• SiteAna Sayfa
  • Güllük Dergisi
  • Şairlerimiz
  • Arama
  • Üyeler
  • Video
  • Yardım
  • bayrak

Giriş Yap   Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre: Şifremi Hatırlat
 
Gülce Edebiyat Akımı
gulce
Your browser does not support the audio element.

Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi

Google Web'de Ara Sitede Ara
Submit Face book
  • 0 Oy - 0 Yüzde
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Konu Modu
Tütün Tarlası(ÖYKÜ)-Şükran GÜNAY
Dışarıda Site Yönetimi
Admin
*******
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesaj Sayısı: 12,518
Konu Sayısı: 11,588
 
#1
26/04/2009, 00:32


Tütün Tarlası

Şükran GÜNAY
************

On iki yaşındaydı küçük kız. Simsiyah saçlarını, oyalı yemenisinin içine toplardı önce. Sonra çenesinin altından bağladığı yemenin uçlarını boynunun arka tarafından yeniden düğümlerdi. Ayağında çiçekli şalvarı ve üzerindeki uzun kollu bluzu ile küçücük bir köylü kızını andırırdı.
Bir de eli çabuk oluşu ve çalışkanlığı ile tarla komşuları tarafından çokça övülürdü.

Sabahın seherinde ve akşamın serinliğinde tütünler kırılır, keletirlere doldurulur, gün boyunca iğnelere dizilir, kargılara sağılır, kurumaları için tel askılara asılırdı. Tütünlerin dizimi ve kargıların asımı erken bitirilsin diye can atardı herkes. Sabah, öğlen ve akşam yemekleri dışında hep çalışırlardı. Dinlenmek için fırsatları kollardı her biri. Sözüm kısası; gündoğumundan günbatımına çalışılırdı ailece.

Otlardan yapılmış tek odalı bir çardakda yatıp kalkarlardı. Kapısız, penceresiz bir tarla evi işte! Geceleri, yatmadan önce bir örtü ile açık yerler kapatılırdı. Çardağın dışında uygun bir yerde annesinin topraktan yaptığı bir ocak vardı. Tam ortasında da üç ayaklı sacayağı. Üzerinde yemek pişirilen toprak tencerenin ya da börek pişirilen saçların konduğu demirden yapılmış bir alet. Annesinden yemek pişirmeyi, ocak yakmasını çoktan öğrenmişti. "Yaptığın banaysa, öğrendiğin kendine yavrum." derdi.

Babası seyyar satıcıydı. O zamanlar kavrulmuş yer fıstığı satıyordu. Onun tek işi, eve ekmek parası getirmekti. Aniden küçük kızkardeşi ağır hastalandı. Anne ile babası kasabaya doktora götürdüler kardeşini. Uzun zaman gelemiyeceklerdi. Nasıl olsa ağabeyi yetişkindi. İki kardeş tarlada kalabilirlerdi. Anacığı; kara kaşlı, üzüm gözlü, çalışkan kızını gözü arkada olmadan bırakıp gitmişti. Mecburdu. Başka da çaresi yoktu ki! Oğlunun geceleri çardağa gelmediğini bilemezdi. Oysa delikanlı, yakışıklı oğlu, geceleri sevgili peşinde idi…Babası ise haftada bir iki kez uğrar, bolca yiyecek getirirdi. İçme suyunu da bahçelerdeki kuyulardan doldurup getiriyordu ağabeyi. İki adet testileri vardı…


Geceler geçmek bilmiyordu. Karanlık basar basmaz korkuları da depreşiyordu küçük kızın. Yapayalnız olmak ne kadar da zordu! Çaresizdi ama… Yorganı başının üstüne çekiyor, altında iki büklüm kıvrılıyordu. Bildiği duaları okuyarak, sabahın olmasını bekliyordu. Biliyordu, seherde yine Güneş doğacaktı.

Düşündü küçük kız:
Komşularının tütün tarlalarına baktı. Onların tütün salmaları hemen hemen bitmek üzereydi . Boydan boya saçı sıfırlanmış oğlan gibi görünüyordu komşularının tütün tarlaları. Gece gündüz çalışmaz ise buralarda tamamen yapayalnız ve kimsesiz kalacaktı. Düşündü, düşündü... Dalıp dalıp gitti uzaklara...Tütünler toplanmalıydı. Buralarda nasıl kalacaktı? Zaten geceleri yapayalnızdı. Komşular da giderse ne yapacaktı? Korkudan titremeye başladı eli ayağı...

Uyumadı geceler boyunca. Topladı örgülerini, taktı yemenisini, kırdı tütünleri akşamdan gün doğana kadar. Durmak bilmedi hiç. Karanlık çöktüğünde fenerini üç ayaklı kargıdan yaptığı askıya astı. Arada sırada ay ışığı var mı diye etrafına bakıyordu. Ay ışığı olmadığı zaman zifiri karanlık oluyordu her taraf. O aldırmıyordu ama korksa da… Biliyordu, yüce Allah'ın melekleri koruyordu onu. Annesi, babası hep öyle derdi. Çocuklar birer melektiler, onları korurdu diğer melekler. Bunu düşündükçe güç gelir eline koluna ve son hızla çalışırdı. Bir arık bitip de diğer arığa geçerken şimşek gibi hızlanırdı. "Hah işte! Biri daha bitti!" diyerek sevinirdi... Güç gelirdi eline, ayağına. Belinin ağrısını duymaz olurdu.

Tütünler bir başka güzelleşirdi gecenin koynunda.Yeşil yaprakları sanki değerli taşlar gibi parlarlardı. Fenerin ışığının tesiriyle mi bilinmez ama, altın sarısına bürünürlerdi her biri… Ara sıra karpuz, kavun çıkardı önüne. Birini kırıp, oracıkta yemek ister, ağzı sulanırdı. Yapamazdı ama. İşine ara verince her şey ortada kalacak sanırdı. "Sabah olunca, gelir bu karpuzu, kavunu koparırım" diyerek çalışmaya devam ederdi. Durmadan çalışmalıydı.

Gecelerce tütünleri kırdı, sabahın seherinde tapaları topladı, keletirlere doldurdu ve gün boyunca çardakda ağabeyi ile birlikte yeşil yeşil iğnelere dizdiler. Dizilen tütünleri kargılara sağdılar. Kurumaları için de askılara astılar. Az uyuduğu için, ara sıra, oracıkta, hasırın üstünde şekerleme tadında uyuyordu. Kısacık aralıkla yaptığı bu şekerlemeler ona yeniden enerji veriyordu.

Tütünler kırıldı. Onların tarlası da tıraş yapılmış oğlan gibi görünüyordu. Tütünlerin pembe pembe çiçek açmış başlarına baktıkça;" Haydi, gözün aydın, az kaldı. Yakında evine döneceksin artık." dediklerini duyar gibi oldu küçük kız... Doğru, artık askılara asılmış tütün kargılarının kuruması kalmıştı son iş. Bir onlar da kurusa! İşte o gün bir gelse! Koşa koşa gidecekti kasabaya. Yol kenarlarındaki çeşmelerden susuzluğunu giderecekti susadıkça. Bir saat içinde nasıl olsa evlerinde olurdu...

Bir gün bilemedi nedendir, kaşıntı sardı her yerini. Silkindi, silkindikçe silkindi, tepeden tırnağa pireler düştü yağmur gibi. Delirecekti, bilemedi nedenini. Ağabeyi de yoktu. Bu, doludan boşanırcasına düşen küçücük canlıların tütün piresi olduğunu bile bilmiyordu. Gördüğü tek şey, koskoca bir ordu gibiydiler ve başından aşağıya dökülen küçüçük yaratıkların ardı arkası kesilmiyordu. Kaşındıkça küçük kız, onlar da bardaktan boşanırcasına yere, üstüne başına düşüyorlardı...

Çardak önünden komşu kadın geçiyordu o sıra. Küçük kızı görünce durumu anladı. Hemen yanına geldi. "Ah yavruuum! Anasız babasız olunca böyle olur işte! Bekle! Hemen geri geleceğim. Sakın buradan ayrılma!" dedi ve hızla oradan uzaklaştı.Çok geçmedi. Soluk soluğa elinde DTT ile geri döndü. Küçük kızın siyah saçlarının dibine bolca döktü, "Korkma! Ölecekler şimdi hepsi! Akşama doğru yıkanırsın." dedi. Söylene söylene oradan uzaklaştı ...

Sevgili okur,
Bir dost dertlerini sıralamış. İçini dökmüş. Birer birer hepsini okudum. Okudukça anılara daldım. Anılarım benden içeri süzüldüler ve silinmezlerden birini yaşama geçirdiler.

İyi ki de geçirdiler! Aklımı başıma, Allah'a şükretmeyi insanca aklıma getirdiler.

Düşündükçe o günleri; irkilir, kaşınırım yeniden .
Şükrederim halime binlercesinden.
O küçük tarla kızı,
Ben idim seneler öncesinden...


Açıklamalar

Çardak: Tarla, bahçe gibi yerlerde; ağaç dallarından
örülmüş barınak.

Keletir : Küfenin halk arasındaki söylemi;genellikle söğüt
veya başka ağaç dallarından örülen, yük
taşımaya yarayan büyük sepet.

Tapa : Kırılan tütünlerin bir elde toplanmış şekline
verilen isim. Bu tapalar tütün arıklarında sıra
sıra bekletilir, kırma işi bitince küfelere
doldurulur, çardaklara taşınır.

Kargı :Gövdesi 5-6 m yüksekliğe erişebilen çok yıllık bir
bitki.

DTT : Tütünlere zarar veren böcekleri yok etmede
kullanılan bir çeşit zehir
Alıntı  
Tweet      
     


Digg   Delicious   Reddit   Facebook   Twitter   StumbleUpon  


Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir

Mustafa Ceylan |
  •  
  • Yukarı dön  
  • Lite mode  
  •  Bize Ulaşın


Dost Sitelerimiz:

Türkçe Çeviri: MyBB Türkiye
Üretici: MyBB, © 2002-2023 MyBB Group-Theme © 2014 iAndrew

Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder