SiteAna Sayfa
Güllük Dergisi
Şairlerimiz
Arama
Üyeler
Video
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Şifremi Hatırlat
Beni Hatırla
Your browser does not support the audio element.
Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi
Web'de Ara
Sitede Ara
0 Oy - 0 Yüzde
1
2
3
4
5
Konu Modu
SÜLEYMAN PEYGAMBER (Gülce Bahçe)
ali_gozutok
Yetkili Şair
Üyelik tarihi:
Sep 2011
Mesaj Sayısı:
248
Konu Sayısı:
222
#1
03/10/2011, 20:53
SÜLEYMAN PEYGAMBER (Gülce Bahçe)
Sonsuzluğun sahibi,
YÜcelerin yücesi!…
KuLlarının içinden,
NicEsini, İsrail oğullarına memur etmiş,
Ve peYgamberimsin demiştir.
Ve azaMetiyle onları
İlhamlAndırmıştır!
Hain, imaNsız yüreklerden çıkan,
Her davranışı engellemiş!
Kol kanat gererek,
Peygamberlerini başıboş bırakmamıştır!...
İsrail
Oğullarının,
Davud peygamberine,
Ettikleri tüm kötülükler,
Unutulmamıştı ki, Süleyman’ı,
Aynı zamanda hem hükümdar hem Peygamber
Olarak, türlü mucizelerle görevlendirmişti!
Aylarca gidilerek varılacak her bir yolu,
Bir günde almak, neyi ifade ederdi!
Rüzgarlara hükmetmek ne demekti!
Hem Cinleri hem Şeytanları
Emrine almak, kimin haddine!...
Kuşlara
İsteklerini
Yaptırabilmek,
Hangi kulun kudreti dahilinde!
Hangi kul bakırı istediğinde,
Eritip sel misali akıtabilir ki!
İstediği zamanda da kaskatı yapabilirdi.
Melekleri hangi kul acaba şaşırtabilirdi!
Kâinatta Yüce Allah’ın varlığını, birliğini,
Haykırıp duran, milyarlarca delil olacak
Ayet var iken, bunca mucize, niçin di acaba!..........
Çünkü:
İsrail Oğulları,
Fitne ve fesat yatağıydı.
Hazreti Süleyman’ı da,
Sihirbaz,
Büyücü,
Hattâ kafir diye!
Suçlayıp duruyorlardı!...
Hakkında öyle şiirler yazdılar ki;
Yaşadığımız şu çağın İnançsızları,
Ateistleri bile okusa!
Kesin
Yüzleri kızarır.
İşte böyle bir ortamda,
Hem Peygamber,
Hem de hükümdar olan,
Hazreti Süleyman’ı,
Gelin, birlikte tanımaya,
Ve tanıtmaya çalışalım.
Yardım Yüce Rabbimizden….
KONUYA GİRİŞ
Süleyman,
Allah’ın sevgilisi demektir.
Babası:
Hazreti Davut.
Anası ise:
Bat-Şeba.
Soyu:
Hazreti İbrahim’e dayanır.
…..Uzun boylu,
……….Beyaz tenli,
…………İri vücutlu,
…………..Nurlu,
…………….Güzel yüzlü,
………………Büyük gözlü,
…………………Çok saçlı,
………………..…Bir peygamberdi.
Babası Davud Aleyhisselâm’ın,
Ordusuyla,
Kardeşi Ebşalmon,
Karşı karşıya!....
Yani baba oğul savaşıyordu.
Davud A.S.
Yaşlanmıştı amma,
Ordusu savaşta idi.
Aynı anda iki müjdeli haber,
Ulaştı kendisine!
Savaş kazanılmıştı.
Bir de oğlu dünyaya gelmişti.
İşte o oğlan Süleyman idi!...
Davud A.S.
O zaman elli yedi yaşındaydı.
Kimse zafer beklemiyordu.
Şehrin kâhini,
Gizliden gizliye,
Dedi kodu yayıyordu.
-“Veba hastalığı son buldu,
Bu Davud’un sonu diyordu!....”
Davud iki müjdeli haberi alınca,
Allah’ın hikmetinden sual olunmaz
Diyerek gençleşti dinçleşti sanki!....
Allah ona vazifesini devam,
Fırsatı vermişti.
Ordusunu bekliyordu.
Halk ayıkmıştı bir anda,
Menfaat her şeyin üstünde…
Aleyhinde konuşup duran,
Kapıdaki nöbetçiler,
Yeni emirler bekliyordu.
O sırada,
Nöbetçi askerlerden biri,
Davut’tan öğrendiği ilahiyi,
Okumaya başladı.
“Ey Allah’ım!
Beni,
Düşmanlarımdan,
Fesat çıkaranlardan,
Bana karşı ayaklananlardan,
Emin kıl!..
Beni azat et.
Ne isyanımdan ötürü,
Ne de suçumdan ötürü,
Günahım yokken,
Bana pusu kuruyorlar!
Canıma kastediyorlar,
Bu eli kanlı adamlardan
Beni kurtar. YA RAB!..…
Kavminden bazıları diyordu ki;
Hürriyet özgürlük,
Ne kadar güzel!
Kavuşup
Murada ersek ne olur.
Muradımız!
Kırda yayılan,
Bir sürü sahibi olmak!
Bir sürü ki;
Siyahı,
Beyazı,
Alacalısı olsun!
Bir sürü ki;
Dişisi,
Erkeği,
Kuzusu olsun!
Oğlağı bulunsun!
Bir ucu önümdeyse,
Öbürü ufka uzansın!
Böyle bir sürüm olsun isterim.
Budur benim sonsuz hayalim.
Süleyman’ın annesi,
Avuç açıp yalvarıyordu;
Ey Allahım, bundan sonra, huzur göster bizlere,
Yer yüzünde, taş yürekli olanları yumuşat,
Mülayim kıl azgınları, kulak versin sözlere,
Her bir kula, yardım edip, göstersinler hem şefkat.
Hiç kimsenin, hiç kimseye, üstünlüğü yok iken,
Kendisini üstün görmek insanlığa sığar mı?
Ne çıkar ki kötülükten, iyiliğin mükâfatı çok iken,
İşleyerek sevabını, yükseltsinler kat be kat.
Davut Aleyhisselâm,
Akşam eve,
Geç kalmıştı.
Karısı endişeliydi,
Başına bir iş gelmesinden korkuyordu.
Halbuki Davud,
Asılı kaya’ya gitmişti.
Oraya bir mescit yapma arzusunda idi.
Mukaddes emanetler,
Ahit sandığı,
Halâ çadırdaydı.
Çadır mescit vazifesi görüyordu.
DOĞUMU
Karısı;
Müjdeli iki haber,
Vermek için,
Kapılarda bekliyordu Davud’u….
Geç saatte döndü, Davud evine,
Geldiğini görünce,
Çok sevindi.
Oturup konuştular,
Oğulları Süleyman’ı,
Birbirine muştular.
İşte kısır sayılan,
Bir kadın o yaşında,
Bir oğlan doğuracaktı!....
Allah’ın sevgilisi,
Olsun dediler,
Ona Süleyman adını verdiler.
Yedi yaşına gelince,
Babasıyla dükkana gidiyordu,
Babası demir dövüp,
Zırh yaparken ona bakıyordu.
Babası bir gün ona dedi ki;
-----“Ey oğul sen küçük değilsin!
Sana ilim öğreteceğim,
Allah da sana yardım eder.
Bundan böyle ibadetini de,
Aksatmadan yerine getirirsin!”
Çok sevinmişti Süleyman.
---Sağ ol babacığım!
Hakikaten en büyük müjdeyi aldım.
İlim öğrenmeye çok hevesim var.
Her sanatta da kabiliyetim var,
Bu da bana Allah’ın bir lütfu!...
Öyle rivayet edilmektedir ki;
Babası Davut a.s. vefat ettiği zaman,
Cebrail a.s.
Süleyman’a baş sağlığına geldi.
Dedi ki;
Allah seni İsrail oğullarına,
Halife seçti.
Padişahlık mı istersin!
Yoksa ilim sahibi, bilginlik mi?
Bu sözü duyunca, secdeye kapandı.
Ben padişahlıktan çok ilim isterim. Dedi.
O zaman Yüce Allah!
--Sen tevazu gösterdin,
Hem padişah, Hem de ilim sahibi olacaksın.”
Senden,
Kibri,
Büyüklüğü,
Kendini beğenmeni, kaldırdım.
Bütün dünyayı sana verdim!
Onu seyret!
İnsana şaşkınlık veren şeylerimi gör!
Cebrail’e döndü Yüce Allah!
Cennet’e git!
Hilâfet yüzüğünü getir,
Süleyman’a ver!
Gitti yüzüğü aldı geldi ve,
Süleyman’a verd7i.
Yüzükte öyle bir koku vardı ki,
Görülmüş duyulmuş değil!
Misler gibi kokuyordu.
Yıldız gibi parlıyordu.
Dört köşeli kaş’ı vardı.
Birinde:
(Lâ İlâhe illellah Muhammedün Resulullah!)
Birinde:
( Allah’tan başka Allah yoktur.
Her şey Onun hükmündedir. Her şey Ona dönecektir.)
Birinde:
(Mülk, kibriyaü sultan’a aittir!)
Son köşesinde de:
Yarattığı her şey Ona çok kolaydır!)
Vehb ibn. Münebbih den rivayet edilmiştir ki:
O yüzük,
Cennette iken Adem’in parmağında idi.
Cennetten çıktığı zaman,
Yüzük uçtu gitti,
Arş’ın bir tarafında durdu!
Hak Tealâ:
-Ey Şereflilik yüzüğü!
Adem a.s. Bizim andımızı unuttuysa,
Seni andımızı unutmayan birine vereyim. Dedi.
Hz. Süleyman’a nübüvvetin verildiği,
Aşure günü olan,
Cuma günü,
Cebrail a.s.
Süleyman a.s. mın parmağına,
Besmele ile taktı!
Bütün adem Oğullarını,
Cinnileri,
Kuşları ve rüzgârı,
Süleyman’a itaati mecbur kıldı!
“Bunun üzerine biz de,
istediği yere Onun buyruğu ile,
Kolayca giden rüzgârı,
Bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları,
Demir halkalarla bağlı diğerlerini,
Onun emrine verdik..
İşte bizim bağışımız budur.
İster ver, ister tut, hesapsızdır.
Doğrusu katımızda,
Onun yüksek bir makamı ve,
İstikbali vardır.
” (Sad 36 -40)
“And olsun ki, biz Davud ve Süleyman’a,
İlim vermişizdir.(Neml 15)
ÇOCUK SÜLEYMAN
Süleyman henüz on bir yaşında,
Daha küçük bir çocuk.
Öyle bir çocuk ki,
Veraset sahibi!....
HZ. Süleyman;
Krallık ve kadılıkta,
Babasından üstündü!
Bir gün babasına,
Bir dava geldi……
Çobanın biri;
Sürüsünü,
Üzüm bağının kenarında,
Otlatırken,
Davarları bağa girmiş,
Bağı talan etmiş,
Üzümleri koparıp atmış,
Bağa zarar vermişti.…..
Ertesi günü,
Davut A.S. mın karşısına çıkıp,
Şikayetçi olmuşlar!
Davud Aleyhisselâm,
Sürü sahibinin davarlarını,
Bağ sahibine vermesine hükmetmiş.
Giderlerken,
Süleyman’a rastlamışlar.
Süleyman onlara sormuş,
-“Aranızda nasıl hüküm verildi?”
Babasının verdiği hükmü,
Ona söylemişler.
O zaman Süleyman,
--Hükmü veren ben olsaydım,
Böyle karar vermezdim demiş!
Bunun üzerine geri gidip,
Bu kararı,
Davud peygambere bildirmişler.
O da;
“Süleyman’ı çağırıp,
Sen nasıl hüküm verirdin?”
Diye sormuş!
---Ey Allah’ın Peygamberi,
Ey babacığım!
Davarları,
Yününden, sütünden,
Yavrusundan yararlansın diye,
Bağ sahibine verseydin!
Bağı da, tekrar yeşertene kadar,
Çoban’a verseydin!..
Sonra da,
Her kez kendi malını alsaydı!
Daha adaletli,
Olmaz mıydı?
Demiş!...
Davut Aleyhisselâm,
Verdiği hükümden dönüp,
Süleyman’ın,
Verdiği hükme göre
Kararını değiştirmiş!...
Başka bir zaman;
Bir birinden şikayetçi!
İki kadın gelmiş.
İkisinin de birer erkek çocuğu varmış.
Bir gün çocuklardan birini,
Bir kurt kapmış!..
Çocuğunu kaptıran kadın,
Diğer çocuğa sahip çıkıp,
Bu çocuk,
Benim çocuğum!
Kurt’un kaptığı çocuk,
Senin çocuğun demiş!..
Aralarında tartışma başlamış.
Onlarda gelmişler,
Hükümdar Davut’a!
Anlatmışlar olayı.
Onları dinledikten sonra;
Hükümdar Davut!
Sağ kalan çocuğun,
Büyük kadına ait olduğu hükmünü vermiş.
Kadınlar bu hükmü de,
Süleyman’a söylemişler!
Süleyman:
Onlara demiş ki;
----Bana keskin bir bıçak getirin,
Sağ kalan çocuğu ikiye böleyim,
Aralarında pay edeyim!....
Kadıların küçüğü,
Göz yaşları içinde!
Ne olur yapmayın!
Ben vazgeçtim davamdan,
Bu çocuğu şu kadın alsın.
Demiş!
Bunun üzerine Süleyman;
Çocuğun ona ait olduğuna hükmetmiş.
Demiş ki:
-----Ben bölme hükmünü verince,
Diğer kadın hiç istifini bozmadı.
Çocuk onun olsaydı,
Kesilmesine razı gelmezdi….
Yüce Allah;
Davut Aleyhisselâm’a:
--Senden sonra,
“Memuriyet görevinin Süleyman’a,
Verileceğini beyan et !”…..
Diye vahiy eyledi.
Bunun üzerine:
”İlahi!
Bana lütufkâr olduğun gibi,
Süleyman’a da lütufkâr ol !”
Diye niyaz eyledi.
Yüce ALLAH!
“Ona söyle,
Senin kul olduğun gibi,
O da kul olsun,
Ben de ona,
Lütufkâr olayım!”
Diye vahiy buyurdu….
SÜLEYMAN;
---Ya Rabbi!...
Benim kalbimi de,
Babamınki gibi,
Sana karşı korku ve de,
Muhabbet taşır kıl.”
Diye niyazda bulundu.
Ertesi gün ders başladı,
Baba oğul Kâbe’ye dönüp,
İlk namazlarını kıldılar.
Namazdan sonra birlikte,
Sahra-yı Muallâka’ya gittiler.
Sordu Süleyman babasına;
……Ey babacığım!
Kâbe şimdi ne haldedir?
Ey oğul!
Atamız İbrahim, oğlu İsmail ile,
Onu pek güzel korumuşlardı.
Bizzat bakar temizlerlerdi!
Şimdi ne haldedir babacığım?
Hiç sorma,
Çok acı,
Hatırlatma ey oğul!
Deyince,
Bir daha bu konu, hiç konuşulmadı!...
Üzgündü Davud!
Devletler kurmuştu ama!.
Bir Mescit kuramamıştı.
Küçük Süleyman.
Birlikte yapmayı önerdi…
Ben yardım ederim sana,
Tıpkı İsmail’in babasına,
Yardım ettiği gibi…..
Ama olmamıştı,
Olmuyordu bir türlü.
Onu,
Yeni bir savaş bekliyordu !….
Yıllar yılları kovalıyor,
Yaş kemale eriyordu.
Davud Aleyhisselâm yetmiş,
Sülayman ise,
On ikisine basıyordu.
Mescid-i Aksa’nın inşasına başlandı.
Yavaş, yavaş, duvarlar yükseliyor,.
Hummalı bir çalışma ile,
Plâna göre,
Yükseliyordu.
Duvarlar.
Yaylanın yüzsüzleri,
Şu İsrail Oğullarının
Dönekleri,
Yine,
İş başındaydı.
Bu
Yapılan
da neyin nesi!..
Bunu yapacaklarına,
Önce bir saray yapsalardı,
Daha güzel olmaz mıydı! diye,
Onlarla dalga geçiyorlar,
Aralarına fit sokmaya,
Çalışıyorlardı.
Bunlar,
Fitnenin başı
Olanlardı.
Öbür
Taraftan da
Davut’un,
Diğer oğullarını,
Süleyman’a karşı,
Kışkırtmaya çalışıyorlardı.
Çünkü Süleyman,
Yaşından daha olgun!
Babasından daha isabetli,
Kararlar veriyordu.
Kendisini şimdiden göstermişti.
Ama çocuk yaştaki birinin,
Hükümdar olması,
Nasıl hazmedilirdi!...
Baba oğul mescit inşaatında,
Çalışırlarken,
Davut Aleyhisselâm,
Ansızın,
Hastalanmıştı.
İnşaata gelemez olmuş,
Yatağından kalkamıyor!
Titriyor,
Üşüyordu!..
Gündüzün ak, gecenin siyah,
…………………..Bir donu vardır.
Devran döner, felek döner,
……………………Bir yönü vardır.
Baki olan Allah’tır, her canlının,
……………………Bir önü bir sonu vardır.
SÜLEYMAN’IN KIRALLIĞI
İyileşme ümidi
İçinde türlü
Çareler aranmıştı
Bulunamadı. .
Devletin yönetimi,
Başsız kaldı.
Kim kral olacaktı.
Kim yönetecekti, bu devleti.
Allah’tan aldığı ilham ile,
Davut Peygamber,
Süleyman’ın krallığını ilân ettirdi.
Onu kralın katırına bindirdiler,
Borusunu çaldırıp krallığını
İlan ettiler.
On iki kabile
Başkanı ona biat etti.
Süleyman küçük yaşında,
Böylece kral oldu.
Zamandan tek nasibim, ayrılık gamı oldu,
Gül goncası açmadan, emel bağında soldu.
Yaraya şifa için, bastığım beyaz pamuk,
Tutuştu alev, alev, hiç sönmeyen har oldu.
Hile peşinde koşanlar, hüsrana uğradılar,
Amma dönüp anında, Süleyman’ı kutladılar.
Birkaç hafta geçince, Davud A.S.
Kendini iyi hissetti.
Kabile başkanlarını,
İnşaatı süren,
Mescidin önünde
Topladı.
Orada
Onlara Adem
Atadan beri olup
Bitenleri, tek, tek anlattı.
Özellikle de, Hazreti Musa’nın
Gelişinden sonra yapılan zulümleri!
Bütün açıklığı ile anlattı, anlattı uzun, uzun!
Sözlerini şöyle tamamladı.
“Biz insanlar
O Yüce Rabbin,
Yer yüzünde en şerefli
Halifeleriyiz.
Ancak!
Onun birliğinde toplanmalıyız.
Soyun sopun, hiçbir kıymeti yoktur.
Birliğimizi korursak,
Bize ram ettiği şu kâinatı,
Fethetmemiz işten bile değildir.
Bütün sırlar, ancak ilimle,
Kabuk, kabuk dökülür.
Benden sonra,
Nice Peygamberler gelecek.
Son Peygamberde her şey bitecek.
Çocuklarımızı ona hazırlamalıyız.
Biz elbet öleceğiz, geride kalanlar,
Tek Allah’a bağlanıp,Yola devam etmeli.”
Felek her an bin bir dertle, azgınları ağlatır,
Helâk eder bir anda, karaları bağlatır,
Dert dersi verir zaman, zamane çocuğuna,
Bu öyle bir devran ki, her an yürek dağlatır.
SÜLEYMAN A.S.
Kral oluşundan, vefatına kadar,
Huşu içinde kaldı.
Çok mütevazı idi.
Gururlanıp,
Başını semalara kaldırmadı.
Övünmedi.
Hurma dalından zembil yaptı,
Geçimini onunla sağlardı.
Her ayın başında altı,
Ortasında üç,
Sonunda da üç gün,
Oruç tutardı…
Şöyle söylediği rivayet edilir:
İnsanlara verilmeyen şeyler,
Bize verildi.
İnsanlara verilmeyen ilim,
Bize verildi.
Fakat!....
Şu üç kelimeden fazla bir şey bulamadık!
“Öfke ve sükûnet halinde;
Hilm (usluluk).
Yoksulluk ve bolluk halinde;
Tutumluluk.
Gizlide ve açıkta;
Allah korkusu..
Oğluna da şöyle nasihat ederdi:
---Ey oğulcuğum!
Miskinlikle,
Günah işlemek.
Hidayetten sonra,
Dalalete düşmek.
İbadet edip dururken ondan vazgeçmek.
Ne kadar kötü bir şeydir!..
Babasının vasiyeti üzerine,
Onun ölümünden sonra,
Kudüs şehrinin çevresini,
Beyaz taşlarla hisar yaptırdı.
Hükümdarlığının dördüncü yılında,
Mecid-i Aksanın inşaatına,
Devam etti.
(Burası çevresiyle Yüce ALLAH,
Tarafından kutsal kılınan alan.)
Süleyman Aleyhisselam:
Mescid-i Aksanın yapımına başlayınca,
Ona,
İnsanlar, periler, cinler,
Devler yardım ettiler!
Yerden,
Altın, gümüş ve yakut!
Denizden,
Türlü inciler, çıkarttırdı!
Topladı tüm ustaları,
Mescidin çok süslü, çok güzel,
Olmasını tembihledi.
Ustalar:
kesti tüm taşları,
Yonttular ağaçları,
Biçtiler kalasları,
Öyle süslediler ki;
Mescidin duvarları ,
Beyaz,
Sarı ve
Yeşil renkli,
Halis billur taşlarla
Parıl, parıl parladı!
Direkleri,
Tavan ve kubbeleri
İnci ve Yakut ile süslü!
Tabanı da firuze (safir),
Taşlarla döşendi!
Gecenin karanlığında
Dolunay gibi parlardı.
O zaman bundan daha güzel,
Başka bir mabet yoktu.
Mescid köşelerinden birine,
Abanustan bir asa dikilmişti.
Bu asaya,
Peygamber soyundan,
Bir çocuk dokunsa,
Bir şey olmazken!
Başka biri dokunsa, eli yanardı!....
Mescidin inşaatı bittiği zaman,
Bir kurban kesti Süleyman.
Şükrediyordu Rabbine!
Ona lütfetmişti, Ol Yüce Rahman!
Mülkü saltanatı, hem türlü ihsanı,
“Ona
Bir akşam üstü,
Çalımlı, cins, koşu atları sunulmuştu.
Süleyman:
“Doğrusu ben,
Bu iyi malları,
Rabbimi anmamı sağladıkları için,
Severim demişti.
Koşup toz perdesi arkasında,
Kayboldukları zaman;
Artık yeter,
Onları bana geri getirin.”Dedi.
Bacaklarını ve boyunlarını,
Sıvazlamaya başlamıştı.(Sad 32-33)
Ey Yüce ALLAH’IM!
Her anımda, yalnız sen varsın,
Andığım her yerde, bana sen yarsın,
İnanan kulların, kime yalvarsın!
Ben sana yalvardım, kabul et ya Rab….
Bu mescitte halisane iki rekât namaz kılan,
Anasından doğmuş gibi, tertemiz yunsun arınsın!
Tövbe edip günahına, af dileyip yalvaran,
Şifa bulsun, bolluk bulsun, boş dönmesin kapından,
ihsan et! çünkü sen esirgeyen, bağışlayan bir Rabsın!…
Dua’mı kabul, kurban’ımı makbul,
Etti isen eğer!
Bana bir delil göster!..
Deyince,
Gökten bir ateş indi!
Doğu ile batı arasını kapladı!
Sonra da,
Kurbanı alarak göğe yükseltti.
Bunun üzerine ,
İsrail Oğullarının bilginlerine,
Bu mescidi,
Allah için,
Allah rızası için,
Yaptırdığını söyledi.
Bu günü bayram ilân etti.
Binlerce deve, sığır ve davar,
Kurban edildi, böyle bir bayram,
Ne görüldü ne de duyuldu.
Tam on dört gün, yenildi içildi,
Bayram kutlandı….
Ya Rab,
Seni daim yüceltirim
Tek yaratan sensin derim,
Canımdan çok severim,
Canım da sen! cananım da sensin.
Ya Rab.
Şükrüm zikrim yalnız sana,
Türlü ihsan verdin bana,
Lütfun içtim, kana, kana,
Canım da sen, cananım da sensin,
……………….Ya Rab.
Süleyman:
Rabbim!
Beni bağışla,
Bana benden başka,
Hiç kimseye verilmeyen,
Bir mülk ve saltanat ver.
Sen şüphesiz,
Daima bağışta bulunansın. Dedi.
Bunun üzerine biz de;
“İstediği yere,
Kolayca giden rüzgârı,
Bina kuran ve
Dalgıçlık yapan şeytanları,
Demir halkalarla bağlı diğerlerini,
Onun emrine verdik.
İşte bizim bağışımız budur.
İster ver,
İster tut,
Hesapsızdır.” .(Sâd 35 -39)
O,
O işte
Bunlar için,
Cin ve şeytanları,
Kuşları ve rüzgârı
Emrine verdiği için,
Rabbine her an, dua etti.
Yüce Rabbi duasını kabul buyurdu.
Evinden çıktığı zaman,
Güneş çarpmasın,
Sıcak başına geçmesin diye,
Korunurdu onun başı.
Kanat gerer ayrılmazdı,
Baş üstünde uçan kuşu.
İnsanlar ve Cinler saygı duyar,
Ondan önce oturmazdı.
Cengâver bir hükümdardı..
Savaşa çıkmak istediği zaman,
Yapılırdı bir uçak, o da tahtadan,
Silahları, savaş hayvanları yüklenirdi,
Bir de yüce sultan ve erleri binerdi.
Emrederdi rüzgara, haydi sıra sende,
Uçur bizi sen uçur, düşman üstüne.
Yavaş, yavaş havalanırdı uçak,
Sarsmadan uçardı, hem de çok alçak.
O kadar yumuşak eserdi rüzgar,
Üstünden geçtiği ekinler kımıldamazdı.
O rüzgârın sabah ve akşamı,
Birer aylık yoldu.
Yani sabahtan akşama kadar,
İki aylık yolu, bir günde alıyordu.
Rivayet edilir ki:
Dicle taraflarında,
Bir konak yerinden geçerken bir zat,
O konak yerinde bir yazı bulmuş.
Bu yazı,
Süleyman peygamberin ashabından,
Bir Cin’e!
Ya da bir insan’a aitmiş!
Diyormuş ki yazıda;
----Biz buraya konduk.
Hiçbir şey bina etmedik!
Amma bir binanın,
İnşa edilmiş olduğunu gördük.
Süleyman Aleyhisselâm,
Şamdan Irak’a kadar,
Olan yerleri fethetmiş,
Horasanı da bu yerlere katmış.
Allah’ın emri ile rüzgar,
Süleyman’ı istediği yere götürür,
Uzaklarda konuşulanları,
Süleyman’a alır getirirmiş!...
Bir gün,
Süleyman bindi
Rüzgâr atına ,
Uçurdu süvariyi gökler katına.
Az gittiler uz gittiler,
Dere tepe düz gittiler,
Çok kısa bir zamanda,
Altı ay bir güz gittiler!
Mesafeler kat ettiler!....
Bir ekin tarlasının üstünden geçtiler.
Ekinci konuşuyordu:
----Yüce Allah,
Şu Davud hanedanına,
Ne kadar büyük,
Ne kadar çok,
Mülk ve saltanat vermiş!..
Rüzgar bu sözü anında,
Süleyman’ın kulağına yetiştirdi!...
O da,
Hemen indi ekincinin yanına!
Şöyle söyledi;
-------Sözlerini işittim.
----------Güç yetiremeyeceğin işlerle,
----------------Niçin uğraşıyorsun?
-------------------Olur olmadık sözle,
-----------------------Kendini yıpratıyorsun!
Senin Yüce Allah’ı tespih etmen.
Haline şükretmen,
Davud hanedanına verilenden,
Daha hayırlıdır.
Bunu bil demeye geldim.
- Ey yolcu,
Ne güzel teselli verdin,
Üzüntümü giderdin,
Allah da seninkini gidersin!...
-Ey Yüce Rabbim!
Ana babama hem de bana,
Lütfettiğin nimetine şükrederim.
Razı olacağın iyi işler yapmamı,
İlham et bana.
Rahmetinle beni de,
Salih kulların arasına dahil et!
Diye niyaz eyledi. (Neml 18-19)
Yine başka bir zamanda,
Ordusuyla karınca vadisine yaklaşmıştı.
Onların geldiğini gören kara karınca.
Uyardı hem cinslerini o anda!..
Süleyman ordusuyla geliyor!...
Kaçışın yuvalarınıza,
Ezmesin basarak kafalarınıza.
Sultan Süleyman sesi duyunca,
Gülümsedi gülercesine.
“O karıncayı,
Getirin bana dedi.”
Getirdiler karşısına karıncayı.
Haydi söyle dedi,
Söyle bakalım.
Sen niçin diğer karıncaları sakındırdın?
Bu davranışınla benim kalbimi kırdın!
Yoksa benim zalim olduğumu mu sandın?
Benim adaletli olduğumu duymadın mı?
…….Niçin Süleyman’ın ordusu sizi,
…………………….Kırmasın dedin?
Karınca:
----Ey Allah’ın Peygamberi,
Onlar bilmeden,
Yanımıza gelmeden dediğimi!
………….. işitmedin mi ki?
…………….. Bana böyle diyorsun?
Ben!
Kalplerin kırılmasını kast ettim.
Senin,
Bize bir şey vermeni,
Temenni ederken,
Allah’a zikretmeyi,
Unutmaktan korktum! Dedi……
O zaman Sultan Süleyman,
Bana öğüt ver dedi karıncaya!…
Karınca:
--Babana niye Davut ismi verildi?
Biliyor musun?
Diye sordu!
Süleyman,
--Hayır bilmiyorum.
Cevap verdi karınca.
Kalp yarasına tedavi etsin diye!..
Pekiii!…
--Sana Süleyman ismi niçin verildi?
………………………..Biliyor musun?
Hayır, bilmiyorum,
Dedi Süleyman!
Cevap verdi kara karınca:
---Göğsüne selâmetlik gelsin,
Babana layık olasın ona yetişesin!
………………Diye verildi!...
Pekiii…
--Yüce Allah sana,
Rüzgarı niçin uysal kıldı biliyor musun?
.Hayır bilmiyorum.
Cevap verdi karınca:
--Bütün dünyanın,
Esen bir yelden ibaret olduğunu,
Sana haber vermek için!
Dedi.
Umudun emzirdiği çocuk,
Uyan artık sen de uyan,
Bak şu dünya koca yalan,
Gözünü yumduğun an,
Malın mülkün olur talan.
Bu dava zor, bu dava büyük,
Git gide ağırlaşan, taşınmaz bir yük.
Kolay değil!
Bendeki benden ayrılıp,
Ötelere uzanmak,
Kolay değil!
Ölümsüz dünyada, yeniden doğmak.
Hiçte kolay değil!
Sonsuz varlığın nurunda yunmak.
Kolay değil,
Şeksiz şüphesiz,
Ona inanmak!...
Bu sözlere hayret etti Süleyman!..
Şu duasını tekrarladı:
“Ya Rabbi,
Bana,
Ana ve babama lütfettiğin,
Nimetlere şükretmemi,
Geri kalan ömrümü,
Senin razı olacağın iyi işlerle geçirmemi,
Bana nasip et.
Rahmetinle beni de, Cennetindeki,
Salih kulların arasına dahil eyle!”(Neml 18-19)
Ayrıca, karıncanın dilinden bile,
Anlamakla mükâfatlandırdığı için,
Rabbine dua etti…
Ona şükranlarını sundu.
Yoluna devam etti.
Halkı Kudüs’e yaklaşıldığı için,
Sevinç içindeydi.
Amma nedense,
Süleyman’ın göğsü daralmıştı.
Bunu,
Ordunun Kudüs de,
Konaklamayıp,
Daha güneye inerek,
Oralarda bir yerde,
Konaklama isteğinde oluşuna verdi.
Üst üste iki sefer yerine,
Birinin gelecek yıla kalmasını,
İsteyenler vardı.
Topladı ordusunu,
Şöyle dedi:
“ Kötü adam,
Kovalayan yokken kaçar.
Salih olan sevinir.
Allah’ına güvenir.
Reislerin çok olduğu yerde,
İsyan çok olur.
Bunların hali,
Yoksulları, fakirleri ezen,
Onlara ekmek bırakmayan,
Soygunculara benzer.
Sürekli yağan yağmur gibi,
Siler süpürür.
Bu sözleri işitince askerler,
Ayıktı!
Kendilerine geldiler.
Anladılar ki;
Güneyde ezilenler var.
Onların yardımına gitmek gerek.
Girdap kenarından alıp gönlünü,
Sevgi deryasına dal ömür boyu,
Heba etme sakın fani ömrünü,
Muhabbet bağına sal ömür boyu.
Yılların yükü var, yorgun döşünde,
Dünya fani, koşma malın peşinde,
Olmasın kör şeytan, senin işinde,
Sevgi harmanında, kal ömür boyu.
HAREMİNDE PUTA TAPANLAR
O sırada ona doğru,
Koşa, koşa bir adamın,
Gelmekte olduğunu gördü.
O adam;
Berhiya oğlu Asaftan başkası değildi!
Hz. Süleyman’ın yakını idi.
Sarayına girip,
Hareminde dolaşmaya,
Yetkili idi.
Hayli yaşlı biriydi.
Sefere çıkarken onu sarayda bırakırdı…
Şimdi Kudüs’ten çıkmış,
At sırtında,
Kan ter içinde, bir konak mesafeye,
Niye gelmişti?….
Meraklandı sordu Asaf’a!
“----Hayrola buraya kadar,
Gaza mı, tebrik için mi geldin?”
----Tabi ki hayır dedi Asaf!
----Ya niçin?
O hareminde,
O Peygamber evinde,
Allah’tan başkasına tapan, Kadınlar var.
Onların haberini, Sana vermeye geldim.
Acaba onlara,Yabancı krallardan aldığın o kadınlara,
Kendi dinlerindeki, Putlara tapma izni verdin mi?
Sormaya geldim. dedi!...
Benim haremimdeki kadınlar,
Kendi rızaları ile, TEK,
Allah’a inanmışlardır.
O, odalara girmeye
İzinli olan sensin!
Odalarda hiç
Put’a rastladın mı?...
Evet ,
Rastladım dedi Asaf.
İnanamadı Süleyman!
Yalan söylüyorsun dedi….
Hayır, hayır!...
Adadan getirdiğin,
Hükümdar kızı Cerade var ya!..
İşte onun için,
Babasına benzeyen,
Bir heykel yaptırmışsın!..
Mumyalanmış o heykele,
Cariyeleri ile birlikte tapıyordu…
Hayır!
Hayııır,
Yalan!
Böyle bir şey yaptırmadım.
Rüzgar’a binelim haydi götürsün bizi,
Soralım Ceradeye,
Duy kendi kulağınla gerçeği..
Olay şudur:
Ada hükümdarı ölünce,
Halkı, O’nun için
İsteyerek can verip,
Kıydılar canlarına…
Sağ kalan kızı ve cariyeleri,
Tek Allah’a inandık dediler.
Benimle gelmek istediler.
Demek ki,
Gizlice yanlarında,
O mumyayı getirmişler.
Deyip duygularını şöyle dile getirdi.
Hikmetli kadınsa,
Yapar yuvayı,
Sefih kadınsa,
Yıkar yuvayı.
Akılsız kadın,
Yaygara basar,
Yoldan geçenleri, sesiyle sarsar.
Farkında değildir,
Kim ölü kimlerse sağ,
Gafletinden o, gider ölüye küser…
Carede,
Süleyman’ı görünce,
Şaşırdı!
Süleyman,
Caredenin
Hatasını önüne atıp serince,
Telaşa kapıldı.
Mahcubiyetini gizleyemedi.
Özür diledi.
----Bundan sonra, salih kadınların,
En salihi olacağız.
İsrail Oğulları içinde,
Adımız söylenecek,
Kapı kapı methimiz,
Ortada dolaşacak.
Dudak büktü Süleyman.
Faziletli kadını,
Kim nerede bulacak,
Çünkü onun değeri,
Yakutların üstünde!...
Kocasının yüreği,
Ona güvenini yitirdi.
İtimadı sarsılmıştı,
Uzaklaştırdı onu hareminden.
Yüzü nurluydu,
Gözünde yaş,
Kaldırdı semaya başını,
Kaldırdı, yavaş yavaş,
Nihayet döndü Kâbe ye,
Kapandı secdelere!...
O anda!
Hazreti Muhammed’in,
Yüce Allah’tan,
İsrail Oğullarını uyarması için,
Aldığı buyruğun ilhamını işitmişti!..
Orada şöyle deniyordu:
“Şeytanların ( şeytanca düşünenlerin)
Süleyman’ın mülkü saltanatında,
Uydurdukları yalanlara, kendileri de,
Uydular. Oysa Süleyman kafir değildi.
Ama o şeytanlar kafirdiler.”( Bakara 102)
Yine bir gün,
Halkıyla birlikte,
Yağmur duasına çıktılar.
Orada bir karınca gördü.
Karınca kafasının üzerine dikilmiş!
Ayaklarını havaya kaldırmış!....
Diyordu ki;
Ya Rabbi!...
Ben senin yaratıklarından biriyim.
Bizi yağmurunla sulasan da,
Sulamasan da!
Kuraklıktan helak ta etsen,
Senin rızkından rızıklanmaktayız!
Bu duayı duyunca Süleyman,
Halkına dönerek,
Tamam! Dedi.
Tamam,
Haydi geri dönünüz.
Bir karıncanın duası ile,
Yağmura kavuşturuldunuz.
Bir gün ölüm meleği gelip,
Süleyman’ın yanında oturan birine,
Dik dik bakmıştı!..
Adam sordu;
….Ya Süleyman kim di o?
……..Ölüm meleğiydi.
………..Onun bana bakışı,
…………..Beni öldürmek istiyor gibiydi.
----Peki dedi Süleyman,
“Benden ne istiyorsun?”
-----Beni rüzgara bindirip,
Hindistan’a göndermeni!...
Daha sonra,
Sultan Süleyman
Ölüm meleğine,
Sordu.
----Sen o adama,
Niçin uzun, uzun bakmıştın?
Cevap verdi:
-----Ben onun ruhunu,
Hindistan’da almakla görevlendirilmiştim.
Ama adam, senin yanındaydı.
Hayret ettim!
Bu adam oraya nasıl gidecek diye!...
Daha bunun gibi nice mucizelerle dolu,
Süleyman Peygamber’in ömrü hayatı!....
Artık Kudüs mescidi tamamlanmış,
Sultan Süleyman huzur’a ermişti.
Kâbe’ye yöneldi.
Allah’ın evi,
Beyt’ullah’ı tavaf etti.
Üstüne örtü örttü.
Onun yanında kurban kesti.
Yedi gün orada kaldı.
Bir hafta sonra güneye yöneldi.
Halka zulmedenleri cezalandırdı.
Tekrar geri dönüyordu.
Sina çölünü aşıp,
Lut Gölünü geçtiği anda,
Bereketli topraklara ulaştı.
Düşünüyordu!..
Geriye öyle bir topluluk
Kalmalıydı ki;
Normal hayat akışına,
Ömrün bahar ve kışına,
Torağına taşına,
Gökte uçan kuşuna saygı duyup,
Tek Allah’a inansın.
Ömrünce mesut olup,
Huzur bulup yaşasın.
Artık, verilen mucizelere,
Çok sık baş vurmuyor,
İnsanlar normal yaşantıya,
Dönsün istiyordu.
Ordusu konaklamak istediği halde,
Sultan Süleyman niye,
Kendilerine bir konaklama yeri bulmuyordu!
Önceki peygamberler,
Musa ve Harun,
Kavmini hiç susuz bırakmamış,
Konak yerinde,
Kayalara vurmuşlar,
Sular fışkırmıştı.
HZ. Süleyman,
Duydukça bu sözleri,
Üzülüyordu.
Ne biçim mümin kuldu bunlar!
Hani Salihlerdi!
Sadıktılar!
Hani inanmışlardı!...
Faydalanınca sokuluyor,
Menfaatleri bitince,
Hakaret,
Hatta küfür bile ediyorlardı.
Düşünüyor,
Düşünüyordu!...
Kuşlar,
Karıncalar,
Cinler,
Rüzgar emrinde idi.
Dilese yine yardıma amadeydiler!...
Hem konaklama,
Hem su olan bir yer bulabilirlerdi.
İstiyordu ki;
İsrail Oğulları,
Kendileri arasın,
Kendileri bulsun!
Biliyordu ki,
Kendisi sadece onların Peygamberiydi.
Haddi aşmak ona yakışmazdı.
Sabırdan yanaydı…
Kendisinden sonra,
Elbette tüm kâinata gönderilecek,
Bir Peygamber olacaktı!..
İstiyordu ki;
Onları biraz daha uğraştırsın,
İstiyordu ki;
Bir kuştan bile aciz olduklarını anlasınlar.
İstiyordu ki;
Burunları sürtülsün.
İstiyordu ki;
Şımarıklıkları kırılsın!...
HÜDHÜD KUŞ’UN HİKÂYESİ
O her zaman,
Ordusuyla,
Uçuşan kuşlarıyla,
Bir yerden bir yere giderken;
Hüdhüd,( çavuş kuşunu,)
Daima su bulmakla görevlendirirdi.
Amma, halkı bunu bilmezdi.
Emir alınca Hüdhüd,
Hemen gider su olan yeri bulur,
Gelir haber verirdi.
Bakındı,
Hüdhüd,
Kuşlar arasında yoktu.
Ben onu neden görmüyorum?
İzinsiz gidişi nedendir?
Diye söylendi kendince.
“Hüdhüdü görmüyorum,
Yoksa kayıp mı oldu?(Neml,20)
Biraz daha bekledi.
İçinden dilediği halde koşar gelirdi.
Şimdi niçin gelmiyordu.
Demek ki izinsiz ayrılmıştı!
Gereken ceza vermeliydi ona,
Cinler, karıncalar ve kuşlar,
İtaat ederken Süleyman’a,
Nasıl olurda Hüdhüd habersiz giderdi.
Amma içlerinde sapkınları çıkardı.
Onlara gereken ceza verilirdi.
Bu eğer kuş ise:
Tüyleri yolunur,
Çöle bırakılırdı!
Karıncalar diğer haşereler,
Üzerine üşüşür,
Yahut birisi bulur keserdi.
Ya da Süleyman kestirirdi.
Hüdhüd gelince,
İfade verecekti.
Belki geçerli
Bir mazereti vardı.
Eğer öyleyse,
O zaman affa uğrardı.
Bir yerde ölse,
Veya vurmuş olsalar,
Bildirilirdi.
Hazreti Süleyman’a.
Söylendi kendi kendine.
“Onu her halde çetin bir,
Azaba uğratacağım.
Yahut onu kestireceğim.
Yahut da bana geçerli bir delil getirecek. (Neml, 21)
O
Hüdhüd ,
Çevreyi
Dolaşmaya
bir gün önceden,
Çıkmış bulunuyordu.
Bunu her zaman yapardı.
Kendi menzili dahilinde,
Gezmesine her zaman izin vardı.
O gün,
Menzil içinde
Güneye doğru uçmuştu,
Uçarken kendi cinsinden bir ses duymuştu.
Sese doğru,
Uçtu, uçtu!..
Bu pek azametli bir kuştu!
Hüdhüd’e selâm vermeyi bile,
Kendine zül saydı.
Halbuki selâmlaşmak,
Alçak gönüllülüktü,
Peygamberinden böyle ders almıştı.
Amma ondan incinmedi.
Üzüldü sadece.
“----Ey kardeşim dedi,
Bak akşam oluyor,
Niçin yuvana dönmüyorsun?
Garip bir kuşa da benziyorsun.”
Öteki;
“----Onu dedi,
Onu sen kendin için düşün!
Ben yuvamdan uzak kalabilirim!
Canım istediğinde gezmeye çıkarım,
Çünkü ben hürüm!
Az sonra uçacağım güneye,
Yer yüzünün en şerefli ülkesine!....
Sabaha kalmaz varırım.”
----En şerefli ülkesi ha!...
“Demek ki dedi Hüdhüd,
Senin, Süleyman’dan haberin yok!
O İsrail oğullarına,
Peygamber gönderildi.
Cinler ve kuşlar emrine verildi.
Bilmiyor musun?
Seni hiç çağırmadı mı?”
“----Bazen öyle sesler gelir amma,
Ben aldırmam.” Deyince,
Hüdhüd,
“----Öyleyse sen sapıtanlardansın.
Bir daha çağrılırsan,
Hemen koş,
Kulluğunu ispat et…
Seni bundan alıkoyan şeytandır.
Ona uyma!....”
Diye onu uyarmaya çalıştı.
Sonra da;
Süleyman Peygamber,
Büyük bir mescit yaptırdı.
Hepimiz,
Onun yapımında çalıştık.
Biz, Tek Allah’a inanırız” dedi.
----Siz orada kime taparsınız?
Yabancı kuş,
Cevap verdi.
“----Benim yurdumdakiler,
En parlak olana taparlar.
Hani gece olan karanlığı,
Sabahla birlikte yırtıp parçalayan,
Güzellerin güzeli,
Parlakların en parlağı var ya,
İşte ona!....”
Hüdhüd şaşırdı!
--Güneşe demek.
--Ne sandın ya!…..
Hüdhüd,
Demek onu da yaratan,
Bir Kudretin varlığından haberiniz yok!
Niye bunu hiç düşünmüyorsun?
----Sus ey Hüdhüd,
Benim ülkemde senin övündüğün,
Tapınakların alâsı var.
Şehirler saraylar bol,
Benim ülkemi,
Bir kadın yönetir.
O Güneş’in kızı,
Sebe yurdunun yıldızı,
Kraliçe Belkıs.
Emrinde öyle çok ordular var ki;
Dilerse,
Süleyman’ın ülkesine gelir,
Çekirge sürüsü gibi,
Kaplar her yeri!...
Nesi var nesi yoksa,
Siler süpürür.
Dondu kaldı Hüdhüd,
----Yalan söylüyorsun!
Diyebildi ancak.
-----Yalan mı?...
İnanmıyorsan gel benimle,
Güney denizine kadar uçalım.
Sabaha kalmaz varırız.
Gözlerinle gör.
Sabah yine dönersin.
Şöyle düşündü Hüdhüd,
Biraz sonra herkes uyuyacak,
Bu saatten sonra,
Bana ihtiyaç olmaz.
Sabaha dönerim.
Bu kuşun anlattıkları doğru ise,
Peygamberim Süleyman’a,
Haber veririm.Dedi.
Sebebini anlayınca,
Benden incinmez.
Uçtular, uçtular sonunda,
Belkıs’ın ülkesine vardılar.
Daha ne olduğunu anlamadan,
Şehrin her tarafından,
Çalgı sesleri yükseliyordu.
Sordu Hüdhüd;
----Ne oluyor?
Bu sesler neyin nesi?...
Kuş övündü.
Talihin varmış ey Hüdhüd,
Bu gün Sebe halkının bayramı,
Günlerce sürer bu bayram!....
Gün ışımasıyla bütün insanlar,
Sokaklara döküldü,
Saray kapısının iki yanına,
Karınca gibi biriktiler.
Kuyruklar oluştu,
Ta şehre kadar!..
Borular çaldığı anda,
Kapandılar yerlere,
Tahtının üzerinde kurulan,
Melike Belkıs’la,
Göz göze geldi hüdhüd.
Belkıs!
Çok güzel bir kadındı.
Sultan Süleyman’ın hareminde,
Böylesine güzel bir kadın yoktu!...
Şaşırdı hüdhüd,
Belki unuttu yurdunu!
Hem cinsi kuş,
----Haydi uçalım daldan dala,
Gidelim tapınağa!
Bak oralarda neler göreceğiz.
Şehirler büyüklüğünde,
Kazılmış çukurlar var,
İçinde alev, alev ateşler yanar.
Atılır içine cezalılar.
Cezalılar ve de,
Güneş için kurbanlar!....
Daha nice oğlan ve kızlar…..
Gün batımına kadar seyretti,
Şaşkınlık içinde hüdhüd,
Hele gün batımında,
Yüz binlerce insanın,
Secdeye kapanışları,
Unutulacak gibi değildi…
Ah!
İblis,
O iblis
Yok muydu o?...
Deyip içlendi.
Kendisi Allah’ın
Huzurunda insana,
Secde etmeyip ilk sapkın,
Olduğu için ve cennetten,
Kovulduğundan, herkesi aynı,
Yola sürüklüyor dünyalarını,
Hem ahiretlerini cehennem yapıyor.
Doğruydu bunlar,
İnsan secde ederken,
İblis üzülür,
Eyvahlar olsun dermiş.
Cennet kazandı!
Bense secde etmedim,
Cehennem oldu,
Benim mekânım.
Der de hayıflanırmış.
Hele secde ayeti, nazil olunca!
Aklı başına geldi İblis’in!
Bu ayette denir ki;
Bizim ayetlerimize,
O kimseler iman ederler ki,
Kendilerine öğüt verildiği zaman,
Büyüklük taslamazlar.
Yüz üstü secdeye kapanırlar.
Rablerini hamd ile,
Tespih ederler.(Secde, 15)
İşte tam o ikindi vaktiydi ki,
Süleyman hüdhüd’ü su için aradı.
Kendi kendine, bu kuş nerede?
Onu cezalandıracağım! Diyordu.
Hüdhüd kuşu onun emrinde olduğundan,
Bunları duyuyor, anlıyordu!...
Titremeye başladı.
Demek ki peygamberi onu istiyordu.
Vazife verecekti.
Melikenin ülkesinde,
Duramazdı.
Hemen dönmesi gerekiyordu.
Hem cinsine sadece,
----Haydi benimle gel
Seni şeytanın şerrinden kurtarayım.
Salih kullarla,
Peygamberlerinin ülkesini,
Göstereyim diye bildi….
----Bu acelen nedendir?
Daha bayram günleri yeni başladı.
Gördükçe bu günleri,
Ömrünce unutamazsın!
Hiç değilse bu gece kal!...
Dedi hem cinsi kuş.
-----Hayır, hayır,
Rabbim bana,
Böyle bayramlar göstermesin!
Deyip, kuzeye doğru uçtu…
Az kondu çok uçtu,
Bazen cezasından üzüldü,
Bazen yeni haber götüreceği için sevindi.
Nihayet sabah vakti,
Ulaştı menziline.
Baktı ki,
Sultan Süleyman,
Çadırının önünde oturuyor!
Titredi!...
Nefes nefese kalmıştı zaten.
İzin alıp,
Ayağının dibine kondu.
Başından geçenleri olduğu gibi anlattı.
HZ. Süleyman da sabırla,
Sonuna kadar onu dinledi.
Hüdhüd,
En sonunda dedi ki;
----Kainatın yaratıcısı,
Büyük küçük ne varsa,
Biliyor görüyor!
Onların böyle bir Allah’a ibadet etmeleri,
Gerekmiyor mu?
Halbuki, O en geniş hükümranlığın,
En büyük arşın Rabbi olan ,
Allah’tan başka,
İlah yoktur. (Neml,22-26)
SÜLEYMAN A.S.
Bakalım doğru mu söyledin,
Yoksa yalancılardan mı oldun. (Neml, 27)
Tetkik ettireceğim,
Şimdi haydi git.
Deyip serbest bıraktı.
O gün Kudüs’e,
Doğru tekrar dönüldü.
Yol boyunca hep,
Düşündü durdu hüdhüd!
Endişeliydi.
Eski itibarını,
Kazanmak istiyordu.
Fakat Süleyman,
Kimseyi çağırmamış,
Tahkikat için,
Sebe’ye göndermemiş!
Dertlendikçe dertlendi,
Birkaç gün daha,
Geçmişti ki aradan,
Sultan Süleyman
Kafileyle birlikte,
Kudüs’e vardı.
Barışa
Dönülmüştü.
Bayram ederken herkes,
Hüdhüd nasip almadı bundan.
Endişeliydi, üzüntüsü artmış,
Hemen her gün çağırdığı halde Süleyman,
Sevgili peygamberinin yüzünü görmüyordu.
Vaazlarını dinlemiyor, sesini duymuyordu.
Bu durum,
Diğerlerinin,
Gözünden kaçmıyordu.
Sık sık gelip soruyorlardı!
Hatta onunla dalga geçiyorlar,
Onu kızdırmaya çalışıyor üzüyorlardı!
O,
Bir gün,
Yaşlı bir,
Güvercine,
Açtı derdini.
Bir tek sen rahatsız
Etmedin dinler misin?
Sana söyleyeceklerim var.
Tabi dinlerim, benim dedikodu,
Yapmayacağımı biliyorsun değil mi?
Bunun üzerine anlattı tüm sıkıntısını,
Sen sabırlı ol, Sultan Süleyman isteseydi,
Rabbin izni ile gider kendisi görür,
Öğrenirdi olup biteni, üzülme,
Demek ki başka bir şey,
Onun aklında,
Sabırlı,
Ol sen!
Bir ara vezirini,
Çağırdı Sultan.
---Ey vezirim güneyde,
Çöl bitiminde,
Sebe toprakları var,
Sen ne bilirsin?
O topraklar hakkında!
---Ey peygamberim!
Orada bir kavim var,
Güneşe tapar.
Hükümdarı bir kadın,
Seni bilirler!
Deyince kararını,
Verdi hükümdar.
Oraya bir elçi gönderecekti.
Oranın halkını,
Allah’a teslim olmaya çağıracağım.
Dedi vezirine….
Allah’ın ismiyle başlayan,
Bir mektup yazdı.
Çağırdı hüdhüd’ü!
----Ey hüdhüd!
Gam zamanı değil, neşe zamanı,
Al bu mektubu, götür Belkıs’a,
Görünmeden uzaktan at kucağına,
Çekil kenara, dinle gör bakılım,
Neye dönecekler ne cevap verecekler!(Neml 28)
Sevinçle havalandı hüdhüd,
Saba Melikesine ulaştı sonunda,
Ansızın mektubu kucağına bıraktı!
Yaprakların arasına gizlendi.
Mektubu görünce Sebe kraliçesi;
Açtı okudu, kendi diliyle yazılmıştı.
Sonra döndü kavmine:
----Ey kavmim!..
Bana çok şerefli bir mektup bırakıldı.
Bu mektup,
O Süleyman’dandır.
Rahman ve Rahim olan,
Allah’ın adiyle yazılmış…
“Bana karşı baş kaldırmayınız.
Müslümanlar olarak, bana geliniz,”
Diye yazılmış mektup.
“------Ey ileri gelenler,
Bana fikrinizi söyleyin!
Siz huzurumda bulundukça,
Ben kendi başıma,
Size danışmadan,
Hüküm sahibi olmadım.”Dedi.
Cevapları şöyle oldu:
“Biz güç kuvvet sahibiyiz.
Çetin savaş erbabıyız,
Amma emir sana aittir!
Hükümdar sensin.
Değerlendirip uygun emri verin,
Diye cevap verdiler.
Kraliçe;
----Şüphesiz ki, hükümdarlar,
Bir memlekete girdikleri zaman,
Orasını perişan ederler.
Halkından şerefli olanları,
Hor ve hakir kılarlar…
Bunlar da böyle yapacaklardır.
Ben onlara bir hediye göndereyim,
Elçiler nasıl dönecekler, bakalım.” (Neml 32-35).
BELKIS’IN ELÇİLERİ
Melike Belkıs orada heyeti seçti.
Altı yüz deve yükü,
Altın, gümüş, baharat ve nice,
Hediyelerle yüklü heyeti,
Gönderecekti Süleyman’a.
Amma kabul veya reddine dair,
Endişe içindeydi….
Hüdhüd havalandı oradan,
Uçtu, uçtu sonunda ulaştırdı haberi.
Gönderilen hediyeler,
Ulaşınca Süleyman’a,
Yardım mı ediyorsunuz bana,
Bana Rabbimden verilenler,
Sizinkinden hayırlı!..
Belki hediyenizle böbürlenirsiniz.
Ey elçi başkanı;
Al hediyelerini çabuk dön ülkene,
Deki;
Ordularımla gelirsem oraya,
Perişan ederim sizi,
Sizleri hor ve hakir eder,
Sürer çıkarırım oradan!...
-----------Elçiler geldikleri gibi geri döndüler.
---------------Kraliçe Belkıs avunmaya muhtaçtı!
------------------Niye hediyeleri geri gönderdi?
-------------------------Bunun cevabını arıyordu!..
Demek ki Süleyman,
Değer vermiyor dünya malına,
Aşıktı, kul köleydi o Allah’ına.
Şöyle yorumlar yapılıyordu…
Nedimelerden biri:
-----Süleyman,
---------Dillere destan güzelliğini duydu,
--------------Gerisi bahane,
-----------------Mutlaka seni istiyor!
--------------------Aşıklar bakar kördür,
-------------------------Sevdiklerini hayal ederler.
Öteki tarafta Sultan Süleyman,
Döndü kendi mahiyetindekilere;
----Ey ileri gelenler,
Belkıs’ın tahtını,
Kendisi Müslüman olup gelmeden,
Kim getirebilir bana? Diye sordu.
Cinlerden bir ifrit,
Sen makamından kalkmadan,
Ben getiririm! Dedi.
Ben herhalde böyle bir güce sahibim.
Başka birisi,
Gözünü yumup açana kadar,
Ben getiririm dedi.
Bakınca Süleyman,
Tahtı yanında buldu.
Bu Rabbimin fazlı ve keremidir bize,
Bu bir imtihan,
Şükür mü edeceğim yoksa,
Nankörlük mü?
Onun sınavı bu!…..
Kim şükrederse, kendine!
Kim nankörlük ederse, yine kendine.
Rabbim kerem sahibidir.
Nankör’ün şükrü olmaz ki zaten…..
Melike Belkıs kararını vermişti,
Gidecekti Süleyman’a,
Güzelliğine asaletine güveniyordu!
Süleyman’ı kendisine bent edebilirdi.
Şöyle diyordu:
Rahat yaşamak mı istiyorsun!
Ne alırsan karşılığını ver.
Sana kadar alçalan,
Bir bulut olsa bile,
Yükselmeye çalış,
Borç böyle ödenir.
Bir tas su uzatan,
Teşekkür ister,
Misafirliğe giden,
Hatır sayar,
Misafir bekler.
Süleyman tahtında oturmuştu,
Tahtının yanında ters dönmüş,
Başka bir taht daha duruyordu.
Bu Melike Belkıs’ın tahtıydı!
Onun tahtını bilinmez bir şekle,
……………………Sokunuz!
Bakalım görünce kendi tahtını,
…………………….Tanıyacak mı?
Saba melikesi Belkıs gelince,
Senin tahtın böyle mi denildi?
………………..Sanki ona benziyor!
Ondan önce de bize ilim verildi!
……….Biz de müslümandık, dedi!...
…….Dedi demesine amma,
………..Onun Allah’ı bırakıp taptığı şey,
……………Onun tek Allah’a inanmasına,
………………………..…..Mani oldu.
Gurur gelince, utanç kaybolur,
Tevazu ile, hikmet bulunur.
Sapkınlığın sonu, helâkla biter,
Kemal sahibi, yol gösteren olur.
Gerçekte o,
Kafirler zümresindendi!
Ona köşke gir denildi.
Belkıs onu görünce derin bir su sandı.
Paçalarını tutup sıvadı.
Süleyman ona;
O gerçekten,
Sırçadan yapılmıştır!..
Çok süslü bir salondur,
Açık ve şeffaftır.
Korkma gir!
Belkıs;
“Ey Rabbim!
Hakikat ben kendime yazık etmişim.
Süleyman’ın mahiyetinde,
Onunla beraber,
Alemlerin Rabbi olan,
Allah’a teslim oldum.
Müslüman oldum,” dedi (Neml,45)
SÜLEYMAN A.S.MIN İBADETLERİ
Süleyman Aleyhisselâm,
İbadet için,
Kutsal mescide girer,
Bazen bir iki ay,
Hiç çıkmazdı oradan!
Yiyeceği, içeceği oraya götürülürdü.
Vaazlarını oradan verir,
Bazen mescidin bahçesinde,
Gezinir otlarla, fidanlarla ilgilenirdi.
………..Cinlerin sapkınları, şeytanlar,
………….Ölür ümidindeydiler.
……………..Arada bir gelir bakarlar,
…………………Onu ayakta görünce,
…………………….Üzülür giderlerdi.
Sultan Süleyman sabaha dek,
Namaz kılar, secde ederdi.
Rivayet odur ki;
…….Her gün sabah vaktinde,
………………..Yeni bir ağaç
……Yükselirdi önünde.
………………..Sorardı ondan!
……Adın nedir ne işe yararsın?
………………..Söyle!
……Söyle bakayım bana,
…….Hem adını hem faydanı!
…………………Kesilecekse,
………Kestirir atardı onu,
………………..Dikilecekse,
………Alır başka bir yere,
……………….Diktirirdi ağacı.
…….Günlerden bir gün,
Yeni bir ağaç gördü bahçede!
…….Adını sordu ondan,
………..Adım Harrub dedi.
…….…….Söyle neye yararsın?
Mescidi harap etmek,
……………….Benim görevim.
………..Bunun için buradayım!
Süleyman;
……….………Ben sağ oldukça,
………….Harap etmen imkansız,
…………………….Dedi ağaca.
Söktürdü o ağacı oradan,
Kendine ait,
Bir bahçeye diktirdi.
Büyüdü ağaç,
Dallandı budaklandı.
Sultan Süleyman,
Bir dal kestirdi ağaçtan,
Kendine bir asa yaptırdı!
…………………Ona dayanıyordu.
Günlerden bir gün,
Ölüm meleği,
Geldiğinde yanına!
Ona dedi ki;
…………Ruhumu alacağın,
………………Vakit gelince,
………….Bana bildirir misin?
Dedi ki Melek!
İsmi yazılı,
Bir kağıt konulunca,
Benim önüme,
O zaman öğrenirim,
Önceden bilemem ki!...
………………..Bildirilince,
………..…Sen de bana söylersin!
………Nihayet bir gün,
……Ölüm meleği gelerek,
…..Senin hakkında,
……………..Bana emir verildi!..
Haberin olsun.
Çok az bir vaktin kaldı.
Dediği zaman,
Gelip köşküne girdi.
………….Kapılarına,
…………….Kilitler vurdurarak,
……………Halkı men etti,
………..Kimse girmesin dedi.
Asayı alıp,
Koltuğunun atına,
Dayandı ona.
Ülkesine bakınca,
Çok güzel yüzlü,
Beyaz elbise giymiş,
Bir delikanlı,
Yanına giriverdi.
……..Sana selâmlar olsun,
………….Sultan Süleyman,
……..Sana da selâm olsun,
………….Amma sen kimsin?
…………..İznim olmadan nasıl,
…….Nasıl girersin?
Ben öyle biriyim ki,
………Ne perdedar’ların!
………….Ne de kapıcıların,
…………………Mani olamaz bana!
Deyince, anladı ki,
Ölüm meleği,
Demek gelmişti artık!...
Dedi ki ona;
“Bu gün ben,
Adamlarıma şöyle tembihlemiştim;
…Bana tasa verecek,
……Bir şey işittirmeyin,
…………Beni neşelendirin,
………………Diye tembihlemiştim.”
Ey Süleyman!
Sen,
Sana neşe verecek,
Tasadan uzak,
Bir günü istiyorsun?
Halbuki,
Dünyada şimdiye dek!
Böyle bir gün yok!
Henüz yaratılmamış.
Rabbinin hükmüne razı ol.
Bunun reddi,
Çare değildir,
Bu Allah’ın hükmüdür.
Öyleyse vazifeni,
Yerine getir!
Deyince ayaktayken,
Onun ruhunu aldı Azrail!..
Kur’anda bu husus, şöyle anlatılır:
Biz ona, ölüm hükmünü,
İnfaz edince;
Asasını yemekte olan,
……Ağaç kurdundan başka,
……….Hiç bir şey, onun ölümünü göstermed
Yere kapanıp, yıkıldığı zaman,
Besbelli oldu!...
“Eğer cinler, meçhulü bilmiş olsalardı,
Öyle horlayıcı bir azap içinde olmazlardı.” (Sebe 14)
………Ona ve gönderilen,
…………..Bütün peygamberlere selâm olsun.
İşte şimdi geldi, selâm sabah sırası,
Çok açıldı gitti, başlangıçla arası.
Söylenecek son söz, artık burası,
Dinleyin dostlarım, beni dinleyin.
….Ey saba yeli,
………....Başın alıp nereye,
…………….….Gidersin böyle,
………………….…Eğer yolun düşerse,
…………………………. Kutsal toprağa,
……………………………....Ademden son resule,
…………………………..……. Selâmım söyle!...
ALİ GÖZÜTOK
Alıntı
Tweet
Benzeyen Konular
Konu:
Yazar
Cevaplar:
Gösterim:
Son Mesaj
Sırrın Sırında…(Gülce Bahçe)
RefikaDogan
0
1,696
18/02/2015, 06:43
Son Mesaj
:
RefikaDogan
Kırık Kalp Kumbarası (Gülce / Bahçe)-MORİ KIZ
Site Yönetimi
0
1,612
02/09/2013, 23:14
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Ah İstanbul! (Gülce Bahçe)
RefikaDogan
0
1,774
07/06/2013, 00:37
Son Mesaj
:
RefikaDogan
NEDEN? (Gülce Bahçe)
aligozutok
1
1,891
12/01/2013, 22:56
Son Mesaj
:
osman7159
AYNI TELDEN (Bahçe)
Dermani
0
1,416
18/12/2012, 14:28
Son Mesaj
:
Dermani
BİR İSTANBUL HATIRASI (Bahçe)
Dermani
0
1,507
12/12/2012, 15:46
Son Mesaj
:
Dermani
Mustafa CEYLAN-Divanü Lügat-it Türk / Beş Oğuz Efsânesi(GÜLCE-Bahçe)
Site Yönetimi
0
1,663
11/04/2012, 00:38
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Mustafa CEYLAN-Divanü Lügat-it Türk / Çiğil Efsânesi(GÜLCE-Bahçe)
Site Yönetimi
0
1,626
11/04/2012, 00:21
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Mustafa CEYLAN-Divanü Lügat-it Türk / Öge-Altun Kan Efsânesi(GÜLCE-Bahçe)
Site Yönetimi
0
1,918
11/04/2012, 00:13
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Mustafa CEYLAN-Divanü Lügat-it Türk / Türk Takvimi Efsânesi(GÜLCE-Bahçe)
Site Yönetimi
0
1,743
10/04/2012, 21:59
Son Mesaj
:
Site Yönetimi
Lütfen seçim yapın:
--------------------
Özel Mesajlar
Kullanıcı paneli
Kimler Çevrim içi
Arama
Ana Sayfa
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-- GÜLCE ŞİİR TÜRLERİNE GÖRE ŞİİRLER
---- BULUŞMA
---- ÇAPRAZLAMA
---- TRİYOLEMSİ
---- ÜÇGÜL
---- ÜÇGEN
---- DÖNENCE
---- TOKMAK
---- AKROSTİK
---- SONE'M
---- GÜLCE
---- TEKİL
---- YİĞİTCE
---- YUNUSCA
---- BAHÇE
---- SERBEST ZİNCİR
---- ÖZGE
---- GÜLİSTAN
---- YEDİVEREN
---- TUĞRA
-- GÜLCE YAZAN ŞAİRLERİMİZİN GÜLCE ve DİĞER ŞİİRLER
---- (H)
------ Harun YİĞİT
------ Harun YİĞİT
------ Hasan ULUSOY
------ Hasan ULUSOY
------ Hatice ALTAŞ(Asi Çiçek)
------ Hatice ALTAŞ
------ Hacer KOZAN
------ Hatice KATRAN
------ Hatice KATRAN
------ Hikmet ÇİFTÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
---- (I-İ)
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim İMER
------ İbrahim İMER
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İhsan ERTEM
------ İhsan ERTEM
------ İsmail KARA(Karozan)
------ İsmail KARA(Karozan)
---- (K)
------ Köksal KIRLIOĞLU
---- (M)
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Meltem ARAS
------ Meral ADAK
------ Meral ADAK
------ Melahat TEMUR
------ Mevlüde DEMİR
------ Mevlüde DEMİR
------ Miktad BAL
------ Miktad BAL
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ MUSTAFA CEYLAN(Editör)
-------- Mustafa CEYLAN
---------- Mustafa CEYLAN(On Punto Yazıları)(Makaleler)
---------- GÜNE BAKIŞ
---------- TAŞ YAĞMURU(Ceylan'ın kaleminden)
---------- Hakkında Yazılanlar
---------- DİĞER ŞİİRLERİ
---------- Hayatı
---------- Sanatı
---------- Hocaları
---------- Çocukluğu
---------- Gençliği
---------- Özlü Sözleri
---------- Önsöz Yazdığı Kitaplar
---------- Siyasete İlgisi
---------- Bestelenen Şiirleri
---------- Fotoğrafları
---------- Mühendisliği
---------- Düzenlediği Etkinlikler
---------- Konferansları
---------- Yer Aldığı Antolojiler
---------- Kitapları
---------- EZAN SUSMAZ Kitabı içindekiler
---------- "YANDI BU GÖNLÜM"-Hacı Bayram Veli Kitabı içindekiler
---------- TAHİR KUTSİ MAKAL Kitabı İçindekiler
---------- SEĞMEN RUHU Kitabı İçindekiler
---------- TOROSLARIN TÜRKÜSÜ Romanı
---------- Armağan-2(AHMET TUFAN ŞENTÜRK İÇİN NE DEDİLER?)Kitabı içindekiler
---------- Armağan-1(ANILAR KORİDORU İÇİNDE SARIVELİLER)Kitabı
---------- YARALI CEYLAN Şiir Kitabı İçindekiler
---------- PAŞA GÖNLÜM Şiir Kitabı İçindekiler
---------- Kırat Geliyor Kitabı İçindekiler
---------- Her Yönüyle YENİMAHALLE Kitabı
---------- Tarihi ve Folkloruyla Elmadağ Kitabı İçindekiler
---------- Köylerimiz Kitabı İçindekiler
---------- Köyümüz Yeşildere Kitabı İçindekiler
---------- Bayramlar Haftalar Günler Kitabı
---------- Ahmet Tufan Şentürk Kitabı
---------- Halil Soyuer Kitabı
---------- Detanlaşan Köylü İsa Kayacan Kitabı
---------- Abdullah Satoğlu Kitabı
---------- Güzide Taranoğlu Kitabı
---------- Gülendenin Beşiği Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ (2006)Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ(2007)Kitabı
---------- CEYLAN-Tahliller-MAKALELER-Görüşler
---------- Güllük Dergileri
---------- Kapodokya Güneşleri Kitabı
---------- Bir Yanardağ Fışkırması Kitabı
---- (P-R)
------ Rahime KAYA
------ Rahime KAYA
------ Refika DOĞAN
------ Refika DOĞAN
------ Ramazan EFE
------ Ramazan EFE
------ Rengin ALACAATLI
---- (S-Ş)
------ Sabiha SERİN
------ Sabiha SERİN
------ Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
------ Serap HOCA(Serap DEMİRTÜRK)
------ Süleyman KARACABEY
------ Süleyman KARACABEY
------ Serdar AKKOÇ
------ Serdar AKKOÇ
------ Sevgili ÖZBEK
------ Sevgili ÖZBEK
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şükran GÜNAY
------ Şükran GÜNAY
---- (T-U-Ü-V)
------ Turan UFUKTAN
------ Ümran TOKMAK
------ Ümran TOKMAK
---- (Y-Z)
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf Ziya KARAHASANOĞLU
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Yıldız TOKSÖZ
------ Yıldız TOKSÖZ
GÜLCE'YE DAİR
-- GÖRÜŞLER
---- Gülce Nedir?
---- Gülce ve Ozanlık
---- Gülce Manifestosu
---- 5 Hececiler ve Gülce
---- Garip Akımı ve Gülce
---- Fecr-i Ati ve Gülce
---- Hisarcılar ve Gülce
---- Neyzen Tevfik, Aşk
---- Mazmunlar
---- Gülce Ne Değildir?
---- Hece Vezni ve Gülce
---- Serbest Şiir ve Gülce
---- Aruz Vezni ve Gülce
---- Gülce ve Zolal
---- Gülce Tarihinden
---- GÜLCE-(Atölye)-Video Dersler
------ Gülce Etkinlikleri
------ Kurucular Beyanı
------ Gülce 2009
------ Doğru Yaz/Konuş
------ Gülce-2010 Projeleri
------ Gülce-2011 Projeleri
------ Üstad Necip Fazıl'dan
------ Gülce-Aruza Dair
------ Öneriler-Çalışmalar
------ GÜLLÜK DERGİSİ
------ Gülce'ye Öneriler
------ Röportajlar
------ Negatif Bakışlara
------ Aleyhimizdekiler
------ M.E.B' na
---- Gülce'de Mesajlar-Projeler
------ Gülce-Güldeste(1)
------ Destanlarımız
------ Dede Korkut
------ Öncü Kadınlarımız
------ Peygamberlerimiz
------ Nutuk(Gülce)
------ Nutuk(Z.Korkmaz)
------ Kutlu Hanımlar
------ Ozanlarımız
------ NasrettinHoca
------ Yedi Askı
GÜLCE TÜRK ŞİİR AKADEMİSİ
-- Şiir Akademisi
---- Şiir Akademisi
------ HALK EDEBİYATI
-------- DİVAN EDEBİYATI
-------- BATI EDEBİYATI
-------- YENİ TÜRK EDEBİYATI
---- Hece Vezni' ne Dair
---- Şiir Tahlilleri
---- Aruz Vezni' ne Dair
---- Hiciv Tarihinden
---- Ustalardan Şiirler
---- Ustalardan Makale
---- Aramızdan Ayrılanlar
------ Ustalardan Şiirler
-------- A. Tufan ŞENTÜRK
-------- DİLAVER CEBECİ ANISINA
---- Şiir Üstüne (Serbest)
---- Atışma Sayfamız
---- Denemeler-Makaleler
---- Şiirde Dönüşüm
---- Şiir ve Anlatım
-- Türk Edebiyatı Şiir Türleri
---- Şiir Türleri
---- İslâmiyet Öncesi
---- Servet-i Fünun
---- Garip Şiirler
---- Akımlar
---- Edebî Sanatlar
---- Söz Sanatları
---- Şair Padişahlar
---- Şiir Tarihimizden
---- Yıllara Göre Edebiyat
---- Mehmet Nacar
DÜNYA EDEBİYATI
-- Dünyadan Şiir Türleri
---- Burns Stanza
---- Choka
---- Go Vat
---- Catena Rondo
---- Onegin Stanza
---- Canzonetta
---- Bauk Than
---- Rhupunt-Galce
---- Septilla
---- Viator
---- Luc Bat
---- Tritena
---- Pantoum
---- Shakespeare Sonnet
---- Diamonte
---- Villanelle
---- Hutain
---- Hex Sonnata
---- Hexaduad
---- Haynaku
---- Harrisham Rhyme
---- Guzzande
---- Gratitude
---- Glosa
---- Garland Cinquain
---- Fornlorn Suicide
---- DÜNYA EDEBİYATI
---- Dünyadan Destanlar
---- Dünyadan Şiirler
KAYNAKÇA
-- Konularına Göre Şiirleriniz
---- Aşk Şiirleriniz
---- Atatürk Şiirleriniz
------ 23 Nisan Şiirleri
------ Atatürk'e Dair
---- Kahramanlık Şiirleriniz
---- Doğa Şiirleriniz
------ 2009 Yılı Sayılarımıza
---- Taşlama Şiirleriniz
---- Gurbet Şiirleriniz
---- Tasavvuf Şiirleriniz
---- Barış Şiirleriniz
---- Şehir Şiirleriniz
---- Anne Şiirleriniz
------ Babanıza Şiirler
---- Doğum Günü Şiirleriniz
---- Deprem Konulu Şiirler
---- Diğer Şiirleriniz
---- Köşe Yazarlarımız/Makaleler
------ Mustafa CEYLAN
------ Refika DOĞAN
------ Osman ÖCAL
------ Ahmet ÖZDEMİR
------ A. S. ATASAYAR
------ Prof.Dr.İsa KAYACAN
-------- Prof. Dr. İSA KAYACAN
------ Rahime KAYA
------ Harun YİĞİT
------ İlqar MÜEZZİNZADE
------ Sündüz BİGA
------ Nazmi Öner(Şiirler)
------ Nazmi ÖNER(Nesirler)
------ Coşkun KARABULUT
------ Prof.Dr.İsmail YAKIT
------ Prof.Dr.Asım YAPICI
------ Sabit İNCE
------ Muhsin DURUCAN
------ Abdulkadir GÜLER
------ Ünal Şöhret DİRLİK
------ Metanet YAZICI
------ A.Aşkım KARAGÖZ
------ Gazanfer ERYÜKSEL
------ Mehmet GÖZÜKARA
------ Necdet BULUZ
------ Yusuf Özcan
------ Afife Demirtaş
---- Mustafa Ceylan
---- Bizden
-- Video Yağmuru
---- Ozanlar-Şairler
---- Bizden Videolar
---- Rasim Köroğlu
-- Genel
---- SERBEST KÜRSÜ
---- Duyurular
---- Röportajlar
---- Günün Şiiri
---- Günün Nesiri
Edebiyat Biz Platformumuzda
-- Gülce Tv
-- Türk Argo Sözlüğü
-- Edebî Konular Forumu
Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir
Mustafa Ceylan |
Dost Sitelerimiz:
Türkçe Çeviri:
MyBB
Türkiye
Üretici:
MyBB
, © 2002-2024
MyBB Group
-Theme © 2014 iAndrew
Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder