• SiteAna Sayfa
  • Güllük Dergisi
  • Şairlerimiz
  • Arama
  • Üyeler
  • Video
  • Yardım
  • bayrak

Giriş Yap   Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre: Şifremi Hatırlat
 
Gülce Edebiyat Akımı
gulce
Your browser does not support the audio element.

Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi

Google Web'de Ara Sitede Ara
Sayfa (2): 1 2 Sonraki »
Submit Face book
  • 0 Oy - 0 Yüzde
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Konu Modu
Seyirlik Oyunlar
Dışarıda Site Yönetimi
Admin
*******
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesaj Sayısı: 12,518
Konu Sayısı: 11,588
 
#1
17/07/2008, 00:48
Geleneksel Seyirlik Oyunlar

Karagöz

Karagöz deve veya manda derisinden yapılan tasvir adı verilen insan, hayvan veya eşya şekillerinin çubuklar yardımıyla arkadan verilen ışıkla beyaz perde üzerinde hareket ettirilmesi esasına dayanan gölge oyunudur.Oyun adını,baş kişisi olan Karagöz'den almaktadır.

Gölge oyununun kaynağı Güneydoğu Asya ülkeleri olarak kabul edilir.Türkiye'ye gelişi hakkında ise değişik görüşler vardır.Bunlardan birisi Orta Asya'da "kor kolçak", "çadır hayal" olarak bilinen oyunların gölge oyunu olduğu ve oradan göçlerle Anadolu'ya getirildiği görüşüdür.Diğer görüşe göre 1517 yılında Mısır'ı alan Yavuz Sultan Selim'in Türkiye'ye getirdiği gölge oyunu sanatçıları yolu ile girdiğidir.

18.yüzyıldan itibaren kesim biçimini alan Karagöz halkın en sevilen eğlence türlerinden biri olmuştur. Karagöz, tek sanatçının yeteneğine bağlı olarak oynatılır. Perdedeki tasvirlerin hareket ettirilmesi, değişik tiplerin seslendirilmesi, şive ve taklitlerin hepsi bir sanatçı tarafından yapılır.

Karagöz'de işlenen konular komik öğelerle verilir. Çifte anlamlar, abartmalar, söz oyunları, ağız taklitleri belli başlı güldürü öğeleridir.Karagöz'de işlenen konular komik öğelerle verilir. Çifte anlamlar, abartmalar, söz oyunları, ağız taklitleri belli başlı güldürü öğeleridir.


Hacivat'ın semai söyleyerek perdeye geldiği, perde gazelini okuduktan sonra Karagöz'ü çağırdığı ve Karagözle Hacivat'ın kavga ettikleri giriş bölümüne mukaddime denir.Bu bölümde Hacivat'ın söylediği perde gazelinde oyunun bir öğrenme aracı ve gerçeklerin göstergesi olduğu belirtilerek felsefi tasavvufi anlamı vurgulanır.

Muhavere bölümünde, bu oyunun baş kişileri olan Karagöz ve Hacivat arasında geçen salt söze dayanan olaylar dizisinden sıyrılmış somutlaştırılmış ikili konuşma yer alır.Muhavere tekerleme biçiminde de olabilir.Bu bölümde Karagöz ve Hacivat'ın kişilik özellikleri ve yaratılış açısından birbirlerine karşıt özellikleri vurgulanır.Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir. Bunun yanı sıra çifte Karagözlü muhavere,gelgeç muhaveresi ve ara muhavere çeşitleri de vardır.

Asıl hikayenin anlatıldığı, diğer tiplerin perdeye geldiği bölüme fasıl adı verilir. Oyun buradaki konuya göre isim alır.Fasılın sonunda oyuncular bir biçimde perdeden ayrılır. Hacivat ve Karagöz kalır.

Oyunun sonunun haber verildiği Karagözle Hacivat arasında geçen bitiş bölümünde seyirciden yapılan hatalar için özür dilenip bir sonraki oyunun duyurusu yapılır ve oyun sona erer.
Karagöz'de hiciv ve taşlama vardır.Bu taşlamalar mizahi bir üslupla devlet yöneticilerine kadar uzanmıştır.Oyunun baş kişisi Karagöz ve Hacivat'tır.Karagöz halkın ahlak ve sağduyusunun temsilcisidir.Özü sözü birdir.Hacivat ise medrese eğitimi görmüş, kaypak, düzene uyan birisidir.

Diğer tipleri Tuzsuz Çelebi, Matiz, Beberuhi, Arnavut, Yahudi, Çerkez, Kürt, Laz, Tiryaki, Zenneler vb. oluşturur. Karagöz, saray tarafından ilgi görmüş ve desteklenmiştir.Yapılan şenliklerde,şehzadelerin sünnet düğünlerinde Karagöz gösterilerine yer verilmiştir.

Karagöz özellikle İstanbul Merkezli Osmanlı kültürüyle bütünleşmiştir. İstanbul'un yaşamını Karagöz oyunlarında görmek mümkündür. Ağalık, Büyük Evlenme, Kayık ve Tahmis bunlardan bazılarıdır. Ferhat ile Şirin, Balıkçı, Cazular, Kanlı Nigar, Leyla ile Mecnun, Ters Evlenme, Tahir ile Zühre,Yalova Sefası,Karagöz'ün Yazıcılığı, Karagöz'ün Aşıklığı, Karagöz'ün Hekimliği vb. Karagöz'ün bilinen diğer oyunlarıdır.


Karagöz'ün Tekniği

Karagöz'ün oynatıldığı beyaz perdeye "ayna" adı verilir.Perdeler önceleri 2 x 2,5m iken sonraları 110 x 80m ebadında yapılmaya başlanmıştır.İç tarafta perdenin altında kurulmuş "peş tahtası" vardır.Oyunda bunun dışında zil,tef,kamış,nareke (düdük), perdeyi aydınlatacak kandil veya ampul vardır.

Bunlar peş tahtası üzerinde bulunur.Oyunda kullanılan tasvirler 32-40 cm büyüklüğünde olup genellikle manda,sığır ve deve derisinden yapılır.Deriler özel bir yöntem ile şeffaf hale getirilir.Daha sonra "nevregan" adı verilen ucu keskin bıçaklarla işlenir.Parçalar birbirine kiriş veya katküt adı verilen iplerle bağlanır.Daha sonra tasvirler çini mürekkebi veya kök boya ile boyanır.

Osmanlı Dönemi'nin en önemli eğlence türlerinden olan Karagöz, ramazanlarda,sünnet düğünlerinde, şenliklerde, kahvehanelerde ve bahçelerde oynatılmaktaydı.Dönemin toplumsal olaylarını eleştirel bir gözle konu edinen Karagöz'ün yaygın olarak İstanbul'da oynatıldığı bilinmektedir. Anadolu'nun diğer kentlerine ise turneye giden sanatçılar aracılığı ile yayılmıştır.

Günümüzde ülkemizi tanıtıcı sanatların başında gelen Karagöz turistik otel ve restaurantlarda oynatılmaktadır.Daha çok televizyon aracılığı ile seyirciye ulaşmaktadır.Sınırlı sayıdaki sanatçı tarafından güç koşullar altında yaşatılmaya çalışılan Karagöz sanatı ile ilgili çalışmalar Uluslararası Kukla ve Gölge Oyunu Birliği (UNIMA) Türkiye Milli Merkezi Başkanlığı ve Kültür Bakanlığı'nca yürütülmektedir.



http://www.karagoz.net/
Alıntı  
Dışarıda Site Yönetimi
Admin
*******
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesaj Sayısı: 12,518
Konu Sayısı: 11,588
 
#2
17/07/2008, 00:49
Kukla

Türkçe bebek anlamına gelen ve bugün Anadolu'da yaşayan korçak, kudurcuk, kaburcuk, koğurcak, kaurcak, lubet, vb. gibi isimlerle yaşayan kukla seyirlik oyunların en eskilerindendir. "Korkolçak", "Çadır hayal" (ipli kukla) adı ile yaşayan kukla Orta Asyada da aynı isimle yaşatılmakta ve Orta Asya'dan getirildiği sanılmaktadır.

Bir çok Türk boyunda kendine özgü basit teknik içinde görülen ve 17.yy'dan beri Türkiye'de şehirlerde kukla adı ile bilinen oyun Anadolu'da köylüler arasında "bebek,çömce gelin,karaçör" gibi isimlerle yaygındır.

Konusu günlük yaşamdan ve edebi hikayelerden alan kukla bir hareket ve hacim oyunudur.14. yy'dan bu yana oynatıldığı bilinmektedir.Bu oyunun baş kahramanı ibiş ve ihtiyardır. İbiş kurnaz ve hazır cevaptır.İhtiyar ise varlıklı bir kişidir.

Ülkemizde ipli kukla,el kuklası,araba kuklası,iskemle kuklası gibi türlerle bilinen kukla sanatı 19. yy sonlarında önemini kaybetmeye başlamıştır.

Cumhuriyet döneminde sınırlı sayıda sanatçı yaşatmaya çalışmıştır.Günümüzde ise İhsan DİZDAR,Selim BAŞEĞMEZ,M. Tahir İKİLER,Haluk Yüce ve Duygu TANSI bu sanatı sürdürmektedirler


-----------------------------
KAYNAK:T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı
Alıntı  
Dışarıda Site Yönetimi
Admin
*******
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesaj Sayısı: 12,518
Konu Sayısı: 11,588
 
#3
17/07/2008, 00:50
Meddah

Hikaye anlatmak olan meddahlık taklit yapma sanatıdır. Perdesi, sahnesi, dekoru, kostümü bir sanatkarda toplanmış bir temaşadır (gösteridir).Meddah bir sandalyeye oturarak dinleyicilerine hikayeler anlatır.Meddahın anlatışını, günlük yaşamdaki olaylar, masallar, destanlar, hikayeler ve efsaneler oluşturur.

Meddahın aksesuarını bir mendil ile bir sopa-baston oluşturur.Genellikle güldürücü, ahlaki ve edebi sonuç çıkarılacak hikayelerine klişeleşmiş "r'vıy'n-ı ahbar ve n'kıl'n-ı 'sar ve muhaddis'n-ı rüzigar şöyle rivayet ederler ki" şeklinde sözbaşı ile başlar,daha sonra kahramanları sayıp hikayesini anlatır. Meddah hikayenin kahramanlarını kendi yöresinin dili ve şiveleri ile konuşturan insandır.

Meddah çok oyunculu bir tiyatro eserinin tek sanatçısı,oyuncusu konumundadır.Okumanın gelişmediği, dinlemenin rağbet gördüğü zamanlarda Osmanlı Sarayında şehirlerde,kasabalarda, ramazan gecelerinde,sünnet düğünlerinde,kahvehanelerde bu sanatı sürdürürdü.Bu sanatın günümüzdeki uzantısı stand-up yapan showmenlerdir.


-----------------------------
KAYNAK:T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı
Alıntı  
Dışarıda Site Yönetimi
Admin
*******
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesaj Sayısı: 12,518
Konu Sayısı: 11,588
 
#4
17/07/2008, 00:51
Köy Seyirlik Oyunları
"Köylü Tiyatrosu" adı ile de bilinen köy seyirlik oyunları düğünlerde, bayramlarda ya da yılın belirli günlerinde köylülerimizin genellikle "oyun yapma","oyun çıkarma" adı altında bereket bolluk, sağlık ve yeni yılı karşılamak amacıyla oynadığı törensel içerikli oyunlardır.

Bu oyunlar meydanlarda oynandığı gibi kışın oda içerisinde de oynanmaktadır.İlkel toplumlardan günümüze değişim göstererek ulaşan bu oyunlar önceleri yaşantının daha verimli olabilmesi için doğaüstü güçlere, tanrılara ya da tanrıya şükran belirten bilinçli olarak gerçekleştirilen törenlerdir.

Çeşitli inanış ve mitlerin kaynaklık ettiği bu oyunlar, eski Anadolu uygarlıklarının,Anadolu toprakları üzerinde yaşayan halkımızın Orta Asya'dan getirdiği kültürel öğeler ve islamiyeti kabulünden sonraki islami öğelerle birleşen bir kültürel sentezin izlerini taşır.

Seyirlik oyunlar ilkel bir tiyatro örneğidir.Sanat kaygısından çok toplumsal ve dinsel açıdan işlevseldir.Seyirlik oyunları günlük yaşamı taklit eden (kalaycı, berber, çift sürme vb.),hayvanları taklit eden (deve, ayı, tilki, kartal vb.),mevsim değişiklikleri,yıl değişimleri amacıyla oynanan oyunlar (köse gelin) bolluk ve berekete dönük oynanan oyunlar (saya gezme, koç katımı törenleri, cemal oyunu vb.) yağmur yağdırmak için oynanan oyunlar (çömçe gelin vb.) oluşturur.

Cemal Oyunu:Tohumun toprağa atıldığı ilk gün veya hasat sonunda oynanır.

Koç Katımı:Hayvan yavrularının,kışın soğuğa ve açlığa dayanıksız oluşlarından dolayı yavrulama zamanlarının kontrol altına alınmasıdır.Bir tür mevsimlik bayram niteliğindedir.

Deve yüzü, Koyun Yüzü:Hayvanın anne karnında tüylenmeye başladığı gün oynanır.


-----------------------------
KAYNAK:T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı
Alıntı  
Dışarıda Site Yönetimi
Admin
*******
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesaj Sayısı: 12,518
Konu Sayısı: 11,588
 
#5
17/07/2008, 01:09 (Bu mesajı son düzenleyen: 09/01/2013, 00:42 Site Yönetimi.)
Köy seyirlik oyunları, doğaya bağlı olarak yaşayan, toplulukların yaz- kış, yeni yıl-eski yıl, bolluk- kıtlık gibi değişim zamanlarında doğanın uğradığı değişiklikleri kontrol etmek amacıyla yaptıkları çeşitli törenlere kaynaklık etmiştir. İlk çağlarda topluluklar, yaşamlarını daha iyi koşullarda sürdürebilmek amacıyla, doğa güçlerini tanrılaştırıp (güneş çıkartmak, yağmur yağdırmak, hayvanları ve toprak ürünlerini çoğaltmak, üstündeki tabuyu kaldırarak kullanılabilir hale getirmek amacıyla) onlara törenler düzenlemişlerdir. Bu sanat dalı da diğer sanat dalları gibi dinden bağımsızlaşarak devam etmiş, biçim değiştirerek günümüze kadar gelmiştir. Anadolu toprakları üzerinde yaşayan birçok uygarlığın inanç ve kültürel izlerini taşıyan bu oyunlar, kültürel çeşitliliği yansıtan örneklerdendir.

Seyirlik oyunlardaki temel öğe taklit ve canlandırma olduğundan dramatik özellik göstermekte bu nedenle de “Dramatik Köy Seyirlik Oyunları” olarak da adlandırılmaktadır. Bu tiyatronun oyuncu ve seyirci kadrosu köyün içinde birlikte bulunmakta, makyaj, kostüm ve oyunun kurgusu doğaçlama olarak oyun çıkarılırken gerçekleşmektedir. Bu nedenle ait olduğu toplumun geleneksel beğeni ve zevkinin yanı sıra güldürü anlayışını ve toplumsal özeleştirisini, kısaca yaşama biçimini yansıtmaktadır.

Ülkemizde genel olarak toprağa bağlı yaşayan yerleşimlerde seyirlik oyunların yaşatıldığını görmekteyiz. Bu oyunlar genellikle yılın veya mevsimin değişimine bağlı olarak oynanan oyunlar, Köse oyunu, Arap oyunu, kız kaçırma ve çiğdem gezdirmedir. Hayvancılığın yaygın olduğu yörelerde ise “Koç Katımı”, “Saya Gezme” ve benzeri oyunlar görülmektedir. Tarımın yaygın olduğu yörelerde ise “Hasat Sonu Şenliği” olarak da adlandırabileceğimiz ürünün üzerindeki tabunun kaldırılması amacıyla oynanan “Cemal Oyunu”, “Çift Sürme” ve “Ekin Salavatlama” törenleri görülmektedir. Bunun yanı sıra günlük yaşamı konu eden oyunlara “Ağa oyunu”, “Kız Kaçırma”, “Kuma ”, “Sınır taşı ” vb ile meslek taklidi oyunlara “Berber Oyunu”, “Kalaycı” ve “Değirmenci” örnek gösterilebilir. Ayrıca erkeklerin oda içinde oynadıkları taklide ve söze dayalı güldürme amaçlı oynanan “Bina Yapma”, “Halı Dokuma”, “Natır” “Tabur Ateş” gibi oyunlar da vardır.

KARAGÖZ
Karagöz, şeffaflaştırılmış (cam deri tabir edilen) deriden yapılan tasvir olarak adlandırılan insan, hayvan veya eşya şekillerinin çubuklar yardımı ile oynatılarak, arkadan verilen ışıkla beyaz perde üzerine yansıtılması temeline dayanan gölge oyununun adıdır. Oyun adını Karagöz’den almaktadır. . Karagöz adı ile yaygın olarak bilinen bu oyuna, halk arasında zaman zaman “Hacivat” adı da verilmektedir.


Gölge oyununun kaynağı Güneydoğu Asya ülkeleri olarak kabul edilir. Türkiye’ye gelişi hakkında ise değişik görüşler vardır. Georg, Jacob tarafından savunulan görüşe göre, gölge oyununun Çin’den Moğollara geçtiği, buradan da Türklerin Anadolu’ ya göçleri sırasında beraberlerinde getirdiği şeklindedir.

Gölge oyununun Mısır’dan geldiğini savunan görüşe göre, 1517 yılında Mısır’ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim, bir gölge oyunu sanatçısının Memluk Sultanı Tumanbay’ın asılışını canlandırdığı gölge oyununu izlemiş ve bu sanatçıları İstanbul’a getirtmiştir. Türklerin de bu sanatçılardan gölge oyununu öğrenerek icra ettiği savunulmaktadır.

Karagöz’ün Türkiye’ye geliş tarihi ile Çingenelerin geliş tarihlerinin çakışması, Karagöz’de rastlanan bazı Çingene özellikleri nedeniyle gölge oyununun Endonezya’nın Cava Adası’ndan ve Hindistan’dan Türkiye’ye, Çingene oynatıcıları eliyle getirilmiş olduğu diğer bir görüştür.

Başka bir görüş ise, gölge oyununun Yahudiler tarafından İspanya ve Portekiz’den getirilmiş olabileceğidir.

Karagöz ve Hacivat’ın gerçekten yaşamış kişiler olduğuna inanılarak ortaya atılan değişik görüşler ve anlatılar da vardır. Bu konu ile ilgili anlatıların en yaygını şöyledir; “Karagöz ve Hacivat, Sultan Orhan zamanında Bursa’daki Ulu Cami’nin yapılışında usta olarak çalışmaktadırlar. Sık sık işi bırakıp espriler yaptıkları için, işçiler bunları izlemekte, inşaatın ilerlemesi engellenmektedir. Durumu gören Sultan Orhan Karagöz ve Hacivat’ı astırır fakat sonradan pişman olur, Şeyh Küşteri adlı biri Karagöz ve Hacivat’ın resimlerini yapıp arkadan ışık vererek bir perdede oynatır”. Şeyh Küşteri Karagöz’ü yaratan kişi olarak anılmaktadır. Karagözcüler, Şeyh Küşteri’yi pîr’leri olarak kabul ettikleri için, Karagöz perdesine “Küşteri Meydanı” adını vermişlerdir.


Kendi mizah anlayışımıza, estetik değerlerimize göre biçimlendirilen ve geliştirilen gölge oyunu Karagöz, XVI. yüzyılda Hayal-i Zıl veya Zıll-i Hayal olarak adlandırılmaktayken, XVII. yüzyılda kesin biçimini almış ve Karagöz adıyla anılmaya başlamıştır. Karagöz XVIII. yüzyıldan itibaren halkın en sevilen eğlence türlerinden biri olmuştur.

Karagöz tek sanatçının yeteneğine bağlı olarak oynatılır. Perdedeki tasvirlerin hareket ettirilmesi, değişik tiplerin seslendirilmesi, şive taklitleri bir tek sanatçı tarafından yapılmaktadır. Sanatçının yanında kendisine yardım eden bir veya daha fazla yardımcısı bulunmakta, bunlara, “hayali” veya “hayalbaz”, bu çırakların yardımcılarına “sandıkkâr”, oyun takımı ile görevli kişiye de “sandıkkâr” denilmektedir. Oyunlarda şarkıları, türküleri okuyanlara “yardak”, tef çalan yardımcıya da “dayrezen” adı verilmektedir. Günümüzde Karagözcülere yardım edenlerin tamamına “yardak” denilmektedir. Karagöz sanatçıları usta çırak ilişkisiyle yetişmektedirler.


Karagöz’de konular, komik öğeler öne çıkarılarak işlenmekte; çifte anlamlar, abartmalar, söz oyunları, ağız taklitleri belli başlı güldürü öğesi olarak yer almaktadır. Karagöz oyunları, metinli oyunlar grubunda yer almakla beraber, oynatan sanatçının yeteneğine, icra ortamına göre, doğaçlama olarak değişikliklere uğrar.


Karagöz oyunlarında, geleneğe bağlı olarak, değişiklik yapılmadan oynatılan oyunlara “kar-i kadim” oyunlar, değişikliklere uğrayan oyunlar ile yeni oluşturulanlara ise “nev- icat” oyunlar denilmektedir.

Karagöz oyunu dört bölümden oluşmaktadır.

1. Hacivat’ın semai söyleyerek perdeye geldiği, perde gazelini okuduktan sonra Karagöz’ü çağırdığı ve Karagöz’le Hacivat’ın kavga ettikleri giriş bölümüne “mukaddime” (başlangıç) denir. Bu bölümde Hacivat’ın söylediği perde gazelinde, oyunun bir öğrenme aracı ve gerçeklerin göstergesi olduğu belirtilerek felsefi, tasavvufi anlamı vurgulanır.
2.Bu bölümde Karagöz ve Hacivat’ın kişilik özellikleri ve karşıtlıkları vurgulanır. Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir. Bu bölümde, oyunun başkişileri olan Karagöz ve Hacivat arasında geçen salt söze dayanan olaylar dizisinden sıyrılmış, somutlaştırılmış ikili konuşma yer alır. Buna “muhavere” (söyleşi, diyalog) denilir. Muhavere, tekerleme biçiminde de olabilir. Bu bölümde Karagöz ve Hacivat’ın kişilik özellikleri ve karşıtlıkları vurgulanır. Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir.
3.Asıl hikâyenin anlatıldığı, diğer tiplerin perdeye geldiği bu bölüme “fasıl” (oyun) adı verilir. Oyun, buradaki konuya göre isim alır. Fasıl’ın sonunda oyuncular perdeden ayrılır Hacivat ve Karagöz kalır.
4.Oyunun sonunun haber verildiği, Karagöz ile Hacivat’ın oyundaki espriler ve yanlış anlamalardan dolayı seyirciden özür dilediği, bir sonraki oyunun duyurusunun yapıldığı bölüme “bitiş” (Final-Epilog)adı verilir.

Karagöz’ün Tekniği: Karagöz’ün oynatıldığı beyaz perdeye “ayna” adı verilir. Perdeler önceleri 2x2,5 m iken sonraları 110x80 cm ebadında yapılmaya başlanmıştır. İç tarafta perdenin altına kurulmuş “Peş Tahtası”(destgah) vardır. Oyunda bunun dışında zil, tef, kamış, nareke (düdük), perdeyi aydınlatacak kandil veya ampul vardır.


Bunlar peş tahtasının üzerinde bulunur. Oyunda kullanılan tasvirler genellikle 32 – 40 cm büyüklüğünde olur. Tasvirler 50 cm. boyunda, 1 cm. çapında gürgen ağacından yapılmış çubuklarla oynatılır.


Karagöz oyunlarında yer alan tiplerin tamamı tasvirler yoluyla canlandırılır. Tasvirler, cam deri tekniği ile tabaklanan, şeffaflaştırılmış deve, düve, manda, at, eşek ve keçi derisinden yapılmakta, doğal boya ile renklendirilmektedir.


Oyunun başkahramanları Karagöz ve Hacivat’tır.

Karagöz: Oyunun başrol oyuncusudur. Okumamış, cesur, tepkilerini çabuk açığa vuran, çabuk öfkelenip kavga eden, yalancılığa ve ikiyüzlülüğe tepki gösteren, gerçekçi bir halk adamıdır. Halk diliyle konuşur. Oyundaki eğitimli tiplerin konuşmalarını anlamaz ya da anlamaz görünüp sözcüklere ters anlamlar verir. Bu karşıtlıklardan gülünçlükler doğar. Kurnaz değildir.

Hacivat: Oyunun önemli iki kişisinden biridir. Karagözün tam tersi bir tiptir. İnce yüzlü sivri sakallıdır. İyi eğitim görmüş, bilgili, arabulucu ölçülü, ağırbaşlı kişisel çıkarlarını önde tutan, kurnaz, içten pazarlıklı nabza göre şerbet veren tüm mahallelinin akıl danıştığı, her kalıba girebilen esnek bir kişiliktir. Müzikten edebiyattan anlayan her konuda biraz bilgisi olan bir işadamıdır. Karagözü çalıştırarak onun sırtından geçinmeye çalışır.


Karagöz ve Hacivat dışında yer alan diğer tipler: Tuzsuz, Çelebi, Matiz, Tiryaki, Beberuhi, Arnavut, Yahudi, Rum, Acem, Arap, Kürt, Laz, Kastamonulu, Kayserili, Rumelili, Anadolulu, Efe, Zeybek, Zenneler ile oyunun konusuna göre eklenen farklı tiplerdir.


Karagöz oyununun saraylarda ve konaklardaki eğlencelerde, kahvehanelerde, bahçelerde ve özel ortamlarda oynatıldığı bilinmektedir.Karagöz gösterileri, toplumun her kesiminde takdir toplamış beğeniyle izlenmiştir. Bu durum 19. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı gerileme döneminde Karagöz sanatçılarının yöneticilerle ilgili eleştirilerinin artması, yöneticileri rahatsız etmiş, siyasal taşlamalara yasak getirilmiştir. Hem siyasal yasaklamalar hem de Batı tiyatrosunun 19. yüzyılda Türkiye’ye girmesi, sosyal ve ekonomik değişiklikler Karagöz gösterilerine ilgiyi azaltmıştır. 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başı savaşlarla geçen bir dönem olduğundan Karagöz sanatçıları gösteri yapma olanağı bulamamış, birçoğu sanatı bırakmıştır. Cumhuriyet döneminde, 1932 yılında Halk Evlerinin açılmasıyla Karagöz sanatçıları sanatlarını yeniden icra etme olanağını bulmuşlardır. 1952 yılında Halk Evlerinin kapatılmasıyla Karagöz sanatçıları tekrar sıkıntılı bir döneme girmişlerdir. Daha sonraki Karagöz, çalışmaları, meraklıları tarafından bireysel çabalarla sürdürülmüştür. 1970 yılından sonra kurulan Kültür Bakanlığı’nın destekleme çalışmaları, bu sanatın canlandırılması ve yaşatılmasında etkili olmuştur.

MEDDAH

Meddah övgücü, metheden kişi demektir. “Meddahlık, hareketten çok, ses taklidi, jest ve mimiklere dayanan bir sanattır. Meddah; kitaptan ve ezberden hikâye anlatan kişiler veya olayları taklitli ve temsilli biçiminde gösteren, yani anlattığı hikâyeyi oynayan kişi demektir. Meddahlık şehre ait bir sanattır. Meddahlar gösterilerini kahvehanelerde, saray ve konaklarda yapmış, hikâyelerini buralarda anlatmışlardır.

Meddah hikâyelerinin konularını; gelenekten gelen konular, ( Köroğlu, Dede korkut vb.) İslam geleneğinden gelen dinsel konular, Seyit Battal Gazi, Kerbela vb. olaylar ve efsaneler, destanlar, şehnameler oluşturmaktadır.

Değişik kaynaklara dayanan hikâyelerde, çeşitli mizaçlar yansıtılmakta, övgüler yapılmakta, kıssadan hisse çıkarılacak olaylar konu edilmektedir. Meddah, hikâyesi bittikten sonra onun sorumluluğunu, hikâyenin kaynağına bırakıp özür diler. Meddahlık, yalnızca Türkiye’de değil Doğu ve İslam ülkelerinde de yayılmış olan sevilen bir sanattır. Meddaha Arap’lar “Kassas”, İranlılar “Kıssahan” demektedir.

Meddah bir anlatı türü olmasından dolayı Karagöz ve Ortaoyunundan ayrılır. Ancak anlatı bölümlerinin aralarındaki söyleşmeli, taklitli, kişileştirmeli bölümler nedeniyle dramatik türden sayılır. Meddah, yöntemleri bakımından Karagöz ve ortaoyununa çok yakın olmakla beraber, bunlar gibi yalnızca güldürüyü amaçlayan tiyatro değildir.

KUKLA

Türkçe bebek anlamına gelen ve bugün Anadolu'da yaşayan korçak, kudurcuk, kaburcuk, koğurcak, kaurcak, lubet, vb. gibi isimlerle yaşayan kukla seyirlik oyunların en eskilerindendir. "Korkolçak"(el kuklası), "Çadır hayal" (ipli kukla) adı ile yaşayan kukla Orta Asyada da aynı isimle yaşatılmakta ve Orta Asya'dan getirildiği sanılmaktadır. Birçok Türk boyunda kendine özgü basit teknik içinde görülen ve 17. yy'dan beri Türkiye'de şehirlerde kukla adı ile bilinen oyun Anadolu'da köylüler arasında "bebek, çömce gelin, karaçör" gibi isimlerle yaygındır. Konusunu günlük yaşamdan ve edebi hikâyelerden alan kukla bir hareket ve hacim oyunudur. 14. yy’dan bu yana oynatıldığı bilinmektedir. Türk kuklasında kişilerin özellikleri, karagöz ve orta oyunundaki gibi kesin çizgilerle belirtilmemiştir. Kuklada iki tane başkahraman bulunmaktadır. Bunlar İbiş ve İhtiyardır. İbiş kurnaz ve hazır cevaptır. Kaba bir dil kullanır. Biçimsiz bir şapkası vardır püskülü sağa sola sallanır. İhtiyarın uşağıdır, efendisine bağlıdır. İhtiyar ise varlıklı bir kişidir.
Kukla oyunları konularını Karagöz ve ortaoyunu oyunlarından ya da halk hikâyeleri ve efsanelerden almaktadır.

Ülkemizde ipli kukla, el kuklası, araba kuklası, iskemle kuklası gibi türlerle bilinen kukla sanatı 19. yy sonlarında önemini kaybetmeye başlamıştır. Cumhuriyet döneminde sınırlı sayıda sanatçı yaşatmaya çalışmıştır. Günümüzde çok sayıda kukla sanatçısı yeni oyunlarla daha çok çocuk tiyatrosu tarzında bu sanatı sürdürmektedir.


ORTA OYUNU

Geleneksel Türk Tiyatrosunda karagöz, kukla gibi bir araçla oynatılan, meddah gibi tek anlatıcılı sözlü seyirlik oyunlarının yanında canlı oyuncularla oynanan “Ortaoyunu” da bulunmaktadır. Oyunun başkişileri Kavuklu ve Pişekâr’dır. Ortaoyunu, karagözün perdeden yere inmiş hali olarak da tanımlanır. Ortaoyunu seyircinin çevrelediği bir meydanda belli bir konu etrafında herhangi bir yazılı metne bağlı kalmadan, canlı oyuncularla oynanan doğmaca bir oyun türüdür. Yüzyıllar boyunca dramatik özellikte, kişileştirmeye dayanan sözlü oyunların (Karagöz, kukla, dans, curcuna, meddah ve hokkabazlık) karışımından doğma bir gelişimle ortaoyunu en son biçimini almıştır. Oyun daha çok söze dayanmakla birlikte, hareket ve tavırlara da yer verilir. Pişekâr oyunun başında ve sonunda oyunculara doğrudan seslenir. Oyunu tanıtır, kusurları için özür diler, gelecek oyun hakkında bilgi verir, duyurusunu yapar.


HOKKABAZLIK


Hokkabazlık, söz ve el çabukluğu ile seyircinin duygularını aldatıp, olağanüstü sonuçlara varan kökeni çok eskilere dayanan bir seyirlik oyundur. Bu gösteride bir yandan el çabukluğu ve gözbağcılığı gibi yetenekler sergilenirken, diğer yandan usta ile yardımcısı arasında uzun güldürücü özellikte söyleşmeler yapılır.



Hokkabaz sözcüğünün genel ve özel olmak üzere iki anlamı vardır. Genel anlamıyla hokkabazlık açıklanması güç aklın alamayacağı oyunlar göstermek demektir. Bu kelime karşılığında aynı anlamda kullanılan sözcükler gözbağcı, ayyar, efsunkâr, sihirbaz, şu’bedebazdır. Özel anlamıyla, hokkalarla oynayan anlamındadır. Hokka oyununda, üç kap ve üç küçük yuvarlak kullanılır. Altı boş gösterilen hokkanın içinden topun çıkması, ya da içine top konulduğu sanılan hokkaların açılınca boş gösterilmesidir. Bu oyun hokkaların, topların sayısını arttırarak, boylarını büyüterek, ya da başka nesneler ile uzatılıp, geliştirilebilir. Hokkabazların yanlarında soytarı kılıklı bir yardımcıları bulunur. Bunlar göz bağıcılığından korkan, oyunun hilesini çözmeye çalışan kişi olarak seyirciyi güldürmek amaçlı hareket eden kişilerdir. Hokkabazların ustasına da ortaoyunundaki gibi Pişekâr denilmektedir ve elinde “Şakşak” bulunmaktadır. Hokka ustasına pehlivanda denildiği bilinmektedir.
Alıntı  
Dışarıda Site Yönetimi
Admin
*******
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesaj Sayısı: 12,518
Konu Sayısı: 11,588
 
#6
17/07/2008, 01:11
ERZURUM KÖY SEYİRLİK OYUNLARI

Oyunların Kaynakları


Folklor ürünlerinin ortaya çıkışı ile ilgili olarak iki ayrı görüş vardır.Bu inanç ve uygulamaların etkileşim yoluyla bir milletten diğerine,bir topluluktan başka bir topluluğa geçmesi;yahut birbirinden bağımsız olarak her toplumun kendi inanış biçimlerini ve pratiklerini yaratması.

Ortaya çıkış şekli nasıl olursa olsun,Erzurum köy seyirlik oyunları bugün asıl amaçlarını kaybederek eğlence için oynanır hale gelmişlerdir.Bu bakımdan oyunların kaynaklarını tespit etmek ve kesin sonuçlara ulaşmak oldukça güçtür.Köken araştırması yaparken çok dikkatli davranmak,ön yargılardan kesinlikle uzak durmak zorundayız.Aksi halde hataya düşme ihtimali fazla olur.

Her şeyden önce insanlığın ortak kültürel değerleri olduğunu kabul etmek gerekir.Bir kutsal varlığa tapınma,ondan yardım bekleme fikri insanlık tarihi kadar eskidir.Ayrıca tabiat olayları karşısında tavır takınılması,mevsimlerle ilgili değişiklerin izlenmesi, böylece yeni yıl mefhumunun ortaya çıkması da bütün insan topluluklarının genel ve ortak özelliği haline gelmiştir.

Bir de milletlerin karakterlerinin gereği olarak varlığını sürdüren kültür öğeleri mevcuttur.Araştırmamızda bu iki unsuru göz önünde tutarak oyunların kaynaklarına inmeye çalışacağız.Özellikle ritüel oyunlardaki bir takım törensel uygulamalarla dramatik karakteri ön plana çıkan halk danslarındaki bazı figür ve motifler bu bakış açısıyla ele almak istiyoruz.Gerek ritüel oyunların,gerekse profan mahiyetteki oyunların ortaya çıkışında etkili olan unsurları şu başlıklar altında inceleyeceğiz:

A)Kutsal Törenler, Ritler

B)Totem ve Ongunlar,Kutsal Hayvanlar

C)Fıkralar

D)Türküler

E)Günlük Olaylar

A)Kutsal Törenler , Ritler

İncelemeye esas aldığımız Erzurum köy seyirlik oyunlarından Fattik oyunu, 1968 yılında Aşkale ilçemize bağlı Pırnakaban köyünden derlenmiştir. Derlemeyi yapan Ertürk Yöndem'in oyunların kaynakları ile ilgili sorusuna köylülerin verdiği cevap oldukça ilginçtir.

Oyunda rol alan kişilerden Veli Duvarcı,oyunun yeni yıla girerken bolluk,bereket getireceğini;ekinlerin,otların bitmesine yardımcı olacağını belirtir ve gerekçesini şöyle açıklar:"Dedelerimizden duyduğumuza nazaran bu oyunu oynarız."

Biz de araştırmalarımız sırasında yılbaşı oyunlarını hazırlayan ve sergileyen kişilerin görüşlerini aldık. Bir çoğu eğlence amacı ile oynandığını söylerken özellikle yaşlılar oyunun bolluk, bereket getireceğine inandıklarını belirttiler.

Ertürk Yöndem'in derleme yaptığı 1968 den yirmi beş yıl sonra, yani 1994 yılının başlarında Veli Duvarcı ile görüşerek bu konudaki düşüncelerini almaya çalıştık.Bu,hem günümüzde oyunlarla ilgili düşüncelerin mahiyetini bilmek,hem de son çeyrek yüzyıl içinde aynı kaynak kişinin ve bu kişiyi içinde barındıran toplumun düşüncelerindeki gelişme ve değişmeleri tespit etmek bakımından oldukça önemliydi.

1926 doğumlu Veli Duvarcı,düşüncelerini şöyle özetledi:"Yeni yıla girerken oynanan Fattik oyununun bolluk,bereket getireceğine inanıyorum. Biz kalktık, atalarımızdan, dedelerimizden böyle gördük. Bu inançtır.Ben buna yürekten inanıyorum.Fakat şimdiki gençler bilmezler."

Burada kaynak kişi,iki önemli noktaya parmak basmaktadır:

1)Oyunun oynanış sebebi:Atalardan öyle görülmüş.

2)Oyunun oynanış amacı:Bolluk,bereket sağlaması.Bu iki nokta bize oyunların kökeni bakımından önemli ip uçları veriyor.

Veli Duvarcı'nın ve Erzurum köylerinde kendileriyle konuştuğumuz çok sayıda kaynak kişinin bu yöndeki düşünceleri bizi mitolojik dönemlerin inançlarına götürüyor. Antropolog C. Strehlow, Avusturalyalı Arunda kabilesine bazı merasimleri neden icra ettiklerini sorar ve "Çünkü atalarımız böyle istedi" cevabını alır.

Evliya Çelebi,Kuzey Kafkasyada yaptığı seyahatini anlatırken orada yaşayan kavmin kutsal saydığı bir ağaçtan bahseder,burada yaşayan insanların her yıl bu ağacın altında yiyip içtikten sonra balmumu ve yılmumu yakarak bir çeşit tapınma hareketleri sergilediklerini anlatır.Evliya Çelebi bunlara "Allah size bu ağaca tapınız dedi mi?" diye sormuş, onlarda "biz bunu bilmiyoruz,ama babalarımızdan böyle gördük,böyle yaparız" demişler.

Bilge Seyidoğlu'nun belirttiği şekliyle bu düşüncenin benzerini hemen hemen bütün ilkel kavimlerde görebiliriz.Aynı düşüncenin tarzını kullanarak ilkel insanları ve geleneksel toplumları daha iyi anlayabiliriz.

Atalar ruhuna tapınma veya onları kutsama, bir çok din ve inanış biçiminde olduğu gibi şamanist Türkler arasında da yaygındı."Eski-Ortaasya şamanizminin esasları Gök-Tanrı, güneş, ay, yer, su, ata (Cedd-i a'la), ateş (ocak) kültleri idi."Ayrıca Gök-Tanrı'ya ulaşmayı sağlayacak iyi ruhlar ve buna engel olan kötü ruhlar vardı. Özel ayinlerden en önemlisi ruhlardan birine ıdık bağışlarken tören ve ayindir.Bu töreni de Şaman yapar.

Altaylılarda Umay,Ana Maygıl,Ak Ene;Yakutlarda Ayısıt adı verilen dişi ruhlar olduğu gibi, ölmüş iyi kamların ruhları da iyi ruhlar zümresine dahildir. Umay,çocukları ve hayvan yavrularını,Ana Maygıl,ulusu koruyan dişi ruhtur;buna ulus anası da denir.Ak Ene (Ak Ana) adlı tanrı ruh, yaratma kudretini ilham eden bir ruhtur.Erkek tanrı ülgen yaratma kudretini ve ilhamını Akene'den almıştır.Ayısıt-yaratıcı, bereket ve refah sağlayıcı dişi ruhlar zümresine denir. Bunlardan kimi insan yavrularını ve kadınları,kimi de hayvan yavrularını ve dişi hayvanları korurlar.

Abdulkadir İnan, Umay hakkında şu bilgileri veriyor:Umay adının menşei hakkında ileri sürülen faraziyelerden biri bunun Sanskritçe'den ve kültünün Hint'den geldiği hakkındadır.

İran edebiyatında rastlanan Hüma yahut Hümay hakkındaki efsane, Yakutların ımı kuşu (ruhu) hakkında söyledikleri efsaneye çok benzemektedir.Hümay kuşu hakkında Başkurt ulemasından Taceddin Yalçıkuloğlu XVIII. Yüzyılda yazdığı bir eserinde şu efsaneyi naklediyor:

"Diyorlar ki, Hümay kuşu maruf bir kuştur.Kuzgun büyüklüğünde olup kanat uçları kara,başı yeşil olur.Yaşadığı yer havadadır.Yumurtasını havada yumurtlar, yavrusunu da havada çıkarır.Diyorlar ki,Hümay bazan yeryüzüne kırk arşın kadar yaklaşır ve geri döner.İşte o zaman bu kuşun gölgesi birinin üzerine düşerse cihanda padişah ola,yahut çok zengin ola."

Umay ruhunun menşeine olursa olsun bu ruh çok eski devirlerden beri Türklerde milli bir kült olmuştur.Yakutlarda Umay adı ımı şeklinde ancak talih kuşunun adı olarak muhafaza edilmiştir.Eski Türk topluluklarında ölülere saygı gösterilmesi, ölünün arkasından yuğ törenlerinin düzenlenmesi ölü kültü'nün Türk düşüncesindeki yerini belirlemesi açısından önemlidir.Ölü kültü dünyanın diğer bölgelerinde ve kavimlerinde de söz konusudur.

"Urenha-Tubalar,biri ölürse derhal çadıra çıkarıp keçe veya deriyle örterler. Eve bir koyun getirip bağlarlar. Bu koyun meleyene kadar beklerler: meledikten sonra keserler.Şaman,koyunun en iyi et parçalarını ateşe yakıp ayinini yapar,ölüye hitaben 'bu yeri bırakıp gidenlerin birincisi sen değilsin. Düşünme,üzülme,et ye,rakı iç,darı ye,çay iç' der.

Törende bulunanlar ateşe tütün atarlar,bununla evdeki tören tamam olur.Sonra çadırın bir tarafını söküp ölüyü oradan dışarı çıkarırlar.Urenhalar ölüyü yere gömmezler,uzaklara,kırlara atarlar.Başına bir sırık dikip buda dinine ait dualar yazılı kağıtlar korlar;bunun yanına ağaçtan yahut balçıktan küçük bir ev yapıp bırakırlar.

Urenhalardan birinde misafir bulunan biri ölürse bu ölüyü kapıdan çıkarırlar.Bir demet ot ile vurup 'nen varsa al, bize bırakma, beraber götür!' derler. Kendi ölülerini kapıdan çıkarmamalarının sebebi,fenalık yapmak için geri dönerken kapıyı bulamaması içindir.Ölü misafir ise inançlarına göre, akrabalarını arayacak, bu eve tekrar gelmeyecektir."

Bu inanç ve uygulamaların Erzurum'da yaşayan uzantılarına şu örnekleri verebiliriz:Merkez Güzelova köyünde bir kimse öldükten sonra devamlı olarak yakınlarının rüyasına girerse tandırda ekmek pişirirken yere düşen ilk ekmek evin bacasına fırlatılır ve 'Allahın seversen al payın, bir daha rüyama gelme' denilir.Yine aynı köyde bir kimse ölünün götürüldüğünü görürse yerden bir avuç toprak alıp serper ve 'al payını bir daha gelme' der.

Horasan'ın Azap köyünde ölünün mezardan çıkmaması için elbiseleri fakirlere dağıtılır.Örnekleri çoğaltabileceğimiz bütün bu inanç ve uygulamalardan anlaşıldığına göre eski Türk hayatında büyük ve tek tanrıdan başka,yardımcı ruhların ve gözle görülmeyen bir takım varlıkların etkisine inanılıyordu.

Tanrıların da insanlar gibi telakki edildiği,hatta insanlarla tanrıların bir arada bulunarak beşeri ilişkiler kurduğuna inanılan mitolojik döneme ait bu inançların bir kısmı tek tanrılı dinlere mensup insanlar arasında da kabul görerek varlıklarını bugüne kadar sürdürmüşlerdir.Günümüzde dahi Anadolu'da görülen alkarısı inancı,türbelere paçavra bağlanması,hastalıklardan korunmak için birtakım büyüsel işlemlere baş vurulması,mitolojik dönemlerin ve şamanizmin izleridir.

Günümüzde icra edilen ve bolluk getireceğine inanılan, sonradan oyunlaşmış birtakım merasimler de başlangıçta ataların ruhlarını memnun etmek amacıyla yapılıyordu.Ölünün ruhunu kutsamak,adakta bulunmak,kurban kesmek gibi işlemlerin benzerine günümüzde de rastlıyoruz.

Erzurum' da çok yaygın olarak kırk ekmeği ölünün ruhu ya da canı için verilmektedir.Bu yapılmazsa ölenin ruhunun hayatta kalan yakınlarını tedirgin edeceğine inanılır.

Oyunun belirli bir zamanda,yani yılbaşında oynanması, belirli bir biçimde sunulması ve oyuncuların bu konudaki inançlarını dikkate alan Metin And, oyunun bir bolluk töreni kalıntısı olduğunu savunarak bu oyunun ayniyet derecesindeki benzerlerinin yakın doğu ülkelerinde,Balkanlarda ve Avrupa da da oynandığını belirtir ve bunların kaynak itibariyle yakın-doğunun eski tarımsal bolluk törenlerine uzandığını açıklar.Metin And'a göre "bu bolluk törenleri işlevseldi,amaçları doğanın canlandırılması içindi.Bu törenlerle mythlerin birleşmesi dramı yaratmıştır."

Köy seyirlik oyunları ve bunların dayandığı eski tarımsal bolluk törenlerini sağlam bir zemine oturtabilmek için insanın tabiatla olan ilişkilerine dikkat etmek gerekir.Teknik gelişmelerin bulunmadığı ilkel dönemlerde insanoğlu çevresinde izlediği bitkisel hayatın uyarlanması veya uykuya dalması, hayvanların çiftleşmeleri ve yavrulamaları gibi olgulara dikkat etmiş ve her yıl canlanan,ürün veren,sonra bir çeşit uykuya dalan tabiat karşısında yeni yıl mefhumuna ulaşmıştır.

Bir yıldan diğerine geçerken eskinin kovulması, yeni yılın bolluk getirmesi için çeşitli törenlerin düzenlenmesi böyle bir anlayışın ürünüdür. Sir James Fraser'in ifadesiyle "doğal olayların değişkenliği ilkel insanı doğrudan doğruya etkilemektedir.

Her yıl toprak üzerinde meydana gelen büyük değişiklikler ilkel insanları bu değişiklikler üzerinde düşünmeye zorlamıştır.İlkel insan bu değişiklikleri büyü yoluyla etkileyebileceğine inanmıştır. Yağmuru yağdırmak, güneşi doğdurmak,yemişleri oldurmak,hayvanları üretmek,baharı getirmek için büyü törenleri yapmıştır."

Bütün eski kültürlerde mevcut olan yeni yıl mefhumunu canlı tutan Türkler de yüzyıllar boyunca Ergenekon'dan çıkışı simgelemek üzere kışın bitip baharın başladığı, yani tabiatın canlandığı günlerde tören düzenlemişler,Ateşte kızdırılan demir paralarını örs üzerine koyup çekiçle vurarak temsili bir ayin sergilemişlerdir.

"Çin kaynakları Hun kültüründen bahsederken tapınaklarını zikr ediyorlar. Bu haberlere göre hakanın karargahındaki tapınakta her yılın başında ayin yapılırdı."Orta Asya steplerinde hayvancılıkla uğraşarak göçebe hayatı yaşayan Türkler,yerleşik düzene geçtikten sonra bu ırki karakterlerinin yanı sıra komşu kültürlerin de etkisiyle yeni bir takım törenler icra etmeye başlamışlardır.

Koç katımı,davar yüzü,yılın iki ayrı bölümünden biri olan ruz-ı kasımın bitip ruz-ı hızırın başlaması, toprağın canlanması ve ürün alma dönemlerinden her biri toplu törenlere ve kutlamalara sahne olmuştur.Bu törenlerde hayvan postuna girilerek çeşitli taklitlerin yapılması,evlerin dolaşılarak yiyecek toplanması,bugünkü kış yarısı oyunlarının kaynağını teşkil etmiştir.

Abdulkadir İnan,Şamanist Türk kavimlerinin ayin ve törenlerini iki kısımda inceler:

1)Muayyen vakitlerde yapılması gereken ayin ve törenler

2)Tesadüfi olaylar dolayısıyla yapılan özel ayin ve törenler.Muayyen vakitlerde yapılan ayinler,ilkbahar,yaz ve güz mevsimlerinde yapılan ayinlerdir ki,bunların çok eski devirlerden beri yapılagelmekte olduğuna şüphe yoktur.

Eski bolluk törenlerinin kalıntısı olduğu anlaşılan kış yarısı törenleri muhteva bakımından incelendiğinde kız kaçırma ve ölüp dirilme motiflerinin ağırlıklı bir biçimde yer aldığı görülür. Kaçırılan kız, üremenin,bereketin simgesidir.Bu, beraberinde çiftleşmeyi ve arkasından çoğalmayı sağlar.Ölüp dirilme de tabiatın her yıl canlılığını, verimliliğini kaybetmesi,sonra tekrar canlanması,tohumun tarlaya atılması, bitkilerin yeşermesi, yeniden dirilişi hatırlatıyor. Bu düşüncenin örneklerini eski mitlerde de görüyoruz.

Mısır buğday tanrısı Osiris'in toprakla birleşmesi sonucunda bolluk olması.Mezopotamya tanrısı Tammuz'un İştar'la birleşmesiyle bitkilerin yeşermesi, İştar'dan ayrılınca her türlü üremenin ve yeşermenin durması, hasat tanrıçası Demeter'in kızı Persephone'in kaçırılışı ve izinle her yılın üç ayında yer yüzüne çıkması,bu düşünceyi besleyen mitolojik unsurlar olarak dikkatimizi çekiyor.

Bütün bu uygulamalarda başa dönme, asla yönelme şeklindeki mitolojik düşüncenin izlerini görüyoruz.Çünkü mitolojik düşüncede "menşee dönüş yeniden doğuş ümidi verir.Bütün dini merasimlerin maksadı başlangıca dönmektir.İlkel toplumlarda tedavi etmek yoktur.Ancak kaynağa dönülerek yeniden yaratma vardır.Dünyayı, hayatı yaratan güçlerin kaynağı enerji doludur.

Ölüp dirilme motifinin bir başka örneğine de şaman ayinlerinde rastlıyoruz.Şaman bir takım ön hazırlıklar yaptıktan ve ekstaz haline geldikten sonra "emegetini,yani koruyucu ruhunu veya başka tanrıları çağırır.Bunların çabuk gelmeleri için yalvarır.Bu ruhlar birdenbire bastırırlar, şaman korkusundan bayılır, düşer.

Şaman yüzüyle, yani secde eder gibi düşerse iyi alamet sayılır, arkasıyla düşerse fenadır.Şaman yere düşer düşmez herkes ilahiler okumaya başlar. Tecrübeli ihtiyarlar, şamanı ayıltmaya çalışırlar.Ruhlar arasında kendi emegetini gördüğü gibi,şaman ayılır,neşelenir,sıçramaya ve dans etmeye başlar."

Hayatını tabiatla bütünleştiren,tabiattaki değişikliklere göre yaşamına yön veren insanoğlu daha müreffeh bir hayat yaşayabilmek için doğanın canlanmasına ihtiyaç duymuş,bunun için de yağmur yağmadığı zamanlarda kuraklığı önleyecek çeşitli işlemlere baş vurmuştur.

"Türk kavimlerinde çok eski devirlerden beri yaygın bir inanca göre,büyük Türk tanrısı Türklerin cedd-i alasına yada (yahut cada, yat) denilen bir sihirli taş armağan etmiştir ki,bununla istediği zaman yağmur,kar,dolu yağdırır, fırtına çıkarırdı.Bu taş her devirde Türk kamlarının ve büyük Türk komutanlarının ellerinde bulunmuş,şamanistlere göre,zamanımızda da büyük kamların ve yadacıların ellerinde bulunmaktadır."

Yada taşından başka,kısırlığa sebep olan,doğumda kolaylık sağlayan ve çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılan taşlar da vardır.Türk kültür tarihinde büyüsel nitelik kazanan bu taşların kutsal sayılmalarının sebebini araştıran Bilge Seyidoğlu'na göre "taşlara sihir atfedilmesi bu taşların vaktiyle tanrılar tarafından kullanılmış olmasından ileri gelmektedir.

Taşlar kullanılırken de birtakım işlemler ve hareketler yapılır.Bunlar da bizi ilk zamanlarda bu taşları ilk kullanan tanrıların veya yardımcılarının onları böyle kullandıkları düşüncesine götürmektedir."

"Kırgız-Kazakların Er Gökçe destanında Altın Ordu'nun meşhur kahramanlarından Er Kosay, uzun kulaklı sarı atının ceğerlerinin altından cay taşı (yad taşı) çıkardı. Salladı, salladı yere koydu. Havadan yağmur yağdı. Yağmur suyunu içtiler."

"Kuraklık zamanlarında yağmur yağdırmak için cada taşından başka çarelere (tılsımlara) de baş vurulur.Ural dağlarının doğusunda yaşayan Ulu Kutay, Salcıvıt, Barın Tabun Başkurtlarında yağmur tılsımı olarak birbirini suya atmak, birbirine su atmak adeti vardır."

Türklerin İslam medeniyetine dairesine girdikten sonra edindikleri geleneklerden biri de yağmur duasıdır.Köylülerin topluca bir tepeye çıkıp kurban kesmeleri,namaz kılıp dua etmelerinden sonra yemek yemeleri biçiminde ortaya konulan bu uygulama günümüzde de Türkiye'nin bütün bölgelerinde, özellikle Erzurum'da varlığını sürdürmektedir.Buradaki büyüsel işlemlerin islami karaktere büründüğünü görüyoruz.

Yağmur yağmadığı zamanlarda çocukların veya gençlerin bir ağaç parçasını yahut süpürgeyi bebek biçiminde süsleyerek bunu kapı kapı dolaştırmalarından ibaret olan yağmur gelininin de çok eski bolluk törenlerinin kalıntısı olduğunda şüphe yoktur.Bu oyunun üç asli unsuru şunlardır:

1)Kukla biçimindeki bebeğin kapı kapı dolaştırılması.

2)Önünde durulan evin sahibi tarafından bebeğin üzerine su serpilmesi.

3)Her evde yiyecek toplanması.

Su,hayat vericidir.Bolluğun, çoğalmanın sembolüdür.Evleri dolaşarak yiyecek toplamak da şamanlığa giriş törenleriyle yakınlık gösteriyor.

"Baykal gölü ve Selenge ırmağı çevrelerinde yaşayan Buret'ler resmen budist sayıldıkları halde şamanizm geleneklerine çok bağlı kalan Moğol boylarından biridir.Bunlarda şamanlığa istidat gösteren adama şaman (bö) olması teklif edilir.Teklif kabul edilirse şaman namzedi komşularından biriyle oba oba, ev ev dolaşıp sadaka toplar.Namzede refakat eden adamın evinde demir parçaları ve paçavra gibi şeyler bağlanmış bir değnek (asa) bulunur."

Ayrıca Yağmur Gelini oyununun Erzurum 'un değişik köylerinde farklı biçimde anılan isimlerinden yola çıkarak menşei ile ilgili bazı ipuçları elde etmek mümkündür.B, m, v, d seslerinin hakim olduğu bu kelimelerin kaynağının kesin bir biçimde belirmemiz oldukça güç.Ancak dandik kelimesinin 'ahmak, boş,yararsız' anlamlarında argo bir sözcük olduğu görülmektedir.

Eski oyuncuların temsillerde fallus kuşandığını belirterek bunun bolluk getiren bir etken, tılsım olduğu gibi kötülük kovan bir etkiye de sahip olduğunu ifade eder.Ayrıca bir kutsama aracı olarak fallusun şamanizm inançları arasında da yer aldığını biliyoruz."Başkurtlar ağaçtan fallus kadar bir nesne yapıp onu asarlar,sefere çıkarken veya düşmanla karşılaşırken onu öper ve ona secde ederlerdi."

Bir bolluk töreninin kalıntısı olduğundan şüphe olmayan, bugün de yağmur ve arkasından bolluk,bereket getireceğine inanılarak sergilenen oyuna erkeklik aygıtı manasında dandik adının verilmesi oldukça ilginçtir.Çünkü üremenin,bolluğun simgesi olan fallus birçok mitte yer aldığı gibi,şamanizmde de mevcuttur.

Bütün bu örnekler ve değerlendirmeler eski kutsal törenlerin ve ritüellerin asıl amaçlarını kaybederek oyunlaştığı,zamanla işlevini kaybederek eğlence haline geldiği gerçeğini ortaya koyuyor.Ritüellerin köy seyirlik oyunlarına kaynaklık ettiğini söyleyen Sevda Şener,şu yorumu getiriyor:

"... Tiyatronun asal öğesi olan bir olayı taklitle canlandırma eyleminin ilkel kavimlerin büyü törenlerinde bulunduğu ve tiyatronun bu canlandırma eyleminden türediği görüşü kalın çizgileri ile kabul edilmektedir.Antik Yunan dramının mevsim değişmesiyle ilgili ritüellerden doğmuş olduğu görüşü bir çok tiyatro tarihçisi tarafından benimsenmiştir.

Günümüzde hemen her ülkede kutlanan halk bayramlarının ve belli günlerde oynanan köy oyunlarının eski büyüsel törenlerin uzantısı olduğu varsayımı da geçerli sayılmaktadır."

B)Totem ve Ongunlar, Kutsal Hayvanlar

"Bir insan grubunun ya da tek bir kişinin mistik ve majik duygularla bağlı bulunduğu hayvan, bitki, doğasal olay ya da cansız bir nesne " biçiminde tanımlanan totem,ilkel insanın hayatında ve düşünce dünyasında önemli bir yere sahipti.

Bu düşünce etrafında geliştirilen ve kendine has kuralları olan inanç sistemi totemizm olarak adlandırılıyor ve ilkel dinlerden sayılıyor.Totemizmin kalıntısı olarak çeşitli maddelerden yapılan ve özenle muhafaza edilerek kutsallık atfedilen resim,şekil ve armalar da ongun adını alıyor.

Türklerin de başlangıçta bir totemcilik dönemi yaşadıkları, daha sonraki devirlerde çeşitli ongunlara sahip oldukları biliniyor. Farklı din ve kültürlerin etkisine rağmen bu inanış biçiminin kırıntılar halinde günümüze kadar devam ettiği,başka unsurlarla birleşerek varlığını sürdürdüğü iddia edilmektedir.

Abdulkadir İnan,ongun hakkında şu bilgileri veriyor:Altaylarda 'tös=töz' ,Yakutlarda 'tangara', Uranhalarda 'eren', Moğol Buretlerde 'ongon' denilen putlar - fetişler vardır.Bunlar, keçeden,paçavradan,kayın ağacı kabuğundan yapılır.Bir kısmı çocukların oynadıkları bebeklere benzerler.Bir kısmı da tilki, tavşan ve başka hayvan derilerinden ibarettir.Bunlar duvarlara yahut sırıklara asılır.Bazı aileler bunları torbalarda saklarlar. Ava veya önemli bir sefere çıkarken bu putlara saçı saçarlar ve ağızlarına yağ sürerler.

Divanü Lügati't Türk'te töz kelimesinin karşılığı olarak "asıl, kök" manalarının verilmiş olması, kelimenin yüklendiği anlamı ve bunun çevresinde oluşan inanış biçimini doğrular mahiyettedir."Müslüman Türklerde de eski töz ve ongon kültünün izlerine rastlanmaktadır.Doğu Türkistanlı bakşılar hastaları tedavi ederken bir çok kuğurçak (kukla) kullanırlar. Başkurt ve Tobol bakşıları sıtma hastalığını paçavradan yaptıkları korçak (kukla)lara nakledip uzaklara götürürler.

Ongon (tös/töz) kültünün,totemcilik devrinin bir hatırası ve kalıntısı olduğu birçok etnograflar tarafından iddia edilmektedir. Ongon (töz)ların çoğu hayvan tasvirleri veyahut hayvan adları taşıdıkları ve töz kelimesinin eski ve yeni Türk lehçelerinde 'esas, menşe, kök' anlamına gelmesi bu faraziyeyi kuvvetlendirmektedir."

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldığı şekliyle eski Türk düşüncesinde asıl büyük tanrıdan başka farklı fonksiyonlara sahip olağanüstü tarzının izlerine günümüzde Erzurum köy seyirlik oyunlarında rastlıyoruz.

Yağmur Gelini (Bolbadik) oyununu örnek olarak gösterebiliriz.Kuraklık zamanlarında çocukların veya gençlerin ellerinde dolaştıkları yapma bebek, yağmurun yağmasını sağlayacak olağanüstü varlığın simgesi,ongunu olarak taşınıyor.Bugün elbette bu düşünce bütünüyle ortadan kalkmış ve islami bir karaktere bürünmüştür."Ver Allahım ver bir sulu yağmur!" ifadesiyle yağmurun Allah'tan istendiği açıkça ortaya konuluyor. Ama bir totemizm unsuru olarak kukla da varlığını koruyor.

İlhan Başgöz, bu yağmur töreninin kökeni hakkında hazırladığı incelemesinde törene ve törende dolaştırılan bez bebek veya canlı çocuğa verilen isimlerin manalarından yola çıkarak oyunun kaynağının araştırmıştır.

Ona göre Anadolu'nun bütün bölgelerinde oyuna ad olarak verilen kelimeler Türkçede veya başka dillerde 'kurbağa' ,'kurbağa yavrusu' anlamındadır.Anadolu'nun bazı köylerinde kurbağa yavrusuna kepçecik,çömçecik adları verilmektedir. Hindistan'ın Kanada bölgesinde kurbağaya doddu deniliyor.Yine Hindistan'ın bazı bölgelerinde yapılan törenlerde gezdirilen bebeğe mindaki adı verilir.Mindaki, 'kurbağa kız' demektir.

Anadolu yağmur törenlerinin bir kısmında bizzat kurbağanın kendisinin dolaştırıldığına, susuzluktan kurbağanın öldüğü yolunda ifadeler kullanıldığına ve her evden kurbağanın üzerine su döküldüğüne dikkat çeken İlhan Başgöz şu sonuca ulaşır:

"... Yağmur törenlerinde taşınan yapma bebeğin yahut canlı çocuğun kurbağa yada kurbağa yavrusunu simgelediği ileri sürülebilir.Törenin ilk biçiminde kurbağa taşınmış olmalıdır,daha sonraki değişmelerle birlikte kurbağanın yerini onu simgeleyen bir çocuk veya yapma bebek almıştır."

Başgöz, tezini daha ileriye götürerek Asya'nın çok eskiden beri tarımla uğraşan Çin ve Hindistan gibi memleketlerinde kurbağanın yağmur tanrısı olarak tanındığını, bugünkü oyunlarda yağmur gelini genel adıyla bilinen yapma bebeğin bir totem unsuru halinde varlığını koruduğunu iddia eder. Abdulkadir İnan'ın yıllar önce bu konuda ortaya koyduğu yorumu da Başgöz'ün görüşünü kuvvetlendirecek mahiyettedir:

"Bu adetteki 'kadın kuklası' şamani Türklerin panteonuna dahil olan töslerden bazılarına çok benziyorsa da Anadolu Türklerinden başka Türklerde buna benzeyen bir merasime tesadüf edilmiyor.Galiba bu adet,ileri Asya'nın pek eski yerli zürra bir kavminden kalma bir adet olsa gerek.Bu adete dair bütün Anadolu,Suriye,Irak ve Azerbaycan adetleri toplanırsa ihtimal ki bu merasimin eski dini şekli tayin edilebilir."

Erzurum köylerinde yaptığımız araştırmalarda henüz kurbağa görünümü kazanmamış olan küçük kurbağa yavrusuna kepçe adının verildiğini tespit ettik. Bu nedenle bazı köylerimizdeki yağmur törenlerinde yapma bebeğe verilen kepçe hatun adının bir mutfak eşyası olan kepçeden değil kurbağa yavrusuna verilen isimden kaynaklandığı söylenebilir.

Ayrıca Erzurum'un bazı köylerindeki mirmındik,mırmındırik biçimindeki adlandırma da Hindistan'ın kurbağa kız anlamındaki mindaki si ile benzerlik arzetmektedir.Bunun mindaki,mındik,mırmındik biçiminde geliştiği iddia edilebilir.Yine İlhan Başgöz'ün yoruma tabi tuttuğu isimlerden doddu nun değişerek dodo veya dodu şekliyle Erzurum'da kullanıldığını tahmin edebiliriz.

Bu bilgilerden yola çıkarak Erzurum'da sergilenen yağmur gelini oyunu ile kurbağa arasında yakınlık kurmak yanlış olmayacaktır.Kurbağanın Türk mitolojisinde taşıdığı değeri kesin çizgileriyle belirleyemiyoruz.Ancak Beltir ve Sagay kamlarının davullarında kurbağa resminin bulunması oldukça anlamlıdır.

Tufan olayının "G. Potanin tarafından tespit edilen Uryanha (Tuba) rivayetine göre yer,bir kurbağa üzerindedir.Kurbağa kımıldanırsa tufan olur.Eski bir zamanda bu kurbağa kımıldamış ve yeryüzünün büyük denizi (ulu talay) dalgalanmış,kaynar gibi olmuş,tufan olmuş."

Bahaeddin Ögel,Altaylıların ceplerinde taşıdıkları bir takvimin resmini vererek şu açıklamada bulunuyor:"Ortada, efsanelerimizde sık sık geçen ilk 'Ortadeniz' görülüyor.Bu denizin ortasında yaşayan kurbağa-kaplumbağa karışımı efsaneleşmiş bir mahluk yer almış ve iki tarafını da balık kuşatmıştır. "

Gerek kurbağaların yağmurlu ve bulutlu havalarda yumurtladıkları,bağırdıkları ve çiftleştikleri yolundaki bilimsel veriler,gerekse bu konudaki mitolojik bilgiler ilkel insanın kurbağayı yağmurun yağması ile ilgili majik işlemlerde etkili bir hayvan olarak kabul ettiğini ortaya koyuyor.Yağmurlu zamanlarda kurbağaların çiftleşmeleri de üreme,bolluk,bereket unsuru olarak dikkatimizi çekiyor.

Türkler arasında yaygın olan yapma bebek geleneğinin izlerine Erzurum köy seyirlik oyununda Bebek oyununda rastlıyoruz."tıpkı Altay şamanlığında olduğu gibi,hastalığı başka bir nesneye yahut hayvana 'göçürme' ,Türkistan bakşılığının da en önemli unsurlarından biridir.

Ayin, 4,6,12,15,16 bölüm olur.Bazan ayin (oyun) bölümleri korçaklar (bebekler) ile tayin edilir.Bu ayinlere 'altmış korçak oyunu' yahut 'seksen korçak oyunu' denilirse de hakikatte 20 tane korçakla tamamlanır."

Her kabilenin bir hayvandan türediğine dair ilkel düşüncenin giderek zayıflaması sonucunda bu inanış biçimi tümüyle ortadan kalkmış,daha sonraları bir ongun halinde varlığını sürdürmüştür.Şamanizm inançlarına göre bu heykelcikler, kabilenin,soyun,ailenin koruyucu olarak kabul edilir ve belirli zamanlarda yapılan dini törenlerde bu heykelciklere yemekler verilir, çeşitli saçılar saçılırdı.

Zamanla bu inanış da zayıflamış,özellikle Orta Asya Türk topluluklarında bazı hayvanlar ve yırtıcı kuşlar kutsal sayılarak sadece sembol seviyesinde kalmıştır."Oğuz boylarının armaları olan kuşlara da ongon adı verilmiş olmasına rağmen,Oğuz Türklerinin onlara yemek sundukları ve saçı saçtıkları hakkında elimizde hiçbir kayıt yoktur.

Bazı kavimler böyle iptidai din devrelerini erken çağlarda geçirmiş fakat bu eski hatıralar, toplum yüksek bir seviyeye eriştikten sonra bile,arma şeklinde olsun devam edegelmişlerdi.""Yakutlarda kısır kadınlar çocuk vermesi için kartala baş vurup yalvarırlardı.Bundan sonra dünyaya gelen çocuğa 'hotoy terütteh' (kartaldan türemiş) denilirdi."

XVIII. asırda Orta Asya'da seyahat ederek Orhun yazıtlarını da bulan İsveçli subay Strahlanberg,Yakut Türklerini ziyaret ederek onlar hakkında şu çok önemli bilgileri vermişti:"Yakutlara göre,yaratıklardan (Creatur) biri kutsal sayılır ve her kabile ile soy da bu hayvandan türediklerine inanırlardı.

Bunlar,boyların kutsal saydıkları kuğu,kaz,karga vs. gibi hayvanlardı.Bunun içinde bu hayvanlar hiçbir suretle yenmezdi.Fakat o hayvanın boyundan gelmeyenler için bir mesele yoktu.Başkaları pekala diğer boyun kutsal hayvanını yiyebilirdi."

Kültür tarihi araştırmaları, insanların bir hayvan soyundan geldikleri biçimindeki inançları kapsayan totemizmin giderek kaybolduğunu,ama izlerinin her dönemde varlığını koruduğunu gösteriyor.Türklerin Anadolu'ya yerleşmelerinden sonra ise ongun seviyesinde de mevcut olmadığını,sadece halk adet ve inanmaları arasında kırıntılar halinde yer bulduğunu görüyoruz.Bu gelişmede Türklerin İslamiyeti kabul etmesi de etkili olmuştur.

Günümüzde Anadolu'nun diğer bölgelerinde olduğu gibi,Erzurum'da da bu inançlara rastlanmaktadır.Bugünkü Erzurum köy seyirlik oyunlarında ve danslarında bu inancın izlerini görmek mümkündür.Ancak bugün oyunlar sadece eğlence amacıyla sergilenmektedir.Oyuncu ve seyirciler, bu motiflerin manasını bilmemektedirler.

Erzurum barları içinde önemli bir yere sahip bulunan, ancak günümüzde unutulmaya yüz tutmuş olan Turna barı,halk dansları grubuna girmekle beraber bünyesinde taşıdığı dramatik figürlerden dolayı seyirlik oyunlar arasında ele alınmasını zorunlu kılmıştır.İki kişi tarafından oynanan Turna barında erkek ve dişi turnanın çiftleşmesi ve kanat çırpmaları temsil edilir.Böylece dramın asgari şartı olan "kendinden başkasını canlandırma" özelliği gerçekleşmiş olur.

Turnanın bir oyuna konu olarak seçilişini araştırdığımızda oyunun kökeninin totemizme dayandığı sonucuna ulaştık. Gerek Türk kültür tarihi ile ilgili kaynaklar, gerekse halk arasındaki inançlar,bu yargıya varılmasında etkili oldu.

X. yüzyılda Abbasoğulları döneminde özel bir görevle Türklerin yaşadığı bölgeleri gezmiş olan Arap bilgini İbni Fadlan,Başkurt Türklerinden bir kısmının turnaya taptığından söz eder.U. Holmberg Yakut kabilelerinin kutsal ataları arasında turnanın da bulunduğunu belirtir.

Şükrü Elçin de Türk Halk Edebiyatında Turna Motifi adlı değerli araştırmasında turnanın totem unsuru oluşuyla ilgili olarak şu tespitlerde bulunuyor:"Kuşlar içinde konumuzu teşkil eden su kuşu turnanın,Türklerde Gök Tanrı tasavvuru dışındaki ilahlardan biri olarak hikmet sahibi ruhu temsil ettiği kabul edilmektedir.

Prof. W. Eberhard,milattan önce iki bin yıllarında yaşamış,proto-türk olmaları ihtimal dahilinde bulunan Chon'larda su kuşu motifi içinde hakim ruhun timsali turnanın yaşadığına işaret etmektedir.Masao Mori,Türklerin ataları sayılan Tie-le 'ler vasıtası ile Tingling'lere atfedilen geyikli alp abidelerinde turnanın yer aldığını söyler.Aynı motif Göktürk abidelerinde devam eder.Henüz Müslüman olmamış Kırgızlar arasında seyahat eden İbni Fadlan, onuncu asırda turnanın Gök Tanrı dışındaki ilahlardan biri olduğunu kaydeder."

Şükrü Elçin,söz konusu yazıda,turnanın Başkurtlar tarafından 'selamet yolunu açan bir ilah' olarak kabul edilmesiyle şamanist Türklerin dişi ruhlar zümresine ad olarak verdikleri Ayzıt arasında ilgi kurar ve turnanın Ayzıt gibi telakki edildiğini savunur.İlk Türk dervişleri de zaman zaman kuşların taklit edilmesiyle yapılan elbiseleri giyerlerdi.Ahmet Yesevi'nin bazen 'turna donu' na girdiği, yani turna elbisesi giyindiği rivayet olunuyor.

İslami inançların etkisiyle tanrısal özelliğini kaybeden turna, halk düşüncesinde 'mübarek kuş' olarak tanınmış, sılaya haber götüren sevecen bir yaratık biçiminde telakki edilmiştir.

Turna,halk hikayelerinde de habercilik fonksiyonuyla yer alır, şiirlere konu olur.Bugün Erzurum'da turna mübarek ve uğurlu bir kuş olarak kabul edilir. Turnayı öldürmek veya yaralamak günah sayılır.

Şenkaya'nın Kaynak köyünde turna katarı geçtiği zaman yere on beş-yirmi tane taş dizilir,sonra bu taşlar dağıtılırsa turna katarı da dağılır.Genellikle turnanın eti yenilmez.Bütün bunlar turnanın bir totem unsuru olarak günümüze kadar önemini koruduğunu ve bir halk dansıyla dramatize edildiğini gösteriyor.

Erzurum'da hayvan taklidinin yapıldığı danslardan biri de Tavuk barıdır.Oyunun en önemli figürü oyuncunun bacaklarını titreterek ayağa kalkmasıdır. Önce tavuğun Türk kültür tarihindeki yerini görelim.

Kaşgarlı Mahmud'un verdiği bilgilere göre eski Türklerde tavuk ve horoz için kullanılan ortak isim takagu idi.Aynı cinsin dişisi ve erkeği olan bu hayvanları birbirinden ayırmak için birincisine tişi takagu,diğerine de erkek takagu denilirdi.Eski Türk takviminde her on iki yıl,çağ olarak kabul edilir ve bu on iki yılın her birine bir hayvan adı verilirdi.

Bu hayvanlardan biri de tavuk idi.Bahaeddin Ögel, eski Uygur metinlerinde yer alan "Öpkesin,bagırın,kumşıklarında tuta (öfkesini ve bağrını gagalarında tutarak)" ifadesinde korkunç bir kuşun gagalarından söz edildiğini belirtmekte ve tavuğun gagasının ta tumşuk kelimesi ile karşılanmasını aynı mitolojik inanışa bağlamaktadır.

Oğuz Kağan destanında altın ve gümüşten yapılmış tavuk armalarının yer alması da oldukça anlamlıdır. Ayrıca tavuğun şaman ayinlerinde, özellikle tedavi amacıyla kullanıldığını görüyoruz.Türkistan'daki şaman ayinlerini araştıran S.E. Malov'un bildirdiğine göre 1915 yılında Aksu şehrinde yapılan bir ayinde bakşı, ayin için hazırlanmış tavuğu hastanın başı üzerinde dolaştırmak suretiyle şifa vermeye çalışmıştır.

Günümüzde de halk arasında tavuğun hastalık tedavisinde kullanıldığını biliyoruz.Erzurum'da tavuk ve horozla ilgili diğer inanışlar da şöyledir:Tavuk öterse onu bacadan aşağıya atarlar,eğer evin içinde tandıra doğru koşarsa tutup keserler,dışarıya koşarsa kesmezler.Horoz vakitsiz öterse ev büyüğü ölür.Tavuklar çok bağırırsa deprem olur.Tüyleri istisnasız beyaz olan horozun geldiği yerde kadınların ayağa kalkması gerekirmiş.O horoz molla sayılırmış.Ayağa kalkılmaması günah kabul edilir.

Erzurum'un oynanan kadın barlarından biri, Çift Beyaz Güvercin adını taşır.Turna ve tavuktan sonra güvercinin de oyunlara konu olması tesadüfi değildir.Verbitsky tarafından XIX.yüzyıl ortalarında Altaylılardan tespit edilen tufan rivayetine göre Nama,suyun derinliğini öğrenmek için kuzgunu gönderdi,kuzgun dönmedi;kargayı gönderdi,o da dönmedi;saksağanı gönderdi,o da dönmedi.

Nihayet güvercini gönderdi.Güvercin gagasında dal ile geri döndü.Nama,kuzgun,karga ve saksağanı görüp görmediğini sordu.Güvercin bunları gördüğünü,her üçünün de leşe konup gagaladıklarını haber verdi. Nama,"Onlar kıyamete kadar leş ile geçinsinler, sen benim sadık hizmetçim oldun;kıyamete kadar benim evladımla beraber yaşa" dedi.

Ayrıca, hastayı tedavi etmek için düzenlenen şaman ayininde güvercinin, hastanın başı üzerinde dolaştırıldığını;Hacı Bektaş Veli'nin güvercin donuna girdiğini hatırlatmak gerekir.Yılbaşında oynanan ve Deve oyunu,Yılbaşı oyunu gibi adlarla anılan oyunda deve ve ayı oynatılması yaygındır.Oyunda insanlar tarafından taklit edilen deve ve ayının Türk köylüsünün hayatına nasıl girdiği hususu oldukça düşündürücüdür.

Bu konuda kaynaklarda yeterli ip ucu bulamamakla birlikte Altay yaratılış mitinde deve ve ayı unsurlarına rastlıyoruz:"Erlik, eline çekiç,körük,örs aldı. Bir vurdu ayı çıktı, biz vurdu domuz çıktı,bir vurdu Albıs (fena ruh) çıktı, bir vurdu deve çıktı"

"Aba tös, şamanistlerin en çok saydıkları putlardan biridir.Ayı tasviridir.Aba (apa),eski Türkçe de baba,ata anlamlarını ifade etmiştir.Bütün eski Türk lehçelerinde ayı'ya gerçek adı olarak azıg (azıg, ayıg, ayu, ayı) denildiği halde bazı boylarda bu canavar aba (XI. Asır Kıpçaklarında ve bazı Altay lehçelerinde) yahut 'ese, ebe,ebüge (Yakutçada) ' denilmektedir.

Bu kelimelerin hepsi 'ata' manasına gelir ki kuzey kavimlerinde bu hayvanın adı tabu sayıldığı devirden kalma gelenektir.Ayı kültünün izleri yüksek kültürlü İskandinavya köylerinde bile tespit edilmiştir."

"Şamanistlere göre ayı, orman tanrısı-ruhunun timsalidir.Adı da tabudur.Şamanistler bilhassa ormanlarda ayının adını söylemekten korkarlar. Eski Kıpçaklar ayıya 'aba' derlerdir."

Özetlemek gerekirse Erzurum'da oynanan köy seyirlik oyunlarında, özellikle ritüel oyunlarda ve halk danslarının bir kısmında eski kutsal ayinlerden, totem ve ongun önemlerinden kalma izler vardır.Profan mahiyetteki oyunlarda da hayvan benzetmelerine rastlamak mümkündür. Ancak bunların mitolojik kaynaklı olsalar bile köy hayatıyla bütünleşmiş oyunlara girdiğini görüyoruz. Köylü, hayatının çeşitli safhalarında yararlandığı hayvanları oyunlarına konu olarak seçmiştir.

Pertev Naili Boratav'ın ifadesiyle seyirlik oyunlar 'sadece eğlence vesilesi ve aracı,hayal ürünü,gelip geçici şeyler değildir,onlar,toplumun günlük sorunlarından,tasalarından,kaygılarından,sevinçlerinden,işlerinden,üretim ve tüketim çabalarından,törelerinden,törenlerinden ayrılamaz.

Bir kelime ile halkın yaşamı ile kaynaşmışlardır;onunla bir bütün halindedir ve ancak toplumun yaşamının türlü yönleriyle bir arada incelenerek değerlendirilip yorumlanabilirler.'

C)Fıkralar

Fıkra anlatıcılığı belli bir maharet ister. İyi bir fıkra anlatıcısı,karşılıklı konuşmaları verirken ses tonundaki değişiklikler ve farklı mimiklerle anlattığı olayın akışına canlılık kazandırır,fıkranın dinleyici üzerindeki etki gücünü artırır,böylece çok alt seviyede de olsa dram niteliği ortaya koyar.

Fıkrada yer alan kişileri ayrı ayrı taklit ederek kendinden başka birini canlandırmanın en yüzeysel örneğini sergiler.Fıkra anlatıcılarının bu özelliğini dikkate alan Edmond Saussey,halk tiyatrosunun oluşumunda fıkraların büyük ölçüde yardımı olduğunu iddia eder.

Fortunat Strowsky,bu düşünceyi daha ileriye götürerek anlatmanın dramatik özelliğine değinirken şu yorumu yapar:"Her insan, kendi kendini sıkı bir murakabeye tabi tutmadığı takdirde,anlattığı şeyi oynamaktan vazgeçemez.Zaten kendisini dinleyen de sözlerinden ziyade onun bu oyununa dikkat eder."

Fıkraların yapısında yer alan güldürme ve düşündürme ögeleri ile fıkra anlatıcılarının ortaya koydukları canlandırma özelliği,bu tür ile halk tiyatrosu arasında geçişmelere zemin hazırlamıştır.

İkisinde de günlük hayattan alınmış bir olay anlatılır.Ama, seyirlik oyunda gösterme,canlandırma,fıkrada ise anlatma ile birlikte kısmen canlandırma özelliği ön plana çıkar.Yani fıkracı tek kişilik oyunun oyuncusu konumuna yaklaşma eğilimindedir.Bu özellik Saussey'in belirttiği gibi, rol yapma, taklit etme yeteneğinin gelişmesini hızlandırmış ve kolaylaştırmıştır.

Fıkralarla köy seyirlik oyunları arasında bir karşılaştırmaya gittiğimizde bazı seyirlik oyunların konularını fıkralardan aldığını görüyoruz.Oturma odalarında,çeşitli sohbetlerde anlatılan bir fıkra, oyun biçimine sokulabilecek nitelikte ise seyirlik oyunları sergileyebilen bir kişi bu fıkrayı oyunlaştırarak seyircisine sunabiliyor.

Erzurum'un Pasinler ilçesine bağlı Yastıktepe köyünden derlediğimiz Deve oyunu bunun tipik bir örneğini oluşturmaktadır.Bu oyunda sergilenen olayların fıkra biçiminde anlatıldığını biliyoruz.Fıkranın son bölümündeki manzum konuşma, oyunda da dikkati çeken asıl unsur durumundadır.Er bulunur Bar Bulunmaz oyunu da yine halk arasında anlatılan bir fıkranın canlandırılmasından ibarettir.

D)Türküler

Köy seyirlik oyunlarının oluşumunda halk türküleri önemli bir rol oynamıştır.Muhtevasında karşılıklı konuşmalara yer verilen bazı türküler oyun halinde sergilenmeye çok müsaittirler.Bir durumun veya kişiliğin tasvir edildiği oyunlar da aynı özelliğe sahiptirler.

Tandıra Koydum Paçayı,Deli Kız Sinin Geliyor vb. türküler bu özelliklerinden dolayı seyirlik oyunlara kaynaklık etmişlerdir.Bu türkülerin sözleri yetenekli oyuncular tarafından canlandırılarak komik öğesi ile birleştirilir. Müzik eşliğinde ve dans biçiminde sunulur.

E)Günlük Olaylar

Seyirlik oyunlardan bir kısmı konularını doğrudan günlük hayattan alırlar.Yaşanan hayatın içinden bir kesit alınarak dramatize edilir,böylece bir oyun ortaya çıkmış olur.İncelediğimiz oyunların büyük bir kısmı bu türdendir.İki çocuğun sokakta aşık oynaması, gülünç öğelerle beslenerek Aşık oyunu adıyla sunulur.

Doktor,çoban,kalaycı gibi meslek sahiplerinin taklidine dayanan, aile hayatını gündeme getiren oyunlar da konularını günlük hayattan almışlardır.Ancak bunları,kökleri eskiye dayanan adet ve inanmalardan bütünüyle soyutlamak mümkün değildir.Kutsal törenlerin,ritlerin,totem ve ongun unsurlarının izlerine rastlamak ihtimal dahilindedir.

-----------------------------
KAYNAK:Kültür ve Turizm Bakanlığı
Alıntı  
Dışarıda Site Yönetimi
Admin
*******
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesaj Sayısı: 12,518
Konu Sayısı: 11,588
 
#7
17/07/2008, 01:13
ERZURUM KÖY SEYİRLİK OYUNLARI

Oyunların Tasnifi

Köy seyirlik oyunları üzerinde tasnif denemesi yapan ilk araştırmacı, Ahmet Kutsi Tecer'dir.Köylü oyunlarını ilk kez ciddi bir biçimde gündeme getiren ve konuyu araştırıcıların dikkatini çeken Tecer, Köylü Temsilleri başlığının taşıyan kıymetli incelemesinde bir tasnif denemesi yapmıştır.

Konunun o güne kadar işlenmemiş olması ve elde yeterli oyun metninin bulunmaması tasnifi daraltmış,köklü ve kapsamlı bir kümeleme yapılmasına engel olmuştur.Bu araştırmasında Tecer, köylü oyunlarını başlıca iki gruba ayırır: 1)Dini temsiller, 2)Ladini temsiller.Fazla ayrıntıya inilmemekle birlikte bu incelemede oyunların mitolojik kaynaklı olması ile konularını günlük hayattan alması gibi açılardan ve çok genel bir biçimde dikkatlere sunulduğu görülüyor.

Şükrü Elçin Anadolu Köy Orta Oyunları (Köy Tiyatrosu) adıyla sunduğu çalışmasında,ele aldığı oyunları muhtevaları bakımından önce iki büyük gruba ayırmış, sonra bunları alt başlıklar halinde kümelemiştir. Elçin'in tasnifi şöyledir;

A)Ritüel oyunlar

1)Yılın değişmesiyle ilgili oyunlar

2)Mücerret fikirlerle ilgili oyunlar

3)Hayvan kültüne bağlı olan oyunlar

4)Bitki kültüne bağlı oyunlar

5)Mezhep merasimleri

B)Profan mahiyetteki oyunlar

1)Günlük hayattan alınan oyunlar

2)Masallara bağlı oyunlar

3)Destanlara veya saz şairlerinin hayatlarına bağlı oyunlar

4)Tarihi olaylara bağlı oyunlar

5)Hayvanları taklit edici oyunlar

6)Samıt veya lal oyunları

7)Bebek (kukla) oyunları


Köy seyirlik oyunları üzerinde çok geniş bilimsel araştırmaları bulunan Metin And ise, "Anadolu Dramatik Oyunları" başlığı altında oyunları farklı gruplar halinde incelemiş burada tasniften çok,oyunların ayırıcı bir takım özelliklerini dikkatlere sunmaya çalışmıştır.Metin And'ın verdiği başlıklar şunlardır:

A)Ölüp Dirilme

B)Kız Kaçırma

C)Ölüp Dirilme + Kız Kaçırma

D)Günlük Yaşamdan Sahneler

E)Esnaflık Benzekleri

F)Tarımsal Oyunlar

G)Çoban Oyunları

H)Hayvan Benzetmeceleri

I)Efsane ve Masallardan Oyunlar

J)Şakalar ve Dilsiz Oyunları

K)Kukla

Metin And daha sonra hazırladığı Geleneksel Türk Tiyatrosu adlı eserinde kendisine ait olan bu tasnifi yetersiz bulduğunu şöyle açıklar:"Hemen belirtelim ki bu,bilimsel bir kümeleme olmaktan uzaktır.

Şöyle ki oyunların kimi işlevleri kimi konuları bakımından kümelenmiştir;ayrıca bir kümedeki oyun işlevi yada konusu bakımından bir başka kümeye de geçişebilmektedir.Böyle bir kümeleme uygulamasındaki kolaylık bakımından yapılmıştır."Metin And,bu eserinde de öncekinden biraz farklı olarak şöyle bir tasnif denemesi yapmıştır;

1)Kuttören ve Söylence Kaynaklı Oyunlar - Gerçekçi Oyunlar

2)Ölüp Dirilme ve Kız Kaçırma

3)Yılbaşı ve Yıl sonu Oyunları

4)Tarımsal Oyunlar - Çoban Oyunları

5)Hayvan Benzetmeleri

6)Dilsiz Oyunları- Kukla Şaka Oyunları

7)Tek ve Çift İzlekli Oyunlar - Dizi Oyunlar


Bu konudaki en yeni tasniflerden biri de Nurhan Karadağ'a aittir.Karadağ'ın tasnifinde de fonksiyonlar ve biçimle ilgili özellikler aynı kümelemeye dahil edilmiştir:

A)Belirli günlerde oynanan töresel yada büyüsel oyunlar

B)Sadece eğlence için oynanan oyunlar

C)Müzikli ve danslı sözsüz oyunlar

D)Müzikli, danslı ve türkülü oyunlar

Bu kısa özetten sonra görüldüğü üzere seyirlik oyunlar konusuna eserleriyle değerli katkılarda bulunan bu bilim adamları ve araştırmacılar tasnif yaparken ya konuyu bir tek açıdan ele almayı yeğlemişler,yahut da aynı kümeleme içinde fonksiyon,konu,biçim,köken vb. farklı açılardan aynı anda göz önünde tutarak oyunların dahil olduğu grubu belirsiz hale getirmişlerdir.

Erzurum köy seyirlik oyunlarına gelince, aynı zorluk burada da geçerlidir.Bu nedenle oyunları bir tek tasnifle ortaya koymak yerine farklı açılardan değişik gruplandırmalara tabi tutmayı daha sağlıklı buluyoruz. Oyunları şu başlıklar halinde incelemek istiyoruz:


A)Oynanış Biçimine Göre:

1)Müzikli, danslı, sözsüz oyunlar

2)Müzikli, danslı, türkülü oyunlar

3)Törensel oyunlar

4)Sadece taklide dayalı oyunlar


B)Oynanma Zamanına Göre:

1)Belirli günlerde oynanan oyunlar :

a)Kış yarısı oyunları / b)Yağmur törenleri

2)Herhangi bir günle sınırlı olmayan oyunlar

C)Oyuncuların Cinsiyetine göre:

1)Kadınlar arasında oynanan oyunlar

2)Erkekler arasında oynanan oyunlar

3)Hem kadınlar, hem erkekler tarafından oynanan oyunlar

D)Oyuncu Sayısına göre:

1)Tek kişilik oyunlar

2)İki kişi ile oynanan oyunlar

3)Üç veya daha fazla oyuncunun yer aldığı oyunlar


İncelediğimiz oyunları kökenlerine ve fonksiyonlarına göre tasnif etmek de mümkün olabilirdi.Ancak,tamamen güncel olduğu zannedilen bazı oyunların çok eski kutsal törenlerin uzantısı olma ihtimali vardı.

Bunları ayıklamak ve sağlıklı sonuçlara ulaşmak başlı başına bir araştırmanın konusu olabilecek niteliktedir.Bu konuyu oyunların kaynakları bahsinde imkanlarımız ölçüsünde irdelemeye çalıştık.

Fonksiyon bakımından da oyunlar karmaşık bir durum arz ettiği için,Metin And'ın yukarıda kaydettiğimiz endişelerine paralel olarak gruplar arası geçişmelere neden olabilirdi. Bundan dolayı yaptığımız tasnifi düzenlerken oyunların fonksiyonlarını da göz önünde tutarak geniş bir açıdan konuya yaklaşmaya çalıştık.


A)Oynanış Biçimine Göre:

1)Müzikli, Danslı, Sözsüz Oyunlar:

Erzurum'da oynanan seyirlik oyunlardan bir kısmı müzik ve dans öğelerini kullanmakla birlikte bu sanat dallarını aşarak onu tiyatroya yaklaştıran tavır ve mimikleri de bünyesinde bulundurur.Böylece, bir şeyin yansılanması oyunun temel niteliği haline gelir.Erzurum barları içinde yer alan Turna ve Tavuk oyunları, bu grubun örneğini teşkil eder.

Son dönemlerde unutulmaya yüz tutan ve sahne düzenlemesiyle ortaya konulan oyunlar arasında yer alamayan Turna barını Erzurum'un Merkez Ortadüzü köyünde oturan Lütfü Dikici'den derledik.

Çok eski bir totem unsuru olarak oyunlara girdiğini iddia ettiğimiz turna, günümüzde de oyuncu için bir örnek teşkil etmiştir. Oyuncu, turna barını oynarken günlük hayatında görerek çok iyi bir dikkatle gözlemlediği turna adlı hayvanı taklit etmek için özen gösterir.

Lütfü Dikici'ye turnayı tanıyıp tanımadığını sorduğumuzda 'elbette tanırım' diyerek şu açıklamayı getirdi:"Turnalar ne hikmetse sabah namazı vaktinde öterek oynarlar.Boz bir hayvandır.Leylekten yüksektir.Çok güzel bir hayvandır.Sesi de çok güzeldir.Büyüklerimizden duyduğumuza göre turna yumurtladığı zaman bir gözünden irin,bir gözünden kan akarmış."

Şükrü Elçin,turnaların sabahları erken ve akşamları gün batarken olmak üzere suda iki defa raksettiklerini belirterek bu raksın turna barı için hareket noktası olduğunu iddia eder.

Mahmut Ragıp Gazimihal de folklor ürünlerinin oluşumunda coğrafya ve iklim şartlarının belirleyici unsurlar olduğu görüşünü savunarak Erzurum'da oynanan tavuk ve turna barlarını örnek gösterir.

Yakın çevresinde her zaman karşılaştığı turnanın hareketlerini izleyen oyuncu,gelenekten öğrendiklerini esas alarak turnayı taklit eden bir oyun ortaya koyar.Oyunda turnanın ötüşü,çiftleşmesi ve kanat çırparak uçuşu taklit edilir.Bütün bunlar müzik eşliğinde yapılır ve bir dans biçiminde sunulur.

Tavuk barında tavukların yüksek bir yerden aşağıya uçmadan önce birkaç kez çömelip doğrulamalarını taklit eden ilginç figürler vardır.İhsan Coşkun Atılcan,oyunun diğer adının Felek olduğunu belirterek bunun,henüz yumurtlamaya başlamamış tavuğun küçüğüne verilen ferik adından bozulmuş olabileceğini ifade eder.Yine Atılcan'ın belirttiğine göre Felek oyununun bir de türküsü vardır.Fakat oyun sırasında söylenmemektedir.Türkünün sözleri şöyledir:


Un eledim eleginen

İşim döner feleginen

Eşin gızlar mezerimi

Altın saplı küreginen

Un elerler pahır teşte

Felek benim derdim deşme

Gız oğlana meyil vermiş

Sevdalılar dile düşme

Un elerler ince ince

Felek sormaz halim nice

Yar peşinden gide gide

Felek sormaz halin nice


Müzikli, danslı, sözsüz oyunlardan bir diğeri de Dehlenk'tir. Oyunda garip bir kılığa girmiş kişinin gayet hareketli ve yorucu jest ve mimikler ortaya koyarak ağzına doldurduğu suyu seyircilerin üzerine püskürtmesi söz konusudur. Müziğin ritmine uygun olarak sergilenen komik biçimdeki oturup kalkmalar seyircilerin katılarak gülmelerine neden olur.Oyun, günümüzde bütün canlılığı ile yaşanmaktadır.

Erzurum'un özellikle merkeze bağlı köylerinde herkes tarafından bilinen dehlenk oyunu şehir merkezinde de genellikle düğünlerde sergilenir.Geleneksel boyutu ağırlık kazanan düğünlerin vazgeçilmez oyunu olmakla birlikte modern tarzdaki salon düğünlerinde da arzu edilmesi ve sergilenmesi oldukça ilginçtir.Bu noktada Erzurum insanının Avrupai diyebileceğimiz çağdaş uygulamaları geleneksel unsurlarla beslemeyi bir zorunluluk olarak kabul ettiği anlaşılıyor.

Sarı Zeybek oyunu da müzik eşliğinde oynanan sözsüz oyunlardandır.Oyunun konusu ile adı arasında bir yakınlık kuramadık.Ancak eşlik eden müziğin sarı zeybek havası oluşuyla izah edilmesi mümkün.Bu oyunda erkek ve kadın rollerini oynayan iki oyuncunun söz yerine mimiklerle anlaştıkları görülür.

Hamile bir kadını canlandıran oyuncunun oyun sırasında karnındaki çocuğu (bez parçalarını) düşürmesinden ibaret olan Çocuk Düşürme ve cüce görünümü kazandıran oyuncunun sergilediği Cüce oyunları,müzik,dans ve taklit öğelerini bünyesinde taşır.

Bunlardan çok farklı bir biçimde sunulan Bebek oyunu ise,yere sırt üstü yatan oyuncunun elinde bulunan kukla biçimindeki bebekleri müzik eşliğinde oynatması suretiyle sunulur.Oyunun Anadolu sahasındaki bazı varyantlarında bebeklerin karşılıklı konuşmaları da yer alır.


2)Müzikli, danslı, türkülü oyunlar

Bu gruptaki oyunlarda müzik eşliğinde sergilenen taklitle süslenmiş dansın yanında bir de türkü vardır. Hareketler, türkünün sözlerine ve müziğin ritmine göre biçimlenir.Erzurum'da bugüne kadar varlığını koruyabilen müzikli,danslı,türkülü oyunların en önemlilerinden biri Deli Kız'dır.

İki kişinin oynadığı oyunda evde kalmış sakat bir kız taklit edilir.Kız, kendisine gelen dünürcülerin vazgeçerek geriye dönmelerinin sebebini sorduğunda karşısındaki oyuncu fiziksel bir özrünü söyler.

Bu kez sakat kız rolündeki oyuncu özürlü olduğu söylenen organını göstererek örneğin ayağına abartılı bir biçimde topal görünümün kazandırıp "hani ya bunun topalı,topal bunun neresi "şeklinde cevap verir.İki oyuncu karşılıklı olarak dansı devam ettirirler.Zevkle izlenen oyunlardandır.

Tandıra Koydum Paçayı oyununda aile içi bir sorun gündeme getirilir.Kedi,kapağı açık bırakılan yemek dolu kabı devirmiş,bu durumun sorumlusu sayılan evin hanımı, kocası tarafından azarlanmıştır.

Oyunun türküsünde ifade edilen bu olay müzik ve dans eşliğinde dramatize edilir.Erzurum halk ağzında kediye pisik denilir.Çeyrek asır önce yapılan bir derlemede de pisik kelimesi geçmektedir:


Tandıra koydum paçayı

Üstüne örttüm keçeyi

Uykusuz ettim geceyi

Pisik değil bir hışım

Mevlaya kalmış işim

Ev yıkanın pisiği

Kadınlar arasında oynanan Çeşmeye vardım Ana oyunu ise, gönlünü bir delikanlıya kaptıran genç kız ile bu duruma itiraz eden anne arasında geçen konuşmalardan oluşur.Müzik,dans ve türkü öğeleri bir arada bulunur.Erzurum kadın barlarından olup bir takım günlük işlerin taklit edildiği Ağca Ferikler ile güvercin taklidinin yapıldığı Çift Beyaz Güvercin oyunları da bu gruba girer.


3)Törensel Oyunlar

Bu gruba giren oyunlarda herhangi bir olayın dramatize edilmesinden çok, bir şenlik söz konusudur. Oyuncu ve seyirci sınırının bütünüyle ortadan kalktığı oyunlar da bunlardır. Kış yarısı oyunları ile Bolbadik'te bir şenlik havası hakimdir.

Köyde genç-ihtiyar,kadın-erkek,çoluk-çocuk herkes kendini oyunun doğal ortamı içinde bulur,şenliğe katılır.Evlerinin önünde oyunu icra eden ekip, herkesi ilgilendiren bir şenliği gerçekleştirir.Şenliğin bünyesinde yer alan dramatik unsurlar ona seyirlik oyun kimliğini kazandırır.

Düğünlerde sergilenen Tilki oyununu da bu bakış açısıyla değerlendirmek gerekir.Düğün geleneğinin bir parçası olan ve dünürcü ile ev sahipliği yapan köylüler arasındaki şakalaşmayı esas alan bir eğlencedir.Ancak, isteksiz de olsa tilki rolüne sokulan kişinin asılması ve cezalandırılması,dramatik oyun olmasını sağlar.


4)Sadece Taklide Dayalı Oyunlar

Günlük hayattan alınmış herhangi bir olayın,durumun veya kişiliğin canlandırıldığı bu oyunlarda yansılama özelliği ön plana çıkar.Bu oyunlarda da müzik ve dans ögeleri yer alabilir ama, bunlar oyunda canlandırılan kişiliğin veya olayın muhtevası içinde ortaya konulur.

Er Bulunur Bar Bulunmaz ve Kadı oyunlarının müzikli, danslı bölümleri, bunun bariz bir örneğini oluşturur.Bu gruptaki oyunlarla çağdaş tiyatrodaki fars türü arasında bir yakınlık görülüyor. Güldürünün abartılı, gürültülü ve kaba bir biçimde sunuluşu,farstaki gibidir.Tipler herkesin bildiği genel tiplerdir. Bu tipler, durumun gülünç olmasına yarayan araçlardır. Seyirci, oyun kişilerini değil, durumlardan çıkacak sonucu merak eder.

Bu oyunlarda şapkalı,bıyıklı muhtarlar;kavuklu,tespihli hocalar;görücüye çıkan kızlar;acayip kılıklı berberler karşımızdadır.Burada seyirciyi ilgilendiren kişiler değil,o kişilerin yaptıklarıdır.Günlük hayattaki komik durumlar çok kaba çizgileriyle oyunlara sokulur, abartının sınırları öylesine zorlanır ki olmayacak şeyler sergilenir.

Berber oyununda berberin bir müşteriyi bırakıp diğerine giderken ortada dans etmesi,İmam oyununda imamın hakemlik yaptığı esnada davacı kızlara aşık olup onlarla kol kola yürümesi, Kalaycı oyununda kalaycının kendi anne ve babasının ölümüne kayıtsız kalması gibi durumlar izlendiği zaman seyirciye mantıksız gelmez.

Bu oyunlarda insanların en tipik özellikleri hayal gücünün de yardımıyla abartılarak sunulur.Seyirciyi sıkmadan,belli bir olay zincirini izleme gerginliğini yaşatmadan onu eğlendirir.

Er Bulunur Bar Bulunmaz oyununda hanımının düğün evinde olduğunu öğrenen adam oraya geldiğinde karısıyla birlikte dansa katılır.Halbuki bu oyunun ortaya konulduğu yörenin geleneklerine göre kadınların eğlendikleri esnada erkekler bu eğlenceye katılamazlar.Burada günlük hayattaki uygulama ile oyunda olayın sunuluş biçimi çelişkilidir.Buna rağmen seyirciler çelişkinin sebebini araştırmazlar.


B)Oynanma Zamanına Göre

1)Belirli Günlerde Oynanan Oyunlar

Erzurum köy seyirlik oyunlarından bir kısmı, her istendiğinde sergilenebilecek özelliklere sahip değildir. Bu oyunlar, belirli günlerde ortaya konulurlar. Elimizdeki bu türden oyunları şöyle sıralayabiliriz:

a)Kış Yarısı Oyunları

Erzurum köylüsü tarım ve hayvancılığı başlıca geçim kaynağı olarak görmüş,hayatını buna göre düzenlemiştir.Yağmur, kuraklık gibi birtakım tabiat olayları;yaz,kış gibi mevsim değişiklikleri;koç katımı, kuzuların anne karnında tüylenmeleri ve döl gibi hayvanlarla ilgili bazı önemli günler,köylünün hayatını düzenleyeceği bir takvim edinmesini, yılın belirli günlerinde ortaya çıkan doğal olayları bilmesini zorunlu hale getirmiştir.

Bu tür olaylar sadece Erzurum'da veya Türkiye'de değil,dünyanın her yerinde tarım ve hayvancılıkla uğraşan toplulukların ilgi odağı durumundadır.Mitolojik kaynaklara inildiğinde bu konudaki inanç ve uygulamaların insanlık tarihi kadar eski olduğu görülür.

İnsanlar, tarihi boyunca farklı takvimler, zaman ölçüleri kullanmışlardır.Bunların zamanla değişikliğe uğramasına rağmen,yıl mefhumu hiçbir zaman değişmemiştir."Türklerdeki halk takvimine göre bir yıl iki ana bölüme ayrılmaktadır.Hıdırellez gününden ( 6 Mayıs) 8 Kasıma kadar süren devre 186 gün olup 'hızır günleri' adıyla anılmaktadır.

Bu dönem genellikle yaz mevsimine tekabül etmektedir.8 Kasımdan 6 Mayısa kadar süren ikinci devre kış devresi olup 'kasım günleri' olarak adlandırılmakta ve 179 gün sürmektedir.

Kıştan yaza geçilmesi,soğuğun,durgun ve verimsiz mevsimin bitip sıcağın,bolluğun verimliliğin gelmesi,birtakım kutlamalara,toplu eğlencelere sebep teşkil etmiştir.Böylece,tarımla uğraşan toplulukların insan tabiat ilişkisine önem verdiklerini görüyoruz.Hatta yılı on iki aya bölen halk düşüncesi,her aya bariz özelliğine göre ad vermiştir.

Hayvancılığın yoğun olduğu Erzurum yöresinde önemli günlerden bir kısmı da hayvanlarla ilgilidir.Son yıllarda giderek zayıflayan ve kaybolmaya yüz tutan koç katımı törenleri,bunlardan biridir.İklim şartlarına göre bölgeler arasında farklılık arzeden koç katımı Ekim ayının son günleri veya Kasımın ilk günlerine rastlar.

Koç katımından yüz gün sonra kuzunun anne karnında tüylendiğine inanılır. Ve bu dönemde bolluk bereket getirmesi için çeşitli törenler yapılır.Azeri ve Anadolu sahasında saya adıyla bilinen bir uygulama Erzurum'da davar yüzü adını alır.Horasan ilçemizin Mollamelik köyünden tespit ettiğimiz şekliyle bu günlerde köyün gençleri toplanarak deve yaparlar,kapı kapı dolaşarak topladıkları yiyecekleri toplu halde yer, eğlenirler.

Bütün bunlar, tarım ve hayvancılıktaki bazı önemli günlerin halk takviminin oluşmasında belirleyici rol oynadıklarını gösteriyor.Ancak,bugün dünyada ortaya çıkan teknik gelişmeler,insanları gözlemleriyle günlük hayatlarını düzenleme alışkanlığından vazgeçirerek deneysel verilere dayanan ilmi ölçüleri kullanmaya zorlamıştır.Son yüzyılda, özellikle Cumhuriyetten sonra Türk toplumu bu teknik değerleri daha çok benimsemiş ve zamanla özümsemeye çalışmıştır.

Böylece, ülke genelinde geçerli olan saat ve takvim gibi zaman ölçüleri, geleneğin devam ettirdiği gözleme dayalı yöntemin önüne geçmiştir.Örneğin çiftçilikle uğraşan bir köylü,akşamdan gökyüzüne bakarak bir sonraki günün hava durumunu tespit etmek yerine,meteoroloji verilerini aktaran iletişim araçlarını izleyerek bu ihtiyacını temin yoluna gitmektedir.Yani insanımız tabiatla olan hissi diyalogunu azaltarak teknoloji ile bütünleşme yolunda mesafe almaktadır.

Bu gelişmeler,köylünün geleneksel halk takvimiyle çağdaş uygulamaları birleştirmesine zemin hazırlamış, böylece kış yarısı şenlikleri eski yılın sona ererek yeni yılın başladığı Ocak ayının ilk haftasına kaydırılmıştır.

Yani,daha önce yapılan koç katımı, koyun yüzü, döl, nevruz,hıdrellez vb. özel anlama sahip günlerdeki birbirine benzer eğlenceler kış mevsiminin ortalarında toplanmış, önceki fonksiyonlarını azaltarak yıl sonu veya yıl başı olarak bilinen döneme münhasır kalmıştır.

Hatta şu anda kullandığımız Gregoryen takvimi ile Julian takvimi arasındaki on üç günlük farkı da dikkate alan köylü 13 Ocak'ı yılın son günü kabul etmiş ve o gün yeni yıl şenliklerini gerçekleştirmiştir.

Köylülerin eski hetap adını verdikleri bu uygulamanın on beş yirmi yıl öncesine kadar Erzurum köylerinde mevcut olduğu tespit etmiş bulunmaktayız.Son yıllarda ise bu uygulamalar tümüyle terk edilerek kış yarısı törenleri 31 Aralık'ı 1 Ocak'a bağlayan gecede icra edilir hale gelmiştir.

Çalışmamızda ele aldığımız oyunlar arasında Erzurum il merkezinden ve Tortum-Cihanlı köyünden derlenen Deve,Aşkale'nin Pırnakaban köyünden tespit edilen Fattik,Şenkaya - Gözebaşı köyünde sergilenen Yılbaşı Eğlencesi,Pazaryolu-Göztepe köyünde ortaya konulan Kocaman ve Hınıs Yazbaşı köyünde oynanan Yılbaşı oyunları bu gruba girer.

Farklı köylerde küçük değişikliklerle sunulan kış yarısı oyunlarının ortak tarafı ölüp dirilme ve kız kaçırma motiflerine yer vermeleridir. Bir kısmında deve ve ayı oynatılması söz konusudur.Cihanlı köyünde devenin yapılışı şöyledir;biri önde diğeri arkada olmak üzere iki kişi,üç dört metre uzunluğundaki merdiveni omuzlarına oturturlar,merdivenin orta yerine horgüç görevi yapmak üzere bir sepet konulur.

Bunların üstüne bir örtü kapatılır.Öndeki kişi, önceden hazırlanan iki metre uzunluğundaki ağaç parçasına bağlı deve başını eliyle tutar.Arka kısma bir kuyruk yapılır.Merdiveni taşıyan iki kişi yürümeye başlar.Öndeki oyuncu devenin başını sağa sola sallar.Bazen seyircilere kafa vurur.Devenin başına bağlı olan ipten tutan deveci oyunu yönlendirir.Deve başının elde edilmesi için de ağız kısmı açılıp kapanacak şekilde iki ayrı odun parçası birleştirilir. Üstü koyun derisi ile örtülüdür.Yuvarlak ayna parçalarından göz yapılır.Boyun kısmına zil,püskül,boncuk asılır.

Hazırlık safhası oldukça uzun süren devenin ortaya çıkmasından sonra oyuncular sokakta müzik eşliğinde dans ederek eğlenirler. Sırayla evleri dolaşırlar. Evlerden kendilerine verilen yiyecekleri biriktirirler.Akşam bir araya gelerek yemek yaparlar. Yiyeceklerden bir kısmının satılıp bir koyun satın alınması ve kebap yapılması yaygındır.

Bu gösteriler üç aşamada gerçekleşir:

1)Çalgı eşliğinde dans, taklit ve karşılıklı konuşmalar

2)Bahşiş alma

3)Toplu yeme- içme, eğlenme.


b)Yağmur Törenleri


Çalışmamızda Bolbadik adıyla sunduğumuz,ama Erzurum'un farklı yerleşim birimlerinde başka adlarla da anılan oyun,yağmur yağmadığı kurak günlerde çocuklar veya gençler tarafından sergilenir.

Bu oyunda da kapı kapı dolaşarak yiyecek toplama ve toplu eğlence söz konusudur.Kış yarısı oyunlarında olduğu gibi,takvime bağlı kalınarak mutlaka yılın belli bir gününde yapılması zorunlu değildir.Erzurum'da yağmura ihtiyaç duyulan aylar genellikle Mayıs - Haziran aylarıdır.Bu dönemde yağmur yağmazsa böyle bir yola baş vurulabilir.

2)Herhangi bir Günle Sınırlı Olmayan Oyunlar

Yukarıda sıraladığımız oyunların dışında kalanlar bu gruba girerler. Bu oyunlar çoğu kez düğünlerde ortaya konulur. Kış aylarında da köy oturma odalarının alışılmış eğlenceleri arasında yer alırlar.


C)Oyuncuların Cinsiyetine Göre :

1)Kadınlar arasında oynanan oyunlar

Erzurum yöresinde kadınlar tarafından oynanan oyunlar sayıca fazla olmasına rağmen, kadın toplantılara girme imkanı bulamadığımız için yazılı kaynaklardan yararlandık. Bu oyunlardan Çeşmeye Vardım Ana'yı bizzat derledik. Gelin Bayıldı ve Süpürge oyunlarını öğrencilerimiz tespit etti.

Bu gruptaki diğer oyunlar da şunlardır: Fal (1), Çocuk Düşürme, Cüce, Kambur, Osman Gider Oduna Çarığı Balgar Buduna, Keşgem (1), Keşgem(2), Kişi, Hoca Hoca, Kuma, Ağca Ferikler.

2)Erkekler arasında oynanan oyunlar

Acem, Alaca-Karaca, Aşık, Ayı, Bebek, Berber, Boncuk, Bostan, Çoban, Çocuk Okutma, Dam Üstü Örtmek, Davar Otarmak, Değirmen, Dehlenk, Deve (1,2,3),Doktor, Enişte, Fal (2), Fattik, Gıdik Satma, Göç, Gürzali, Hacı, Haksızlık, Hırsız, Islıkla Kaldırma, İmam, Kabadayı, Kadı (1,2) , Kalaycı, Kaz Otarma, Keleş, Kız, Kirpi Tutma, Kocaman, Köylü Kadınlar, Nalbant, Natır, Nazar, Nişanlıyı Görme, Öküz Kesme, Pamuk Eğirme, Sarhoş, Sarı Zeybek, Tarla Bölme, Tezek Toplama, Tilki, Turna Barı, Turşu Satma, Tuz, Ustam Bilir, Yılbaşı, Yılbaşı Eğlencesi, Yıldız Gösterme.


3)Hem kadınlar hem erkekler tarafından oynanan oyunlar

Bu oyunlardan Bolbadik, çocuklar arasında oynandığında kız - erkek karışık olarak sergilerler. Bazen de ilk gençlik yıllarındaki erkekler ortaya koyarlar. Daha ileri yaşlardaki erkekler bu oyunda görev alamazlar. Deli Kız, Er Bulunur Bar Bulunmaz, Kürdün Kızı ve Tandıra Koydum Paçayı oyunları hem erkekler hem kadınlar arasında oynanır.


D)Oyuncu Sayısına Göre

1)Tek Kişilik Oyunlar

Bebek,Cüce,ÇocukDüşürme,Dehlenk,Pehlivan,Tandıra Koydum Paçayı.

2)İki Kişilik Oyunlar

Deli kız,Fal (2),Islıkla Kaldırmak,Sarhoş,Sarı Zeybek,Turna Barı,Ustam Bilir,Yıldız Gösterme.

3)Üç Veya Daha Fazla Oyuncunun Yer Aldığı Oyunlar

Yukarıda aldığımız oyunların dışındaki tüm oyunlarda üç veya daha fazla oyuncu görev alır.

-----------------------------
KAYNAK:Kültür ve Turizm Bakanlığı
Alıntı  
Dışarıda Site Yönetimi
Admin
*******
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesaj Sayısı: 12,518
Konu Sayısı: 11,588
 
#8
17/07/2008, 01:14
ERZURUM KÖY SEYİRLİK OYUNLARI

Şekil Bakımından Erzurum Köy Seyirlik Oyunları
A)Oyunların Oynanma Zamanı ve Yeri

Erzurum köy seyirlik oyunları içinde ele aldığımız ritüel kaynaklı oyunların sergilendiği belirli günler vardır.Kış yarısı oyunları yılbaşında ortaya konulur. Yakın zamanlara kadar Julian takvimine göre hareket edilerek 13 Ocak'ta oynanırdı.Son yıllarda ise bu tür oyunlar 31 Aralık'ta icra edilmektedir. Metinlerimiz arasında Bolbadik başlığıyla verdiğimiz değişik adlarla oynanan oyun ise Mayıs - Haziran aylarında ortaya konulur. Ancak oyunun değişmez bir günü yoktur.Kuraklığın ileri safhaya ulaştığı herhangi bir günde gerçekleştirilir.

Profan mahiyetteki oyunlar genellikle kış aylarında sergilenir.Yazın gündüzlerin uzun,gecelerin kısa oluşu, ayrıca köylünün bu aylarda çiftçilik faaliyetleri ile yoğun bir biçimde uğraşması,oyun sergileme imkanını ortadan kaldırır.Gündüzleri herkes işindedir.Akşam yorgun olarak eve dönen insanlar dinlenerek bir sonraki güne hazırlanırlar.

Tarımsal faaliyetlerin bittiği güz aylarından başlayarak bahara kadar köylünün ahırındaki hayvanların bakımından başka uğraşacağı önemli bir işi olmaz.Uzun kış gecelerinde insanlar bir araya gelerek sohbet eder,eğlenir,vakit geçirilir.

Düğünler de özellikle bu aylara gelerek tesadüf ettirirler.İstisnai durumlarda yasın yapılan düğünlerde ve buna bağlı olarak seyirlik oyunlara da rastlamak mümkündür.Ayrıca bazı milli bayramların kutlama programlarında (özellikle kurtuluş bayramlarında) da seyirlik oyunlara yer verilir.

Oyunlar,düğününde sergileniyorsa gündüz veya akşam farkı gözetilmeksizin uygun bir zamanda ortaya konulur.Düğün dışında bir eğlence düzenleniyorsa bu,çoğu kez akşam vaktinde,yatsıdan sonra olur.

Oyun için seçilen yer,büyük bir oda veya köy meydanındadır.Kış yarısı oyunları ve Bolbadik,dışarıda oynadığı için köyün sokaklarındaki herhangi bir yer, evlerin önündeki boşluklar,oyun alanı konumundadır.

Seyirci ve oyuncu,kesin sınırlarıyla birbirinden ayrılmadığı için sahne,seyirci koltukları gibi bölümler söz konusu değildir.Kapalı mekanlarda icra edildiğinde oyun için ayrılan yer neresi olursa olsun,oyun süresince sadece bu iş için tahsis edilmiştir.Buraya giriş-çıkışlar,davranışlar,her şey belli bir kural dahilinde gerçekleşir.


B)Oyunların Hazırlanış ve Sunuluşu

1)Yönetici

Her köyde seyirlik oyunları iyi bilen yetenekli bir veya birkaç kişi vardır.Yönetici konumundaki kişi,hangi oyunun sergileneceğini bilir,yeteneklerine göre oyuncuları belirler,rolleri dağıtır.

Uzun bir hazırlığı gerektiren oyunların ön çalışmaları seyircilerin bulunmadığı bir yerde yapılır.Yönetici,oyuncuların makyajların yardımcı olur,kostümlerin hazırlanmasına katkıda bulunur,sahne arkası diyebileceğimiz bir mekanda oyunun mutlaka uyulması gereken kurallarını hatırlatır.Oyun,belli bir söz esprisine dayanıyorsa onları tekrarlar,önemli bulduğu hareketleri prova yaptırır.

Çoğu kez yönetici,oyunda önemli bir rolü üstlenir.Oyun sırasında da yöneticiliğini sürdürür.Gerektiği yerde diğer oyuncuları belli bir pozisyona getirir, hatta oyunculardan biri oyunun akışını hatırlayamadığı veya bazı sözleri unuttuğu zaman yönetici bir çeşit suflör görevi yaparak,alçak sesle oyuncuya hareketini veya sözlerini hatırlatır.

Yönetici, genellikle orta yaşlarda, herkes tarafından sevilen sempatik bir kişiliğe sahiptir.Özellikle gençlerle iyi bir diyalog kurar,onları yönlendirir. Şakacı, taklit kabiliyeti yüksek, kalabalıklara hitap edebilen,rahat konuşabilen yönetici,hareketli ve neşeli bir insandır.Bazı köylüler, oyun çıkarmayı yaygın hale getirmiş bu tür oyunculardan bahsederken,"onun duruşu gülünçtür" biçiminde tasvir ederler.

Hatta bu insanlar çoğu kez fiziki görünüm açısından da kaşlarının kalın,burnunun veya kulaklarının büyük oluşu gibi fizyonomik özellikleriyle ilk bakışta dikkat çekerler.Farklı taraflarına rağmen yönetici, bu işi meslek haline getirmiş değildir.Köydeki diğer komşuları gibi tarım veya hayvancılıkla uğraşır, yöneticilik maddi kazanç sağlayan bir iş değildir.

Köylerde oyunları hazırlayan kişilere özel bir ad verilmez.Şükrü Elçin,yöneticiye verilen adları sıralarken Tortum-Bar köyünde mukallit,Şenkaya'da kumpo, Aşkale-Ortabahçe köyünde oyun babası denildiğini belirtir.

Ancak Erzurum'un ulaşabildiğimiz bir çok köyünde olduğu gibi,adı geçen yerleşim birimlerinde yaptığımız araştırmalarda da herhangi bir isimlendirmeye rastlayamadık.

Burada verilen isimler,o kişilerin oyun yönetmeleri ve oyuncu olarak görev yapmaları ile ilgili değildir.Ahilik ve yaren teşkilatının bir uzantısı olarak hemen her köyde gençleri yönlendiren,çeşitli eğlenceleri düzenleyen ve çoğu kez delikanlıbaşı olarak bilinen bu kişilerin fonksiyonu oyunlarla sınırlı değildir.Diğer özellikleri de dikkate alınarak bu isim verilmiştir.


2)Oyuncu

Oyunlarda rol alacak oyuncular da bu işi meslek haline getirmiş insanlar değillerdir.Diğer köylüler gibi, günlük hayatlarını sürdürürler.Gerektiği zaman oyuna çağrılırlar.Hatta çoğu kez ikinci derecedeki roller için seyircilerden herhangi biri ortaya alınır.Oyunu önceden bildiği için açıklamaya gerek kalmaksızın rolünü oynar.

Özel yetenek isteyen bazı oyunların belli oyuncuları vardır.Dehlenk,Tandıra Koydum Paçayı,Turna Barı,Sarı Zeybek gibi oyunlar,özel bir beceriyi gerektirir ve bu oyunları en iyi çıkaran oyuncular herkes tarafından bilinir.

Oyunlar genellikle gençler tarafından hazırlanır.Yaşlılar,gençliğinde oynamış olsa bile bulundukları yaşta oyun yapmaktan kaçınırlar.Ama, oyunu bilen bir başkası yoksa yoğun ısrarlar karşısında rol almayı kabul edebilirler.

Karşılıklı konuşmalarda oyuncular belli bir klişeye uymak zorunda değillerdir.Oyunun muhtevasını değiştirmeden ortamın gerektirdiği esprileri yaparlar.O anda gerekli gördükleri bazı sözleri ekleyebilirler.Oyunun akışını bilmediği için birtakım aksamalara neden olabilecek kişilere rol verilmez.

Bazen oyunda rolü bulunan oyuncu gerçekte olmadığı halde varmış gibi kabul edilir.Pehlivan oyununda güreşçi,karşısındaki hayali kişi ile konuşur, onunla güreşir.Bazen de herhangi bir eşya,oyuncu yerine konulur.Sarhoş oyununda delikanlı,eline geçirdiği bir minderi borçlu kişi kabul ederek onunla kavga eder,yere yatırır,yumruklar.

3)Seyirci

Kış yarısı oyunları ve Bolbadik,dışarıda oynandığı için zamanını ayırabilen herkes bu oyunları izleyebilir.Ancak,kapalı yerlerde sergilenen oyunlarda cinsiyet ve yaş faktörleri dikkate alınır.

Erkeklerin çıkardıkları oyunların seyircisi genç ve orta yaşlı erkeklerdir.Bazen küçük çocuklar ve yaşlılar da izleyici olarak bulunurlar.Erotik sahnelerin yer aldığı oyunlar oynanırken çocuklar dışarıya çıkarılır.Bu tür oyunlar,yaşlıların bulunduğu yerlerde de sergilenmez. Kadın oyuncuların seyircileri de kadınlar ve küçük çocuklardır.

Erzurum köy seyirlik oyunlarında seyirci, oyun ve oyuncuyla iç içe yaşar.Sadece seyretmekle kalmaz, zaman zaman oyunda geçici bir rol alır, sonra seyretmeye devam eder. Tortum-Cihanlı köyünde oynanan Deve oyununda,önünde durulan evin sahibi dışarı çıkar.

O da oyunu bilmektedir.Kadıya hitaben "Kadı efendi, şu kızların oynasın da bir görelim" diyerek oyuna katılır.Oyunun ilerleyen bölümlerinde ev sahibi deveye biner.Deve bir süre oynadıktan sonra iner.Aynı hareketleri bir başka evin önünde o evin sahibi yapar.Böylece değişik kişiler oyuna girer,çıkar.

Bazı oyunlarda seyirci istemese de oyuna sokulur. Nazır oyununda ayakkabıya gireceğini söyleyen oyuncu "bana nazar veren var" diyerek seyircilerden herhangi birini ortaya çıkarır. Seyirci, ne için çağrıldığını ve ne yapacağını bilmez.

Elleri isli olan diğer oyuncu, ortaya çıkan seyircinin arkasına geçerek gözlerini kapatır ve isli ellerini onun yüzüne sürer.Oyun biter.Doktor oyununda hasta,Berber oyununda müşteri, Dam Üstü Örtmek oyununda ağaç olacak kişi çoğu kez seyirciler arasından rastgele seçilir.

Açık havada oynanan oyunlarda kadın-erkek, yaşlı-genç herkes oyunu sokakta izler. Kadınların bir kısmı evlerin penceresinde,bacada,eşik üzerinde, münasip gördüğü herhangi bir yerde oturur.

İçeride oynanan oyunlarda ise,oyuncular ortada olur,seyirciler onların çevresini kuşatır.Derlemelerimiz sırasında bazı oyunlar ilkokulun bir dershanesinde sergilendi.Bu durumda seyirciler ders salonunun sıralarında otururken oyuncular yazı tahtasının önündeki boşlukta oyunlarını icra ettiler.Böylece,çağdaş tiyatroda olduğu gibi bir çeşit seyirci koltukları ve sahne birbirinden ayrılmış olur.

Bazı oyunlarda seyircilerin katılımı zorunludur.Oyun, seyircilerden müstakil olarak sergilenmez. Kişi oyununda satıcı,elindeki iğnelerle içeriye girer. Bunları seyircilerden birkaçına satar ve ücretlerini daha sonra alacağını söyleyerek çıkar.Böylece, oyuncu ve seyirci yüz yüze gelmiş olurlar.Biraz sonra satıcı tekrar gelir ve sattığı iğnelerin ücretini ister, vermeyenleri cezalandırır.

Seyirciyi oyuna sokan bu oyunlar daha çok düğünlerde yapılır ve oğlan evinden gelen dünürcüler muhatap kabul edilir.Böylesi durumlarda dünürcülerden bahşiş alınması amaçlanır.Kadınların kına gecesinde oynadıkları Kız Kaçırma oyunu da aynı esasa dayanır.Oyuncu, oğlan evinden gelen herhangi bir kadını kaçırır, bahşişini aldıktan sonra bırakır.

Seyirlik oyunlarda oyuncu olmak kadar, seyirci olmak da birtakım güçlükleri beraberinde getirir. Seyirci, oyunun herhangi bir yerinde ortaya çağrılır. Kendisine, bilmediği bir şaka yapılır.Dehlenk oyununda ağzında su bulunan oyuncunun suyu kimin üzerine püskürteceği bilinmez. Bu nedenle seyirciler uyanık bulunması gerekir.


C. Dekor ve Aksesuarlar

Erzurum köy seyirlik oyunlarında dekor bir ihtiyaç olarak kendini hissettirmez.Dışarıda oynanan oyunlarda bütün sokak bir dekordur.İçeride sergilenen oyunlarda ise kapı, pencere gibi unsurlar dekoru oluşturur.Çoğu kez dekor varmış gibi telakki edilir.Gürzali oyununda nişanlı genç ile onu kaynanasının evine götüren baba,mevcut olduğu farzedilen,ama gerçekte olmayan kapının önünde dururlar.

Bu oyunun benzeri olan ve Süleyman Kazmaz tarafından asker ocağında derlenen oyunda İsmail,dükkana gider.Dükkan seyircilerin bulunduğu yer, dükkancı da önünde durdukları seyircidir. Erlerin yatakhanesinde sergilenen bu oyunda ranzalardan biri, İsmail'in nişanlısının evi olarak kabul edilir. İsmail, ranzalardan birinin kenarına dokunarak kapıya vurma hareketleri yapar.

Osman Gider Oduna Çarığı Bağlar Buduna oyununda Osman, oyunun oynandığı odanın kapısını çalar.Osman'ın hanımı gider, kalçasıyla kapıya vurarak cilling der ve kapıyı açar.Köy seyirlik oyunlarında dekora fazla yer verilmeyişine karşılık aksesuar oldukça önemlidir. Oyunlarda üç çeşit aksesuar kullanılır:

1)Gerçek Aksesuar:Süpürge oyununda çamaşır ve süpürge, Göç oyununda ekip biçme hareketleri sırasında ot ve kara saban, Kalaycı oyununda kap-kacak, Çeşmeye Vardım Ana oyununda testi ve leğen, Nalbant oyununda çekiç, kelpeten, yunacak gibi nalbant gereçleri birer gerçek aksesuar olarak karşımıza çıkar.

2)Temsili aksesuar:Herhangi bir eşya veya alet yerine mümkün olduğu kadar ona benzeyen bir şey kullanılır. Berber oyununda ustura yerine kasatüra, Keleş oyununda ineği kesmek için bıçak yerine odun parçası ve terazi yerine değnek, Kişi oyununda iğne yerine kibrit çöpü temsili olarak kullanılan aksesuara örnek teşkil eder.

3)Canlı aksesuar:Bazı oyunlarda eşya yerine insan kullanılır.Turşu Satma oyununda satıcının sırtına bağlanan kişi, turşu küpünü;Tarla Bölme oyununda elleri dizlerinin altından bağlanarak yuvarlak hale getirilen insan,sınır taşını;Dam Üstü Örtmek oyununda seyircilerden herhangi biri,ağacı; Değirmen oyununda ortada bulunan testinin etrafında sıralanarak hareket edenler,değirmen taşını;Tuz oyununda eşeğin sırtına yüklenen kişi,tuz dolu torbayı;Nalbant oyununda öküzün ayaklarını yukarıya dikmeye yarayan kişi, tezgahı;Kalaycı oyununda kollarının arasına çubuk geçirilmiş olan ve çömelmiş vaziyette oturan kişi,körüğü;Kadı oyununda elleri ve ayakları üzerinde eğilen kişi,sandalyeyi temsil eder.

Canlı aksesuar,komik bir durumun gerçekleşmesi için kullanılır ve aksesuar görevi yapan kişi,çeşitli eziyetlerle zor durumda bırakılarak gülünç hale getirilir.Sınır taşının sağa sola atılması,turşu küpünün üzerine su dökülmesi körük olan kişinin ağzına çamur sıvanması gibi.

Bunlardan başka bazı oyunlarda,olmayan nesnelerle oynama söz konusudur.Aksesuarlar olarak kullanılan şey görülmez,ama varmış gibi kabul edilir. Öküz kesme ve Keleş oyunlarında satıcı eliyle karşısındakine et verme hareketleri yapar,ancak,ortada et olmadığı gibi,onu simgeleyen herhangi bir nesne de yoktur.

Oyuncuların kendi aralarında olduğu gibi oyuncularla seyirciler arasında da hayali bir bağ kurulur ve böylece muhayyel varlık elden ele dolaştırılır. Tezek Toplama oyununda kızlar yerden tezek toplama hareketleri yaparlar.Topladıkları hayali tezekleri eteklerine biriktirirler.


D)Makyaj ve Kostüm

Seyirlik oyunlarda köylü,makyaj için kolayca ulaşabildiği yakın çevresinden temin edebildiği doğal maddeleri kullanır.Deve oyunda arap rolünü oynayan kişi,yüzüne siyah ayakkabı boyası sürer,koyun yününden sakal ve bıyık yapar.

Yüzü siyaha boyamak için tencere isi,kurum,odun kömürü gibi maddeler de kullanılır.Hayvan rolleri için başlık geçirilerek kulak yapılır.Narman-Mahmutçavuş köyünde oynanan Alaca - Karaca oyununda köpekler böyle bir makyaja tabi olurlar.Keşgem oyununda ahiretten gelen kişiyi canlandıran Keşgem'in gözleri,ağız ve burun delikleri açık kalacak şekilde yüzüne hamur yapıştırılır.

Bazen un sürülmesi de mümkündür.Erkek oyuncular daima bıyıklı olurlar.Bıyıksız olanlar koyun yününden bıyık yaparlar.Sakallı bir kişilik canlandırıldığında da yünden sakal yapılır yahut yüzün sakallı olması gereken kısımlar boyanır.Erkek kılığına giren kadınlar da yünden bıyık yaparlar veya bıyık yerini siyaha boyarlar.

Oyunlarda kullanılacak kostümler de yakın çevreden,evden temin edilir.Şükrü Elçin oyuncuların giyecekleri elbiseyi ve kullanacakları eşyayı temin edecek adama orta ve doğu Anadolu'nun bazı yerlerinde çoriş adının verildiğini belirtir.

Ancak,Erzurum köylerinde böyle bir isme rastlayamadık.Köy oyunlarında kostüm kullanılmakla birlikte oyuncunun,canlandırdığı kişiye bütünüyle benzemesi gerekmez.Örneğin kadın kılığına giren erkek bir entari giyinir, başına yazma alır, yaşmak yapar,ama ayakkabılarını değiştirmez. Hatta pantolonunu da çıkarmaz.

Pantolonunun paçalarını çorabın içine yerleştirir.Önemli olan, köylü kadın kıyafetini mümkün olduğu kadar seyirciye hissettirebilmektir.Bayan elbisesinin temininde güçlük çekilirse oyuncunun başına bir bez parçası veya mendil örtmesi yeterlidir.Bunun örneğine Altınbulak köyünde Sarı Zeybek oyununda tanık olduk.Yaşlı bir kişi olan Derviş Tülü,başına bir mendil örtmek suretiyle kadın rolünü oynadı.

Bütün oyunlarda rol gereği canlandırılan tipin en çarpıcı giyim özellikleri yansıtılmaya çalışılır.Keşgem oyununda ahiretten gelen kişi beyaz elbiseler giyinir;Natır oyununda sakat babanın elinde baston bulunur;Göç oyununda anne ihramlı ve yaşmaklıdır;İmam oyununda imam, başına bir kavuk, sırtına kalın bir palto,eline uzun bir değnek alır;Doktor oyununda doktoru bir beyaz önlük giyinerek rolünü yerine getirir.Pehlivan oyununda ise pehlivana az-çok benzemek için oyuncu,elbiselerinin belden yukarısını çıkarır.

E)Dans ve Müzik

Erzurum köy seyirlik oyunlarında çok gelişmiş biçimiyle olmasa da dram, müzik ve dans iç içe geçmiştir.Dans, çoğunlukla müzik eşliğinde sergilenir. Bazı oyunlarda seyircilerin de katılımıyla bu,toplu dansa dönüşür.Danslar,oyunlardaki mahiyet ve fonksiyonlarıyla değişiklik arz ettikleri için bunları gruplar halinde incelememiz yararlı olacaktır.

1)Oyunun Muhtevasında Yer Alan Danslar:İncelediğimiz oyunların bir kısmında dans, oyunun içeriğinde mevcuttur ve olayların akışı içinde ortaya konulur.

Er Bulunur Bar Bulunmaz oyununda kocasının yokluğunu fırsat bilen kadın,düğün evine gider,oradaki bar'a yani raksa iştirak eder.Kocası eve geldiğinde hanımını bulamayınca düğün yerine gider,o da dansa katılır.

Burada oyuncuların amacı seyircilere dans gösterisi sunmak değildir.Oyunun akışı, onu gerektirir.Aynı durum Osman Gider Oduna Çarığı Bağlar Buduna oyununda da söz konusudur.Yine kocasının bulunmadığı bir anda evin hanımı komşuları toplayarak dans eder.Buradaki dans,oyunun bir parçası niteliğindedir.Gelin Bayıldı ve Deve oyunlarındaki danslar da bu türdendir.

2)Dans Biçiminde Sunulan OyunlarBig Grineli Kız,Tandıra Koydum Paçayı ve Çeşmeye Vardım Ana oyunlarında dans, taklitlerle, olay örgüsü ile bütünleşmiştir.Daha doğrusu,oyun figürlerinde belli durumların veya kişilerin taklidini görüyoruz.

Dans öğesini çıkardığımız zaman oyunun bütünlüğü ve fonksiyonu bozulmuş olur.Cüce,Çocuk Düşürme,Dehlenk gibi tek kişilik oyunlarda da ilk dikkati çeken unsur danstır.Ama dans ederken taklit yapılır,müzik eşlik eder.İki kişi tarafından oynanan Sarı Zeybek oyunda kız kaçırma,Turna barında ise turna taklidine yer verilir.

3)Dans Öğelerinin Kullanıldığı Taklitler:Bazı oyunlarda kişiler veya durumlar taklit edilirken dans gösterileri sunulur. Cihanlı köyündeki Berber oyununda berberi ve traş olayını taklit eden oyuncu aynı zamanda müziğin ritmine uygun hareketlerle dans öğelerini ortaya koyar.Yastıktepe'de sergilenen Değirmen oyununda da bir daire oluşturan oyuncular değirmen taşını taklit ederken aynı zamanda müziğin ritmine uymaya çalışırlar.

4)Oyunun Hemen Ardından Sergilenen Münferit Veya Toplu Danslar:Bu gruptaki danslar,oyunun muhtevasıyla ilgili olmaksızın bir çeşit bitiş gösterisi niteliğindedir.Kambur,Tezek Toplama,Boncuk oyunlarının sonunda konuya bağlı olmayan bir dans sergilenir.

Erzurum köy seyirlik oyunlarında müzik ihtiyacını karşılamak üzere çeşitli aletler ve yöntemler kullanılır.Eğlence yerlerinde ilk akla gelen çalgılar davul ve zurnadır. İkisi birlikte çalınır. Davul-zurnanın bulunmadığı yerlerde klarnet,tef,darbuka,bağlama ve mey çalınır.

Özellikle kadınlar arasında sergilenen oyunlarda tef çalınması yaygınlık kazanmıştır.Bunlardan hiçbiri bulunmazsa köylü kendi imkanlarını kullanarak herhangi bir gaz yağı tenekesini alır,eliyle darbuka gibi çalar.

Bazı yerlerde büyük güğümün ağzına yakın kısmı koltuk altına sıkıştırılır,alt tarafı darbuka gibi çalınır.Hatta bu alet ve eşyalardan hiç birinin bulunmaması halinde köylü yine müzik unsurundan vazgeçmez ve oyuna uygun bir ezgi ile "dara nira ninay nini nina nay,dara nay ,niri nay,niri niri nam" gibi mırıldanmalarla ahenk oluşturmaya çalışır.Bu tür oyunların derlenmesi sırasında bir müzikoloğun yer alması,köy seyirlik oyunlarının musiki değeri için yeni bilgiler elde edilmesine zemin hazırlayacaktır.




-----------------------------
KAYNAK:Kültür ve Turizm Bakanlığı
Alıntı  
Dışarıda Site Yönetimi
Admin
*******
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesaj Sayısı: 12,518
Konu Sayısı: 11,588
 
#9
17/07/2008, 01:15
Muhteva Bakımından Erzurum Köy Seyirlik Oyunları
A)Sosyal Problemler

1)Aile

Aile hayatının çeşitli görünüşleri mizahi bir üslupla Erzurum Köy seyirlik oyunlarında yer alır.Bu oyunlarda karı koca arasındaki ilişkilerin zayıflığı, beceriksiz ev kadınları ve ailenin yegane hakimi konumundaki erkek tipleri yerilir.

Osman Gider Oduna Çarığı Bağlar Buduna oyununda Osman, karısının ev işlerini yapmamasından ve oyunla vakit geçirmesinden dolayı ikinci kez evlenir.Ancak, ilk hanım, kuma olarak gelen kadını banyo yaptırırken öldürür.Osman gelir,kadının öldüğünü görünce ağlar. Dua okunduktan sonra kadın dirilir.Olup bitenleri anlatınca Osman,birinci hanımını boşar ve dışarıya atar.

Burada köylü kadınların ikinci evliliği hiçbir zaman tasvip etmediği böylesi durumlarda sonuna kadar direndiği,ancak sonuçta erkeğin galip geldiği tezi savunuluyor.Bu oyunda ikinci evliliğin bir gerekçesi vardır:ilk hanımın beceriksiz ve vurdum duymaz oluşu.

Kadınların kesinlikle ortak kabul edemediklerini anlatan diğer bir oyun da Kuma oyunudur.Kocasının bir başkasıyla evlendiğini duyan kadının çılgınca hareketleri,tedirginliği ve kıskançlığının sergilendiği kuma oyununda kadın,ikinci evliliği felaket saydığı için ağıt söylemektedir.

Keşgem oyununda ise birinci hanım,masum rolünü oynar.Hamilelik sonrasında kendisine hizmet etmek için getirilen kumadan gerekli ilgiliyi görmeyen kadın,durumu kocasına bildirir.Koca, ikinci hanımı önce döver,sonra istediğini yaptıramayacağını anlayınca boşar.Er Bulunur Bar Bulunmaz oyununda eğlenceyi her şeye tercih ve bu uğurda eşini, çocuklarını ihmal eden bir ev kadınının durumu alay konusu olur.

Tandıra Koydum Paçayı oyununda yine evin düzenini sağlayamayan hanımın bu özelliğinden yararlanan kedi,tandırdaki yemeği döker.Evin hanımı kocasından dayak yer.Göç oyununda ise aile içindeki iş bölümü,tabiatla mücadele eden insanımızın aile ortamındaki sıcak ilişkileri vurgulanır.

Erzurum köylüsünün aile hayatını bariz özellikleriyle oyunlarda buluyoruz.Kadınlar,evde un eleyerek hamur yoğururlar,süt pişirirler,çamaşır yıkarlar, yün tarayarak giysi yapımında kullanılan ipliği elde ederler ve bu yönleriyle takdir toplarlar.

Erkek, ailenin sınırsız yetkilerle donatılmış tek hakimidir.Her yerde onun dediği olur.Babadan sonra erkek kardeş, ailede ikinci derecede söz hakkına sahiptir.Çeşmeye Vardım Ana Oyununda bir delikanlıya gönlünü kaptıran kızını onunla görüşmekten alıkoymak isteyen anne, kızını kardeşine dövdürmekle tehdit eder.


2)Evlenme

Erzurum köy seyirlik oyunlarında en çok gündeme gelen konulardan biri de evlenme ile ilgili uygulamalardır.Bu oyunlarda asıl endişe topluluğu eğlendirmektir. Seçilen konular ise ilginç bir malzeme olmaktan ibarettir.

Köylü bu malzemeyi kullanırken olayları ve kişileri karikatürize eder.Pamuk Eğirme oyununda espriyi bilmeyen seyircilerin yüzleri unla beyaza boyanacak,böylece komik bir durum oluşacaktır.

Bu amaca hizmet etmek için dul bir kadınla beraberindeki birkaç kızının pamuk eğirme sahnesi hazırlanır.Kızlar, evlenme isteklerini "ana, ben cıcıdım" sözleriyle ifade ederler.Annenin itirazı karşısında kızlar isyan ederek "ana, ben gociya gidecam" biçiminde isteklerini açıkça ortaya koyarlar,sonra her biri kendine bir koca bulur.

Yalnız kalan kadın da birisiyle evlenir.Anadolu'da gençlerin evlenme arzularını üstü kapalı tavırlarla ortaya koyduklarını biliyoruz.Burada, genç kızın psikolojisinin, kendi içinde kalması gereken arzularının açıkça ifade edilmesiyle oyuna bir hareketlilik kazandırılmıştır.

Gençlerin evlenme isteği ve büyüklerin karşı çıkışı sonucunda oluşan çatışma ortamının gerçekleştiği başka oyunlar da vardır.Çeşmeye Vardım Ana oyunu, sevdiği delikanlıyla çeşme başında kaçamak görüşmeler yapan kızın,annesi tarafından tekdir ve tehdit edilişini anlatır.Burada da genç kız, isyancı bir tavır takınır.

Annesinin "seni kardeşine dövdürürüm" biçimindeki tehdidine aldırmayarak "ben kararımı vermişim,muhtarı çağır,nikahımızı kıysın" diye karşılık verir.Ataerkil aile yapısının egemen olduğu Erzurum köylüsünün bir seyirlik oyunda genç kızı böylesine yürekli bir tavır içinde sunması oldukça ilginçtir.

Süpürge oyununda da evlenmek isteyen genç kızın annesine karşı direnişi ve sonunda hedefine ulaşması söz konusudur. Ayrıca bu oyunda görücü usulünün taklidi yapılır, fakat bu yöntem yadırganmaz ve eleştirilmez.

Kız oyununda yine kadının evlenmeye bizzat kendisinin karar verebileceği vurgulanır. Ama burada dul bir kadın vardır. Yetişkin kızlarıyla birlikte koca aramaya çıkar, koca adayını teste tabi tuttuktan sonra beğenmediğini ifade eder.

Erzurum köylerindeki bazen baş vurulan evlenme biçimi olarak kız kaçırma olayı Sarı Zeybek oyununa konu olur.Bu oyunda kız istemedikçe onu kaçırmanın mümkün olmayacağı ifade ediliyor.Gürzali ve Nişanlıyı Görme oyununda nişanlı gençlerin köy gelenekleri çerçevesinde görüşmeleri temsil edilir.Görüşmeler gece ve gizlice gerçekleştirilir.

Müzikli,danslı,türkülü Deli Kız oyununda çeşitli bedensel özürlerinden dolayı evde kalmış bir genç kızın yakınmalarına şahit oluruz.Gelin Bayıldı oyununda ise sevdiği kızın başkasıyla evlenmesine razı olmayan delikanlı,düğün gecesinde gelinle güveyiyi öldürmeye kalkar, tabancasıyla ateş ederek onları yaralar.


3)Eğitim

Oyunların bir kısmında eski eğitim sisteminin eleştirildiği görülüyor.Özellikle bilgisiz hocaların yetişmesine neden olan kolayca icazet verme yöntemi İmam ve Çocuk Okutma oyunlarında gündeme gelir. Eğitim-öğretimle ilgili bu problem,güldürü unsurları eklenerek sunulur. Hoca hoca oyununda da hoca - öğrenci ilişkilerinin olumsuz yönleri eleştirilir.


4)Köy Hayatı

Köy hayatının çeşitli safhaları, Erzurum köy seyirlik oyunlarında yer almaktadır. Erzurum köylüsünün asıl uğraşı olan tarım ve hayvancılık oyunlarda önemli bir yer kaplar. Tarlaya tohum atma, yetiştirme, hasat, çayır biçme, ot taşıma gibi tarımsal faaliyetlerle hayvanların doğumu, koyun otlatma vb. hayvanlarla ilgili işlemler, oyunlara canlılık kazandırır.

Bunlardan başka köylülerin hayvan alım-satımı, sınır kavgaları, kadınların çamaşır yıkanması yasak olan çeşme başında yasağı ihlal etmeleri, fakir köylülerin kırdan yaban tezeği toplayarak yakacak temin etmeleri, çocukların sokakta aşık oynamaları, değirmende un öğütmeleri, zengin olanların hacca gitmesi, hasta olanların hastaneye götürülmesi gibi köy hayatından seçilen değişik sahneler sunulur.

Oyunlarda köylü tipleri başta olmak üzere farklı kişiliklere yer verilir. Köyün önde gelen kişileri muhtar, imam ve bekçidir. Özellikle muhtar oyunların vazgeçilmez kişisidir.Hatta oyunların çoğu oyunculardan birinin içeriye girerek selam verdikten sonra söylediği "bu köyün muhtarı kim?" sözleriyle başlar. Muhtar, köyde olup bitenlerden haberdardır. Karar, yönetme ve düzenleme organı konumundadır.

Yol gösterir, yardımcı olur, anlaşmazlıklara müdahale ederek sorunları çözer. İmam ve Keleş oyunlarında olduğu gibi suistimallere karıştığı ve haksızlıklara neden olduğu da görülür.İmam, öğreticilik yönüyle oyunlara yansır.

Bekçi muhtarla birlikte hareket eder, ona yardımcı olur.Alış-veriş için köye dışarıdan gelen tüccar, hastaları tedavi eden doktor,önemli hadiselerde olaya müdahale eden komutan ve jandarmalar diğer önemli tipler olarak karşımıza çıkar.Bunların dışında marangoz,nalbant,berber,kalaycı,değirmenci, çoban gibi meslek ve zenaat sahipleri de oyunlarda rol alırlar.

B)Komik Unsuru

Erzurum köy seyirlik oyunlarında komik unsuru önemli bir yer işgal eder. Gerek ritüel oyunlarda, gerekse konularını günlük hayattan alan oyunlarda her şey kaba çizgileriyle verilir. Böylece eğlenmek için bir araya gelen insanların hoşça vakit geçirmeleri sağlanır. Komik unsurunun ortaya çıkması için şu yollara baş vurulur:

1)Kaba Hareketler:Oyunların bir çoğu kaba-saba hareketlerin gülünç hale gelmesiyle noktalanır.Alaca-Karaca,Keleş,Kişi ve Öküz Kesme oyunlarında ücretini ödemeyen kişiyi ödemeye zorlamak için dayak atmak suretiyle kaba bir tavır sergilenmekte,seyircilerin gülüşmeleri arasında oyun noktalanmaktadır.

Burada sadistçe bir tavırla insanları dövmek söz konusu değildir.Ancak halk muhayyilesi,gülünç bir pozisyon oluşturabilmek için oyuna katılanları cezalandırmak ister.Bu cezalar,çoğu kez eyleme dönüşmez.Özellikle düğünlerde cezaya muhatap olan kişi,iki tercihle başbaşa bırakılır.Ya bahşişini vererek cezadan kurtulacak,yahut dayak yiyecektir.Böylece dünürcüler bahşiş vermeye zorlanırlar.

Alınan bahşişler yine bir başka toplu eğlencenin hazırlanması için hazırlanır.Dayak atma sırasında tura, kemer, ip vb. eşyalarla vurulduğunda ortaya çıkan gürültü ve dayak yiyen oyuncunun ah of gibi çoğu kez abartılı bir biçimde çıkardığı inleme sesleri ayrı bir gülünç durum oluşturur.Dayak yiyen kişiler genellikle bu sonucu bilirler ve seyircileri güldürmek için zahmete katlanırlar.

Böylesi durumlarda oyuncu hem dayanıklılığını ispat eder,topluluk için özveride bulunduğunu kanıtlar,hem de ortaya çıkan gülünç durumdan zevk duyar.Dayak atmak her ne kadar güzel bir davranış değilse de kötü niyetle ve kasıtlı olarak yapılmadığı,şakayla karışık biçimde sergilendiği ve her şeyden önemlisi gelenek öyle emrettiği için herkes bunu hoş karşılar.

Tarla Bölme oyununda iki kişi, sırtlarına birer kişiyi bağlarlar.Kavga yaparken her biri karşısındakinin sırtında bulunan kişiye vurur. Hacı oyununda ise hacı rolündeki oyuncu her defasında "vay benim akılsız başım!" diyerek sırtında taşıdığı adamın kafasına vurur.

Dam Üstü Örtmek,Saz ve Marangoz oyunları,ağaç kabul edilen kişinin vücudunun çeşitli yerlerine el ve ayak darbeleriyle yapılan eziyetten ibarettir.Bu örnekleri çoğaltmamız mümkündür.

2)Doğal Olan Durumlara Aykırı Giyim-Kuşam Ve Davranışlar:Oyunlarda komiklik bazen garip kıyafet ve davranışlarla sağlanır. Dehlenk oyunu, bunun tipik bir örneğidir. Oyuncu, kullandığı kostümlerle, ortaya koyduğu jest ve mimiklerle tamamen gülünç bir vaziyet alır. Ceketini ters giyinmiş, şapkasını yana çevirmiş, belini kamburlaştırmış, eline çolak, ayağına topal görünümü vermiştir. Bu seyredenleri gülmeye sevk eder.

3)Sürpriz Bir Sonuç:Köy seyirlik oyunlarında beklenmeyen bir gelişme veya sonuç ,gülüşmeye neden olur.İmam oyunu,öğrencilere ders veren hocanın başında sakladığı içi su dolu tası öğrencilerden birinin başına ters geçirmek suretiyle öğrenciyi ıslatmasıyla biter.Kız oyununda yine oyunu bilmeyen kişinin ıslatılması, komik bir durum meydana getirir. Nazar oyununda ise oyuncuların yüzlerinin isle boyanması beklemedikleri gülünç tabloyu ortaya çıkarır.

4)Söz Oyunları, Tekerlemeler:Oyunlarda geçen konuşmalardan bir kısmı komiğin oluşmasına yardım eder. Boncuk oyununda yoğurt yemeyi beceremeyen çocuğu annesinin "Boncuk, ıcıcık cıcık ye!"şeklinde ikaz etmesi. Deve oyununda deveye binen kişinin havadaki leylekler aracılığıyla memleketindeki hanımına haber gönderirken söylediği sözler, Hoca Hoca oyununda öğrencilerle hoca arasında geçen konuşmalar Pamuk Eğirme oyununda "ana ben cıcıdım" sözleri bu tür bir komiği hazırlar ve seyircileri gülmeye zorlar.


C)Nazım Unsurları

Mani, türkü vb. müstakil manzum ürünleri ortaya koyan Türk insanı bunları seyirlik oyunlara sokmayı ihmal etmemiştir. Kulağa hoş gelen manzum parçalar, bazen düşüncenin şiirsel üslupla sunulması şeklinde tezahür eder. Bazen de oyuna çeşni katması için söylenir. Oyunlarda yer alan nazım unsurlarını, özelliklerine göre şu başlıklar altında incelemek mümkündür:

1)Oyunların Varlık Sebebi Olan, Sergilenirken Asıl Unsur Konumunda Bulunan Türküler

Erzurum türküleri arasında derlenen, bir kısmı TRT repertuarına giren ve halkın severek dinlediği bazı manzum parçalar, oyunların bel kemiğini oluşturur. Deli Kız, Tandıra Koydum Paçayı, Çeşmeye Vardım Ana ve Ağca Ferikler oyunları, baştan sona kadar türkü eşliğinde oynanır. Bunlardan Deli Kız ve Çeşmeye Vardım Ana, karşılıklı söyleşme biçimindedir.

Deli Kız oyununda her bölüm özel bir şekil arzeden dokuz mısradan oluşur.Mısralar, 5+3 duraklı, 8 hecelidir. Her mısra iki kez tekrarlanır. Çeşmeye Vardım Ana oyununun türküsü 7 heceli dörtlükten oluşur. Tandıra Koydum Paçayı türküsü dörtlüklerden meydana gelir. Oyunun bir başka varyantında üçlüklerle kurulmuş bağlantısı iki dize olan türkü biçiminde karşımıza çıkar.

Bu varyantta mısralar 8 hecelidir.Ancak arada bir eksik heceli dizelere de rastlanır. Örneğin "kedi gelir ürke ürke" dizesi 8 heceli, onu takip eden "atladı çıhdi yüke" dizesi 7 hecelidir.Bunun gibi eksiklikler müzik ve dansın yardımıyla seyirciye hissettirilmez.

Nakarat mısraları her bentte aynen tekrarlanır. Ağca Ferikler'in bentleri üçer mısralıdır.İlk iki bent esas alınarak diğer bentler söylenir.Tekrarlarda sadece soru cümlesi değiştirilir. Taklidi istenen duruma göre soru sorulur."Koca karılar tarlaya nasıl giderler?","delikanlılar tarlayı nasıl biçerler?" gibi.

Oyunlara eşlik eden bu türküler,ağızdan dolaştığı için birtakım değişikliklere uğrarlar.O andaki duruma göre sözler daha çarpıcı hale getirilebilir, yahut oyuncu, türkünün herhangi bir dizesini hatırlayamayınca konuya uygun sözlerle boşluğu doldurur.


2)Anonim Şiir Örneklerinden Seçilerek Oyunların Arasında Söylenen Manzum Parçalar:

Bu tür oyunlarda manzume ikinci derecede önem arzeder. Oyuna canlılık kazandırılması için söylenir. Değişkendir.Sarhoş oyununda içkili delikanlı sokakta dolaşırken bir türkü mırıldanmaktadır:

O yana dönder beni

Bu yana dönder beni

Sağ yanımda yaram var

Tabibe gönder beni

Oyuncu,o anda hatırlayabildiği bu dörtlüğü söylemiştir.Bunun yerine,konuya uygun bir başka türküyü de mırıldanabilir.Kocaman oyununda, oyun ekibiyle birlikte ve giren gaydeci,orada hatırlayabildiği herhangi bir türküyü söyler.Gözebaşı köyünden Yılbaşı Eğlencesi adıyla tespit edilen oyunda bızdikler ölüp yere yatınca gelinler bunların üstüne kapanırlar.Oyun ekibinden sesi güzel olan bir kişi,belli bir beste ile şu maniyi okur:

Bu yol Pasin'a gider

Döner tersine gider

Burda bir garip ölmüş

Kuşlar yasına gider

Burada, maniyi söyleyen oyuncu, yerde yatanların iki kişi olmasını dikkate alarak üçüncü dizeyi "Burda bir çift garip ölmüş" şeklinde değiştirmiştir.
Cihanlı köyünde sergilenen Deve oyununda, deve oynamaya başlayınca sahibi bir manzum parça okur.Değişik halk türkülerinden alınarak bir araya getirilen bu manzumede kafiyenin ortaya çıkardığı ahenk,kendini hissettirir:

Develi develi

Sordum aslın nereli

Dedi İskendereli

Çok sallama göbeğini

Ürküdürsün bebeği

Bebek getti yaşına

Şapka ister başına

Kuma oyununda ise kocasının bir başkasıyla evlendiğini öğrenen kadın, çalgı eşliğinde şunları söyler:

Aman dağı bişir daği

Dili bülbül aşır daği

Üç gündür görmedim yari

Yar elinden oldum deli

Yar elinden yaralıyam

Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere değişik halk türkülerinden alınarak oyunlarda sunulan manzumelerde ölçü, kafiye gibi aslı unsurların zaman zaman ihmal edildiği görülür.Bazı sözler değişikliğe uğradığı için anlamsız dizeler ortaya çıkabilir.Oyuncuların düzenli bir manzume sunmak endişeleri yoktur zaten.O anda oyuna bir çeşni katması için bu nazım unsurlarına yer verilir.


3)Karşılıklı konuşmalarda ortaya çıkan kafiyeli sözler:

Manzum söyleşinin en küçük ve en basit örnekleri sayılabilecek bu sözler, komiğin dozunu artırarak gülmeyi sağlamak ve kafiyelerin meydana getirdiği ses benzemesi ile kulağa hoş gelen bir ahenk bırakmak endişesinden ibarettir.Kavuşturan köyünden derlediğimiz bir oyuna adını veren Er Bulunur Bar Bulunmaz sözlerinin esprisi er ve bar kelimelerinin oluşturduğu kafiyeye dayanır.Aynı oyunun Oltu'daki varyantı Yar Bulunur Bar Bulunmaz biçimindedir.

Keleş oyununda mal sahibinin para vermeyenlere vururken söylediği "eti yedin darasi / hani bunun parasi?" sözleriyle hem etin ücreti istenmektedir, hem de dara ve para kelimeleriyle kafiye oluşturulmaktadır.Natır oyununda baba ile oğul arasında geçen konuşmalarda bir kafiye meydana getirilir.

- Oğlum Natır

- Buyur baba!

- Sağ ayağımı ileri götür.

Çocuk Okutma Oyununda Hoca, Öğrencilerden Her Birine Verdiği Dersleri Şöyle Sıralar:

Birinci öğrenciye:

Yar dibinde yatmışsan

Gurbağadan ürkmüşsen

Gurbağa senin emelin

Buni sene gömerim

İkinci öğrenciye:

Gara ağacın guri dorugi

Burda vurursam memlekette alırsın soluği

Üçüncü öğrenciye:

Gara tayuga gah demişsen

Hocan senden bir kitap istemiş, yoh demişsen.

Kız oyununda kızların adları anlamsızdır.Ama oyundaki bazı durumlarda kafiye oluşturması için özellikle seçilmiştir.Kızların adları Helini, İçini ve Özüni şeklindedir. Anne ile kızlar arasında geçen konuşmaların kafiye oluşturması böylece sağlanmış olur.

Birinci kıza:

- Gızım Helini

- Buyur ana!

- Dut babanın elini

İkinci kıza:

- Gızım İçini

- Buyur ama!

- Dut babanın gıçıni

Üçüncü kıza:

- Gızım Özüni

- Buyur ana!

- Dut babanın gözüni.


Deve (2) oyununda kadı ile ayının sahibi arasında geçen konuşmalarda kafiye endişesi hakimdir:


- Oğlum sene

- Söylesene.

Yastıktepe köyünde oynanan Deve (1) oyununda deveye binen kişinin leylekler vasıtasıyla hanımına gönderdiği haber,baştan sona kadar kafiyelidir.Yağmur törenlerinin uzantısı olan Bolbadik oyununda, her kapının önünde,

Bolbadigim bol ister

Gaşıh gaşıh yağ ister

Verenin bir güzel oğli olsun

Vermiyenin topal-mopal bir gızi olsun

Tarlasını sel bassın.

Denilir.Arkasından şu kısım eklenir:

Tarlada çamur

Teyhnede hamur

Ver Allahım ver

Bir suli yağmur


D)Erotik Unsurlar

Kapalı yerlerde oynanan oyunlarda karşı cinsten oyuncu ve seyirci bulunmaz.Erkekler arasında oynanan oyunlarda kadın rollerini erkekler üstlenirler. Aynı şekilde, kadınların oynadıkları oyunlarda da erkekler kesinlikle bulunmazlar.

Erkek rolleri kadınlar tarafından yerine getirilir.Bu temel kural, erotik öğelerin oyunlara girmesini kolaylaştırır.Toplumun, ahlaki bir kural olarak benimsediği ve kadın erkek arasında kalmasını zorunlu gördüğü birtakım ilişkiler temsili bir biçimde oyunlara girer.

Çeşitli davranışlarla veya sözlerle ortaya konulan bu tür esprilere her yerde rastlamak mümkündür.Özellikle genç erkeklerin güveyi ve sağdıçla bir araya gelerek eğlendikleri kısır gecelerinde daha çok görülür.Kadınlar da çoğunlukla kına gecelerinde buna benzer oyunlar sergilerler.


-----------------------------
KAYNAK:Kültür ve Turizm Bakanlığı
Alıntı  
Dışarıda Site Yönetimi
Admin
*******
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesaj Sayısı: 12,518
Konu Sayısı: 11,588
 
#10
17/07/2008, 01:30
ERZURUM KÖY SEYİRLİK OYUNLARINDAN ÖRNEKLER
-1-

Acem (Ilıca - Söğütlü Köyü)
ACEM

Başkumandan - Çavuş - Askerler.

Başkumandan,elinde dosyası olduğu halde,askerlerle birlikte odaya girer. Askerlerin elinde kemden yapılmış bir tura vardır.Hep bir ağızdan:

-Sağ yana bastır gada,sol yana bastır gada diyerek dolaşırlar.Sonra başkumandan, askerlere istirahat verir.Dosyadan isim okuyarak yoklama yapmaya başlar.

- Abo oğli Mugo, Hullikli Bekir.Çarşamba sıfat. Hoppala Bozo, Hacı Gukgo, Hacı Fısfiş!

Bu isimleri saydıktan sonra yoklama biter.Başkumandan,askerlerine kalk emri verir,talim başlar.Talim bitince hücum emri vererek harbe sokar.Askerler, odada bulunanlara ellerindeki turalarla vurmaya başlarlar.Sonra odadan çıkarlar.

(Ilıca - Söğütlü Köyü)

----------------------------------------------------------------------------------------

Ağca Ferikler (Merkez - Ortadüzü Köyü)
AĞCA FERİKLER

Erzurum halk danslarından biri olan Ağca Ferikler, kadınlar tarafından oynanır. Oyuna eşlik eden türkünün sözlerine uygun taklitler yapılır.Türkü, topluca söylenir "koca karılar tarlaya nasıl giderler?", "delikanlılar tarlayı nasıl biçerler?" gibi mısralar söylendikten sonra eller bırakılır. Oyuncular münferit olarak istenen hareketin taklidini yaparlar.Oyunun türküsü şöyledir:

Ağca ferikler, ince ferikler

Toplanın gızlar toplanın

Dizilin gızlar dizilin

Ağca ferikler, ince ferikler

Foca garılar tarlaya nasıl giderler?

Ha bele bele, ga bele, bele giderler.

Ağca ferikler, ince ferikler

Toplanın gızlar toplanın

Dizilin gızlar dizilin

Ağca ferikler, ince ferikler

Goca garılar tarladan nasıl dönerler?

Ha bele bele, ha bele bele dönerler.

Ağca ferikler, ince ferikler

Toplanın gızlar toplanın

Dizilin gızlar dizilin

Ağca ferikler, ince ferikler

Deligannılar tarlayı nasıl biçerler?

Ha bele bele, ha bele bele biçerler.

Ağca ferikler, ince ferikler

Toplanın gızlar toplanın

Dizilin gızlar dizilin

Ağca ferikler, ince ferikler

Goca garılar hamuru nasıl yoğurur?

Ha bele bele, ha bele bele yoğurur.

Ağca ferikler, ince ferikler

Toplanın gızlar toplanın

Dizilin gızlar dizilin

Ağca ferikler, ince ferikler

Goca garılar ekmeği nasıl açarlar?

Ha bele bele, ha bele bele açarlar.

Ağca ferikler, ince ferikler

Toplanın gızlar toplanın

Dizilin gızlar dizilin

(Merkez - Ortadüzü Köyü)
-----------------------------------------------------------------------------------------------------

Alaca - Karaca (Narman Mahmutçavuş Köyü)
ALACA - KARACA

Oyuncular:

Mal Sahibi:Başı sarıklı, palto giyinmiş bir adam.Kaşkolunu boynuna dolamış bir kısmını göğsünden, bir kısmını omuzundan sarkıtmıştır.Elinde bir sopa vardır.

Alaca - Karaca:Vücutları keçi derisi ile örtülü iki kişi.Bezden kulak yapılmıştır.Kuyrukları vardır.Kol ve bacakları da sarılıdır.Boyunlarında "hış" denilen demirler vardır.

Muhtar:Günlük kıyafetiyle bir köy muhtarı tipi.

Alıcılar:Günlük kıyafetleriyle köylü tipleri.


MAL SAHİBİ (Odaya girer) - Selamünaleyküm, bu köyün muhtarı kim?

MUHTAR -Aleykümselam ağa, hoş geldin. (tokalaşırlar).

MAL SAHİBİ - Hoşbulduh muhdar. Ben yolcuyum. Köyümü mal götürirem. Tosunnardan ayahlarını dabah dutmuş, getmiş, kesip satabilir miyuh, köyüzde.

MUHTAR - Satarıh ağa. (Köylülere döner). Hasan Çavuş, Veli Ağa, Muhhis Efendi, ucuz alacağız.Hisselerden bir gısmıni isdiyennere satah.

Köylüler,muhtarın dediğini yaparak mal sahibinden et satın alırlar.Mal sahibi "Sağolun, Allah razı olsun" diyerek dışarıya çıkar, biraz sonra gelir. Muhtar,ağayı karşılar.Muhtara "Ben gidecam, etlerin parasını verin" der.

Muhtarla birlikte et satın alanların yanına giderek para isterler.Onlar da "paramız yok sonra verelim" derler.Mal sahibi sinirlenir ve "Alaca!... Garaca!..." diye bağırır. Köpekler hırıltılarla elleri ve ayakları üzerinde yürüyerek gelirler.

Mal sahibi, "Hasan parami vermir" deyince Hasan'a saldırırlar.Tırmalayarak ona para vermeye zorlarlar.Vermezse dışarıya atarlar.Aynı işlem, et satın alan diğer kişilere de uygulanır. Sonunda mal sahibi Alaca ve Karaca adlı köpeklerini boyunlarındaki "hış"larından tutarak dışarıya çıkarır.

(Narman Mahmutçavuş Köyü)

-------------------------------------------------------------------------------------------------------
Aşık (Merkez - Altınbulak Köyü)
AŞIK

Oyuncular:

Aşık oynayan çocuklar (iki kişi) - Baba.Aşık oynayan çocuk rolündeki iki kişi ortaya gelir.Yüzleri isli, elbiseleri kirlidir.Haşarı sokak çocuğu kılığındadırlar. Aralarında konuşmaya başlarlar:

I. ÇOCUK -Oğul, bennen aşşıh oynir misan?

II. ÇOCUK -He, oyniram.

I. ÇOCUK -Ama, gapip gaçıranın anassi,

II. ÇOCUK -He,anassi, gapip gaçıranın anassi,

Oyun oynamaya böylece karar verdikten sonra birbirlerine "Önce sen düş!" derler.Sonra biri düşer,yani elindeki aşığı yere atar.Oyun başlayacakken diğer oyuncu yerdeki aşığı alıp kaçırır.Aşığın sahibi olan diğer oyuncu ağlar, misafirlerinden birinin yanına gelir.

I. ÇOCUK -(yanına gittiği adama) Baba,aşşığımı ano oğlan gaçırdi, al. (ağlar, adamın kollarına yapışır ortaya çeker).

BABA -(İkinci çocuğa bağırarak) Oğlumun aşşığıni ver!

II. ÇOCUK -Eşşek gibi zırla,verim.

Adam,eşek gibi anırır,aşığı kaçıran çocuk bu anırmayı beğenirse aşığı verir,beğenmezse yeniden anırmasını ister.Yahut başka bir ceza verir. Beğenirse aşığı iade eder.Oyun birkaç kez tekrarlanır. Her defasında baba olarak ortaya alınan misafirlere çeşitli hayvan taklitleri yaptırmak suretiyle ceza verilir.


(Merkez - Altınbulak Köyü)


--------------------------------------------------------------------------------------
Ayı (Merkez - Altınbulak - Köyü)
AYI

Oyuncular:

Bostancı -Köpek -Ayı -Eşek -Yardımcılar (iki kişi)

Oyun genellikle düğünlerde oynanır.Bostancı,dünürcülerin şapkalarını alıp bunları kavun,karpuz,mısır,salatalık vb. bostan ürünleri kabul ederek yere dizer.Köpeğine bostancı teslim eder ve iyi korunmasını ister.Kendisi bir köşede yatar,uyur.

Bostancı uykudayken ayı gelir,bostandaki sebzeleri yer.Köpek, havlayarak bostancıyı uyandırır.Fakat zamanında uyandırmadığı için sahibi tarafından dövülür.Bostancı, köpeği ile birlikte ikinci kez ayıyı beklemeye koyulur. Bu kez ayı gelince köpek hemen havlamaya başlar.

Bostancı uyanır,köpeğin ve diğer yardımcıların katkılarıyla ayıyı yakalar.Yakalanan ayı dövülerek öldürülür,sonra eşeğin sırtına konularak köy meydanına götürülüp derisi yüzülür.Deri, açık artırmayla satışa sunulur.En çok parayı veren düğün sahibi deriyi satın alır.Oyuncular, düğün, sahibinden aldıkları parayı daha sonra aralarında paylaşırlar.

(Merkez - Altınbulak - Köyü)



----------------------------------------------------------------------------------------------
Bebek (Aşkale - Tazegül Köyü)
BEBEK

Oyunu hazırlayan oyuncu,iki elini ikişer kaşık bağlar.Kaşıklar kol olacak şekilde iki ayrı eline elbise giydirilerek iki bebek elde edilir.Biri erkek, diğeri kadın kıyafetindedir.Bebekler hazırlandıktan sonra oyuncu yere sırt üstü yatar.Üzerine bir örtü kapatılır.Çalgı eşliğinde bebekleri oynatır.

(Aşkale - Tazegül Köyü)

---------------------------------------------------------------------------------------------
Berber (Tortum - Cihanlı Köyü)
BERBER

Oyuncular:

BerberBig Grineğişik aksesuarları kullanarak komik hale gelmiş bir kişi

Müşteriler:Seyirciler arasından seçilmiş iki kişi.

Çıraklar:Müşterilerin yanında bekleyen iki kişi.

Aynalar:Sandalyede oturan müşterinin karşısında ayakta bekleyen iki kişi.

Oyunun sergileneceği yerde iki ayrı müşteri vardır.Müşteriler sandalyeye otururlar.Her müşterinin karşısında bir kişi ayna göreviyle ayakta durur. Berber,boynunda kayışı,belinde ustura yerine kullanacağı kasaturası olduğu halde ortaya gelir.

Davul - zurna eşliğinde oynamaya başlar.Birinci müşterinin yanındaki çırak "Berber!" Tıraş gecikti" diye bağırır.Berber,müziğin ritmine uygun hareketlerle yavaş yavaş müşterinin yanına gider.Kayışı müşterinin boynuna dolayarak usturayı bileme hareketleri yapar.Sonra,usturayı (kasaturayı) müşterinin yüzüne sürer.

Ayna görevi yapan kişinin başına vurarak belini eğer, müşteriye gösterir.Davul - zurna çalınmaya devam etmektedir.Bu kez,ikinci müşterinin yanındaki çırak "Berber! Tıraş gecikti" diye bağırınca berber yine müziğin ritmine uyarak ağır hareketlerle diğer müşterinin yanına gider.Aynı hareketleri orada da tekrarlar.Birinci müşterinin yanındaki çırak tekrar bağırınca onun yanına gider.Böylece iki müşteri arasında birkaç kez gidip geldikten sonda ortada bir süre oynar ve çıkar.

(Tortum - Cihanlı Köyü)

-----------------------------------------------------------------------------------------
Bolbadik (İspir - Aşağıözbağ Köyü)
BOLBADİK

Yağmurların yağmadığı Mayıs - Haziran aylarında on üç - on beş yaşlarındaki çocuklar bir araya gelerek bir süpürge elbise giydirip gelin gibi süslerler. Bu yapma bebeği uzun bir çubuğa bağlarlar.Çubuğu iki çocuk tutarak önde giderler.Diğer çocuklar da arkadan takip ederler. Böylece bütün evler dolaşılır. Her evin önüne geldiklerinde şunları söylerler:

Bolbadigim bol ister

Gaşıh gaşıh yağ ister

Verenin bir güzel oğli olsun

Vermeyenin topal mopal bir gızi olsun

Tarlasını sel bassın

Önünde durulan evin hanımı çıkar yağmur gelinine ve çocuklara su serper.Çocuklara evden yağ,bulgur,yumurta gibi yiyecekler verir.Çocuklar hep bir ağızdan bağırırlar:

Tarlada çamur

Tehnede hamur

Ver Allah'ım ver

Bir suli yağmur

Evleri sırayla dolaşan çocuklar bir araya gelerek topladıkları yiyecekleri pişirip yerler,eğlenirler.

(İspir - Aşağıözbağ Köyü
--------------------------------------------------------------------------------------------------

Boncuk (Pasinler - Kavuşturan köyü)
BONCUK

Sosyete bir aile,bir köy ağasına misafir olur.Sosyete ailenin beraberinde bulunan fedainin adı Boncuk'tur.Sofra hazırlanır.Sofraya yoğurt gelir. Boncuk,yoğurdu parmaklarıyla yemeğe başlar.Misafir kadın "Boncuk! Cıcık cıcık ye!" diye uyarır.Boncuk,yoğurdu kadının yüzüne sürer.Kadın Boncuğa tekrar kızar.O sırada çalgı çalınır,hep birlikte kalkıp oynarlar.

(Pasinler - Kavuşturan köyü)
------------------------------------------------------------------------------------------------
Bostan (Köprüköy - Güzelhisar köyü)
BOSTAN

Oyuncular:

Bostancı - Bekçiler (Üç kişi, üçüncü kişi dilsizdir) - Hırsız

BOSTANCI - (İçeriye girer. Sağa - sola bakınarak bağırır). Selamünaleyküm Bu köyün muhtarı kim?

MUHTAR - Hoş geldin, ne olacah? Muhtan benem.

BOSTANCI - Uzah yoldan gelirem, çoh fakirem, bir sürü nüfusum var, hep acından ölirler.

MUHTAR - Ne olacah ya peki?

BOSTANCI - Bene burda bir yer verin de bostan ekim.

MUHTAR - Verim. Anbura hep sene olsun.

BOSTANCI - Burayi bene mi verdin?

MUHTAR - He... Beyen.

BOSTANCI - (Eliyle işaret ederek!) Arburdan anburaya bene.

MUHTAR - Ora fazla gelir sene.

BOSTANCI - Hoş köyli sene bi şey demez gardaş.

MUHTAR - Der, der. O tarafa çıhma.

BOSTANCI - Der mi?

MUHTAR - Der. O taraf köyün yaylasi ora. Ona gızarlar, boşluhtan, meradan al.

BOSTANCI - (İniltili bir biçimde konuşur). Eleyise ben gelim bostan ekim de... Bir sürü nüfusum var. Her aç galacahlar. Satah da Allah rızası için bu yıl bele geçineh. Hele bahah gelecek seneye ne olur? (Muhtara döner, iniltili bir biçimde konuşmaya devam eder). Gardaş, muhtar...

MUHTAR - Efendim.

BOSTANCI - Bene bi tene de bekçi ver.

MUHTAR - Bekçi?

BOSTANCI - He... Bostanı beklesin, ben sakatım.

MUHTAR - (Seyircilerden birini ortaya alarak). Al ahan sene bekçi

BOSTANCI - Bekçi bu mi?

MUHTAR - He, bekçi bu.

BOSTANCI - Bu namussuz olmaz. bu çoh saçli sakgalli. Ben buni beyenmirem. Getsin bu, sen sakgat adamam, bu benli döger. (Bekçi olarak ortaya çıkan kişiye vurur). Bene bele parlah, nice bıyıhlı yahışıhlı bir bekçi lazım.

MUHTAR - (Başka birini ortaya çıkararak). Nasıl bu?

BOSTANCI - (Ortaya gelen ikinci bekçiyle tokalaşır). Sen hoş geldin gardaş.

II.BEKÇİ - Hoşbulduh gardaş, nasılsın?

BOSTANCI - Vallah işte görirsen bir ayağım sakat. Çoh uzahtan gelirem. Bu köyün muhtarı da bene bir yer verdi.
Bostan ektim. Bostanımı berkler misin?

II.BEKÇİ - Beklerim.

BOSTANCI - Hah olarah ne istirsen? Ben fakirem, benden az iste.

II.BEKÇİ - Yarısını ver.

BOSTANCI - Olmaz, çoh istirsen. (Muhtara döner). Muhtar, bu çoğ istir.

SEYİRCİLERDEN BİRİ - Çariği boğuzuna.

BOSTANCI - (Bekçiye) Çarıği boğuzan, sırımım ağzan, gabul mi?

MUHTAR - Olsun.

II.BEKÇİ - Olsun.

BOSTANCI - Oldi, ben yatacağım, sen benim bostanı bekle, oldi mi gardaş?

II BEKÇİ - Tamam oldi.

Bostancı yatar,uykuda horlama sesleri çıkarır. Bekçi,ücreti az bulduğu için işini ciddiye almaz. Bostana hırsız girer.Bostancı uyandığında karpuz ve salatalıkların çalındığını görür.Bekçiyi döverek kovar.Mahsulün yarısını vermek kaydıyla başka bir bekçiyle anlaşır.Bu sonuncu bekçi dilsizdir.

Bostancı tekrar uykuya dalar.Bekçi dilsiz olduğu için bostana giren hırsıza bir şey söyleyemez.El - kol hareketleriyle ve garip seslerle bostancıyı uyandırır. Bostancı uyandığında mahsulün tümünün çalındığını görür. Bu bekçiyi de döverek kovar.

(Köprüköy - Güzelhisar köyü)

-----------------------------------------------------------------------------------------------
Cüce (Ilıca, Kumluyazı köyü)
CÜCE

Bir genç kızın başına kalbur konularak elleri başının üstünde birleştirilir.Entarisi yukarıya toplanarak ellerini ve başını kapatacak biçimde bağlanır.Göğüs altından itibaren karın kısmı açık bırakılarak bel seviyesinde bir etek giydirilir.Kalçalarına uzun bir değnek bağlanır.

İki yanda iki kol görevi yapan bu değneğe gömlek giydirilir.Göbeği burun olacak şekilde kızın karnına bir insan yüzü çizilir.Kız,bu kıyafetiyle ortaya gelir.Diğer kadınlar teneke çalarak türkü söylerler.Genç kız, hareketli türkünün ritmine uyarak oynamaya başlar.Böylece güler,eğlenirler.

(Ilıca, Kumluyazı köyü)

----------------------------------------------------------------------------------------------------------
Çeşmeye Vardım Ana (Tortum - Dikmen köyü)
ÇEŞMEYE VARDIM ANA

Oyuncular:

Anne:Yaşlı kadın görünümünde bir kişi.

Kız:Günlük kıyafetiyle bir genç kız.

MahmutBig Grinelikanlı Kılığına girmiş bir genç kız.

Kız testiyi eline,içinde çamaşır bulunan kalburu da omzuna alarak çeşmeye gider.Çeşme başında Mahmut'la karşılaşırlar.Kaçamaklı sohbet ederler.O anda anne,kızına seslenince kız eve gelir.Aralarında şu manzum konuşma geçer:

KIZ

Çeşmeye vardım ana
Suyi doldurdum ana
Kor olacah çeşmede
Mendilim galdi ana

ANNE

Çeşmeye vardın gızım
Suyi doldurdun gızım
Kor olacah çeşmede
Kimleri gördün gızım?

KIZ

Çeşmeye vardım ana
Suyi doldurdum ana
Kor olacah çeşmede
Mahmud'i gördüm ana

ANNE

Datlidür dilin gızım
Uzundur boyun gızım
Şimdi gardaşın gelsin
Gırdırim belin gızım

KIZ

Datlidür dilim ana
Uzun boyum ana
Yüz bin gardaşım gelse
Gırılmaz belim ana

ANNE

Altına bah altına
Bah şu gızın heltine
Ele hersim çıhir ki
Alim yumruh altına

KIZ

Gınayı getür ana
Barmağın batur ana
Ben garari vermişem
Muhdari getür ana

Konuşma aralarında teneke çalınır,çalgı eşliğinde dans yapılar.Sonunda toplu dans ile oyun biter.

(Tortum - Dikmen köyü)

------------------------------------------------------------------------------------------------

Çoban (Aşkale - Tazegül köyü)
ÇOBAN

Oyuncular:

Çoban - Muhtar - Bekçi - Mal Sahipleri

Çoban, seyircilerin bulunduğu odaya gelir.Muhtarı bularak köyün hayvanlarını otlatmak istediğini söyler.Muhtar kabul eder.Çoban,odada bulunanlardan birinin yanına gider "Senin neyin var?" diye sorar.Mal sahibi "İneğim var,öküzüm var,goyunum var" gibi cevaplar verir.

Çoban, birkaç kişiyle bu şekilde görüşür.Herkesten teslim aldığı hayvanları götürür.Önünde bir hayvan sürüsü varmış gibi odanın ortasında dolaşır,sürüyü otlatır.Akşam olunca mal sahiplerinde birinin yanına gelir.

ÇOBAN - Sen bene ne gatmışdın?

MAL SAHİBİ - İnek gatmışdım.

ÇOBAN - O ineği ne yapacahdın?

MAL SAHİBİ - Sağip südüni yiyecahdım.


(Aşkale - Tazegül köyü)

--------------------------------------------------------------------------------------------
Çocuk Düşürme (Aşkale - Topalçavuş köyü)
ÇOCUK DÜŞÜRME

Oyun,tek kişi tarafından çalgı eşliğinde oynanır.Kadın hamiledir.Hamile görünümü kazanmak için karnına bez doldurmuştur.Ortaya gelir.Müzik ve hareketli herhangi bir türkü eşliğinde oynamaya başlar.Karnındaki bezler düşüncele kadar oynar.

(Aşkale - Topalçavuş köyü)

-----------------------------------------------------------------------------------
Çocuk Okutma (Pasinler - Yastıktepe köyü)
ÇOCUK OKUTMA

Oyuncular:

Hoca - Muhtar - Öğrenciler (üç kişi)

HOCA - (kapıdan içeriye girerken) Selamünaleyküm, bu köyün muhtarı kim?

MUHTAR - Aleykümselam, muhtar benem.

HOCA - Ben Tiflis'ten gelirem. Çocuğuz varsa ohudacam.

MUHTAR - Kaç guruşa ohudacahsan?

HOCA - Beş guruşa.

MUHTAR - Nasıl ohudacahsan?

HOCA - Çop gıssa sürecah. Derslerini bildiler mi hemen icazetlerini verecam.

MUHTAR - Peki.

Muhtar,odada oturanlardan üç kişiyi ortaya çıkarır.Hocayla birlikte diz çökerek otururlar.Hoca, öğrencilerin oturuş biçimlerini düzenler,her birinin adını sorar.

HOCA - (birinci öğrenciye) Senin dersin: "Yar dibinde yatmışsan".

I.ÖĞRENCİ - (Hocanın söylediğini tekrarlar) Yar dibinde yatmışsan.

HOCA - (İkinci öğrenciye) Senin Dersin: "Gara ağacın guri doruği".

II.ÖĞRENCİ - Gara ağacın guri doruği.

HOCA - (Üçüncü öğrenciye) Senin Dersin: "Gara tayuğa gah demişsen".

III.ÖĞRENCİ - Gara tayuğa gah demişsen.

HOCA - (birinci öğrenciye döner, elindeki sopasıyla öğrencinin göğsüne dürterek ve omzuna vurarak). Senin dersin neyidi? Ey dinne:

Yar dibinde yatmışsan

Gurbağadan ürkmüşsen

Gurbağa senin emelin

Buni sene gömerim.

(Bu cümleleri öğrenci aynen tekrar eder. Hoca, ikinci öğrenciye döner). Senin dersin neyidi? Ey dinne:

Gara ağacın guri doruği

Burda vursam memlekette alırsın soluği

(İkinci öğrenci de bu cümleleri aynen tekrar eder. Hoca, üçüncü öğrenciye döner). Senin dersin neyidi? Ey dinne:

Gara tayuğa gah demişsen

Hocan senden bir kitap istemiş, yoh demişsen.

Hoca üçüncü turda yeniden birinci, ikinci ve üçüncü öğrenciye ayrı ayrı derslerini sorar. Öğrenciler aynen tekrar ederler.

HOCA - Aferin, ey bildiz, çalgın gidin bir yerde hoca alın.

Bu arada,verilen dersleri bilmeyen öğrenciyi sopalar.

(Pasinler - Yastıktepe köyü)

--------------------------------------------------------------------------------------
Dam Üstü Örtmek (Ilıca - Söğütlü köyü)
DAM ÜSTÜ ÖRTMEK

Oyuncular:

İş arayan adamlar:İki kişi.Biri topaldır.

Muhtar

Eşek:Elleri ve ayakları üstünde yürüyen eşek rolünü canlandıran kişi.

İş arayan adamlar eşekle birlikte odaya girerler.Muhtarı sorarlar.Odadakilerden biri,muhtar olarak gösterilir.Adamlar,muhtardan iş isterler.Aralarında şu konuşma geçer:

MUHTAR - Ne iş görürsünüz?

ADAMLAR - Her işi görürük.

MUHTAR - Çobannıh yapar mısız?

ADAMLAR - Ondan başka her iş görürük.

MUHTAR - (Ayağı topal olan adama) Senin ayağın topal.Bir iş göremezsen.

TOPAL ADAM - (Ayağının arasında bulunan çubuğu odada bulunanlara vurarak ayağını savurur. Muhtara) ben mi topal? Ben çoh ey dam üsti örterem.

MUHTAR - (Odada bulunanları gösterek) Anbura hep çamlıh. İstediyin gadar kes, işin gör.

Topal adam,odadakilerden kimi gözü tutarsa onu kaldırır.Ayağına soktuğu sopayı balta olarak kullanır.Ayağa kaldırdığı kişinin ayaklarına vurur.Adam yere düşer.Yerde kollarına vurarak ağaç budama hareketleri yapar.Birkaç kişiyi böylece budadıktan sonra eşeğe yükleyerek taşır. Odanın bir kenarına topladıktan sonra dışarıya çıkar.

(Ilıca - Söğütlü köyü)
------------------------------------------------------------------------------------------
Davar Otarma (Ilıca - Söğütlü köyü)
DAVAR OTARMA

Çoban olacak kişi,topal taklidi yaparak aksak hareketlerle odaya girer.Muhtarı sorar.Odadakilerden birini muhtar olarak gösterirler.Çoban, muhtardan iş ister.Muhtar "bize davar çobani olur musan?" diye sorar.Çoban "oluram" şeklinde cevap verir.

Çoban, odada bulunanlardan birkaç kişiyi koyun olarak ortaya çıkarır ve onları otlatmaya götürür.Odanın içinde biraz dolaştıktan sonra uykusu gelir, yatar uyur.Uyandığında koyunları yanında bulamaz.Çoban uyurken koyun rolündeki kişiler yerlerine oturmuşlardır.Çoban,koşarak muhtarın yanına gider."Davarlar gaybolmuş muhdar!" diye bağırır.Muhtar dışarıya çıkar.

Ellerinde su bulunan iki kişiyi odanın kapısına koyar.İçeriye girer."Soso,filanın itini yollayın,davara gurt girdi" şeklinde bağırır.İsmi söylenen kişinin oğlu odada bulunmaktadır.Onun kolundan tutup dışarıya atarlar.Kapıdan çıkarken ellerinde su ile bekleyenler suyu bunun üstüne dökerler.Böylece odada bulunanların bir kaçı ıslatılır.

(Ilıca - Söğütlü köyü)

--------------------------------------------------------------------------------------------------
Değirmen (Pasinler - Yastıktepe köyü)
DEĞİRMEN

İki kardeş miras bölerken anlaşamazlar. Komşular araya girerek anlaşmalarını sağlarlar.Herkes tarlasını eker, biçer.Kardeşlerden biri değirmene bir çuval saman götürür.Değirmenciye "şu buğdayı al ve öğüt" der,sonra oradan bir çuval un alıp çıkar.Değirmenci çuvalı açtığında içindekinin buğday değil, saman olduğunu görür,aldatıldığını anlar.

Bu işi yapan kardeş, diğer kardeşin yanına gider "ben böyle yaptım, senin nüfusun çoh,bu yıl fazla buğday elde edemedim, sende aynı şeyi yap" der. Maksadı kardeşini değirmenciye dövdürmektir.Diğer kardeş de bir çuval saman götürür.Un alırken değirmenci onu yakalar ve döver. Cezalandırmak için değirmen taşının üzerine atar.

Değirmen taşı olarak ortada büyük bir teşt vardır ve içine un serpilmiştir.Değirmentaşının dönüşünü simgelemek üzere teştin çevresinde birbirinin omzundan tutan birkaç kişi belli bir makamla türkü söyleyerek oyun oynamaya ve teştin etrafında dönmeye başlarla.Dönerken türkünün ritmine göre arada bir teştin içindeki kişiye tekme atarlar.

(Pasinler - Yastıktepe köyü)

----------------------------------------------------------------------------------------

Dehlenk (Merkez - Ortadüzü köyü)
DEHLENK

Oyun,çalgı eşliğinde tek kişi tarafından oynanır.Bazen iki kişinin birlikte oynadığı da görülür.Başındaki şapkasını yan tarafa çevirir.Ceketini ters giyinir.Sırtına kambur yapar.Pantolonunun paçalarından bir çorabın içine konulmuştur,diğeri açıktadır.Buna benzer akla gelebilecek her türlü gülünç kılığa girebilir.Ağzına su doldurur.Müziğin ritmine uygun hareketlerle oyununu icra ederken çeşitli mimiklerle yüzünü gülünç hale getirir.

Ellerini ve kollarını arkaya,yan tarafa çevirerek çolak taklidi yapar.Ayaklarını eğerek bacaklarını birbirine geçirir.Aksak yürüyüşlerle, hoplama ve sıçramalarla eğilip kalkar.Çevresinden bir veya birkaç kişi müziğin ritmine uygun bir şekilde "amanım dehlenk, imanım su" sözleriyle tempo tutarlar.Oyuncu, ağzındaki suyu,kendisini gülerek izleyen seyircilerin üstüne püskürtür,seyirciler arasında kaçışmalar olur.Oyunun süresi seyircilerin ilgisini oranında uzatılır.

(Merkez - Ortadüzü köyü)
---------------------------------------------------------------------------------

Deli Kız (Merkez - Ortadüzü köyü)
DELİ KIZ

Çoğu kez kadınlar arasında oynana oyun,bazen erkekler tarafından da sergilenir.Biri orta yaşlı kadın, diğeri evde kalmış kız rolündeki iki oyuncu karşılıklı oynarlar.

Davul - zurna eşliğinde oyun oynarken müziğin ritmine uygun bir tarzda karşılıklı konuşmalar yapılır.Konuşmaların gerektirdiği biçimde taklitlere yer verilir.Her dizesi iki kez tekrarlanan türkünün sözleri şöyledir:

KADIN - Deli gız sinin geliyor.

KIZ - Sinide neler geliyor?

KADIN - Başına yazma geliyor.

KIZ - Hani ya niye gelmedi?

KADIN - Geldi de geri döndüler.

KIZ - Ne gusurumi buldular?

KADIN - Başına kelloz dediler

KIZ - Gurbanız olim gomşular

Hayranız olim gomşular

Hani ya bunun kellozi?

KADIN - Deli gız sinin geliyor.

KIZ - Sinide neler geliyor?

KADIN - Gulağan küpe geliyor.

KIZ - Hani ya niye gelmedi?

KADIN - Geldi de geri döndüler.

KIZ - Ne gusurumi buldular?

KADIN - Gulağan kura dediler

KIZ - Gurbanız olim bir bahın

Hayranız olim bir bahın

Hani ya bunun neresi kurasi?

KADIN - Deli gız sinin geliyor.

KIZ - Sinide neler geliyor?

KADIN - Beline kemer geliyor.

KIZ - Hani ya niye gelmedi?

KADIN - Geldi de geri döndüler.

KIZ - Ne gusurumi buldular?

KADIN - Galçana çıhıh dediler

KIZ - Gurbanız olim gomşular

Hayranız olim gomşular

Hani ya bunun çıhıği?

KADIN - Deli gız sinin geliyor.

KIZ - Sinide neler geliyor?

KADIN - Ayağan kalloç geliyor.

KIZ - Hani ya niye gelmedi?

KADIN - Geldi de geri döndüler.

KIZ - Ne gusurumi buldular?

KADIN - Ayağan topal dediler

KIZ - Gurbanız olim bir bahın

Hayranız olim bir bahın

Hani ya bunun topali?

(Merkez - Ortadüzü köyü)

----------------------------------------------------------------------------------------------
Deve (Erzurum - Merkez)
DEVE

Oyun,iki çalgıcı refakatinde davul - zurna veya davul - klarnetle düğünlerde,eğlence yerlerinde oynanan çifte telli,kosarma,daslıços,dehlenk vs. gibi havalarla oynanır.Çalgıcıların başlaması ile hem deve hem de iki deveci birden oynarlar.Deve, kendisini oynatanlardan birine kafası ile vurur, ısırır, tekme atar. Dövülen deveci elindeki çubuğu ile deveyi dövmeye başlar.

I.DEVECİ - Kime karşı gelirsen köpeyoğlu? Özün menim dayağımı heç bilemez misen? Yahşı suratın Allah kahreyleye...Deve değildi sanki gatır...

Deveci deveyi dövüp bu sözleri söyledikten sonra davul - zurna bir uzun hava çalmaya başlar.Deve dayağı yedikten sonra çalgıcının melodisine uyarak titremeye başlar.Titrer,titrer ve kendisini yere atar.Yerde ölüyormuş gibi hareketler yapar,ağzını açar yumar ve ölür.

II.DEVECİ -(Devesinin öldüğünü görüp heyecanlanarak arkadaşına)

Eyyyvaaah!.Ocağımı su koyverdin, meni mahv eyledin... Vay dılgır oğlu dılgır sen deveyi Hakka tapşırdın... (arkadaşına vurur).

I.DEVECİ - (Ağlayarak). Ne vurursun gardaşım! Köpeyoğlunun devesi seksen sekiz dişi ile kalçamı kıtladı.Kellesini böğrüme vurdu,otuz altı kaburga kemiğim çatladı. Çatladı çat çat...

II.DEVECİ - Ay umarım Allah'tan özün hammısı birden çatlasın.

I.DEVECİ - Senin deven çatlasın, deven patlasın.Her türlü aleti edavatı yetmiş sekiz bin parçayı bölünüp semavata fırlasın.

II.DEVECİ -(Devesinin başında ağlayarak dolanır, yüzünü okşar,arkasına geçer, sargısını ve kalın etlerini okşarken).Ah menim balam menim eğem, menim atam, dedem, babam, menim yeke devem, hele bir cannan...Goran bir dua tapşıram, cannan...(Deveden ses gelmediğini görünce) Sen İran'dan Turan'a yüz kırk batman yük götürürdün.On beş bin beş yüz arşın yolu üç saatte gatederdin, imdi nemeler oldu sana?

I.DEVECİ - Eğe ne ağlıp durursun, bu deve dekinden, nazından zıbardı...

II.DEVECİ - Eğe ne dekdi, ne nazdı. (Kalbini dinler) Özünü hakka vermiş, kalbi bile çarpınır.

I.DEVECİ - Onun kalbi kıçındadır, gerisini dinle, motor gibi atır.

II.DEVECİ - (Kıçını dinler ses geldiğini anlar, sevinir bir halde) Caaan caaan can! Vuy o puf puf diyen dilleren gurban, o ne güzel kalp çarpır, kalp değil sanki demirci körüğüdür.

I.DEVECİ - Eğe men onun ilacını bilürem.

II.DEVECİ - O ilac nemele ilaçtı?

I.DEVECİ - Mayastroooo (çalgıcılara dönerek) Ay mayastrocular bizim deveye eyi bir hava çalasız, belki tirile...

II.DEVECİ - (Çalgıcılara yalvararak) Size kurban olim,can veresiz bu hayvana,nerdeyse aklım kalkır.

Zurnacı,devenin arkasına gelip uzun bir hava çalmaya başlar,deve çalgıcının melodisine uyarak titremeye başlar,deveciler sevinir ve deve ayağa kalkar.Deve ne deveciler tekrar oynar oyun biter.

DEVECİLER - Eğe,bizim pulları verin, gideceğik.

(Erzurum - Merkez)

--------------------------------------------------------------------------------------
Deve (Pasinler - Yastıktepe köyü)
DEVE

Dışarıdan bir adam odaya girerek selam verir ve muhtara sorar.Muhtar gelir.Tokalaşırlar.

ADAM - Bene bir tarla ver muhdar.

MUHTAR - Ne yapacahsın?

ADAM - Lahana ekecam.

MUHTAR - (Odada oturanlardan birini ortaya çıkararak).Bunun çoh tarlası var.

ADAM - (Tarla sahibine döner). Bene bir tarla ver.

TARLA SAHİBİ - (El hareketleriyle önünde geniş bir alanı gösterir) Ahan,ne gadar istirsen al,gözün kestirdiği gadar senin olsun.

Adam,kendisine bir miktar tarla ayırır.Elindeki değnekle sınırlarını belirler.Sonra aynı değnekle tarlada çalışma hareketleri yaparak neşeli bir biçimde lahanaları ektiğini hissettirir.

ADAM - (Kendi kendine)

Here here hesdani

Danalar girdi bosdani

Goyma bostan azari

Yemesin bizim lahanalari

Adam, tarlanın yanıbaşında yatar, uyur. Bir süre sonra uyanınca tarlanın ortasında bir devenin yatmakta olduğunu görür.Hayatında hiç deve görmediği için bu hayvanı tanıyamaz, şaşırır.

ADAM - (Kendi kendine) inek değil,öküz değil,at değil,eşşek değil.(Bir süre daha şaşkınlıkla bakar ve karar verir),Bu eşşektir, bu eşşektir.

Adam, yatmakta olan deveye biner.Deve hemen ayağa kalkar.Çok yükseğe çıktığı için bunun eşek olmadığını anlar.Korkuşla "yandım, öldüm" diye bağırır, feryat eder,ağlar.Sonra başını yukarıya kaldırır. Gökte uçan leylekleri görür.Leyleklere hitaben şunları söyler:

Siz gidersiz Gars'a

Orda vardır arsa

Arsada bir yapi

Yapide ganatli kapi

Gapide vardır bir halğa

O halğayi siz çalın

Eğer çıharsa biri, bıyıhlari gaba

O bizim baba

Eğer çıharsa biri, enteresi sari

Odur bizim gari

Siz ona söyleyin:

Hesso binmiş goca bir elemete

Artıh gider gıyamete

Ya gelir, ya da gelmez.

Leyleklere arzusunu böylece bitirdikten sonra derin bir "'h" çeker. Develer "yıh" denildiğinde yatmaya alışkın oldukları için bu deve de "ah" sözünü "yıh" anlayarak yere yatar. Adam böylece kurtulmuş olur.

(Pasinler - Yastıktepe köyü)
----------------------------------------------------------------------------------
Deve (Tortum - Cihanlı köyü)
DEVE

Oyuncular:

Kadı:Oyunun baş sorumlusu.Oyunu düzenler,yönetir ve bizzat rol alır.

Kızlar (iki kişi):Kadın kılığına girmiş erkekler.

Deveyi meydana getirenler (iki kişi)Big Grinevenin sahibi

İnzibatlar (iki kişi): Kızlara sarkıntılık yapılmaması için onları korurlar.Aynı zamanda oyunun genel asayişinden de sorumludurlar.

Ayı:Vücudunun her tarafı deri ve kemle sarılmış bir kişi.

Ayının sahibi

Toplayıcı:Her evin önünde oyun sergilendikten sonra ev sahibinin verdiği bahşişi (arpa, buğday, patates para v.b) teslim alan kişi.

Davulcu

Zurnacı

(Davul - zurna yoksa onların yerine teneke çalan bir kişi)

Deve oyununun kalabalık ekibi köyde sırayla evleri dolaşmaya başlar.Herhangi bir evin önünde durulur.Ev sahibi dışarıya çağrılır.

EV SAHİBİ - (Kadıya hitaben) Kadı efendi, şu gızların oynasın da bir görelim.

KADI - (inzibata döner) Oğlum sene.

İNZİBAT - Söylesene.

KADI - Şu benim cici gızlarım gelsin bir oynasın.

Kızları ortaya gelirler.Davul - zurna eşliğinde bir süre oynarlar.

EV SAHİBİ - (Kadıya) Hele bir de deve oynasın, görelim.

KADI - (Devenin sahibine) oğlum sene.

DEVENİN SAHİBİ - Şu bizim Mercan'ı çağırın, gelsin oynasın.

Devenin sahibi,deveyi ortaya çıkarır. Deve oynamaya başlar.

DEVENİN SAHİBİ - (Belli bir beste ile okur)

Develi develi

Sordum aslın nereli

Dedi İskendereli

Çoh sallama göbeği

Bebek getti yaşına

Şapka ister başına

Bu sözler,TRT repertuarına girmiş bir türkünün nakarat kısmı olarak karşımıza çıkıyor:

Develi

Sordum aslım nereli

Haydi elma yanaklı

Haydi kiraz dudaklı

Çok sallama göbeği

Düşürürsün bebeği

Deve bir süre oynadıktan sonra ev sahibi deveye binmek istediğini söyler.

DEVENİN SAHİBİ - Oğlum Mercan yıh.

Deve yatar.Ev sahibi deveye biner.Deve, bir süre de böylece oynar.Devenin oyunu bitince ev sahibi bir de ayının oynamasını ister.

KADI - (Ayının sahibine) Oğlum sene.

AYININ SAHİBİ - Söylesene.

KADI - Şu bizim ormanlarda gezen iki yaşındaki eti yiyilmeyen miskini çağır, bir oynasın da görelim.

Ayı ortaya gelir. Oynamaya başlar.

AYININ SAHİBİ - (Belli bir besteyle söyler)

Ayunun gözleri humar

Birini açar, birini yumar

Ağalardan peşgeş umar

AYININ SAHİBİ - (Ayıya) Goca garılar yaylaya nasıl gider?

Ayı, inleye inleye yürüme hareketleri yapar.

AYININ SAHİBİ - Genç gızlar yaylaya nasıl gider?

Ayı,çabuk yürüme hareketleri yapar.Durur.Aynaya bakarak saçlarını tarama taklidi yapar.Ekipte bahşiş toplayan kişi ev sahibinden bahşişi alır.Bir başka evin önüne giderler.Böylece sabaha kadar eğlenirler.Toplanan yiyecekler satılır. Parasıyla bir koyun alınır.Kebap yapılarak eğlence tertiplenir.

(Tortum - Cihanlı köyü)
-----------------------------------------------------------------------------------------------
Doktor (Aşkale - Koşapınar köyü)
DOKTOR

Doktor,masanın başındaki sandalyeye oturur.Dünürcülere hitaben hastaları muayene edeceğini söyler,önce kendi ekibindeki arkadaşlarından birini muayene eder."Başka hasta var mı?" diye sorar.

Birkaç kişinin ismi verilir.O kişiler doktorun yanına gider.Doktor, hastayı muayene ettikten sonra "sende kalp hastalığı var" der.İlaç yazar,sonra eczacıya gönderir.

Eczacı ilacı verir.Hasta "borcumuz ne?" diye sorduğunda eczacı örneğin "yüz bin lira vereceksin" der.Hasta çıkarır ücreti verir.Aynı işlem birkaç misafire yapılır.Kimine romatizma,kimine ülser gibi teşhisler koyarak reçete yazıp ücretini alırlar.

(Aşkale - Koşapınar köyü)

---------------------------------------------------------------------------------------------
Enişte (Merkez - Altınbulak köyü)
ENİŞTE

Oyuncular:

Nişanlı Genç:Günlük kıyafetiyle dilsiz rolünü oynar.

İkinci Genç:Arkadaşı gibi dilsizdir.

Nişanlı Kız:Genç kız kılığına girmiş bir erkek.

İkinci Kız:Nişanlı kızın kardeşi. Genç kız kılığına girmiş bir erkek.

Muhtar:Günlük kıyafetiyle bir erkek.

Diğer Köylüler

Nişanlı genci,arkadaşı nişanlı görmeye götürür.Köyün delikanlıları,nişanlı gencin elbiselerini çıkarırlar.Dilsiz olan nişanlı genç,konuşamadığı için "eee...ııı...ooo..." gibi sesler çıkararak bağırır.Yine dilsiz olan arkadaşı da buna benzer seslerle gürültü yapar.

Köylüler,nişanlı gencin sadece külotunu üzerinde bırakmak kaydıyla soyarlar.İki genç, gider, muhtara şikayet ederler.Muhtar gelir,önce nişanlı kızla konuşur.

Nişanlısından ne istediğini sorar.O da çıkarılmış elbiselerin adlarını (ceket, gömlek, çorap vs.) söyler.Muhtar,delikanlılardan çıkarılmış elbiseleri kıza verir,sonra çıplak vaziyetteki dilsiz delikanlıyı kızın yanına gönderir.Nişanlı kız "benim nişanlım ne güzel" diyerek sevme bahanesiyle tokat atar,döver.Diğer kardeşi de "eniştem ne güzel" diyerek yüzüne,sırtına tokat atar.Delikanlının dilsiz taklidi sesleriyle oyun biter.

(Merkez - Altınbulak köyü)
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Er Bulunur Bar Bulunmaz (Pasinler - Kavuşturan köyü)
ER BULUNUR BAR BULUNMAZ

Kocası tarafından düğüne gitmesi yasaklanan kadın,kocasının bulunmadığı bir anda düğüne gider."Kocamın nereden haberi olacak,beş dakikalığına gider gelirim" diye düşünür.Düğün evinde diğer kadınlarla birlikte bar oynamaya başlar.

Aradan uzun bir zaman geçer.Kadın, kendini tamamen oyunun havasına kaptırır.Bir başına kada gelir ve o zevkle kendinden geçer.Eve geç kaldığını anlar ve oyundan çıkmak isterse de bunu yapamaz.

Bu arada eve gidip hanımını bulamayan ve çocukların ağladığını gören adam,düğün evine gelir.Hanımının bar başında oynadığını görünce iyice sinirlenir.Kadın da oynamaya devam eder.Karı koca arasında çalgının ritmine uygun olarak her cümle iki kez tekrarlanmak üzere şu konuşma geçer:

ERKEK - Gız sen burya neye geldin?

KADIN - Bari düzeltmiye geldim.

ERKEK - Gız çocuhlar evde ağlir.

KADIN - Eline etmek vermişem.

ERKEK - Gız evde etmek yoğidi.

KADIN - Gonşilerden borç almışam.

ERKEK - Gız vallahi boşaram seni, gız billahi boşaram seni.

Bu konuşmalar devam ederken adam da oyunu heveslenir.Onun havasına kendini kaptırır.Gider, bar başına geçer.Hanımıyla birlikte söyleyip oynamaya başlarlar:

KARI - KOCA (Beraber) Er bulunur, bar bulunmaz.

Son cümle birkaç kez tekrarlanır ve oyun biter.

(Pasinler - Kavuşturan köyü)



------------------------------------------------------

-----------------------------
KAYNAK:Kültür ve Turizm Bakanlığı
Alıntı  
Sayfa (2): 1 2 Sonraki »
Tweet      
     


Benzeyen Konular
Konu: Yazar Cevaplar: Gösterim: Son Mesaj
  Çocuklara Özgü Oyunlar Site Yönetimi 1 2,241 17/07/2008, 02:47
Son Mesaj: Site Yönetimi

Digg   Delicious   Reddit   Facebook   Twitter   StumbleUpon  


Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir

Mustafa Ceylan |
  •  
  • Yukarı dön  
  • Lite mode  
  •  Bize Ulaşın


Dost Sitelerimiz:

Türkçe Çeviri: MyBB Türkiye
Üretici: MyBB, © 2002-2021 MyBB Group-Theme © 2014 iAndrew

Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder