
2
3
4
5
Konu Modu
Seğmen Ruhu-5
Site Yönetimi
Admin
Üyelik tarihi:
Jan 2008
Mesaj Sayısı:
12,518
Konu Sayısı:
11,588
#1
29/07/2008, 15:47
27.01.2008 13:56:49
Seğmen Ruhu-5
Mustafa Ceylan
SEĞMEN VE ATATÜRK
Seğmenbaşı Mustafa Kemal, Türkün teşkilâtçılığnı ve ülküsünü gerçekleştiren dâhi bir mimardır, komutandır, önderdir.
Kara bulutları göklerimizden seğmen anlayışıyla süpürmüştür.
"Divâr-ı Rum'u Anadolu yapan Atatürk ve Satı Kadın hareketi asla tesâdüf olamaz. Bu, bir milletin kader çizgisidir.
SEĞMEN VE ATATÜRK
Ölümdeni zulümden korkmaz
Kükremiş bir aslandı o
Ne demekmiş tutsak olmak?
Nasıl parçalanır Türk'ün ülkesi?
Yüreğinde bir aşk var ki onun
Durduramaz hiç bir kuvvet
Durduramaz Karadeniz'in dalgaları
Kükreyen bir volkandır o.
O, esen rüzgaâr, O yeşeren dal
O, karış karış Anadolu
O, barışa özgürlüğe
Aydınlığa, murluluğa âşık
O, yüreğiyle ulus
Kafasiyle Vatan
O, Mustafa Kemal'dir o...
............................................................................,,
Şair Ahmet Tufan Şentürk böyle seslenirken, biz de demişiz ki:
"Tarihin beynine kurulan otağ
Mazlum milletlere açılan bir çağ
Kükreyen, kükreyen koca yanardağ
Atatürk, Atatürk değil de nedir?
Zincirleri damla damla eriten,
Toprağımı,avuç avuç dirilten,
Burcu-burcu, insan -insan yeşerten
Atatürk, Atatürk değil de nedir?,,
Atatürk seğmenlerin lideridir, komutanıdır. Yani seğmenbaşıdır.
Zira, Ankara seğmenleri, Ata'yı Dikmen sırtlarında seğmen alayı ile karşılamışlar ve ona " hoş geldin" demişlerdir. Zulmü alkışlamayan, zalimi asla sevmeyen, özgürlük ve barış sevdalısı seğmen yürekleri, onun kutsal vatan hareketinde kendilerini görmüşlerdir. Atatürk, seğmendir.
Yeni kurulan Türk Devletinin başkenti olarak, Kayseri veya bir başka şehir seçilmemiştir.Çünkü seğmenlerin başı olarak Mustafa Kemal , seğmenler beldesi Ankara'yı seçmiştir.Yani Ankara'yı Türk Milletinin sonsuza kadar başkenti yapan şey; seğmen ruhudur.
Atatürk, seğmen ruhu ile Türk İstiklâl Savaşı destanını yazmıştır. Sakarya'da, Dumlupınar'da parlayan Türk kahramanlığı seğmen ruhun kendisidir.Cihanın en modern ordularına karşı, inanaç ve iman, sabır ve azim zafer kazanmıştır. Can sağ iken yurt verilmez düşmana diyen seğmen ruhu, birinci mecliste ve cephelerde mucizeler yaratıyordu. Bilinçli, kararlı ve plânlı çalışmalar, yapılan yeni çağdaşlaşma hamleleri, tamamiyle seğmen ruhunun Mustafa Kemalce ifadesinden başka bir şey değildir.
Esaret zincirlerini, manda prangalarını parça parça kıran ve ardından millî ordu ile cepheden cepheye koşan Atatürk ve seğmendir.
<<......... Mustafa Kemal Paşa Anadoluya ayak bastığı zaman bir çok cemiyetler, gruplar, siyasi teşekküller, çeşitli çetelerle karşı karşıya idi. Bunlardan bir kısmı millî gayelere uygun idi.Bir kısmı ise muhtelif maksatlar için bir takım sergüzeştlerin elinde bulunuyordu.Onun en büyük meziyeti, bu cemiyet ve grup yığınlarından tek bir gaye, vatanı yabancı istilaından kurtarmak maksadına tevcih edilmiş bir tek kuvvet yaratmak olmuştur. Yoksa Millî Mücadele, Mustafa Kemal'in Anadoluya ayak basmasından evvel başlamış, yer yer mukavemet arzuları belirmişti. Bu manzara, Türk milletinin başlı başına en büyük bir varlık ispata kâfi idi. Fakat bütün bunlar gelişigüzel yığılmış malzeme idi. Onu bir değer yapacak derecede mükemmel işleyen, dâhi mimar, Mustafa Kemal olmuştu. Tarih, bu dâhi sanatkârı asla unutmayacaktır.>> (*)
<<........Müşterek bir tehlike karşısında Türke yakışan soğukkanlılık ve cesaretle bir araya gelenler, gene atamızdan bir miras kalmış teşkilâtçılık vasfile de en yüksek mukavemet örnekleri veren bir takım kahramanlıklar silsilesi sıralıyordu.>> (*)
<<.......Millî Mücadeleye büyük hizmeti dokunan vatanperver, halk arasından çıkmış bir arabacı kahyası olan Ethem Pehlivan idi. Üsküdar arabacılarıyla kurduğu millî teşkilat sayesinde, Anadolu'ya gizlice silah ve cephane nakledilmiş, bunları işgal kuvvetlerinin ruhu bile duymamıştı."
Mustafa Kemal :
"İstiklâl Savaşını Türk milleti başarmıştır. Ben onun başında nâçiz bir kumandandan başka bir şey değildim.,,
Bu cümledeki nâçiz kelimesi muhteşem bir tevazuun eseri değil midir?
Atatürk, millet sevdasıyla dolu bir seğmen başı olarak, milletin kurtuluş meş'alesini Ankara'da tutuşturdu. Anadolu'nun dört bir yanına dağılmış, yöresel kurtuluş hareketi yapan millî kuvvetleri tek bir yumruk haline getirmiştir. Seğmenbaşı Mustafa Kemal , Türk'ün teşkilatçılık ülküsünü gerçekleştiren dâhî bir mimardır, komutandır, önderdir. Seğmenlerin korkusuz, cesur, mert, bakışlarıyla, kararan ufukları aydınlığa çevirmiştir. Kara bulutları, seğmen anlayışıyla göklerimizden süpürmüştür.
<<Benim nâçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Ama Türk Milleti ilelebet payidar kalacaktır.>> diyen seğmenbaşı Mustafa Kemal, Hacı Bayram Camii'nde kıldığı namazdan sonra, seğmenlerin arasına girer ve onlarla hemhâl olurdu. Aldığı kararlarda seğmenlerin önemli etkileri bulunmuştur. Özgürlük, bayrak ve vatan aşıkının alevlenişi ondandır.
Ankara seğmenleriyle bütünleşen Mustafa Kemal, Ankara'da cephede yaralananların tedavisi için kurduğu hastahane için en büyük yardım ve desteği seğmenden görmüştür. Bir gece Elmdağ, Balâ, Ayaş, Çubuk gibi yerlerden yola çıkan kağnıların çıkardığı tekerlek gıcırtıları, hem ge'nin bağrına ve hem de kara talihin beynine bir ok gibi saplanmıştır. Kağnılar, bütün yollardan Ankara'ya sabaha kadar yol katederek gelmişler ve hastahanenin tüm yatak, yorgan, yastık gibi donatı ihtiyacını karşılamıştır.Yaralı Mehmetçiklerin, yaralarını sarmıştır. İşte seğmenbaşı Atatürk'ün kağnıları...
O günkü Ankara Valisi'nin millî şahlanışa karşı direnmesi ve Mustafa Kemal ve arkadaşlarını tutuklamak istemesi üzerine, Elmadağ seğmenleri onu Kılıçlar Belinde yakalamış ve Atatürk'e tedlim etmişlerdir.
Seğmenin ilerici, hür, vatansever yapısı nedeniyle, Mustafa Kemal hareketinin ilk başarılı uygulamaları Ankara'da gerçekleşmiştir. Yenileşme, çağdaşlaşma, titreyip kendine dönme, silkinme, inkılâplar yapma... Bütün bunlar Ankara'da başlamıştır. Tarımda, ekonomide, siyasette, günlük yaşamdaki başarılı ve müjdeli çiçekler, ilk olarak, Ankaralıların gönül bahçelerinde açmıştır.
Türk siyasi hayatında TBMM'nin ilk meclisinde ilk bayan milletvekili Ankara'nın Kazan İlçesi'nden Satı kadın olmuştur.Satı Kadın'la açılan Türk kadınlarının çağdaşlaşma bayrağı,o günlerden bu günlere dalgalanıp gelmiş olup, sonsuza kadar da dalgalanmya devam edecektir. Her seğmen anası, seğmen bacısı olarak Satı Kadınlar, Türk millî birlik ve beraberliğinin ölümsüz timsâlleridir...
Diyâ-Rum'u Anadolu yapan, Ankara yakınlarındaki bir taş oluğa gene bir Ankara kadının boşalttığı bir bakraç ayranın Alpaslan'ın koskoca ordusunun sususzluğunu gidermesi üzerine, çekilen kılıçların ve yağız atların nallarının Ege sularıyla ıslanması değil midir? Diyâr- Rum'u Anadolu yapan Ankara hareketiyle, Gazi Mustafa Kemal Paşa ve Satı Kadın hareketi asla bir tesadüf olamaz.
Ankara umuttur. Ankara heyecandır, sevgidir. Ankara kutsal aşkın alev alev yandığı bir diyârdır.Ve bu aşkı söndürmeyen, ilelebed söndürtmeyecek olanda seğmenlerdir.
Dikmen sırtlarında, yağız atlar üzerinde yiğit seğmenler, halâ Mustafa Kemal Paşa'yı karşılamaktadırlar.Ve "Haydi yiğit haydi akına!.." diye seslenerek oradan TBMM'ne,TBMM'nde de bütün Anadoluya seslenmeye devam etmektedirler.
Büyük Atatürk, Polatllı yakınlarından duyulan düşman toplarının sesleri üzerine TBMM'de yaptığı tarihi konuşmasında "Son nefes, son ocak kalana kadar mücadeleye devam edeceğim. Gerekirse seğmenlerle birlikte Elmadağ'ın tepesinde düşmana kan kustururum, şehit olana kadar, son kurşunum bitene kadar çarpışrım.,, demiştir.
Seğmenler ve Mustafa Kemal... İşte budur Peygamber 'in övdüğü Türkler... Ezanı susturtmayan, bayrağı indirtmeyen, kitab-ı mukaddesi kaldırtmayan...
Bugün din adını kullanaraka ATATÜRK DÜŞMANLIĞI yapanlara siz bakmayın hiç...Onlar hakikati bilmekten aciz kimselerdir.
Ziraat, ticaret ve siyasette dünyaya Türklük mührünü vuran seğmenler ve Mustafa Kemal'dir...Atatürk, "Gençlik nisbetle daha çok çalışacağız. Muassır medeniyet seviyesinin önüne öıkacağız!.." derken, seğmenbaşı olarak yolunu ve hedefini göstermiştir. Hedef, muassır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmaktır. Bunun için de her geçen gün, bir öncekinden daha fazla çalışacağız. "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki kandadır. Ne Mutlu Türküm diyene!"
Atatürk'ün Gençliğe Hitabeti başlı başına bir destan komutanının tecrübelerinin ürünüdür. Bu hitabet seğmen ruhunun ve seğmen düşüncesinin veciz bir ifadesidir. Bütün kaleler fethedilmiş, düşman çizmesi tarafından bütün topraklar çiğnenmiş dahi olsa damarlarındaki kandan hız ve ilham alarak, millî birlik ve beraberliği tesisi edebilir, en büyük orduları sınırlarının dışına gönderebilirsin. Esaret boyunduruğunda yaşamaktansa, yurt uğruna, şehit olunsa daha iyidir. Zira "vatan sevgisi imandandır." "Zira, vatan varsa biz varız. Vatansız yaşanmaz!Ekmeksiz, aşsız yaşanırda vatansız asla yaşanmaz!..
İşte seğmenbaşı Atatürk'ün Atatürk olması, ordumuzun paşalık rütbesinden, Türk'ün Atas'ı olması mertebesine gelmesini sağlayan ulvî düşünceler bunlardır...
Şimdi ise, medya çağı, bilgi çağıını geçmeye mecburuz. Çağlar üzerinden sıçramalıyız. Bilgisayarı bir yağız at, ilmi irfanı da bir sevgi kılıcı kabul edip, milletler camiası yarışında en ön safa geçmeye mecburuz. Elektronikte, kimyada, makinada, arge çalışmalrında, tıpta yeni hamlelere ihtiyacımız vardır. "Beyin göçü" adı verilen, göç dalgasını tersine çevirmeye mecburuz. Sinemizden çıkan ırmakların, önce kendi topraklarımızı mümbit hale getirmesi gereklidir. Dünya coğrafyasının en kritik, en stratejik noktasındaki memleketimizi sür'atle kalkındırmalı, geliştirmeliyiz. İnsanlarımızı mutlu, çocuklarımızı güler yüzlü yapmalıyız.Yani, yeni bir seğmen hareketini, hiç bir vakit geçirmeden başlatmalıyız!..
Dipnorlar:
(*) TANSU,Samih Nafiz; İki Devrin Perde Arkası,Ararat Yayınevi,İstanbul 1969,Shf: 207 a.g.e. shf: 16
(*) TANSU,Samih Nafiz; A.G.E SHF: 241
27 ARALIK 1919
Bu tarih, büyük Atatürk'ün Ankara'ya geliş tarihidir. Bu tarih, kronolojik olarak karanlıklara, yani geriye giden tarihe takla attıran önemli bir kilometre taşıdır.Tarihi destanlarla dolduran yüce bir milletin şahlanışını ilk işaretidir.
27 Aralık 1919...
Dikmen sırtlarında düğün var düğün... Seğmen ruhunun düğünü... Kıratların üzerindeki seğmenler Ata'sını karşılamadalar ve ona gönül bahçelerinin en nâdide çiçeklerini sunmadalar... Koskoca bir vatanı temsil eden Ankara seğmenlerinin, ölmeye yurt için can vermeye hazırız dedikleri tarihtir... Ayyıldızlı bayrağın etrafında seğmen alayının düzüldüğü tarihtir.Yüreklerin, umutların, hayallerin, düşlerin bir demet çiçek gibi o şanlı Gazi'ye sunulduğu tarihtir.
27 Aralık 1919...
Dikmen sırtlarından göklerin uçsuz bucaksız diplereine doğru uçan kuşların, özgürlüğe kanat açtığı gündür. Her çeşit devlet binasının bayrak direklerinde asılı bulunan Yunan, İtalyan, Fransız, İngiliz bayraklarının indirilerek, yerine güzelim ay yıldızlı - al bayrağın asıldığı gündür. Seğmenlerin " Bismillah!.. " diyerek, at bindiği, silâh kuşandığı gündür. Ankara halkının yüce liderlerinin yanında safında yer alarak, dünyanın en büyük en ölüm saçan silâhlarına karşı imanlı yumruğuyla karşı çıktığı gündür...
Her yılın 27 Aralık günü,içimizde bir tatlı heyecan yeniden filizlenir, boy verir...
" Mustafa Kemal Atatürk Ankara'ya 27 Aralık 'da gelmiştir. Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin bugüne kadar canlı olarak kuşaktan kuşağa aktarılmasının nedeni karşılama törenlerinin içtenliği ve otontikliğini Rufaî dervişi Muharrem 27 Aralık gününü şöyle anlatıyor:
"Yollarda vücudumuza meydan aynası sapladık.Y anaklarımıza da şişli darpları batırdık.Derviş Çilingir İbrahim karnına kılıç soktu.Karnında hep kılıçla yürüdü. Ben , Köprülü Faik, Ali Osman Ağa, Derviş Necati de darp aynalarını kafa tasımıza, yanaklarımıza vurmuştuk...İzmir alındığı gün ben aynı darbı yanağıma vurup meclisin önünden geçerken İsmet Paşa hayretle setrediyordu."
Alay Zincirli Camiin önünde önünden geçip Dar ül Muallimi'ne, şimdiki Bankalar caddesine saptı.Burada yalnız on tane akasya ağacından oluşan Millet Bahçesi vardı. Kızılbey Medresesi'nin önünden geçen Hergele Meydanına oradan Hristiyan mezarlığı öninden dekovili geçerek Yenişehir'in bulunduğu tarlalara gelindi.
Atatürk'ün Ankara'ya gelişinde,daha sonra Büyük Millet Meclisi olan yapıda Fransız Bayrağı dalgalanıyordu. Bir kaç ay sonra o bayrak inerek bu binada bir devletin temeli atıldı.
Bir devlet ki, demokratik...
Bir devlet ki, insanlarını bir ve eşit gören...
Bir devlet ki, halka hizmet, Hakk'a hizmettir diyen...
Bir devlet ki, insanlarını mutlu etmek isteyen....
Bir devlet ki, samimi, candan, ciddi, müşfik...
İşte bu devlet Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.
27 Aralık 1919 tarihinde kurulmaya başlanan, ve bugün altmış beş milyon insanıyla, güçlü beyin kadrosuyla, genç ve dinamik fertleriyle çağdaş bir dünya devleti...Özgürlüğe susamış dünya uluslarına bir örnek teşkil eden Büyük Türkiye Devleti...
CUMHURİYET SONRASINDA ANKARA
Cumhuriyet sonrasında Başkent Ankara, kendine yakışan dev eserlerle süslenmeye çalışılmıştır.
Ulus'tan Kızılay'a oradan Çankaya'ya uzanan arter yol ile Dikimevi'nden başlayıp Kızılay'a ordan Tandoğan meydanına ve Emek mahallesine uzanan ikinci ana arterle birlikte yan yolları yapıldı. Yeni kurulan bu şehrin ana yolları çevresinde Bakanlık binaları, yabancı ülkelerin büyükelçilik binaları ve devlet büyükleri için köşkler yapıldı.
Bu şekİlde, Cumhuriyet sonrasında Ankara, gelişip büyüdüğü gibi, mimarileri değişik tarzlarda dizayn edilmiş, birbirleriyle estetikte, mesajda yarışan dev sanat eserleri meydana getirilmiştir. Ankara , yeniden ve çağdaş boyutlarda , Başkent olgusuna yakışır bir şekilde donatılmıştır.
Şimdi hangi eserin hangi tarihte yapıldığını ana başlıklar halinde sunmaya çalışalım:
-ANKARA PALAS: İnşaatına dönemin sağlık bakanı Dr.Rıza Nur'un emriyle başlanır. Mimari Vedat Tek'in plânladığı Ankara Palas inşaa halindeyken Sağlık Bakanlığından alınıp Vakıflara devredilir. Vakıflarda mimarlık ücretini ödemediği için mimar Vedat bey görevden ayrılır. Bunun üzerine Vakıflara inşaata plansız olarak devam eder ve sonuçta merdivenlerin unutulduğu görülür.Merdivenleri sonrada eklenen Ankara Palas, Başkent'in kuruluş tarihinde " önce berdevam sonra merdiven " sıfatı ile önemli yer aldı. Hipodrom inşaa edilinceye kadar Cumhuriyet bayramı geçit törenleri Ankara Palas'ın yanına kurulan tribünler önünde yapılmıştı. İlk kuruluş yıllarında bu modern ve büyük otelin bir kaç odasında Ankara Radyosu yayına başlamıştır.
1926-1927'de Ulus'tan Yenişehir'e doğru Atatürk Bulvarı'nın ana çizgileri belirlenmiş ve bulvar üzerinde ilk binalar yükselmeye başlamıştı. Bu yolun kenarındaki Ziraat Bankası, Ulusta'ki İş Bankası binası gibi İtalyan Mimar Mongeri tarafından yapılmıştır.
-Türkocağı ve Etnoğrafya müzesi binaları, o tarihte Mimar Arif Hikmet Bey tarafından yapılmıştı. Türkocakları bir eğitim ocağıydı, bu fonksiyonunu 1931'de halkevleri kurulana kadar sürdürdü.
-Etnoğrafya müzesinin önündeki heykel 1927'de İtalyan heykeltraş Canonica tarafından neo klasik şekilde yapılmıştı. Atatürk'ün ilkelerini vurgulamak amacıyla batıya dönük olarak yerleştirilen heykelin kaidelerinde ise çeşitli kabartmalar bulunmaktadır.
-Sıhhıye'deki orduevi inşaatı 1930'da başladı.Bayındırlık Bakanlığında Müşavir ve öğretim kurumlarında hocalık yapan Prof.Clamens Holzmeister, orduevine ilaveten Milli Savunma Bakanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı Harp Okulu ve T.B.M.M 'ni de yapmıştır.
-1927'de Havuzbaşından Cebeciye doğru açılan caddeye Ziya Gökalp Caddesi adı verildi. Bugün gökdelenin yükseldiği bu cadde de o günler en yüksek bina İçişleri Bakanı Cemil Uybadı'nın 3 katlı eviydi. Yine Kızılay meydanından başlayarak Ziya Gökalp'in aksi istikametinde açılan caddeye ise Gazi Mustafa Kemal Bulvarı adı verildi. Bu bulvarın üzerine yapılan ilk iki bina Macar ve Afgan Büyükelçiliğine aitti.
-1929'da Havuzbaşı meydanına Kızılay bainası yapıldı ve bu bina 1980'lere kadar durdu.
-Millî Savunma, Genel Kurmay, İçişleri, Bayındırlık ve Ticaret Bakanlığı binaları Cumhuriyet sonrası yapıldı.1919'da Millî Savunma binasının açılış töreni 7 Eylül 1936'da yapıldı.
-Atatürk Orman Çiftliğinin yapımına 5 Mayıs 1925 tarihinde başlandı.Atatürk, parasını kendi vererek 150 bin dönüm araziyi satın aldı.Oradaki bataklık kurutuldu ve bir villa yapıldı.
-1925'de çiftlik ve Tarım aletleri atölyesi kuruldu.
-1936'da Atatürk,ç iftliği millete hediye etti.
İşte,
Cumhuriyet sonrası yepyeni bir şehir böyle kuruldu.
TBMM VE ANKARA
1925 yılında Gar'dan o zamanki adıyla ( Ulus'a) Taşhan'a doğru yürüyenler 5 dakika sonra yeni Cumhuriyet'in ikinci meclis binasına gelebilirlerdi. Taşhan'a doğru sol taraftaki ilk bina olan ikinci TBMM 1924 yılında mimar Vedat Bey tarafından plânlanmış ve bir sene içinde 1925 yılında tamamlanmıştır. Bu tarihte İttihat ve Terakki binasında hizmet veren TBMM 15 Ekim 1925 yılında yeni binasına taşınmış ve Cumhuriyet Bayramı burada kutlanmıştır. Bu arada birinci TBMM binası Cumhuriyet Halk Fırkası merkezi olmuştur. O dönemlerde Ankara'nın en görkemli yapılarından birisi olan ikinci TBMM'nin düzgün tarhlarla ayrılmış bahçesinin ortasında bir havuz bulunmaktadır. İçindeki nilüfer çiçekleri nedeniylen "nilüfer havuzu" denilen yer ve çevresi TBMM'nin yoğun tartışmalı, yorgun günlerinin huzur veren bir köşesidir.
TBMM'nin 1961 Ekim'inde bakanlıklar üçgenindeki yeni binasına taşınmasından sonra burası Cento'ya devredilmiştir. Cento'nun dağılmasından sonra bina bir süre boş kalmış olup, bugün Cumhuriyet müzesi olarak kullanılmaktadır.
TBMM , mili iradenin simgesi olan, mübârek çatıdır. Hep Meclistekilerin NEGATİF eylem ve işlemlerini konu olarak yazdık çizdik.TBMM genel kavram ve çatısı açısından, pozitif düşünceyle bir yaklaşalım bakalım. En azından gönlümüzden geçeni, olması gerekenleri ifade edelim, olmaz mı?
O zaman da deriz ki :
TBMM, Gazi Mustafa Kemal'lerin açtığı ve dünyanın emperyalist ordularına karşı zafer kazanmış ve cihan imparatorluğunun yıkıntıları arasından yepyeni, pırıl pırıl bir devlet çıkarmıştır. TBMM, gazi bir meclistir. TBMM, cihana kafa tutmuş bir meclistir. TBMM, 18 milyon nüfuslu, yaralanmış - yıkılmış Anadolu'dan, yetmiş milyon nüfuslu, dünyayla kucaklaşan muhteşem bir Anadolu yaşatan meclistir. TBMM, ülkeyi gaz lâmbasından barajlara, Gap projesine, nükleer santrallara getiren meclistir. TBMM, daha dün kadar kısa bir zaman önce, sümer fabrikasından ürettiği basma kumaşı insanlarına giydirmeye çalışan bir devletten, bugün dünya tekstil devi bir devlete ulaştıran bir meclistir.
Ve diyorum ki,
Bütün olumsuzluklara rağmen gönlümüzden geçenler şunlar :
TBMM, sonsuza kadar milletin sesi, gözü, kulağı hattâ eli, ayağı, beyni olmaya devam edecektir. Evet, sonsuza kadar umut kalacak, umutlarımızın yegâne kaynağı olmaya devam edecektir.
23 NİSAN 1920
"Yeni açılacak meclisin üyeleri yavaş yavaş Ankara'ya gelmeye başlamışlardı.10 Nisan 1920'de sayıları hemen hemen tamamlanmıştır.Ancak halâ meclis binası yoktu. Düşünüldü, taşınıldı sonunda Enver Paşa tarafından İttihat ve Terakki Klübü olarak yaptırılan binanın meclis olmasına karar verildi. Çatısındaki eksik kiremitler Ulucanlar'da inşa edilmekte olan yah bir örtü gerildi.Yapının elektrik donanımı bulunmadaığından bir Ankara kahvesinden bulunan kenarları avizeli gaz lambası da genel kurul salonuna yerleştirildi.
23 Nisan 1920 tarihinde tüm milletvekilleri Hacı Bayram Camiine giderek namaz kıldılar daha sonra meclisin önüne gelerek kesilen iki kurbanın ardından içeri girdiler.En yaşlı üye olması sıfatıyla Sinop Milletvekili Şerif Bey'in başkanlığı yüklenmesinden sonra meclis çalışmalarına başladı.
Açılışından çok kısa bir süre önce işgâl kuvvetlerinin bayrağı bulunan bu kâgir bina böylece Cumhuriyet Türkiye'sinin temel taşı oldu.
Kürsüye örtülen siyah örtü ise son işgal neferi yurt topraklarından çıkarılıncaya kadar orada kaldı.,,
23 Nisan 1920
Evet, bu tarih vatanın bağrına düşmanlar tarafından saplanmış hançerin çıkarıldığı tarihtir.Bu tarih, " Yeter söz milletindir!.." denildiği, milletin meclisinin açıldığı tarihtir. Türk milletinin kıyama gelerek, milli ülküler etrafında halkalandığı, ele ele verdiği tarihtir. Milletin, mutlakiyet yönetimi yerine Cumhuriyet yönetiminin meclisini tercih ettiği tarihtir. Milletin, kendi kendisini idare etmeye başladığı tarihtir. Milletin, kendi seçtiği vekilleri kanalıyla, kararlar aldığı ve kendi meclisini kurduğu tarihtir.
23 Nisan 1920 tarihini bayram olarak ilan eden Atatürk, yer yüzünde hiç bir lidere nasip olmayan, öteleri, gelecek zamanları görme melekesiyle, bu bayramı Türk çocuklarına armağan etmiştir. Dünya üzerinde tek çocuk bayramı 23 Nisan'da kutlanmaktadır.
Milli egemenlik olgusunun sadece halka ait olduğunu, hem de kayıtsız şartsız halka ait olduğunu tescil ve ialn eden Atatürk, tek kişiye veya bir sülaleye ait padişahlık mutlakiyet sistemine de son vermiş oluyordu. Milli egemenlik, millete ait olup, onu,o hakkı ancak millet kullanır. Bu hakkı hiç bir şekilde başka güçlere vermemek için milletimiz mükemmel bir demokrasi olgunluğu göstermiştir.
Milli egemnlikle çocukları bir araya getirmek, bir çizgide buluşturmak, bir teknede yoğurmak, eşssiz bir deha ürünü değil midir?. Eşssiz deha Gazi Mustafa Kemal milletin meclisi ile çocukların bayramını, yani açılışla bayramı bir araya getirmiştir.Ve hedefi, çağdaş milletler seviyesi üzerine çıkmak olarak göstermiştir.
Artık Türk milletine ait olan bu meclisin önündeki bayrak direklerinde, ay yıldızlı Türk bayrağından başka bir bayrağa yer yoktur!.
13 EKİM 1923
Bu tarih, koskoca bir cihan imparatorluğunun yıkıntıları arasından yepyeni bir Türklük filizinin yeşerdiği tarihtir. Bu tarih, Anadolu’ nun bağrında yeni doğan bebeklerin umut güneşiyle gökleri kaplayan kara bulutları kovaladığı tarihtir.
Evet, bu tarih Ankara’ nın Başkent oluş tarihidir.
13 Ekim 1923...
Artık İstanbul’ daki ağırlık merkezi Ankara’ dadır. Artık, cihanın ulus devletlerinin liderleri, komutanları, teknisyen ve teorisyenleri Ankara’ ya gelecektir. Çünkü, Türk’ ün bu tarihten sonra sonsuza kadar değişmez başşehri Ankara’ dır.
Ankara, Türk’ ün umut dolu kalbidir. En umutsuz, en kara günleri, müjdelerle bayram sabahına , ak günlere çeviren şehirdir. Bu şehir, dünya üzerinde yaşayan cümle Türklerin kalbidir.
1923’ ün o zafer getiren kutsal günlerinden birinde TBMM’ de önemli görüşmeler yapılıyordu.
9 Ekim 1923’ de Dışişleri Bakanı İsmet İnönü ve 14 arkadaşı TBMM’ ne verdikleri bir yasa önerisi ile Ankara’ nın başkent olmasını öneriyorlardı. Bir tek maddeden oluşan yasa önerisinde :
“Türkiye Devletinin Makarri İdaresi Ankara şehridir.” deniyordu
Yasa önerisi üç günde komisyonlardan geçerek genel kurula sunuldu. Bir muhalefet oyuna karşılık, çoğunlukla kabul edildi.
Ankara’ nın başkent olması Cumhuriyet’ in ilânından 16 gün önce, 13 Ekim 1923’ de gerçekleşmişti. Ancak, batı dünyası bu haberi 27 Eylül’ de öğrenmişti. Newe Freie Presse adlı Viyana Gazetesinde yayınlanan haber Mustafa Kemal’ in gazetenin muhabiri Frans Hans Lozan’ a verdiği demece dayanıyordu. Atatürk, muhabirin konuya ilişkin sorusuna “Türkiye Cumhuriyeti’ nin Başkenti Ankara’ dır.” Yanıtını verirken, hem Cumhuriyet kurulacağını hem de Başkentinin Ankara olacağını bildiriyordu.
“Türkiye Devletinin Makarrı İdaresi Ankara şehridir.”
İşte bu tek maddelik yasa ulusumuzun kader çizgisinde önemli bir noktayı teşkil etmektedir. 13 Ekim 1923 tarihinde TBMM üyeleri bu tek maddelik yasa önerisini alkışlarla kabul ederken, bu şehrin hak ettiği, lâyık olduğu ünvanı kendisine teslim ediyordu. Meclis sıralarından yükselen alkışlar, seğmen ruhunun büsbütün Anadolu tarafından alkışlanışı idi. Bayrağı, Başkenti, düzenli bir ordusu ve kahraman Mehmetcikleriyle Türk Milleti tarihe yeni imzalar atıyordu. İmzayı atan el, seğmen eliydi...
Bursa, Edirne ve İstanbul... Ve ardından yeni Türkiye’ nin başkenti olarak Ankara...
Ankara mukaddes şehir. Ankaralı da bu şehri mukaddes yapan insan... Çağın emperyalist, işgalci haçlı sürülerine kafa tutan şehir. Sadece kafa tutmak, meydan okumakla kalmayıp, onların ordularını önüne katıp denize döken şehir...
Mustafa Kemal Atatürk, Hacı Bayram Veli ve Augustos ... İşte üç dev... Her üçü de Ankara’ da...
Üstelik, Ahiler döneminde bağımsız “ Ankara Ahi Cumhuriyeti” ni kurup, 64 yıl yaşatan Ahi Başkenti...
Augustos mâbedi Hacı Bayram camisi ve türbesinin hemen yanındadır. Hacı Bayram gibi bir ulu zatın, bu mâbet yanına gelip kurulması da elbette sadece bir tesadüf değildir. Rımalılar zamanında Ankara, mühim bir şehirdir. Memur şehridir. Roma İmparatoru Augustos vasiyetnamesini ve siyasal işlevlerinin özetini bu mâbedin duvarlarına yazmıştır. Kitâbenin lâtincesi mâbedin iç duvarlarına, gerekçesi de dış duvarlarına kazdırılmıştır. Batılılar ancak, ilk defa 1555 yıllarında bu mâbedin farkına varmışlardır.
Augustos’ a ben Ağustos diyorum. Ağustos ayı, aynı zamanda Türk’ ün zafer ayıdır.
Batının türlü oyunları ve azgın iştihasıyla yıkılan Osmanlıdan, Gazi Mustafa Kemal’ in askeri dehasıyla, yepyeni bir devlet doğmuştur ve bu devletin başkenti de Ankara olmuştur. Büyük Atatürk, Ankara’ da daha önce kurulmuş olan “Ankara Ahi Cumhuriyeti” ni gayet iyi biliyordu. Cumhuriyet idaresinin erdemini yaşayan ve yaşatan Ankaralılara da Başkentli olmak yakışırdı.
O nedenle, 13 Ekim 1923’ ün yıl dönümlerinde Ankara Seğmenleri, temsili olarak da olsa, gene yağız atlara binmektedir. Gene Gazi’ yi rahmet ve minnetle anmaktadır.
TELEFON, ELEKTRİK VE ANKARA
Memleketimizin kararan bahtını ak eden Ankara, büsbütün ülkeye ışık saçar da, her nedense, mum dibine ışık vermez misalince, kendi köylerine, kendi ilçe ve kasabalarına, hattâ kendisine ait gecekondu mahallelerine bir türlü ışık veremez, hizmet götüremez. Üzüntüm ondandır. Çektiğim sancılar ondandır. Kaygılanışım ondandır.
Ankara, ülkemizin baş şehri...
Ankara, içinde bütün bakanlıkları, genel müdürlükleri, daire başkanlıklarını taşır da, biraz da şu mum dibine ışık versek ya diyemez. Demeye yeltenir, susar, kaderine razı olur, diyemez. Herkes, bütün milletvekilleri memleketimizin geri kalmış, nice yöresine, seçilip geldikleri veya doğdukları yörelere hizmet götürülmelidir der de, hizmeti Ankara’ dan alır, götürür. Ankara’ nın köylerine, beldelerine ve ilçelerine kimse hizmet teklif etmez, teklif etme noktasında ve görevinde bulunanlar içinde yaşadığı şehrin hizmet ihtiyacını görmezler. Ne demişler ? “ Ol mahiler ki derya içredirler deryayı bilmezler...”
Gerçekten de bugün, Ankara köyleri doğunun köylerinden daha geridir. Hizmete susamıştır. A
Ünlü şair, mânevi babam Ahmet Tufan Şentürk’ ün dediği gibi yüzyıl ileride, bin yıl geride bu şehir...
Başkent olarak memleketimizin gelişip kalkınması için, plan ve program yapan, ödenek gönderen şehir çaresiz... Kaderine razı olduğu için de, yoksulluk çeker de sesini bile çıkarmaz. Acılar içinde kıvranır. Ah ! Of ! bile diyemez...
Gelelim konumuza :
İstanbul’ da ilkel bir santral çalışırken 1926 yılında Ankara’ da 267 abonesi olan bir telefon şebekesi gelişmişti. 1933 yılında abone sayısı 2489’ a çıkarak, telefon numaraları 4 rakamlı oldu. Ancak, hatlarda meydana gelen arızalar sebebiyle telefonla konuşurken, o yıllarda, biraz fazla bağırmak gerekiyordu. Ankaralılar o yılları dilden dile şu öyküyle anımsarlar :
“Bakanlarımızdan birisiyle görüşmek isteyen bir yabancı gazeteci, özel kalem müdürünün odasında beklerken, bakanın odasından bağırma-çağırma sesleri gelir. Gazeteci de bakanın, birisini payladığını sanır. Bunun üzerine gazeteci :
-“Bakan sinirli galiba. Ben, başka zaman geleyim.” Der. Özel kalem müdürü :
-“Ne münasebet efendim, sayın bakanımız İstanbul’ la konuşması bitince sizi kabul edecekler.” Cevabını verir. Yabancı gazeteci hayretle sorar :
-“Peki, telefonla niçin konuşmuyor ?”
1923 yılında Ankara ışıksızdı. Elektrik yoktu. Ancak, 1925 yılında buharlı bir lokomotiften elektrik verilerek Ankara aydınlatılmaya çalışıldı. Ankara’ nın bütün bölgeleri ancak 1933 yılında, Cumhuriyetimizin l0. Yılında elektriğe kavuştu.
İşte böyle...
Başkentimiz, canımız, gözbebeğimiz, Ankaramız böyle...
Bu nadide şehre, ikibinli yıllarda da hizmet sunacak gönül erlerini aramaktayız. Bu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün şehrine hizmet edecek gönül erleri... Mum dibini aydınlatacak, gerçek Ankara sevdalıları, neredesiniz? Sizi, yalnız sizi bekliyoruz !!
Dünya Başkentlerinin önüne geçecek bir “master planı” planı ve bu planın uygulamasını özlemekteyiz...
SEĞMEN VE ANKARA YEMEKLER
Ankara’ nın kendine özgü yemekleri bulunmaktadır.
Ankara seğmenleri her türlü yokluğa ve yoksulluğa katlanmasını bildikleri gibi, yemeğin vakti gelince “damak zevki” ni de iyi bilmektedirler. Enerji ve gıda deposu yemekler, Türk mutfağının nişanesidir. Çorbasından tatlısına, börek ve çöreklerinden et yemeklerine kadar Ankara yemekleri, önemli, özelliği olan bir mutfak kültürünün ürünüdürler... İnsan vücudunun sağlıklı olmasını temin ettiği gibi, bu yemekler zindelik, çeviklik ve güç de vermektedir.
Seğmen yediğine, içtiğine dikkat eder.
Seğmen, haram yemez !
Seğmen, “bilmek, bulmak ve olmak” çizgisinden ayrılmaz.
Düğün ve törenlerde Ankara mutfağının çorba ile başlayıp tatlı ile son bulan bir yemek sırası vardır. Hiçbir yemek sırasını şaşırmaz ve bir diğerinin önüne geçmez.
Sofraya önce seğmenbaşı veya büyükler oturur. Büyükler yemeğe başlamadan küçükler başlayamaz. Küçükler kaşık elinde bile olsa, öylece bekler, kalır...
MUTFAK
Eski Ankara mutfağı evin en büyük kısmını meydana getirirdi. Bir tarafta ocak ve tandır, bir tarafta kışlık erzakın muhafaza edildiği kiler bulunurdu. Kiler genellikle iki katlı olurdu ve yukarı kısmına "“üsandere"”denirdi. Mutfağın bir kenarına gelen odun kırılarak istif edilirdi. Mutfağın bir köşesinde raflar dizilmişti. Yemekler yere serilen sofralarda yenirdi. Önce büyükler otururdu sofraya, sonra da ev halkı.
Ankara Yemekleri
1-Çorbalar
2-Et yermekleri
3-Pilavlar
4-Köfteler
5-Dolmalar
6-Börekler-çörekler
7-Yemekler
8-Hamur işi yemekler
9-Tatlılar-kompostalar-hoşaflar
l0-Ekmekler
Ankara Yemekleri :
1-Çorbalar :
Aş çorbası,
Dutmaç : İnce ince kesilmiş hamurdan yapılan bir çeşit çorba.
Keşkek Çorbası : Yarma tarhanadan yapılır. Sonradan üzerine tatlı dökülür. Bu tatlı çorba genellikle çocuğun okula başladığı zaman yapılırdı.
Miyane Çorbası : İnce tarhanadan yapılan bir çorba olup süt ve şeker karıştırılarak tadlandırılırdı.
Tarhana Çorbası : Un ve yoğurt karıştırılarak yada bunlara ek olarak domates, soğan, biber ve tuz konularak yoğrulan ve ufak ufak bölünen parçalar güneşte kurutulduktan sonra yapılan çorbanın, yalnız un ve yoğurtla yapılanına “ince tarhana”, diğerine de “yarma tarhana” denir. Kuruduktan sonra torbalarda saklanan tarhana, çorba yapılacağı zaman kalburdan elle ufalanarak elenir.
Toyga Çorbası : Diğer adı “Yoğurtlu düğün çorbası” dır. Pirinç yada bulgur yoğurtla özenerek pişirilir. Üzerine kızartılmış yağ gezdirilir. Mevsimi ise yalnız Ankara yöresinde yetişen “tahrin” adlı ot, çorbanın üzerine serpilir.
2-Et Yemekleri
Ankara Tavası : Ankara’ nın geleneksel yemeklerinin başında gelir. Etli pilav olarak da adlandırılır. Tava, etin “alt çeyrek” denilen yanından yapılır. İçine biraz domates ve yağ konularak pilavı pişirilir. Et ayrıca tavada pişirilerek pilavın üzerine konulur. Daha sonra fırına verilir. Et iyice kızarıp yağı pilava aktığı için bu tür pişirme de daha lezzetli olmaktadır.
Alabörtme : Külbastı- Kebap olarak Güdül/ Sorgun’ da pişirilir.
Calla : İçine ekşi erik veya patlıcan katılarak pişirilen bol soğanlı et yemeğidir ve Ayaş / Ortabereket’ de yapılır.
Çoban Kavurma : Kavulmuş etin yanına bol maydanozlu soğan piyazı konularak yenilet et yemeğidir.
İlişkik : Et sucuğu ( Demirtaş / Ankara )
İrişkik : Et sucuğu ( Sirkeli / Çubuk )
İrişilik- İrişkik : Et sucuğu ( Ayaş )
Kapama : Bu da etli bir pilav yemeğidir. Yalnız pilavın içinde nohut vardır. Tava’ nın tam ortasına “kapama küpeciği” denilen bir küpeciğin içine tavada olduğu gibi et konur. Küpeciğin ağzı pirincin içine gömülür. Küpeciğin üzerinde bulunan ufak delik hamurla kapatılır. Hafif yanan ateş üzerine konulur. Hamur düşünceye kadar pişirilir.
Orman Kebabı : Kuşbaşı etin kızartılmış patates, havuç ve bezelye ile birlikte pişirildiği yemektir.
Patlıcanlı Et : Haşlanan parça et, iri iri kızartılan patlıcanların üzerine dizilir. Rendelenmiş bolca domates etin üzerine dökülür. Sivri biber, yeterince yağ, su ve tuz katılarak ağır ateşte pişirilir.
Sızgıç : Yazın kesilen koyun etleri kışın yenilmek üzere tavalarda kurutulur. Teneke veya küplere basılarak saklanır.
Siyel : Etli patlıcan tavası
Siyer : Pirzola
3-Pilavlar
Bici : Ciğer kavurması ile karışık olarak yapılan pilav (Güdül )
Bulgur Pilavı : Bulgur kaynatılarak yapılan pilav türü.
Oğmaç Aşı : Kusukus pilavı.
Pıt Pıt Pilavı : Bulgurun daha çok dövülmüş incesinden yapılır, sulu olur.
4-Köfteler
Kadınbudu Köfte :Haşlanmış pirinç çiğ kıyma ile karılır. İçine bol dereotu, tuz, karabiber katılır. Hazırlanan köfteler yumurtaya batırılarak bol yağda kızartılır.
Mücirim Köftesi : Bu köftenin tavası da ayrıdır. Tavanın içinde bir köfte büyüklüğünde dört ya da beş çukur vardır. Köfte kıyması içine ayrıca ekmek ufalanır. Bolca maydanoz konur. Bir Kg kıymaya yumurta kırılır. Tava’ nın gözlerine konan yağda kızartılır.
Yumurtalı Köfte : Et, maydanoz, biber, un ve yumurta ile yoğrulur ve kızartılır.
Tohma : Bulgur, karaciğer ve pirinçle yapılarak yağda kızartılan köfte ( Beypazarı )
Tiritli Köfte : Etler dövülür, karılmış çemene konur. Ayrıca, içine un, biber, kimyon konularak yoğrulup kızartılır.
5-Dolmalar :
Efelek Dolması :Bahçelerde yetişen bir tür sebze olup, toplanarak kaba yanları ayıklanır. Suda haşlanır. Yumurta ile soğan kavrulur, içine bulgur konur ve açılan bitkinin arasına konup dürülür. Tencereye dizilir ve pişirilir.
Mantı : Yaprak sarması
Şirden Dolması (Mumbar) : Şirden ayıklanır, kalburdan süzülerek temizlenir. Rengi beyazlaştırılır. İçine soğan çintilir. Biber ve baharat konularak iyice karılır. Biraz piştikten sonra huni veya boru ile doldurulur, kesili ağızları dikilip yağda kızartılır, daha sonra iplikleri kesilerek yenir.
Yalancı Dolma : Yapraklar bağda henüz daha taze iken toplanır. İçine kuş üzümü, fıstık, mevsimi ise koruk konularak pişirilir.
Yaprak Dolması :Salamur yaprağı bir gün evvel ıslanır, iyice tuzu gitsin diye yıkanır. Bir kaba et konur, soğan çırpılır. Ancak, maydanoz, azıcık nane veya dereotu, azıcık da pirinç yıkanır. Tuzu ve biberi de konur. Ondan sonra, temizlenmiş yaprağı encik encik iç koyarak sarılır. Üstüne basar, su konur ve ocağa pişmeye verilir.
6-Börekler ve Çörekler :
Altüst Böreği :Açılan hamurdan dört tanesi yağlanarak üst üste konur. Üzerine kavrulmuş kıyma konarak yine dört hamur bunun üzerine serilir. Böylece on iki pazı tamamlanır. Üzerine yumurta sürülerek fırına verilir.
Ay Böreği : Kol böreğinde olduğu gibi hamur açılır, yağlanır ve küçük küçük pazılar halinde kesilir. İçine kıyma konulan bu pazılar ay biçiminde bürülür. Yine üzerine yumurta sıvazlanarak fırına verilir.
Bohça Böreği : Hamur yumurta ile yoğrulur, açılır ve yağlanıp dürülür. Tekrar açılır, açılan hamur dört köşe kesilir. Uçları toplanarak tavaya salınır.
Entekke Böreği : Mayalı hamur yoğrulur. Ufak pazılar içine kıyma konur ya da hamur boş olarak kapatılır. Sonra yağda kızartılır.
Gömme : Kızgın tuğla veya saç üzerinde pişirilmiş içi kıymalı, soğanlı böreğimsi ekmek, poğaça.
Homman : Çokça değirmenlerde pişirilerek yenilen kül çöreği.
Kaha : Yufkaları birbirine sarmak suretiyle yapılan bir çeşit tava böreği.
Kol Böreği : Hamur karılır, ersiranla kesilir, pazıları oklavayla açılır, yağlanır, katlanır, katlanırken her kat ayrıca yağlanır. Tekrar açılır. Kavrulmuş kıyma, açılan hamurun kenarına dökülür ve hamur tekrar dürülür. Yağlanmış siniye yerleştirilir. Parmak uzunluğunda kesilir ve üzeri yumurta ile sıvazlanır, fırına verilir.
Papaç : Bir çeşit tuzsuz veya mayasız çörek, kül çöreği, gömme.
Pazar Böreği : İki pazıya bir yumurta kırılır. Hamurun biri kalınca, üste gelecek olanı daha ince açılır. Kavrulmuş kıyma yumurta ile yoğrulur ve hamurun arasına konularak bohça gibi dürülür. Kenarları iyice bitiştirilerek parça parça kesilir ve yağda kızartılır.
Yalkı : Yağsız çörek.
7-Yemekler :
Carcıran : Pekmez su ile karıştırılıp üzerine yufka ekmeği konularak pişirilen bir tür yemek.
Bici Aşı : Asma yaprakları ile bulgur veya pirinçten yapılan bir çeşit yemek.
Cılbır : Yoğurtlu yumurta yemeği.
Çırpma : Suda pişmiş yumurtanın üzerine soğan çırpılarak yapılan bir tür yemek.
Göçe : Bulgur haşlaması.
Göter : Pekmez, yağ, un karıştırılıp yapılan bir tür yemek.
Kalle : Bir çeşit şalgam yemeği, kapuska, domates salçası.
Keşkek Yemeği : Buğday döğmesi, Ocak aşı : Buğday iyice döğülür ve yıkanır. Kızgın suda kaynatılır. İyice pişen buğdayların içerisine nohut, fasulye katılır. Suyu azalmaya başladığında ateşten indirilir. Tuz katılarak yenir.
Köremez : Çiğ sütle yoğurt karıştırılarak pişirilmeden yapılan yemek.
Mıhlama : Soğanlı, pastırmalı yumurta.
Omaç : Peynirle ekmeği veya yoğurt, pekmez ve ekmek karıştırılarak yapılan bir tür yemek.
Papara : İri iri doğranan soğan kıyma ile kavrulur. Üzerine yumurta kırılır. Bir avuç küp peyniri konur. Biraz biber ve tuz eklenerek ekmeğin arasına konularak yenir.
Saz : Kavrulmuş unun içine sirke, soğan ve et konularak pişirilen yemek.
Tamtak Tiridi : Bu yemeğe Uluk kadın veya beceriksiz kadın yemeğide denir. Bayat ekmekler bir tepsi içine dizilir. Üzerine bol çemenli et suyu ve kıyma dökülerek yenir.
Topaç : Et, bulgur ve soğanı bir arada karıştırıp taş sokuda döğdükten sonra ateşte pişirilen bir tür yemek.
8- Hamur İşi Yemekler :
Bazlama : Hamur geceden yoğrulur. İçine maya konur. Hamur teknesinde iyice yoğrulduktan sonra üzeri örtülür ve en üste hamurun taşmaması için ağırca bir taş konur. Mayası gelen hamur ersiranla ufak ufak kesilir. Unlanmış pazılar bazlama tahtası üzerinde diğer ele atılarak şekillendirilir. Saç üzerinde pişirilir.
Cızlama :Mayalı hamurdan yapılır. Hamur ince ince açılır ve saç üzerinde pişirilir. Saçın ortası kalkık ve kenarları yayvandır. Saç, ocağın üzerine konur, yağlanır ve cızlama hafif ateşte pişirilir.
Gözleme : Hamur açılır, yağlanır, dürülür. Bir kez daha yağlandıktan sonra bikleğece geçirilerek yağlı kısmı saça serilir. O yüzü pişene kadar üst kısmı yağlanır ve bikleğeçle çevrilir.
Nevzime : Hamur açılmadan yağlanmış tepsi üzerine konur ve parmakla basılarak yerleştirilir. Tepsiye yayılır, üstü yağlanarak fırında pişirilir.
Öllüğün körü : Hamur açılır, bükülür. İnce ince erişte gibi kesilir. Bir tencerede kaynatılır. Kevgirde süzülür. Altına ya kavrulmuş kıyma, peynir ya da ceviz konur ve bir tepsiye dökülür. Pişirildikten sonra üzeri yağlanarak yenir.
Su Böreği : Subere, Cimcik, Mantı da denir. Hamuru bürmek anlamına gelen bu yemek de hamura yumurta kırılıp yoğrulur. İnce ince açılır. Ufak pazılar halinde kesilir. İçine birer parça kıyma konur. Hamurun dört ucu birleştirilerek dürülür, kaynayan suya salınır. İyice kaynayan hamurlar kevgirle tepsiye alınır. Üzerine kızartılmış salçalı yağ gezdirilir. Sarmısaklı yoğurt dökülür, sumak otu ekilerek yenir.
9-Tatlılar-Kompostolar ve Hoşaflar :
Ayva Boranısı : Ayva kompostosu.
Bırtlak : Bir çeşit lokma tatlısı.
Datlaş : Aşure
Ekir : Kaymak kızartması.
Höşmerim : Yarım kilo una sütle birlikte bir kilo kıyma konur. Önce kaymak bir tabak içinde ezilir. İçine biraz tuz atılır. Unla iyice karılır. Bu hamura tavada kızgın yağ dökülür ve kaynamaya bırakılır, kaynadıkça kızarır. Bu karıştırma işi hamurun suyu çekilinceye kadar sürer. Tava hafifçe sallanır. Bu sallantıda hamur da sallanırsa pişmiş demektir. Hamur sahana alınır. Ağzı kapaklı sahan hafif ateşe konulur. Daha sonra soğumaya bırakılır. Üzerine bolca toz şeker veya bal konularak yenir.
Kabak Tatlısı : Kabak iyice silindikten sonra, bir yanından delik açılır. İçindeki çekirdeği temizlenir, içerisine pekmez, şeker konur. Yanmış fırına akşamdan konur, sabaha kadar fırının o kızgınlığı ile kendi kendine pişer.
Karga Beyni : Koyun yoğurdu üzerine bolca şeker dökülerek karıştırılır ya da yoğurtla pekmez karıştırılır.
Kar Helvası : Kış günleri pekmez içine temiz, yeni yağmış kardan konur. Karılır ve sıcak odada buz gibi yenir.
Kaygana :Beş, altı yumurta unla çarpılır ve kızarmış yağ ile bulamaç yapılarak pişirilir. Üzerine şeker dökülerek yenir.
Köyter : Üzüm pestili.
Perçem : Cevizli yufka tatlısı.
Saraylı : Hamur ince açılır. Bohça yapılarak yağda kızartılır. Kabaran hamurlar hemen şekerli suya atılır.
Tiltil Helvası : Pişmaniye.
Tufahiye : Elma kompostosu.
Zerdali Boranısı : Yaş taze meyve kompostosu.
Zerdali Hoşafı :Zerdali kurusundan yapılır.
10- Ekmekler :
Bazlamacın : Bir gün akşamdan maya tutulur. Sabah un elekten elenir. Tekneye koyduktan sonra mayası da tekneye konur ve su ile karılır, yuğrulur. Daha sonra birkaç kere suyu alınır. Teknenin üzeri örtülerek hamurun gelmesi beklenir. Hamur geldikten sonra ocak yakılır ve ocağa konur. Tekneyi de buraya getirdikten sonra maya tutulur. Bu mayalar daire şeklinde yassılaştırıldıktan sonra ocaktaki saçın üzerine konur. Altı pişirildikten sonra üstü çevrilir. Altı ve üstü piştikten sonra saçın üzerinden alınır. Mendilin üzerine konur, soğuduktan sonra yenir.
Bezetleme : Yufka ekmeği.
Bezdirme : Bazlama.
Gizleme : Suluca tutulmuş buğday, arpa ve darı unu hamurdan yapılıp, saç üzerinde pişirilen kalınca yufka ekmeği.
Şepit : Yufkadan yapılmış kalın saç ekmeği.
Ebem Ekmeği :
Bütün dostlara,
Ankara sevdalılarına ve Araştırmacılara selamlar, saygılar......
Alıntı
Tweet
Benzeyen Konular
Konu:
Yazar
Cevaplar:
Gösterim:
Son Mesaj
Seğmen Ruhu-4
Site Yönetimi
0
821
29/07/2008, 15:44
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Seğmen Ruhu-3
Site Yönetimi
0
1,400
29/07/2008, 15:43
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Seğmen Ruhu-2
Site Yönetimi
0
865
29/07/2008, 15:41
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
SEĞMEN RUHU-1
Site Yönetimi
0
1,108
29/07/2008, 15:35
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Lütfen seçim yapın:
--------------------
Özel Mesajlar
Kullanıcı paneli
Kimler Çevrim içi
Arama
Ana Sayfa
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-- GÜLCE ŞİİR TÜRLERİNE GÖRE ŞİİRLER
---- BULUŞMA
---- ÇAPRAZLAMA
---- TRİYOLEMSİ
---- ÜÇGÜL
---- ÜÇGEN
---- DÖNENCE
---- TOKMAK
---- AKROSTİK
---- SONE'M
---- GÜLCE
---- TEKİL
---- YİĞİTCE
---- YUNUSCA
---- BAHÇE
---- SERBEST ZİNCİR
---- ÖZGE
---- GÜLİSTAN
---- YEDİVEREN
---- TUĞRA
-- GÜLCE YAZAN ŞAİRLERİMİZİN GÜLCE ve DİĞER ŞİİRLER
---- (H)
------ Harun YİĞİT
------ Harun YİĞİT
------ Hasan ULUSOY
------ Hasan ULUSOY
------ Hatice ALTAŞ(Asi Çiçek)
------ Hatice ALTAŞ
------ Hacer KOZAN
------ Hatice KATRAN
------ Hatice KATRAN
------ Hikmet ÇİFTÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
---- (I-İ)
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim İMER
------ İbrahim İMER
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İhsan ERTEM
------ İhsan ERTEM
------ İsmail KARA(Karozan)
------ İsmail KARA(Karozan)
---- (K)
------ Köksal KIRLIOĞLU
---- (M)
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Meltem ARAS
------ Meral ADAK
------ Meral ADAK
------ Melahat TEMUR
------ Mevlüde DEMİR
------ Mevlüde DEMİR
------ Miktad BAL
------ Miktad BAL
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ MUSTAFA CEYLAN(Editör)
-------- Mustafa CEYLAN
---------- Mustafa CEYLAN(On Punto Yazıları)(Makaleler)
---------- GÜNE BAKIŞ
---------- TAŞ YAĞMURU(Ceylan'ın kaleminden)
---------- Hakkında Yazılanlar
---------- DİĞER ŞİİRLERİ
---------- Hayatı
---------- Sanatı
---------- Hocaları
---------- Çocukluğu
---------- Gençliği
---------- Özlü Sözleri
---------- Önsöz Yazdığı Kitaplar
---------- Siyasete İlgisi
---------- Bestelenen Şiirleri
---------- Fotoğrafları
---------- Mühendisliği
---------- Düzenlediği Etkinlikler
---------- Konferansları
---------- Yer Aldığı Antolojiler
---------- Kitapları
---------- EZAN SUSMAZ Kitabı içindekiler
---------- "YANDI BU GÖNLÜM"-Hacı Bayram Veli Kitabı içindekiler
---------- TAHİR KUTSİ MAKAL Kitabı İçindekiler
---------- SEĞMEN RUHU Kitabı İçindekiler
---------- TOROSLARIN TÜRKÜSÜ Romanı
---------- Armağan-2(AHMET TUFAN ŞENTÜRK İÇİN NE DEDİLER?)Kitabı içindekiler
---------- Armağan-1(ANILAR KORİDORU İÇİNDE SARIVELİLER)Kitabı
---------- YARALI CEYLAN Şiir Kitabı İçindekiler
---------- PAŞA GÖNLÜM Şiir Kitabı İçindekiler
---------- Kırat Geliyor Kitabı İçindekiler
---------- Her Yönüyle YENİMAHALLE Kitabı
---------- Tarihi ve Folkloruyla Elmadağ Kitabı İçindekiler
---------- Köylerimiz Kitabı İçindekiler
---------- Köyümüz Yeşildere Kitabı İçindekiler
---------- Bayramlar Haftalar Günler Kitabı
---------- Ahmet Tufan Şentürk Kitabı
---------- Halil Soyuer Kitabı
---------- Detanlaşan Köylü İsa Kayacan Kitabı
---------- Abdullah Satoğlu Kitabı
---------- Güzide Taranoğlu Kitabı
---------- Gülendenin Beşiği Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ (2006)Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ(2007)Kitabı
---------- CEYLAN-Tahliller-MAKALELER-Görüşler
---------- Güllük Dergileri
---------- Kapodokya Güneşleri Kitabı
---------- Bir Yanardağ Fışkırması Kitabı
---- (P-R)
------ Rahime KAYA
------ Rahime KAYA
------ Refika DOĞAN
------ Refika DOĞAN
------ Ramazan EFE
------ Ramazan EFE
------ Rengin ALACAATLI
---- (S-Ş)
------ Sabiha SERİN
------ Sabiha SERİN
------ Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
------ Serap HOCA(Serap DEMİRTÜRK)
------ Süleyman KARACABEY
------ Süleyman KARACABEY
------ Serdar AKKOÇ
------ Serdar AKKOÇ
------ Sevgili ÖZBEK
------ Sevgili ÖZBEK
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şükran GÜNAY
------ Şükran GÜNAY
---- (T-U-Ü-V)
------ Turan UFUKTAN
------ Ümran TOKMAK
------ Ümran TOKMAK
---- (Y-Z)
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf Ziya KARAHASANOĞLU
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Yıldız TOKSÖZ
------ Yıldız TOKSÖZ
GÜLCE'YE DAİR
-- GÖRÜŞLER
---- Gülce Nedir?
---- Gülce ve Ozanlık
---- Gülce Manifestosu
---- 5 Hececiler ve Gülce
---- Garip Akımı ve Gülce
---- Fecr-i Ati ve Gülce
---- Hisarcılar ve Gülce
---- Neyzen Tevfik, Aşk
---- Mazmunlar
---- Gülce Ne Değildir?
---- Hece Vezni ve Gülce
---- Serbest Şiir ve Gülce
---- Aruz Vezni ve Gülce
---- Gülce ve Zolal
---- Gülce Tarihinden
---- GÜLCE-(Atölye)-Video Dersler
------ Gülce Etkinlikleri
------ Kurucular Beyanı
------ Gülce 2009
------ Doğru Yaz/Konuş
------ Gülce-2010 Projeleri
------ Gülce-2011 Projeleri
------ Üstad Necip Fazıl'dan
------ Gülce-Aruza Dair
------ Öneriler-Çalışmalar
------ GÜLLÜK DERGİSİ
------ Gülce'ye Öneriler
------ Röportajlar
------ Negatif Bakışlara
------ Aleyhimizdekiler
------ M.E.B' na
---- Gülce'de Mesajlar-Projeler
------ Gülce-Güldeste(1)
------ Destanlarımız
------ Dede Korkut
------ Öncü Kadınlarımız
------ Peygamberlerimiz
------ Nutuk(Gülce)
------ Nutuk(Z.Korkmaz)
------ Kutlu Hanımlar
------ Ozanlarımız
------ NasrettinHoca
------ Yedi Askı
GÜLCE TÜRK ŞİİR AKADEMİSİ
-- Şiir Akademisi
---- Şiir Akademisi
------ HALK EDEBİYATI
-------- DİVAN EDEBİYATI
-------- BATI EDEBİYATI
-------- YENİ TÜRK EDEBİYATI
---- Hece Vezni' ne Dair
---- Şiir Tahlilleri
---- Aruz Vezni' ne Dair
---- Hiciv Tarihinden
---- Ustalardan Şiirler
---- Ustalardan Makale
---- Aramızdan Ayrılanlar
------ Ustalardan Şiirler
-------- A. Tufan ŞENTÜRK
-------- DİLAVER CEBECİ ANISINA
---- Şiir Üstüne (Serbest)
---- Atışma Sayfamız
---- Denemeler-Makaleler
---- Şiirde Dönüşüm
---- Şiir ve Anlatım
-- Türk Edebiyatı Şiir Türleri
---- Şiir Türleri
---- İslâmiyet Öncesi
---- Servet-i Fünun
---- Garip Şiirler
---- Akımlar
---- Edebî Sanatlar
---- Söz Sanatları
---- Şair Padişahlar
---- Şiir Tarihimizden
---- Yıllara Göre Edebiyat
---- Mehmet Nacar
DÜNYA EDEBİYATI
-- Dünyadan Şiir Türleri
---- Burns Stanza
---- Choka
---- Go Vat
---- Catena Rondo
---- Onegin Stanza
---- Canzonetta
---- Bauk Than
---- Rhupunt-Galce
---- Septilla
---- Viator
---- Luc Bat
---- Tritena
---- Pantoum
---- Shakespeare Sonnet
---- Diamonte
---- Villanelle
---- Hutain
---- Hex Sonnata
---- Hexaduad
---- Haynaku
---- Harrisham Rhyme
---- Guzzande
---- Gratitude
---- Glosa
---- Garland Cinquain
---- Fornlorn Suicide
---- DÜNYA EDEBİYATI
---- Dünyadan Destanlar
---- Dünyadan Şiirler
KAYNAKÇA
-- Konularına Göre Şiirleriniz
---- Aşk Şiirleriniz
---- Atatürk Şiirleriniz
------ 23 Nisan Şiirleri
------ Atatürk'e Dair
---- Kahramanlık Şiirleriniz
---- Doğa Şiirleriniz
------ 2009 Yılı Sayılarımıza
---- Taşlama Şiirleriniz
---- Gurbet Şiirleriniz
---- Tasavvuf Şiirleriniz
---- Barış Şiirleriniz
---- Şehir Şiirleriniz
---- Anne Şiirleriniz
------ Babanıza Şiirler
---- Doğum Günü Şiirleriniz
---- Deprem Konulu Şiirler
---- Diğer Şiirleriniz
---- Köşe Yazarlarımız/Makaleler
------ Mustafa CEYLAN
------ Refika DOĞAN
------ Osman ÖCAL
------ Ahmet ÖZDEMİR
------ A. S. ATASAYAR
------ Prof.Dr.İsa KAYACAN
-------- Prof. Dr. İSA KAYACAN
------ Rahime KAYA
------ Harun YİĞİT
------ İlqar MÜEZZİNZADE
------ Sündüz BİGA
------ Nazmi Öner(Şiirler)
------ Nazmi ÖNER(Nesirler)
------ Coşkun KARABULUT
------ Prof.Dr.İsmail YAKIT
------ Prof.Dr.Asım YAPICI
------ Sabit İNCE
------ Muhsin DURUCAN
------ Abdulkadir GÜLER
------ Ünal Şöhret DİRLİK
------ Metanet YAZICI
------ A.Aşkım KARAGÖZ
------ Gazanfer ERYÜKSEL
------ Mehmet GÖZÜKARA
------ Necdet BULUZ
------ Yusuf Özcan
------ Afife Demirtaş
---- Mustafa Ceylan
---- Bizden
-- Video Yağmuru
---- Ozanlar-Şairler
---- Bizden Videolar
---- Rasim Köroğlu
-- Genel
---- SERBEST KÜRSÜ
---- Duyurular
---- Röportajlar
---- Günün Şiiri
---- Günün Nesiri
Edebiyat Biz Platformumuzda
-- Gülce Tv
-- Türk Argo Sözlüğü
-- Edebî Konular Forumu
Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir
Mustafa Ceylan |
Dost Sitelerimiz:
Türkçe Çeviri:
MyBB
Türkiye
Üretici:
MyBB
, © 2002-2024
MyBB Group
-Theme © 2014 iAndrew
Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder