SiteAna Sayfa
Güllük Dergisi
Şairlerimiz
Arama
Üyeler
Video
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Şifremi Hatırlat
Beni Hatırla
Your browser does not support the audio element.
Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi
Web'de Ara
Sitede Ara
0 Oy - 0 Yüzde
1
2
3
4
5
Konu Modu
Türkülerimizin Kaynağı OZANLIK GELENEĞİ
Site Yönetimi
Admin
Üyelik tarihi:
Jan 2008
Mesaj Sayısı:
12,518
Konu Sayısı:
11,588
#1
10/01/2009, 02:24
Türkülerimizin Kaynağı
OZANLIK GELENEĞİ
-Tez-
Ayşe Didem DEMİREL
DERS ÖDEVİ
GÜNCEL/POPÜLER MÜZİK
Pamukkale Üniversitesi
Eğitim Fakültesi
G.S.E.B Müzik
Öğretmenliği Anabilim Dalı
DENİZLİ
ARALIK 2008
İÇİNDEKİLER
Problem……………………………………………...………..Sayfa 1
Amaç ……………………………………………………….…..Sayfa 1
Varsayım ……………………………………………………...Sayfa 1
Sınırlılık ………………………………………………………...Sayfa 1
Yöntem ………………………………………………………..Sayfa 1
Giriş……………………………………………………………....Sayfa 6
İlk Ozandan Günümüze………………………………………...……..……Sayfa 7
Geleneğin Kaybolan Özellikleri……………….……………………......Sayfa 10
-Çırak yetiştirme
-Mahlas
-Aşık Musikisi ve Saz
-Bade İçme ve Rüya Motifi
Aşık Fasılları ve Aşık Karşılaşmaları……………………Sayfa 12
Kentlileşme ve Ozanlık Geleneği……………………………..………Sayfa 13
Yaşayan Alevilik ve Alevi Bektaşi Ozanı…………………………………………………………Sayfa 17
Saz ve Sözün Birlikteliği…………………………………….Sayfa 19
Maniler
Türküler
Ozanlık Geleneği Nazım Biçimleri ve Günümüz Ozanı…………….Sayfa 21
Koşma
Âşıklılık Geleneğinin Tanıtılması ve
Gelecek Kuşaklara Taşınması:....................................Sayfa 21
Sonuç………………………………………………………....................Sayfa 23
-PROBLEM
Popüler müziğimizin önemli bir ögesi olan türkülerimizin doğuşunu sağlayan ozanlık geleneği, ozan müzikleri ve geleneğin kentleşme süreci içindeki durumunun irdelenmesi
ALT PROBLEM
Ülke nüfusunun % 85’i kentlileşti. Ozan geleneği yaylada mı kaldı? O halde, türkülerimizin kaynağı kurumakta mıdır?
AMAÇ
Popüler müziğimizden olan türkülerimizin kaynağının kurumaması için yapılması gerekenlerin tespiti.
ÖNEM
Türküler toplumumuzun önemli bir kesiminin vazgeçilmezi. Değişen şartlar ve toplum yapısına uygun yeni söylemleri içeren sözler kaynağının canlı tutulmasının önemi büyüktür.
SAYILTILAR
Erzurum ve Kars illerimizde bulunan “Aşıklar kahvehaneleri” diğer illerimizde yok. Saz, Ozan’ın asırlardır kullandığı bir enstrüman. Sazın yanında başka enstrümanlar bugüne değin hiç kullanılmadı. Konya Aşıklar Bayramı, özelliğini yitirmeye başladı. Artık Kars ve Sivas illeri konuyu sahiplenmede. Halk Ozanı ve ailesini saz geçindirememektedir. Bu yüzden ozan, geçim endişesiyle başka işlere yönelmiş, saz ikinci plana düşmüştür.
SINIRLILIKLAR
Ozanlığın doğuşundan, türkülerin kaynağına inen çizgide Karacoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, Aşık Veysel halkası ve günümüzde bu halkaya eklenenler. Ozan müziğinin medya yansımaları. Esası söz-güfte’ye dayalı ozan müziğinin türleri ve günümüz toplumunun kabulleri karşısındaki durumu.
YÖNTEM
8.1 ARAŞTIRMA MODELİ
-Gelenek’e dair yazılı kaynakların incelenmesi
-Geleneği yaşayan ve yaşatmaya çalışan Antalya’ da yaşayan 5 Halk Ozanı ile yüzyüze görüşmeler, söyleşiler
EVREN VE ÖRNEKLEM
Türk Halk Edebiyatı, Dünya edebiyatları arasında özel bir yere sahiptir. Mahallilikten evrenselliğe uzanan çizgide, ozanlık geleneği, bu edebiyatı besleyen ana damarlardan birisidir. Kopuzdan bağlamaya, curadan meydan sazına; arada alevi-bektaşi geleneği ve türkü evleri, dinsel tema, imgeler ve simgeler; temel felsefe; felsefenin evrensel boyutları, sözün saza etkisi, atasözlerimiz, ölüm, gurbet, aşk, göç, yayla teması gibi ana temalarla günümüz toplumsal yaşantısı arasındaki uçurum örneklemlerle sunulacaktır.
*********************
TÜRKÜLER DOLUSU
Kirazın derisinin altında kiraz
Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var
Canıma ciğerime dek işlemiş
Canıma ciğerime
Sapına kadar.
Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana gitsem nafile.
Memleketin hali gözümden gitmez
Binbir yerimden bağlanmışım
Bundan ötesine aklım ermez.
Yerliyim yerli olmasına
ilmik ilmik, damar damar
Yerliyim.
Bir dilim Trabzon peyniri
Bir avuç tiftik
Bir çimdik çavdar
Bir tutam şile bezi gibi
Dişimden tırnağıma kadar
Ressamım.
Yurdumun taşından toprağından sürüp gelir nakışlarım
Taşıma toprağıma toz konduranın
Alnını karışlarım.
Şairim şair olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine hasına
içerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü, kör topal kabulüm
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm.
Hey hey, yine de hey hey
Salınsın türküler bir uçtan bir uca
Evelallah hepsinde varım
Onlar kadar sahici
Onlar kadar gerçek
insancasına, erkekçesine
"Bana bir bardak su" dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.
Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana südü" gibi candan
Ana südü" gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler,
Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi.
Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Bıçağı bıçak.
Ah bu türküler, köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.
Ah bu türküler, koy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarılır içim
Kan damlar ucundan, mürekkep değil
işte söz, işte ses, işte biçim:
"Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar"
iliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflah olmaz kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var.
Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
içlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen...
Bedri Rahmi Eyuboğlu
GİRİŞ
*******
Evet,ünlü Şair Bedri Rahmi Eyuboğlu “Türküler Dolusu” şiirinde “Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası /Ayak seslerinden tanırım / Ne zaman bir köy türküsü duysam / şairliğimden utanırım” demiş. Türküleri yakanlar, ozanları yakanlarla oldum olası anlaşamamışlardır.
Türkü yakmak bir Anadolu gerçeğidir. “Ne yazanı bellidir, ne okuyanı.” Anadolu Ağıtçı kadınlarında, gözyaşı olur, düğünlerde halay olur, bar olur; yaylada çeşme olur, kınalı gelin olur, gurbet olur, hasret olur, ucu yanık mektup olur türkülerimiz.
Türkülerimizin önemli kaynaklarından birisi Anadolu Halk ozanlarıdır. Karacoğlan, Köroğlu, Dadaloğlulardan Aşık Veysellere, Aşık Mahzuni Şeriflere uzanan bir altın zincirdi ozanlık geleneği. Usta çırak ilişkisini ve geleneğin öteki unsurlarını kendi içinde yaşatarak yüzyılları aşıp gelmişti. Lâkin, kentlileşme ile bu gelenek, insanımızın gündeminden düşmüş ve gelenek unutulmaya başlamıştır.
Geleneği yaşatma çabaları yerel yönetimler-belediyeler tarafından gerçekleştirilmeye çalışılsa da, büyük kentlerin canavar dişilileri arasına sıkışıp kalmış ozan, geçim kaygısı çekmekte ve sosyal güvenceden yoksun olmasıyla da sazın tellerinin arasından evinin geçimini sağlayacak bir gelir elde edememektedir.
Kentlileşme, sanayileşme arabesk toplumsal yapı ve arabesk müzikle fırtınalar estirirken, ozan, “sazını yaylada unutmuş”, kent varoşlarından ses çıkarıp medyanın gündemine girememiştir.
Gelenek yok olmaya başlayınca, söz sultanı ve türkülerin kaynağı ozanca söylemler ve ezgiler de yerini batılılaşan toplumun kimlik bunalımına ve kolay tüketilen, derinlikten yoksun, yüzyıllara uzanmak şöyle dursun, bir hafta, bir aylık sürede kendini yok eden, müzik yapımlarına ve sanatçılara bırakmıştır.
Ozanlık, dipden doruğa dert küpü ve isyan yumağı, baş kaldırış, eleştirme geleneğini kaybetmemek için direnmeye devam etmektedir. Bugün, Alevi-Bektaşi cemleriyle, kentlerdeki türkü evleriyle toplumsal dokuyu derinden derine sarsacak ozanlar yoksa da, gelenekten esintilerin tadı verilmeye çalışılmaktadır.
“Türküler susmaz” demiş ozan, “Türküleri yakanlar, yasaları yapanlardan üstündür” demiş bir başkası. Demiş ama, türkülerin kaynağı kuruyunca, ozan geleneği yok olunca, kaynaksız bir popüler müzik nereden beslenecek, ne yapacak? Irmaklar, kendilerini besleyen dağların karsuları ve çaylar-derelerle ırmak olur haritalarda. Karsuları bitmiş, çaylar, dereleri kurumuş bir Anadolu insanı, beton yüzlü şehirlerin kaldırımlarında bunalımlar geçirir, kimlik arayışına girer, ırmaklaşamaz.
Anadolu insan yüreklerini nakış nakış işleyen ozanlık geleneği nereden nereye gitmekteydi ki, yolu çıkmaza girdi? Daha doğrusu ozan nerden başladı, nereye geldi? Neler yapmalıydı da yapamadı?
İlk Ozandan Günümüze…
********************
Ozan, halkın dili, yüreği… Ozan, halk edebiyatının temel direği. Yönetenin çekindiği, dilinden ürktüğü ve yönetimler tarafından kıyılan, ezilen, sürülen, derisi yüzülen, idam edilen coşkun yürekli söz ustası, sazıyla sözünü birleştirip mesajını sunan insan. Popüler müziğimiz olan Türkülerimizi ilk yoğuran, çığırıp söyleyendir ozan.
Tonguzlar’ın Şaman, Mogol ve Boryatlar’ın Bo veya Bugue, Yakutlar’ın Oyun (Ouioun), Altay Türkleri’nin Kam, Samoitler’in Tadibei, Finovalar’ın Tietoejoe, yani bakıcı, Kırgızlar’ın Baksı-Bakşı, Oğuzlar’ın Ozan dedikleri –sahir-şair’lerdir.
Kaşgarlı Mahmut'un Divanü Lügat it-Türk (Türk Dili Sözlüğü) adlı yapıtındaki sözlü edebiyat ürünlerine göre, Türklerde sözlü gelenekte şiir önde geliyordu. "Kam", "baksı", "ozan", "şaman" gibi adlar verilen ilk ozanlar, aynı zamanda "kopuz" denen bir çalgı da çalmaktaydılar.
Hekimlik, büyücülük gibi görevleri de olan bu ozanlar, şölen, sığır, yuğ gibi törenlerde görev alıyorlardı.
Orta Asya bozkırında yapılan kazılarda ozanların şiirleri çıkmıştır. Yapılan kazılarda adlarına rastlanılan Aprınçur Tigin Çuçu Kül Tarkan Çısuya Tutung Asıg Tutung Sungku Seli Tutung Kalım Keyşi’ den Aşkı Mahzuni’ ye varıncaya değin, “kıta”, “dörtlük” adı verilen kalıplarla çalıp söylemiş ozan.
Söylemleri "öz Türkçe" dir. "koşuğ" "kojan" "takşut" "ır" "yır" "şlok" "kavi" "basık" gibi adlar kullanmış. Sözlü gelenekten oluşan türler arasında, destanlar ilk sırayı almış. Sonra koşuklar (sevgi doğa güzellikleri vb. konuları işlerler) sagular (ölen bir kimsenin arkasından söylenen onun yiğitliklerini ölümünden duyulan acıyı dile getiren şiirler) gelmiş. Ve tabii ki en çok da eski Türk atasözleri (sav)örnekleri...
“Uşun Koca Oğlu Segrek Boyu” adlı Dede Korkut hikayesinde: “-Bre kâfir, Dedem Korkut’un kopuzunun hürmetine (adına), çalmadım! dedi, eğer elinde kopuz olmasaydı, ağamın başı için, seni iki parça kılardım! Çekti kopuzu elinden aldı.” diye geçmekte olan ozan(2); sözlü edebiyat döneminde, yani, İslamlığı kabulden önce toplumsal dokunun vazgeçilmez bir öğesiymiş.
Vazgeçilmez öğe, toplumda itibar gördükçe bir gelenek haline gelmiş, bu gelenek zaman içinde ulusun coğrafyada yer değişikliğiyle yer değiştirmiştir.
“Ozan”ın, yaşadığı dönem ve coğrafyalarda içinde bulunduğu toplumların sosyal, siyasal ve dinî hayatında önemli görevler üstlendiği, birçok bakımdan toplumun önder kişisi olduğu, Türk kültürünün edebî oluşum ve gelişmelerinde yerini aldığı bilim adamı ve araştırmacıların genel kabulleri arasında yer almaktadır. (1) Türk edebiyatının başlangıcını oluşturduğu kabul edilen sözlü edebiyat döneminde hazırlıksız (doğaçlama) söyleyen ve kültürel dinamizmin temel unsurları arasında yerini alan ozan vb. sanatçıların çevresinde oluşan bu gelenek, zaman içinde güçlenmiş ve göç yoluyla diğer coğrafyalara aktarılmış, o coğrafyalarda yer alan komşu kültürlerde de benzer geleneklerin oluşmasına örnek teşkil etmiş ya da katkı sağlamıştır.
Bunun, Orta Asya merkezli Türkistan coğrafyasından göç yoluyla Avrupa’ya taşınması ya da orada bulunan benzer geleneklerin güçlenmesine yardımcı olduğuna
dair bilinen ilk örnekleri Attila döneminde verilmiştir.
Attila’yla birlikte bulundukları coğrafyadan göç ederek Avrupa içlerine kadar gelen ozanlar, başta o günkü Alman toplulukları olmak üzere çevre kültürlerin geleneklerine tesir etmiş, o kültürlerde ozan tipi şiir söyleme geleneğinin oluşmasında etkili olmuşlardır. Alman Nibelungen destanları, Dietrich ve diğerleri bunun açık örneğini oluşturmaktadır. (2)
Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa içlerine taşınan bu gelenek, bir başka yoldan da Türkiye ve Balkanlara ulaşmıştır. Orta Asya merkezli yurtlarından batı yönünde göç eden Oğuz grubunun bir bölümü, Hazar’ın batısında, bugünkü Azerbaycan coğrafyasında yurt tutmuş, bir bölümü de Karadeniz’in güneyinden Balkanlara kadar uzanan coğrafyaya uzanmışlardır.. Dolayısıyla, kültürel doku içinde önemli bir yeri olan ozanlık geleneğini de bu coğrafyaya taşımışlardır.
Daha sonraki asırlarda “âşık” adını alan ozan tipi bu coğrafyada etkili bir sanat ve edebiyat unsuru olmuştur.
Ozanlık geleneği, özellikle 13. yüzyıldan itibaren Türkiye sahasında kendini hissettirmeye başlamış, fakat kültürel değişim vb sebeplerle ad değiştirmiş, “âşık” terimi çevresinde özde ozanlık geleneğinin devamı kabul edilen bir geleneğin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
15. yüzyıldan itibaren gelişen gelenek içindeki “âşık” tipinde de öncelikli olarak alp-ozanlık özellikleri ön plâna çıkmaktadır. Âşık Köroğlu, Karacaoğlan, Kul Mustafa, Dadaloğlu vb onlarca halk şairi, bu tipin güçlü bir biçimde varlığını sürdürmesinde önemli rol oynamışlardır. Bunda; dönemin siyasal ve askeri yapısı içinde gelişen ve ozanlık geleneği bakımından da sosyal bir değer ifade eden Yeniçeri Ocağı gibi, Fas, Tunus, Cezayir vb yerlerdeki Mağrip Ocakları gibi ocaklara bağlı ordu şairlerinin, kılıcıyla sazını birlikte taşıyan asker şairlerin yetişmesinde, alp-ozanların yetiştiği kültürel ortamların da büyük etkisinin olduğu söylenebilir.
“Dr. Behzad Behzadi’nin yazdığına göre ozan kelimesi 15. yüzyıla kadar devam etmiş ve sonradan ozan kelimesi Azerbaycan’da aşık (aşıg) ve Orta Asya’da bahşi (baksi) olarak isim değiştirmiştir.”(ek:1) Yine, Yakın Doğu Üniversitesi’nden bir haberde “Prof. Dr. Habib Derzinevesi tarafından verildi. Konuşmacı konferansının başında ozanlık geleneğinin ilk başlangıç noktasının Hazar Denizi havzası olduğunu belirterek, Sümerlerin Mezopotamya’ya gelmeden önceki ilk yerleşim yerlerinin Hazar Denizi yöresi olduğunu söyledi.” (ek:1) denildikten sonra, “Prof. Dr. Habib Derzinesi konferansında özetle şunları söyledi: “Mezopotamya’dan elde edilen belge ve bilgilere göre musiki, İlamlılar ve Sümerlerin dışında Caspi ve Hurilerin sosyal yaşamlarında önemli yer tutmaktadır. Büyük bir ihtimalle musiki ile birlikte ozanlık geleneği bunların içinde de yayılmıştır.” Denilmektedir.
İşin aslına bakılırsa, ozanlık geleneği Şamanlık geleneğiyle eşanlamlı olarak yazılır. Şaman hocalarının aynı zamanda birer ozan oldukları artık biliniyor. Nereden bakarsan bak, MÖ 5. yüzyıllara kadar uzanan bir geçmişten söz etmek gerekiyor.
Kolca kopuz çalmamakla birlikte söz ustalığında, kimi zaman kadın ozanların da alp-ozanlar kadar etkili olduğu görülmektedir. Dede Korkut Hikayelerinde yer alan kadın ozanlar şunlardır: Dirse Han’ın Karısı, Banı Çiçek, Beyrek’in Kız Kardeşi, Burla Hatun, Selcen Hatun, Kanturalı’nın Annesi, Deli Dumrul’un Annesi ve Karısı, Begil’in Karısı, Seğrek’in Karısı vd. Dede Korkut’ta önemli bir yeri olan kadın ozan tipi, Türkiye sahası âşıklık geleneğinde de görülmektedir. Çeşitli yüzyıllarda ve günümüzde, bu tipte birçok halk şairi yetişmiştir. Âşık Emine, Âşık Şerife, Âşık Nurşah (Durşen Mert), Âşık Bacı(Nevcihan Özmerih), Âşık Aslı Bacı(Münevver Tolun), Ayşe Çağlayan (Halıcı 1992), Âşık Hatuni Bacı(Sehima Bozkurt), Âşık Kadriye, Âşık Sarıcakız, Âşık Hatuni (Özhan 1992), Âşık Güllüşah (Kalkan 1991) vd bu “kadın âşık” tipinin önemli örnekleridir.
19 ve 20. yüzyıllarda ozanların iletişim gücünden yararlanılmıştır. 19. yüzyılda, özellikle İkinci Mahmut döneminde, gerçekleştirilen yenilikleri halka sağlıklı bir şekilde ulaştırabilmek amacıyla iletişimin önemli unsurları olan gezici âşıklar teşkilatlandırılarak onlara maaş bağlanmış ve böylece sarayda temsil edilmeleri sağlanmıştır.
XIX. asırda, önceki asırlarda olduğu gibi, âşıkların her tarafta çoğaldığını, büyük şehirlerde ve bilhassa İstanbul’da muntazam bir teşkilata malik olduklarını, askerî sınıflar arasındaki saz şairlerinden başka, bunu kendilerine bir meslek, bir geçim vasıtası edinmişlerdir. Bunlar, her yerde, belirli kahvehanelerde toplanırlar, saz ve söz fasılları yaparlardı. Hayatlarını başka vasıtalarla temin eden, başka mesleklere mensup olan bir takım saz şairleri daha vardı ki, bunlar profesyonel âşık olmamakla beraber, bu toplantılara gelirler, fasıllara iştirak ederlerdi. An’aneye göre, İstanbul’da, bilhassa Tavuk Pazarındaki bir kahve, âşıkların en büyük merkeziydi. Âşıklar arasından, hükümet tarafından intihap olunan bir şair, resmen âşık kâhyası tayin edilir ve âşıkların teşkil ettiği loncanın işlerini idare ederdi. Bir yerde oturmayarak mevsim mevsim bütün memleketi dolaşan, her yerde âşık fasıllarına iştirak eden bu saz şairleri, halk arasında büyük bir propaganda vasıtası olduğu cihetle, hükümet bunların kontrolüne dikkat eder, hatta bazen âşıklar reisi vasıtasıyla bunları kendi propagandası için kullanırdı. Yarım asır öncesine kadar âşıklar arasında yaşayan bir an’aneye göre Mahmud II., Abdülmecid, Abdülaziz zamanlarında saraydan tahsisat alan yirmi-otuz âşık mevcut imişve bunlar zaman zaman padişahın huzurunda fasıllar yaparlarmış. Yine an’aneye göre, İstanbullu Âşık Hüseyin 1834’ten 1861’e kadar Tavuk Pazarı’ndaki âşıklara reislik etmiş ve on üç yıl saraydaki saz şairlerinin başında bulunmuştur. Beşiktaşlı
Gedâyi de Abdülaziz huzurunda icra edilen âşık fasıllarına reislik etmiştir. (3)
Cumhuriyet’in ilânından sonra’ da Ozanlık Geleneği Anadolu’ da Sivas, Erzurum, Kars ve Adana damarlarında müzikle iç ice, “aşık kahvehaneleri ve cemevleri” nde yaşamaya devam etmiştir.
“Cumhuriyeti kuranlar, iş başına vatanı kurtararak gelmiş olmanın saygınlığı içerisinde âşıklar tarafından hem övülmüş hem de alkışlanmışlardır. Her alanda yenilik getirmek isteyen Cumhuriyet, yeni rejimi halk kültürü üzerine kurmaya çalışmaktadır. Bu kültürün temsilcileri olarak âşıklar ilk başlarda Halkevlerine buyur edilir.
Bunlardan Köy Enstitülerinde usta öğretici olarak istihdam edilenler de olur.
Birçok aşığın şiirleri halkevleri marifetiyle yayımlanır. “Halk Şairlerini Koruma” adı altında dernekler açılır. “Halk Şairleri Bayramları” düzenlenir. Âşıklara bu ilginin temelinde, Cumhuriyetin ilk yıllarında ağa, eşraf dışında halkla kurulabilen en kestirme yolun âşıklardan geçmesinin yanında yeni rejimin halka benimsetilmesi konusunda âşıklardan istifade etme amacı da etkili olmuştur.
Bu dönemde cumhuriyetle birlikte yaratılmak istenen kültürel kurumlaşmayı en kısa sürede ve çağdaşı birçok sanatçıdan farklı boyutta algılayan ve şiirlerine yansıtan Âşık Veysel önemli bir isim olarak karşımıza çıkmaktadır. Veysel, Cumhuriyet Türkiye’sinin ozan ihtiyacını karşılamış, gerçekleştirilen inkılâpların yurdun en ücra köşelerine kadar benimsetilmesinde ve yayılmasında önemli bir
isim olmuştur.(a)
“1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları “Halk Şairlerini Koruma Derneği”ni kurmuşlar ve 5 Aralık 1931 tarihinde de üç gün süren Halk Şairleri Bayramı’nı düzenlemişler. İşte ünlü Halk Ozanımız Aşık Veysel’ de bu dönemde Ahmet Kutsi Tecer’in gayret ve destekleriyle ortaya çıkar.
Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde A. Kutsi Tecer’in direktifleriyle bütün halk ozanları cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal üzerine şiirler düzmüşler. Bunlar arasında Veysel de var. Veysel’in günışığına çıkan ilk şiiri böylece “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası”... dizesiyle başlayan şiir oluyor. Bu şiirin gün yüzüne çıkışı, Veysel’in de köyünden dışarıya çıkması oluyor.
O zaman Sivrialan’ın bağlı olduğu Ağcakışla nahiyesi müdürü Ali Rıza Bey, Veysel’in bu destanını çok beğeniyor, “Ankara’ya gönderelim” diye istiyor. Veysel de “Ata’ya ben giderim” diye vefalı arkadaşı İbrahim ile yayan yola düşüyor. Karakışta yalınayak, başı kabak yola çıkan bu iki arı gönül, bu iki insan örneği, üç ay yol çiğneyerek Ankara’ya geliyorlar. Veysel Ankara’da konuksever tanıdıkların evlerinde kırkbeş gün misafir kalıyor. Destanı Atatürk’e getirmek hevesiyle geldiğini söylüyorsa da destanı Atatürk’e okumak kısmet olmuyor. Eşi Gülizar Ana: “Ata’ya gidemediğine bir, askere gidemediğine iki; yanardı ki o kadar olur...” diyor. Ancak, Hakimiyet-i Milliye (Ulus) basımevinde destanı gazeteye veriliyor. Destan gazetede üç gün boyunca yayınlanıyor. Bundan sonra da bütün yurdu dolaşmaya, dolaştığı yerlerde çalıp-söylemeye başlıyor, seviliyor, saygı görüyor.(5)
Aşık Veysel’den sonra da Ozanlık Geleneği Anadolu Coğrafyasında değişen, köyden kente göçen toplumsal dokuyla sancılar çekerek yaşamaya gayret etmiş, günümüze kadar çok sayıda Halk Ozanı yetişmişse de bunlardan Aşık Mahzunu Şerif ve Aşık Yaşar Reyhani en ünlüleridir. Bugün çalınıp söylenilen bir çok türkünün aynı zamanda sözlerini de kaleme alan bu iki ozan, geleneğin son halkasıdırlar.
1950’ den itibaren kırsaldan kentlere başlayan göçle beraber Ozan Geleneği sazını da kentlerin varoşlarına getirmişse de, geçim kaygısı, sazın telleri arasından ekmek parası kazanılmaması vb sebeplerle gelenek köklerinden kopmaya, yaylasına-köyüne hasret çekmeye başlamıştır.
Aslında Geleneği yüzyıllar boyu türkü türkü diri tutan faktörler vardı. Geleneği gelenek yapan bu faktörler kaybolmaya başladıkça, başkalaşım ve değişim kaçınılmaz olmuştur.
Antalya’ da kendileriyle yüzyüze görüşme olanağı bulduğumuz Alevi Bektaşi ozanlardan Keskinli Aşık Haydari ve Erzurum – İspir doğumlu Aşık Selahattin Kazanoğlu’ da aşık-ozanın günümüz toplumunda ki yer ve fonksiyonu ile sahip çıkılmamasının getirdiği sorunları dile getirmişlerdir. Her iki ozan da, bize, usta çırak ilişkisinin olmayışını önemle vurgulamışlardır.
Peki, internet, radyo ve televizyon gibi kitle iletişim araçlarının bulunmadığı dönemlerde Toroslarda çalınan bir türkünün Edirne’ye, oradan Balkanlara veya Azerbeycan coğrafyasına ulaşmasındaki sır ne olabilirdi? Geleneğin kendisi ve köklerinin halkın sinesinde kapladığı yer olmasın? Acaba, geleneğin kendisini ayakta tutan özellikleri kaybetmekle, halk ozanı kendini çıkaran kaynağı mı körletmiştir?
Geleneğin Kaybolan Özellikleri
***********************
Çırak Yetiştirme ( Kapılanma)
**********************
“Âşıklık geleneği yalnızca çalıp söylemeğe dayanmayan, bir usta tarafından öğretilmesi gereken” bir işti. “Bir kişinin âşık olarak nitelenebilmesi için çağlar boyu gelişen geleneğe uyması gerekir”di. “Usta âşık, saza ve söze yeteneği olan bir genci çırak edinir, yanında gezdirir. Çırak ustasının ölümünden sonra meclislerde, sohbetlerde, onun şiirleriyle söze başlar, adını yaşatır, izinden gider”di (6). Ayrıca usta, çırağına âşıklık sanatının şiir, musiki ve hikâye anlatmadaki incelikleriyle beraber iyi saz çalmayı, doğaçlama şiir söylemeyi, usta malı eserleri nakletme tekniğini de öğretir. Çıraklık dönemini tamamlayan âşığa ustası tarafından bir de mahlas(isim) verilerek ustalığı tescil edilmiş olurdu.
Bugün, usta-çırak ilişkisi, kentlileşmenin getirdiği toplumsal yaşam nedeniyle yok olmuştur.
Antalya Halk aşıkları Derneği ve Antalya Sanatçılar Derneği’nde kendileriyle görüştüğümüz ozanlar da bu durumdan şikâyetçi olmuşlar, kendilerinin beğendikleri, hoşlarına giden eski-vefat etmiş, iz bırakmış ozanlardan usta kabul ettiklerinin eserlerini zaman zaman çaldıklarını söylemişlerdir. Usta’ nın öğretmen olduğunu da belirten Aşık Selahattin Kazanoğlu kendisine öğretmen olarak Aşık Yaşar Reyhani’yi bellediğini ve sıklıkla onun eserlerinden örnekler vermeye çalıştığını söylemiştir.
Mahlas:
*******
Mahlas, âşık edebiyatında sanatçının benimsediği, eserlerinde kendi adı yerine kullandığı takma adıdır. Bu ad, aşığa, genellikle ustası tarafından verilirdi. Son dönemde, mahlas alma geleneğinin de terk edildiğini ozanların, (Aşık Şeref Taşlıova, Aşık Muhlis Denizer, Aşık Selahattin Kazanoğlu, Aşık Murat Çobanoğlu vb) gibi kendi isimleriyle eserlerini verdikleri gözlenmektedir.
Âşık Musikisi – Saz
****************
Âşıklar, düz konuşmayla şiir söylemeyi “dilden söylemek”, saz eşliğinde şiir söylemeyi de “telden söylemek” şeklinde ifade etmişlerdir. Bununla âşığın şiirine eşlik eden sazın, şiirden ayrılmaz bir unsur olduğu anlaşılır. İlk âşıklar çöğür adı verilen sazı çaldıklarından kendilerine “çöğürcü” adı verildiği görülmektedir. Halk toplulukları karşısında saz eşliğinde şiir söyleyen âşıklar, herhangi bir konuda topluluk önünde saz çalıp doğaçlama şiir söyleme özellikleriyle övünürler.
Âşıklık geleneğinde sazın önemli bir yeri vardır. Âdeta saz ve söz bütünleşmiştir. Âşıkların büyük bir çoğunluğu saz çalar. Bazı âşıkların doğaçlaması vardır, sazı yoktur. Bazılarının ise ne sazı, ne de doğaçlaması vardır. Ancak geleneğe uygun olarak heceyle şiir yazarlar(6).
Âşıklık geleneğinde saz çalamayan bazı âşıklar, yanlarında “sofu” adı verilen saz çalan âşıkları gezdirirlermiş.
Antalya Halk Aşıkları Derneğinde karşılaştığımız Aşık Sağlam(İzzet Sağlam) ve Aşık İrşadi(Ali İrşi)’nin saz çalmayan(sazsız) ozanlardan olduğunu gördük. Sazsız ozanlar, atışma yapamazken, normal şairden farkı, geleneğe bağlılığı ve geleneğin şiir tekniğini devam ettirmeleri olduklarını söylemişlerdir. Aşık Selahattin Kazanoğlu anında, sazıyla doğaçlama söylerken, her doğaçlamada sazının tınısında çok az değişimlerle renk katmaya çalıştığını da ifade etmiş, dernekte bulunanlara, Erzurum Kars aşıkları ile, iç Anadolu, Güney-Adana ve Sivas Aşıklarının saz çalma teknik ve metodlarından örnekler de sergilemiştir. Keskinli Aşık Haydari ise, Alevi-Bektaşi geleneğinden gelmiş olması nedeniyle kısa saplı bağlama ile Ankara-Kırıkkale-Keskin yöresinden bozlak (Hacı Taşan ustadan)örnekler vermiştir
Günümüzde, söz sanatı yavan ve yapaylaşırken; ozan dilinden çıkan söylemlerin derinliği kaybolmuş, bu olay, beraberinde sazın önemini dahi ikinci plana çekmiş gözükmektedir.
Bade İçme ve Rüya Motifi
**********************
“Rüya motifi, âşıklık geleneğinde sık karşılaştığımız bir motiftir. Bazı âşıklar maddî aşktan manevî aşka geçerken, saz çalıp söylemeğe başlarken, ilâhî araçlarla yani, bir mürşidin, bir pirin, Hızır Peygamberin rüyada tecellisiyle âşık olup saz çalmaya başladıklarını söylerler. Bunlar, halkın inanışına göre ilham kaynakları “ilâhî” olan âşıklardır (7). Bir diğer araştırmacımız rüyalar ve şamanların, sihri, din hayatını çevreleyen ögelerin, Anadolu mistisizminde aracı rolü üstlendiğine değiniyor (8).
Antalya’ da Dernekte görüştüğümüz ozanların hiç birisi bade içmediklerini, rüya görmediklerini belirtmişlerdir. Israrla üzerine gidip sorduğumuz Aşık Kazanoğlu ise “ustam yok, usta bellediklerim var. Gurbetlik, yoksulluk ozan yaptı beni. Rüya görmedim, bade içmedim, ama, kuşlara uçmasını, balıklara yüzmesini öğreten öğretti bu sazı çalmayı1 demiştir.
Âşık Toplantıları ve Âşık Fasılları
**************************
Âşıklar, ün sahibi olmak, para kazanmak için çevreyi gezerler, diğer âşıklarla yarışmalar yaparlar. Bu yarışmalara “meydan edilme”, “divana çıkma” denir. Âşıkların halk içindeki toplantılarından biri ve en önemlisi “meydan edilme” geleneğidir. Bu meydan edilme ya da “divana çıkma” işini yönetmek üzere, “divan âşığı” dedikleri yol, erkân bilen usta bir âşık meraklılarca seçilirdi. Bu toplantılarda yarışan âşıklara “divan âşığı” adı verilirdi (9). Günümüzde, bu hususta, toplumsal dokunun değişimi sürecine uyarak yok olmuştur.
Türkiye’de âşıklık geleneğinde belli yörelerde “karşılama”, “deyişme”, “atışma” veya
“karşıberi” gibi adlar altında toplanan sistemli deyişmeler; en az iki âşığın dinleyici huzurunda veya herhangi bir yerde karşı karşıya gelerek, birbirlerini sazda ve sözde belli prensipler içinde denemeleri esasına dayanmaktadır (Günay1993:47). Âşıklık geleneğinde atışmalar çok önemli bir yere sahiptir. Âşıklıkta ilk iş ruh dünyasındaki değişikliği saza döküp topluluğa saz ile sunmaktır. İkinci iş ise âşığın tanınmış bir âşıkla karşılaşması, onu yenmesi “bağlaması” gereklidir. Eski kaynaklar bunu “müşaare” olarak nitelemişlerdir (10).
1965’lerde başlayan ve uzun yıllar süren Konya Aşıklar Bayramı adındaki etkinlik, günümüzde, yapılmamakta, onun yerine Kars Belediyesi, Mersin Belediyesi gibi kimi Belediyeler Aşıklar şölenleri düzenlemektedir. Halk Ozanı-Aşıkların, ilden ile seyahatleri maddi imkansızlıklar yüzünden olanaksız hale gelmiş, il içinde dahi gündemden düştüklerinden, 1960’lı dönemlerde il merkezi ve ilçelerdeki okullarda, Halkevlerinde, Köy Enstitülerinde bu geleneği yaşatma gayretlerini gösteremez olmuşlardır. Ozanın seyahat, yeme-içme, konaklama giderleri ve memleketine dönüşü masraflarını karşılamak ta sorun haline gelmiştir. Böylece aşık-ozan toplantıları yapılamaz olmuştur. Antalya’da ziyaret ettiğimiz Aşıklardan Aşık Selahattin Kazanoğlu, Konya Aşıklar Bayramı ve Kars Aşıklar şöleninde çeşitli dallarda birincilik ödülleri almış bir ozan olarak, bu aşık toplantılarının önemi üzerinde uzun uzun durmaya çalışmıştır. Başkaca hiçbir işi olmadığını ve çoluk çocuğunu ve kiradaki evini sazının telleriyle, aşıklık sanatıyla geçindirmeye mecbur olduğunu söylerken gözleri ufka dalıp dalıp gitmekte, sözleri boğazında düğümlenmekteydi.
Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin senede bir gün, sadece Ramazan ayında, Karalioğlu Parkında düzenlediği ramazan etkinliklerine içine monte ettiği Aşıklar Şöleni’ nin yetersiz olduğunu, bu etkinliklerin çoğaltılması gerektiğini belirten Antalyalı Ozanlar, görüşmemiz sırasında, Kepez Belediyesi’nin kendi belediye alanında Aşıklar için bir park ve çalıp söyleyecekleri kapalı bir mekan yapma çalışmasına girdiğini işittiklerini bildirmişler ve umutla beklediklerini de ifade etmişlerdir.
Ayrıca, Keskinli Aşık Haydari ve Ozan Seyfili de, Sivas’ ta Madımak Oteli yangınından bahsederek, o yangından canlarını zor kurtardıklarını, bir çok halk ozanı ve aydınının diri diri yakıldığını, alevi-bektaşilikle beraber, baskılar ve uygulanan yönetim ve düzen bozuklarıyla ozanlığında gün yüzüne çıkamadığını üzerine basa basa belirtmişlerdir.
Ozanını yakan bir toplumda, dinlemeyen, ozanı anlamayan bir toplumda lider-aydınlatıcı ve türkülere kaynak olucu bir ozan olunamayacağını söyleyen Aşık Keskinli Haydari, Antalya Cumhuriyet Meydanında sazı ile toplumsal ve yönetimsel dokuyu Ata’ya şikayet ettikten sonra, ozanlığı orada, Ata’nın huzurunda, o meydanda bıraktığını üzülerek beyan etmiştir. Alevi Derneklerinin siyasetle, türkü evlerinin arabeskle, toplumun geçim kavgasıyla iç içe olduğu dönemi yaşamaktayız diyen Ozan Burhanî de, vefat eden aşıkların çocuklarının perişanlığını, hiçbir kimsenin ve idarenin bu konuyla ilgilenmediğini anlatarak gündeme getirmeye çalışmıştır. Üniversitelerin, Milli Eğitimin ve illerdeki kültür derneklerinin ozanları dışlaması, radyo ve televizyon kuruluşlarının, yazılı ve görsel medyanın haberleri arasında yer alamamaları, matbua ve kitap-yayınevi giderlerinin yüksek olması gibi daha bir çok nedenleri dile getiren Antalyalı ozanlar, doğrusu türkülerimizin kaynağı olan ozanlık geleneğinin yok oluşunun hüznünü yaşamaktaydılar.
Kentlileşme ve Ozanlık Geleneği
*************************
Kurtuluş Savaşı ile Sevr’i yıkan ve Anadolu coğrafyasında yepyeni bir Cumhuriyet kuran Türk Halkı, Atatürk’ün açtığı “aydınlanma” meşalesini her alanda söndürmemeye gayret etmişse de, meydana gelen gelişim ve değişim, halkı bile zaman zaman ümitsizliğe düşürmüştür. Çağdaş medeniyetlerin önüne geçme hedefine kilitlenerek, sanattan kültüre, ekonomiden siyasete her alan ve sektörde, Atatürk ve silah arkadaşlarının Cumhuriyeti kuran kararlılığının terk edilmeden devam edilerek, başarıya ulaşılması gerekmekte idi. Ancak, bireysel bir edebi sanat, müzikle harmanlanmış,iç içe girmiş bir sanat olan ozanlığın kayboluşu da göstermektedir ki, bazı şeyler düşünüldüğü gibi olmamış ve olmamaktadır.
Evet, Atatürk ve silah arkadaşları tarafından bir dizi inkılâplar gerçekleştirilmişti. Bu inkılâpların bazılarının gelişimi hızlı bazıların ise yavaş yavaş olmuştu. Daha o yıllarda, Türk Halkı sanayi ile haşır neşir olmaya başlamıştı. İlk zamanlar Devletin bizzat kendisinin yaptığı sanayileşme hareketleri daha sonra özel teşebbüslere de ön ayak olmuştu.
O yıllarda, genel manzara şöyle idi.
Genç nüfus uzun süren savaşlar nedeni ile çok azalmıştır. Hatta nüfusun artması için kampanyalar düzenlenmiştir. Sanayi ve ticarette yapılan değişikler kısa zamanda kendisini göstermiştir. Özel teşebbüsler yavaşta olsa artmaya başlamıştır. Kentleşme kavramı ortaya çıkmıştır. Ülkenin bir çok yeri kasaba görünümündeydi. Ülkeye tarım ekonomisi hakimdi. Atatürk' ün ölümü ile yerine İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olmuştur. Ferdiyetçi teşebbüsle bu devrede azalmıştır. Daha sonra 2'li partili yıllara geçince ister istemez siyasette yavaş yavaş popülist politikalarda başlamış, hatta acımasız rekabetler olmamış değildir. Daha sonra Demokrat Parti uzun süren CHP yönetiminden görevi almıştır. Bu devirde Özel teşebbüsler ile birlikte Kentleşme artmıştır. Gelir dağılımı ve hayatın gerekleri için gerekli ve ya gereksiz olanakları büyük şehirlere yağmıştır. Şehire gidip zengin olanların sayısı artmış, git gide küçülen tarım topraklarının payı ister istemez insanları göçe zorlamıştır. Çünkü miras kalan topraklardan elde edilen tarım geliri yaşamı idame ettirmeye yetmemeye başlamıştır.
Ülkenin doğusu zaten feodal bir yapıdadır. Buradaki tarım alanları ağaların elindedir. Doğu Karadeniz de ise zaten kısıtlı tarım alanları vardır. Bunlarda paylaşılınca gelirler daha da küçülmüştür. O devirde zaten herkes modern tarım yapacak araçları almakta zorlanıyordu. Sanayi kentlere yayılmıştır. Özellikle Marmara bölgesine. Artık taşı toprağı altın olan şehirlere göç zamanı gelmiştir. Bu arada göçlerin sebeplerine kan davaları, kız kaçırma vb. toplumsal olaylarda ekleyebiliriz.
Dünün taşralısı, köylüsü artık şehirli olmuştur.
İşte bütün meseleler burada başlamıştır. Göçen halkın çoğu şehirli olamamıştır. Şehirdeki yaşam ve kültürel yapıya adapte olma savaş haline gelmiştir. Öyle farklılıklar olmuştur ki yaşamın her yönüne yansımıştır. Göçen halkımız daha muhafazakar bir yapıya sahiptir. Şehirdeki gerek giyim kuşamdan yemek kültürüne kadar bir takım farklılıklar karşısında zorlanmalar olmuştur. Varlık ailelerden göçenler yeni yapılarda kısa sürede kent yaşamına ayak uydurmuşlardır. Varlıklı olmayan ve umut peşinde göçenler ise kentin sınırların gecekondu denilen yeni yerleşim bölgeleri oluşturmuşlardır.
90' lı yıllarda ise bu deyim kendini varoş olarak değiştirmiştir. Gecekonduda yaşam zordur. Belediye hizmetlerinden yeteri kadar faydalanamayan halkımızı daha da zor yaşam beklemektedir. Yuvaları bazen yıkılmıştır. Bazen politik çıkarlar uğruna geçici imar yasaları ve mevzuat düzenlemeleri ile tapular verilmiştir. Ama buradaki nüfus git gide artmaktadır. Kent nüfusunun yarısını geçmiştir. Uyanık politikacılar oy uğruna tapu ve vaatler vererek buralarda yaşayan halkı kent yaşantısını daha da talep edilen hale getirmişlerdir. Ama madalyonun yüzü böyle değildir. Fakat, sanayileşme nüfus ile ile aynı oranda artmamaktadır. İşsizlik maddi gücün yetersizliği buradaki halk da hayal kırıklığı yaşatmıştır. Kentleşme süresince düzensiz yapılaşma, çarpık kentlileşme, beraberinde kültürel yozlaşmayı da getirmiştir. Buna birde sağlıksız ve yetersiz eğitim politikaları ve hizmetleri de eklenince Büyük kente göçen halkı tamamen yıpratmıştır. Artık ekmek aslanın ağzında değil midesine kadar inmiştir.
Bu arada ülkemizde bir çok siyasi oyunlarda yaşanmaktadır. Ülkemiz insanları siyasi oyunlar ile birbirlerine kırdırılmışlardır. Anlayacağınız acılar üzüntüler en çok bu halkımızı etkilemiştir.
İşte tam bu noktada Anadolu Ozanları sazlarıyla meydanlarda, kapalı salon toplantılarında kendilerini göstermeye başlamışlar, ezilen halkın, sömürülen ve hor görülen halkın ağzı, dili kalbi olmaya çalışmışlardır. 27 Mayıs ihtilali öncesinde mevcut Demokratparti siyasal iktidarını öven bir ozan olan Aşık İhsani, ihtilalden sonra, Milli Birlik Komitesi tarafından ihtilalin haklılığını anlatmakla görevlendirilince söylemlerini değiştirmiş ve asıl kendi mecrasına yönelmiştir. İhsani bir şiirinde;
“Geliyor hey bire dostlar geliyor
Koca halkım kalka kalka geliyor
Yıkılası zorbalığın üstüne
Her bir yandan aka aka geliyor
Yivli hançer gibi sıyrılmış kından
Ne ölüm korkusu ne de bir zindan
Orta çağın kahpe karanlığından
Kurşun gibi çıka çıka geliyor
Poyraz yemiş sarı siyah yüzüyle
Her cümlesi küfür dolu sözüyle
Çanağından çıkmış iki gözüyle
Aç toprağa baka baka geliyor
Köylüsü kentlisi ederek toyu
Bir elinde kitap birinde oyu
Kendisinden olmayanı yol boyu
Ateşleyip yaka yaka geliyor
Vakti gelmiş durmaz olmuş yuvada
Bir ayağı dağda biri ovada
Saçları rüzgârda eli havada
Yumruğunu sıka sıka geliyor
Yaşamak hırsıyla kendi çağını
Kalkan etmiş yüreğinin dağını
Kendi düzeninin al bayrağını
Tepelere çeke çeke geliyor “ demiştir.
Böylece çareyi toplumsal ve ekonomik düzenin değişmesinde aramaya başlayan Halk Ozanı, siyasetle de ilgilenir olmuştur. Zira, başka da çaresi kalmamış gibidir. Sözünü, feryat ve figanını bir şekilde duyurmak istemektedir.
70' li yılları bu şekilde atlatmaya çalışırken 80' li yıllarda özel teşebbüsler için çok iyi olan serbest piyasa ekonomisine geçilmiştir. Artık Türkiye yeni zenginlere merhaba diyecektir. Kısa yoldan para kazanma hırsı popüler olmuştu. Zengin olmak için her şeyin mübah olduğu eski ideallerin bittiği bir dönem başlamıştı. 80 öncesinin gerek ekonomik gerekse kültürel olarak ezilen halkın artık para ile gücü eline alma zamanıydı. Arabesk müziğin en atakta en revaçta olduğu yıllardır, o yıllar... Artık arabesk müzik kendi içinde versiyonlar çıkarmıştır. Bazıları Arabesk, fantezi, taverna müziği gibi de isimler almaya başlamıştı bile...
Ozanlık Geleneği ve Ozan müziğinin çevresi böylece arabeskle örülürken, ozanın gelecekle, gelecek nesillerle bağı kopuyordu. Gelecekle bağı kopan müzik ve gelenek, birbiri ardına kurulan ve ekonomisi tamamlanamayan Ozanlar Derneği, Ozanlar Vakfı gibi yöresel kuruluşların bir süre sonra kapanışıyla çaresizliğe itiliyordu. Ozan, hayatın ve sistemin kendi çevresinde ördüğü lâbirentte çıkmazlardaydı. Kendini ve sazını bu sefer toplumun ortak anlayışı ve tepkisinden yana ortaya koymaya başladı.
80 ihtilalinin hemen öncesinde başlayan ABD karşıtlığı, ortak anlayış ve tepki, ozanlık geleneğini de derinden etkilemiş, Aşık Mahzuni meşhur o “katil Amerika” deyişini söylemiştir.
“Bütün insanlık adına
Amerika katil katil
Hukuk yapar kendi teper
Amerika katil katil
Vietnam'ın suçu nedir
Hür yaşamak ayıp mıdır
Atom patlat ister kudur
Amerika katil katil
Türk Milleti Türk Milleti
Nerden gelmiş elin iti
Bu gidişin sonu kötü
Amerika katil katil
Bir gün gramlar bir olur
Kilodan hakkını alır
Zalim olan belâ bulur
Amerika katil katil
Mahzuni Şerif uyuma
Gün geldi çattı akşama
Bizden selam Vietnam'a
Amerika katil katil”
Gelelim 90' lı yıllara büyük kentlere göçen halkın bazıları artık köşeyi dönmüşlerdir. Bazıları ise Ferdi Tayfur’un dediği gibi" Köyüne Geri Dönmemişlerdir" . Türkiye tarihinin en büyük yozlaşmasını yaşamaya başlamıştır. Bunun yanı sıra yine Türkiye' de yozlaşmanın yanısıra büyük başarılarda yaşanmaya başlamıştır. Gelişim ve değişimin çok yoğun yaşandığı yıllardır. Popülizm doruğa çıkmıştır. Kim sanatçı kim sanatçı değil tartışmasının yoğun başladığı yıllardır. Müzikte Türkiye patlama yaşamıştır. Her gün çikletten çıkar gibi şarkıcılar çıkmaya başlamıştır. Artık gecekondular gelişmiş birer yerleşim merkezlerine haline gelmiştir. Artık gecekondu değil varoş kavramı yerleşmiştir.
Antalyalı Ozanlar, bazı yerel yönetimlerin, Hülya Koçyiğit, İbrahim Tatlıses, Ebru Gündeş gibi sanatçıları etkinliklere getirerek, tonlarca para verdiklerini, buna karşılık, halk ozanlarına hiç sahip çıkmadıklarını onlara yardımcı olmak istemediklerini söylemişlerdir.
“Egemenlerin kapı kulluğunu yapmadıkları için genellikle saraylarda arşivlerde sırmalı defterler içinde bu ozanların şiirleri saklanmamış gelecek kuşaklara aktarılamamıştır. Milyarlarca liralar, sanat adına, sanatı katledenlere yağdırılırken halk ozanına sahip çıkılmamaktadır. Molla Kasımları çok bir toplum yapısı, Yunus’un şiirlerinin okunmasını yasaklayan Ebussud Efendili bir 16.yüzyılı yaşıyoruz sanki.” Böyle sesleniyorlar Antalyalı ozanlar. Ve ekliyorlar, dilin mimarı ozandır. Yakan, yakılan, sürülen, derisi yüzülen ozandır. Karacoğlan’ı yok sayın bakalım geriye kaç türkü kalacak?”
Halkın öncülüğünü üstlenen bu ozanların şiirleri genellikle yürekten yüreğe dilden dile aktarılarak sözlü gelenekle günümüze ulaştırılmıştır. Bu yüzden de tam olarak bu büyük ozanların doğum ve ölüm tarihlerini tam olarak tespit etmek mümkün olmamıştır. Halk Bilimi araştırıcılarının en çok zorlandıkları konulardan biri budur.
Arabesk müzik ise varoş müziği olarak adlandırılmıştır. Tabi arabesk müzikte de yozlaşmalar başlamıştır. Müzikten ziyade sanatçılardan kaynaklanan bir yozlaşmadır. Sanatından ziyade TV' lerde ki reklamlardan, televoleli programlar veya paparaziliğin getirdiği bir yozlaşma. Kalıcı eser bırakanların sayısı çok azalmıştır.
Arabesk diziler, arabesk filimler, arabesk yaşantı, arabesk söylemler...
Ozan ve Ozanlık geleneği köyde, yaylada kendini hapsetmiştir. Ozan, kentte, bir apartman veya kamu kurumunda odacı-kaloriferci, bir inşaat bekçisi olup çıkmıştır. Sözün sultanı, gönül ve ruhların sevgilisi, umut ışığı olan ozan büyük şehrin azgın ve canavar dişlileri arasında kaybolup gitmiştir. “Başın öne eğilmesin/ Aldırma gönül aldırma” diye başlayan cezaevi türküleriyle iç içedir ozan.
1975’lerden itibaren ozanlarımız kendilerine çıkış yolu olarak yurt dışını, özellikle de Almanya’yı görmüşler; bir çoğu ya konsere ya da çalışmaya Almanya’ya gitmişlerdir. Almanya’ da konserlere ilaveten halk ozanı konularına ağırlık veren çeşitli yayın çalışmaları da gerçekleştirilmiştir.
“Almanya da 80 yıllarda Değerli folklorcu Mustafa Demirin çıkardığı Yabanel adlı 13 sayı süren bir kültür sanat dergisinde halk ozanlarının yazdıkları kimi şiirlere yer verildi. Bu konuda kimi makaleler yayınlandı. Daha sonra Değerli Ozan Can Yoksulun çıkardığı ve 25 sayı devam eden Allı turna adlı dergide konuyla ilgilenildi kimi halk ozanlarının şiirlerine yer verildi. Ünlü Ozan Emekçinin sorumluluğunda çıkan Halk Ozanı adlı bir dergi yayınlandı bu derginin özelliği yalnızca kendine halk ozanlığını ve halk şiirini konu alarak çıkan bir dergiydi.
Derginin kadrosunun dar oluşu, teknik sorunlar vs. dergi yedinci sayısından sonra kapandı. Daha sonra Ezeli Doğanay yönetiminde Çağdaş Halk Ozanı Dergisi yayına başladı. Dergi 16 ülkede dağıtımı yapılmasına rağmen ekonomik nedenlerden dolayı 3 sayıdan sonra kapandı. Ezeli Doğanay aynı konuyu iki yıl aralıksız olarak Alman ve Türk ortak yapımı olan ve yalnızca Berlin de yayın yapan yöresel bir televizyon da işledi.
Bütün bunlar bu alanda yapılan iyi niyetli çalışmalar olmasına rağmen yeteri düzeyde hedeflediği kitleye ulaşamadılar. Ve bu sorun kar yumağına dönüşerek devam etti.” (11)
Yaşayan Alevilik ve Alevi -Bektaşi Ozanı
*********************************
Bütün bu olanlara, kente doğru yoğun göçe rağmen; resmi ideolojinin ve yönetim otoritesinin desteklemediği Alevi-Bektaşi geleneği ve cem evleri kendi içsel yaşantısını sürdürmüş, Anadolu Aleviliği köklerinden kopmamaya çalışmıştır.
Alevi olmayan topluluklara karşı kendi kültürlerini oluşturmaya ve topluluğu birarada tutmaya çalışan Alevi topluluklarında, iki unsur çok önemlidir. Dede ve saz… Dede, Baba, Mürşid adıyla anılan bilge kişiler ve sazıyla semaha yol gösteren aşık, ozan, zâkirler; kentlileşmenin yoğun baskısına rağmen, dinsel törelerini, inançsal bağlarını korumak için adeta yozlaşmaya, bozulmaya karşı direnmişlerdir. Çoğu kere Dede ile aşık aynı kişilikte bütünleşmiş ve babadan oğla akıp gelmiştir. Dolayısıyla geçmişle bağı kopmamıştır.
.
Türkülerimize ve Anadolu Türkçesine yaptığı katkı ise, halk ozanlarının "ezici" bir çoğunluğunun Alevi olmasından anlaşılabilir. Merkezi bir yapılanmadan yoksundular, ancak, aile içi yollarla geleneği gelecek kuşaklara aktarmada, ozanlık geleneğini izlemede başarılı olmuşlardır. Alevi toplulukları arasında kültürel koruma, aktarma ve eğitim işini üstlenen dede ve ozanların rolü, kırsal alanda ve kent varoşlarında önemini bugün hâlâ sürdürmektedir.
Bugün, yaklaşan yerel yönetim seçimleri öncesi siyasal partilerin alevi açılımları, TRT gibi kamu kanallarının Alevilik ve alevi müziği-dede-aşık-zâkir sazını güdeme getirmeleri, alevi ozanın tek başına başarısıdır diyebiliriz.
Aynı zamanda ozanlık (âşık) yapan ocakzâde dedeler, bağlama çalmayı babalarından öğrenmişler ve çoğu zaman da oğullarına öğretmişlerdir..
Ozan, dinleyicinin o anda duymak istediği söz ve ezgiyi doğaçlama olarak o anda ortaya koyar.. Doğaçlamanın temel olduğu bir müzik geleneğinde, seslendirici çok çeşitli modeller yaratma olanağına da sahiptir. Cem ritüelinde olsun bunun dışında bir ortamda olsun bir deyiş seslendiren Alevi ozan (âşık, zakir vb), topluluğun kendisine ve müziğe yükledikleri anlamın, yani topluluk görüşünün etkisi altındadır.
Alevi-Bektaşi müziksel kalıtında sözün önemi, koşukların kim tarafından söylendiğini ifade eden mahlasın (şahbeyit) dizede anımsatılması ile örtüşür. Sözler ister ezgilenmiş olarak gelecek kuşaklara aktarılsın, ister sözlerin başka bir ozan elinde yeniden ezgilendiği durumlarda olsun, sözün sahibi, yani mahlası değiştirilmez. Başka bir deyişle bir Pir Sultan Abdal dizesi, farklı müziksel bileşenlerle, farklı ozanların elinden çıkma ezgilerle ele alınsa da Pir Sultan Abdal mahlası ile seslendirilir.
İşte, Aleviliği ve Alevilik içinde ozanlık geleneğini günümüze kadar canlı tutan faktör de bu. Mahlas veya güfteyi yazanın adının yüzyıllarca korunmasıdır.
Antalya’da ozanlar Derneğinde görüştüğümüz ozanlardan birisi Ozan İrşadi(Ali İrşi) Burdur yöresi Tahtacı ozanlarından, ötekisi de İç Anadolu Kırıkkale Keskin yöresinden Keskinli Aşık Haydari idi. Her ikisi de, alevi ozan geleneğini yaşatan mahlasın önemine işaret etmişler ve ozan isminin zamana karşı yenik düşmemesi, gelecek çağlarda da yaşamasının, ustaya olan saygı ve bağlılık olduğunu bildirmişlerdir. Aynı zamanda Orman Yüksek Teknikeri de olan Ozan İrşadi “Alevilikte telif hakları gibi koruma duvarlarına ihtiyaç olmamıştır” diye bu görüşünü özetlemiştir.
Söz, müzik ve semahı bütünleyen Alevilikte, Yani bir düvaz, bir nefes ya da bir semah sözleri Tahtacılarda, Nalcılarda, İç Anadolu'da ya da Ege'de aynı düzen içinde söylene gelmiştir. Sosyo-kültürel coğrafyaya göre müziksel bileşenler (çalgı, aşıt, ritm vb) değişse de, deyiş sözleri değiştirilmemiştir.
Anadolu Aleviliğinin iki temel direği vardır. Hacı Bektaş Veli ve Pir Sultan. Bu iki temel direk arasında daha pek çok sayıda yöresel aşık bulunmaktadır. Cem, semah, adak kurbanı vb törenlerde söz çok önemli olmasına rağmen, sözün bittiği noktada saz devreye girmekte, törensel akışı sazın sesi yönlendirmektedir.
Söz ve ezgi birlikteliğini yansıtan “deyiş” ya da “nefesler” ile, söz ile bedensel devinimi çerçeveleyen “semah ezgileri”nin çok bölümlü ve çeşiti olmasında bu geleneğin zengin kökleri yatmaktadır.
Anadolu Aleviliği İran, Irak ve Arap aleviliğinden farklıdır. Anadolu Aleviliği, çoğu zaman köy ve şehir kıyılarını kendisine mekân seçen derviş, baba ve dedelerin, şehir ve kır çelişkisini uzlaştırma çabalarının damgasını taşır. Dede-Baba, yok olan ve alevi olmayan toplumlarda ozanlık geleneğini de yok eden usta-çırak ilişkisini bir şekilde koparmamıştır. Mahlas alma, ozana isim verme geleneği ile sema-cem törenleri, bir çeşit toplumsal uzlaşma ve buluşma da, ozan geleneğini ayakta tutmuştur. Aşık fasılları böylece her dinsel gösterimde geleneğin tarihinden günümüze olan yürüyüşüne devam etmiştir.
Köklerinden ve tarihsel akışından kopmayan alevi ozanı, son dönemde de türkülere kaynaklık etmeye devam etmiştir. Musa Eroğlu, Neşet Ertaş gibi usta müzik düzenlemecileri çağdaş teknoloji ve öteki enstrümanlarla da sazı bütünleştirerek, Dadaloğlu, Köroğlu ve Karacoğlan eserlerinin yaşamasına ve yaşatılmasına gayret göstermişler ve başarılı ürünler de vermişlerdir.
Saz ve Sözün Birlikteliği
*******************
Maniler
********
Popüler müziğimiz olan Türkülerimizin kaynağı ozanlarımız, kentleşme, göç olgusu, işsizlik, geçim kaygısı ve vazgeçilmez tutku gelenek arasında sıkışıp kalmışlarsa da, anonim halk şiiri köklerinden uzaklaşmadan kendilerine özgü Aşık Edebiyatını da ortaya koymuşlar ve bu edebiyata bağlı kalmışlardır.
Anonim Halk Şiirinin özü, dört mısradan meydana gelen, ses uyumu kafiyeleri çoğunlukla mısra sonunda bulunan şiirsel yapılar olup, mani ve türkü adı ile anıla gelmiştir. Yedi heceli 4 dizeden oluşan mani, düğünlerde “mani atma”, “mani düzme”, “mani yakma” töresi ile “şınlama” larla, karşılıklı güzel, vezinli, uyaklı söz söyleme sanat ve gösterileriyle yaşayıp gelmiştir. Birinci, ikinci ve dördüncü dizesi uyaklı, üçüncü dizesi serbest olan manilerin konusu çoğunlukla aşktır ve kendine özgü bir ezgi ile bestelenerek okunmuşlardır.
“Gidene bak gidene
Güller sarmış dikene
Mevla sabırlar versin
Gizli sevda çekene” veya “Keten gölek beden yar / Beni koyup giden yar/Sen bana kıymaz idin/Sana bir öğreten var” şeklindeki, her yöre ve kentimize, köyümüze göre de şekil almaktadırlar.
Elazığ yöremizde sıklıkla söylenilen “Böyle bağlar/Yâr başın böyle bağlar/Gül açmaz bülbül ötmez/Yıkılsın böyle bağlar” şeklindeki türkülerimiz hep manilerden oluşmaktadır. Yazılışları aynı ve anlamları farklı(cinaslı) manilerden, Kesik Maniye, Artık Maniden Deyiş(Karşılıklı Maniye) uzanan bir çizgidir manilerimiz.
Türküler
********
Hece ölçüsünün her kalıbıyla yazılan, ancak çoğunluğu 7’li, 8’li ve 11 li hece kalıpları kullanılan türküler, türlü ezgilerle söylenmiş halk şiiri nazım biçimidirler. Araştırmamızın başında sunduğumuz Bedri Rahmi Eyüboğlu şiirinde “söyleyeni, yazanı belli” değil dese de, “söyleyeni belli, kişisel halk şiiri biçimleri arasına giren türküler de vardır. Türkü, her iki bölüğe de girebildiğinden halk edebiyatının en zengin alanıdır.” “Halk arasında heyecan uyandıran her olaya bir türkü yakılır. Bunlar bestelenir ve türlü yollardan yurdun her köşesine yayılır. Türlü bölgelerde, türlü biçimlere girer; kimi dizeler düşer yerlerine yenileri eklenir. Kısaca Anadolu halkı bütün acılarını ve sevinçlerini türkülere doldurur. Türküler, ezgileri, konuları ve yapıları bakımından sınıflanabilir. Ayrıca söylendikleri bölgelere göre de ad alırlar : Bingöl ağzı, Urfa ağzı, Eğin ağzı gibi. Kimi tanınmış türküler de içindeki en etkili sözlerle anılır : Ayşem, Zeynebim, Fidayda, Adanalı gibi.
Türküler, ezgilerine göre usulsüzler ve usüllüler olarak ikiye ayrılır. Usülsüzlerin divan, bozlak, koşma, hoyrat, kayabaşı, Çukurova gibi çeşitleri vardır. Bunların hepsi de uzu havalardır. Usullü türküler, genellikle oyun havalarıdır. Bunlara Konya’ da oturak, Urfa’ da kırık adı verilir.”(12)
Konularına göre türküler, Ninnilerle başlar çocuk türküleriyle devam eder ve Doğa Türkülerine gelir dayanır. “Doğa türküleri”nde, yaylalar, dağlar, ormanlar, dereler, pınarlar, geyikler, kuşlar, çiçekler gibi türlü doğa varlıkları vardır.
İşte tam bu noktada, kentleşmenin sancısını yaşayan, kentin gecekondularla örülmüş dokusunda kıvranan günümüz halk ozanını, eski günlere, gençliğinin ve çocukluğunun geçtiği yaylaya, köyüne götürür türküler ve sazına bir başka özlemle sarılır ozan. Yakar türküsünü yanık yüreğiyle.Aşık Hasan olur ve Der ki : “Senin yazın kışa benzer/Bir sevdalı başa benzer/ Çok içmiş sarhoşa benzer/Duman eksilmeyen dağlar /A dağlar ah ulu dağlar/Eşinden ayrılan dağlar”… Aşk duygularını, sevgiliye kavuşmayı, ayrılığı dile getiren içli “Aşk Türküleri”nde anonimleşir hep, kaybolur, ortadan çekilir ozanı bir anda. “Söğüdün yaprağı narindir narin/İçerim yanıyor dışarım serin/Zeynep’i bu hafta ettiler gelin /Zeynebim Zeynebim anlı Zeynebim/Üç köyün içinde şanlı Zeynebim” deyiverir…
Ve “Sultan Murat eydür göreyim/Nice kahramandır ben de bileyim/Vezirlik isterse üç tuğ vereyim/Kılıcından al kan saçtı Genç Osman” der Aşık Kul Mustafa “Kahramanlık ve Askerlik Türküleri”nden seslenir. Kına gecesi, niaşn ve düğünlerde “Tören Türküleri “olur da “Gelin gelin allı gelin has gelin/Ak elinde ben olayım tas gelin/Kalbindeki tasaları kes gelin/Ölmeyince sakın yârden ayrılma” der. Anadolu insanıyla bir araya gelir, topluca bağa, bahçeye, bostana, tarlaya uğrar “Adana’nın pamuğu/Altın dolu sandığı/İnanmayın hep yalan/El kızının yandığı /Vur çapayı çapayı/Vur kazmayı kazmayı” diye seslenir “İş Türküleri”nden. Sonra iki kişinin karşılıklı olarak belli bir konuda söylediği “karşılıklı türküler” olur veya genç yaşta hastalık, cinayet, kaza gibi nedenlerle ölenler için yakılan “Ölüm Türküleri(Ağıtlar” olur çıkar türküler. Ve seslenir “Kızılırmak parça parça olaydın/Her bir parçan bir yerlerde kalaydın/Sen de benim gibi yârsiz kalaydın/Nettşn Kızılırmak allı gelini /Gelini gelini benim yârimi”…
Ve ardından “oyun sırasında söylenen ve besteleri de oyun hareket ve figürleriyle örtüşen “Oyun Türküleri” “Kaleden kaleye şahin uçurdum/Ah ile vah ile ömür geçirdim/Ben yâre şekerlişerbet içirdim/Öyl’olur böyl’olur Türkmen güzeli/Edası çok olur Türkmen güzeli” diyerek karşımıza çıkarlar.
Artık “Karanfil oylum oylum/Geliyor selvi boylum/Selvi boylum gelince/Şen olur benim gönlüm” diye “mani dörtlükleriyle oluşan türküler”den çıkmış “Çarşambayı sel aldı/Bir yâr sevdim el aldı/Keşke sevmez olaydım/Elim koynumda kaldı” diyen “kavuştakları mani biçimindeki dörtlüklerden oluşan türküler”e uzanmıştır. “Kadifeden kesesi/Kahveden gelir sesi/Oturmuş kumar oynar/Ciğerimin köşesi /Haydi yallah Beyoğlu’na yolla yâr yolla” diyen “kavuştakları bir dize olan türkülerden” çıkıp “ Zeytinyağlı yiyemem/Basma fistan giyemem/Senin gibi cahile/Ben efendim diyemem /Kaldım duman içi dağlarda/Sevgili yârim nerelerde” diyen kavuştakları 2 dize olan türküler”e ve kavuştakları 3 dize, 4 dize, bentleri dörtlüklerden kavuştaklı veya kavuştaksız türkülere ulaşır.
Anadolu insanının bilge kişisi ve söz ustası olan Halk Ozanı, yüreğini türkülerle yumuş yıkamış ve arıtmıştır. Kentleşme ile doğa, çiçek, böcek, ağaç yerini betona bırakmış; demirden çimentodan üst üste yığılmış çarpık kentler, hava kirliliği, ulaşım, enerji, hayat pahalılığı, eğitim ve öğretim, çevre sorunları gibi devasa sorunlarla karşı karşıya kalan Halk Ozanı, ya sazını duvara asmış, kaderine küsmüş veya alevi-bektaşi, ozanlarda olduğu gibi tüm bu olumsuzluklara isyan etmiş, baş kaldırmış, halkı uyanmaya davet etmiştir.
Ozanlık Geleneği Nazım Biçimleri ve Günümüz Ozanı
***************************************
Koşma
*******
Ozanlarımızın tutkun olduğu Nazım biçimi KOŞMA’dır. Hece vezninin 6+5 veya 4+4+3 duraklı kalıbıyla yazılan koşmaların son dörtlüğünde ozan kendi adını, yani mahlasını tapşırır(söyler). Yukarıda işaret ettiğimiz gibi ozanın koşmasını türkü yapıp asırlar ötesine ozan adını ulaştıran işte bu son dörtlüktür. Halkımız kendi arasında özel bir ezgiyle okunan çoğu şiire koşma adını hiç düşünmeden vermiştir. Okunuşlarına göre Acem Koşması, Kerem, Kesik Kerem, Gevheri gibi de isimler almıştır koşmalar…. Genellikle lirik tarzda ve aşk duyguları, üzüntüler, acılar, sevgiliye kavuşma isteği, ayrılıktan yakınmalar, doğayla ilgili duygu ve düşünceler koşma ile anlatılmıştır. Atasözleriyle işlenmiş öğüt veren, talihten, kaderden yakınan konularda yazılmış koşmalar da vardır. Birkaç dize örnek verelim:
“Eğer benim ile gitmek dilersen/Eğlen güzel, yaz olsun da gidelim/Bizim iller kıraçlıdır aşılmaz/Yollar çamur kurusun da gidelim… Aşamazsın Karaman’ın ilini/ Köprüsü yok geçemezsin selini/ Gerdan yaylasının perçem belini/Lâle sümbül bürüsün de gidelim…Sökülsün dağların buzu sökülsün/Öne insin çöl ovaya dökülsün/Erzurum dağının karı çekilsin/Ak koyunlar yürüsün de gidelim…Karac’oğlan der ki buna ne fayda/Hiç rağbet kalmadı yoksula bayda/Bu ayda olmazsa gelecek ayda/Onbir ayın birisinde gidelim…Karacoğlan”
Karşılıklı “Dedim-Dedi” şeklindeki koşmalardan tutun da soru ve cevaplı, bütün uyakları cinaslı, iç uyaklı, ziyadeli(artık mısralı), zincirleme, zincirbend ayaklı koşmalara kadar çeşitleri vardır koşmaların.
Anadolu Halk Ozanı, koşma t
Alıntı
RefikaDogan
RefikaDoğan
Üyelik tarihi:
Feb 2008
Mesaj Sayısı:
2,701
Konu Sayısı:
1,516
#2
29/03/2012, 01:45
Üniversite öğrencisi Tez'i de olsa; muhteşem bir paylaşım, önemli bir araştırma, tespit ve özeleştiri içerikli emek dolu bir çalışma. O kadar doğru tespitler var ki içinde, geleceğe yönelik beni de üzen! Gerçekten kurudu türkü, ağıt, hoyrat yakan/yaratan/üreten pınarlarımız ,i kurudu!
Dostça...
Her nefeste Gülce...
Alıntı
osman7159
Site Yönetimi
Üyelik tarihi:
Sep 2008
Mesaj Sayısı:
1,772
Konu Sayısı:
555
#3
29/03/2012, 23:20
ilgilenen için oldukça yararlı bir paylaşım.
http://vk.com/club35666845
Alıntı
Tweet
Lütfen seçim yapın:
--------------------
Özel Mesajlar
Kullanıcı paneli
Kimler Çevrim içi
Arama
Ana Sayfa
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-- GÜLCE ŞİİR TÜRLERİNE GÖRE ŞİİRLER
---- BULUŞMA
---- ÇAPRAZLAMA
---- TRİYOLEMSİ
---- ÜÇGÜL
---- ÜÇGEN
---- DÖNENCE
---- TOKMAK
---- AKROSTİK
---- SONE'M
---- GÜLCE
---- TEKİL
---- YİĞİTCE
---- YUNUSCA
---- BAHÇE
---- SERBEST ZİNCİR
---- ÖZGE
---- GÜLİSTAN
---- YEDİVEREN
---- TUĞRA
-- GÜLCE YAZAN ŞAİRLERİMİZİN GÜLCE ve DİĞER ŞİİRLER
---- (H)
------ Harun YİĞİT
------ Harun YİĞİT
------ Hasan ULUSOY
------ Hasan ULUSOY
------ Hatice ALTAŞ(Asi Çiçek)
------ Hatice ALTAŞ
------ Hacer KOZAN
------ Hatice KATRAN
------ Hatice KATRAN
------ Hikmet ÇİFTÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
---- (I-İ)
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim İMER
------ İbrahim İMER
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İhsan ERTEM
------ İhsan ERTEM
------ İsmail KARA(Karozan)
------ İsmail KARA(Karozan)
---- (K)
------ Köksal KIRLIOĞLU
---- (M)
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Meltem ARAS
------ Meral ADAK
------ Meral ADAK
------ Melahat TEMUR
------ Mevlüde DEMİR
------ Mevlüde DEMİR
------ Miktad BAL
------ Miktad BAL
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ MUSTAFA CEYLAN(Editör)
-------- Mustafa CEYLAN
---------- Mustafa CEYLAN(On Punto Yazıları)(Makaleler)
---------- GÜNE BAKIŞ
---------- TAŞ YAĞMURU(Ceylan'ın kaleminden)
---------- Hakkında Yazılanlar
---------- DİĞER ŞİİRLERİ
---------- Hayatı
---------- Sanatı
---------- Hocaları
---------- Çocukluğu
---------- Gençliği
---------- Özlü Sözleri
---------- Önsöz Yazdığı Kitaplar
---------- Siyasete İlgisi
---------- Bestelenen Şiirleri
---------- Fotoğrafları
---------- Mühendisliği
---------- Düzenlediği Etkinlikler
---------- Konferansları
---------- Yer Aldığı Antolojiler
---------- Kitapları
---------- EZAN SUSMAZ Kitabı içindekiler
---------- "YANDI BU GÖNLÜM"-Hacı Bayram Veli Kitabı içindekiler
---------- TAHİR KUTSİ MAKAL Kitabı İçindekiler
---------- SEĞMEN RUHU Kitabı İçindekiler
---------- TOROSLARIN TÜRKÜSÜ Romanı
---------- Armağan-2(AHMET TUFAN ŞENTÜRK İÇİN NE DEDİLER?)Kitabı içindekiler
---------- Armağan-1(ANILAR KORİDORU İÇİNDE SARIVELİLER)Kitabı
---------- YARALI CEYLAN Şiir Kitabı İçindekiler
---------- PAŞA GÖNLÜM Şiir Kitabı İçindekiler
---------- Kırat Geliyor Kitabı İçindekiler
---------- Her Yönüyle YENİMAHALLE Kitabı
---------- Tarihi ve Folkloruyla Elmadağ Kitabı İçindekiler
---------- Köylerimiz Kitabı İçindekiler
---------- Köyümüz Yeşildere Kitabı İçindekiler
---------- Bayramlar Haftalar Günler Kitabı
---------- Ahmet Tufan Şentürk Kitabı
---------- Halil Soyuer Kitabı
---------- Detanlaşan Köylü İsa Kayacan Kitabı
---------- Abdullah Satoğlu Kitabı
---------- Güzide Taranoğlu Kitabı
---------- Gülendenin Beşiği Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ (2006)Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ(2007)Kitabı
---------- CEYLAN-Tahliller-MAKALELER-Görüşler
---------- Güllük Dergileri
---------- Kapodokya Güneşleri Kitabı
---------- Bir Yanardağ Fışkırması Kitabı
---- (P-R)
------ Rahime KAYA
------ Rahime KAYA
------ Refika DOĞAN
------ Refika DOĞAN
------ Ramazan EFE
------ Ramazan EFE
------ Rengin ALACAATLI
---- (S-Ş)
------ Sabiha SERİN
------ Sabiha SERİN
------ Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
------ Serap HOCA(Serap DEMİRTÜRK)
------ Süleyman KARACABEY
------ Süleyman KARACABEY
------ Serdar AKKOÇ
------ Serdar AKKOÇ
------ Sevgili ÖZBEK
------ Sevgili ÖZBEK
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şükran GÜNAY
------ Şükran GÜNAY
---- (T-U-Ü-V)
------ Turan UFUKTAN
------ Ümran TOKMAK
------ Ümran TOKMAK
---- (Y-Z)
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf Ziya KARAHASANOĞLU
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Yıldız TOKSÖZ
------ Yıldız TOKSÖZ
GÜLCE'YE DAİR
-- GÖRÜŞLER
---- Gülce Nedir?
---- Gülce ve Ozanlık
---- Gülce Manifestosu
---- 5 Hececiler ve Gülce
---- Garip Akımı ve Gülce
---- Fecr-i Ati ve Gülce
---- Hisarcılar ve Gülce
---- Neyzen Tevfik, Aşk
---- Mazmunlar
---- Gülce Ne Değildir?
---- Hece Vezni ve Gülce
---- Serbest Şiir ve Gülce
---- Aruz Vezni ve Gülce
---- Gülce ve Zolal
---- Gülce Tarihinden
---- GÜLCE-(Atölye)-Video Dersler
------ Gülce Etkinlikleri
------ Kurucular Beyanı
------ Gülce 2009
------ Doğru Yaz/Konuş
------ Gülce-2010 Projeleri
------ Gülce-2011 Projeleri
------ Üstad Necip Fazıl'dan
------ Gülce-Aruza Dair
------ Öneriler-Çalışmalar
------ GÜLLÜK DERGİSİ
------ Gülce'ye Öneriler
------ Röportajlar
------ Negatif Bakışlara
------ Aleyhimizdekiler
------ M.E.B' na
---- Gülce'de Mesajlar-Projeler
------ Gülce-Güldeste(1)
------ Destanlarımız
------ Dede Korkut
------ Öncü Kadınlarımız
------ Peygamberlerimiz
------ Nutuk(Gülce)
------ Nutuk(Z.Korkmaz)
------ Kutlu Hanımlar
------ Ozanlarımız
------ NasrettinHoca
------ Yedi Askı
GÜLCE TÜRK ŞİİR AKADEMİSİ
-- Şiir Akademisi
---- Şiir Akademisi
------ HALK EDEBİYATI
-------- DİVAN EDEBİYATI
-------- BATI EDEBİYATI
-------- YENİ TÜRK EDEBİYATI
---- Hece Vezni' ne Dair
---- Şiir Tahlilleri
---- Aruz Vezni' ne Dair
---- Hiciv Tarihinden
---- Ustalardan Şiirler
---- Ustalardan Makale
---- Aramızdan Ayrılanlar
------ Ustalardan Şiirler
-------- A. Tufan ŞENTÜRK
-------- DİLAVER CEBECİ ANISINA
---- Şiir Üstüne (Serbest)
---- Atışma Sayfamız
---- Denemeler-Makaleler
---- Şiirde Dönüşüm
---- Şiir ve Anlatım
-- Türk Edebiyatı Şiir Türleri
---- Şiir Türleri
---- İslâmiyet Öncesi
---- Servet-i Fünun
---- Garip Şiirler
---- Akımlar
---- Edebî Sanatlar
---- Söz Sanatları
---- Şair Padişahlar
---- Şiir Tarihimizden
---- Yıllara Göre Edebiyat
---- Mehmet Nacar
DÜNYA EDEBİYATI
-- Dünyadan Şiir Türleri
---- Burns Stanza
---- Choka
---- Go Vat
---- Catena Rondo
---- Onegin Stanza
---- Canzonetta
---- Bauk Than
---- Rhupunt-Galce
---- Septilla
---- Viator
---- Luc Bat
---- Tritena
---- Pantoum
---- Shakespeare Sonnet
---- Diamonte
---- Villanelle
---- Hutain
---- Hex Sonnata
---- Hexaduad
---- Haynaku
---- Harrisham Rhyme
---- Guzzande
---- Gratitude
---- Glosa
---- Garland Cinquain
---- Fornlorn Suicide
---- DÜNYA EDEBİYATI
---- Dünyadan Destanlar
---- Dünyadan Şiirler
KAYNAKÇA
-- Konularına Göre Şiirleriniz
---- Aşk Şiirleriniz
---- Atatürk Şiirleriniz
------ 23 Nisan Şiirleri
------ Atatürk'e Dair
---- Kahramanlık Şiirleriniz
---- Doğa Şiirleriniz
------ 2009 Yılı Sayılarımıza
---- Taşlama Şiirleriniz
---- Gurbet Şiirleriniz
---- Tasavvuf Şiirleriniz
---- Barış Şiirleriniz
---- Şehir Şiirleriniz
---- Anne Şiirleriniz
------ Babanıza Şiirler
---- Doğum Günü Şiirleriniz
---- Deprem Konulu Şiirler
---- Diğer Şiirleriniz
---- Köşe Yazarlarımız/Makaleler
------ Mustafa CEYLAN
------ Refika DOĞAN
------ Osman ÖCAL
------ Ahmet ÖZDEMİR
------ A. S. ATASAYAR
------ Prof.Dr.İsa KAYACAN
-------- Prof. Dr. İSA KAYACAN
------ Rahime KAYA
------ Harun YİĞİT
------ İlqar MÜEZZİNZADE
------ Sündüz BİGA
------ Nazmi Öner(Şiirler)
------ Nazmi ÖNER(Nesirler)
------ Coşkun KARABULUT
------ Prof.Dr.İsmail YAKIT
------ Prof.Dr.Asım YAPICI
------ Sabit İNCE
------ Muhsin DURUCAN
------ Abdulkadir GÜLER
------ Ünal Şöhret DİRLİK
------ Metanet YAZICI
------ A.Aşkım KARAGÖZ
------ Gazanfer ERYÜKSEL
------ Mehmet GÖZÜKARA
------ Necdet BULUZ
------ Yusuf Özcan
------ Afife Demirtaş
---- Mustafa Ceylan
---- Bizden
-- Video Yağmuru
---- Ozanlar-Şairler
---- Bizden Videolar
---- Rasim Köroğlu
-- Genel
---- SERBEST KÜRSÜ
---- Duyurular
---- Röportajlar
---- Günün Şiiri
---- Günün Nesiri
Edebiyat Biz Platformumuzda
-- Gülce Tv
-- Türk Argo Sözlüğü
-- Edebî Konular Forumu
Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir
Mustafa Ceylan |
Dost Sitelerimiz:
Türkçe Çeviri:
MyBB
Türkiye
Üretici:
MyBB
, © 2002-2024
MyBB Group
-Theme © 2014 iAndrew
Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder