Gülce Edebiyat Akımı
Şiir ve Anlatım-1 - Yazdırılabilir Sürüm

+- Gülce Edebiyat Akımı (http://www.gulceedebiyat.net)
+-- Forum: GÜLCE TÜRK ŞİİR AKADEMİSİ (http://www.gulceedebiyat.net/forum-gulce-turk-siir-akademisi-1493)
+--- Forum: Şiir Akademisi (http://www.gulceedebiyat.net/forum-siir-akademisi-1237)
+---- Forum: Şiir Tahlilleri (http://www.gulceedebiyat.net/forum-siir-tahlilleri-39)
+---- Konu: Şiir ve Anlatım-1 (/konu-siir-ve-anlatim-1-7.html)



Şiir ve Anlatım-1 - Site Yönetimi - 08/01/2008

ŞİİR ve ANLATIM
-1-


MUSTAFA CEYLAN


http://www.radyogulluk.net
Antalya/Kasım 2007

Günümüz net ortamında elektroniğin verdiği imkânlarla her evde, her büroda hattâ şimdilerde mobil-kablosuz sistemle her yer ve zamanda bir matbua” var demektir. “Yasal düzenlemeleri” yapılamadığı için ülkemizde bu “net-matbua” sahipleri gönüllerinin istedikleri gibi yayın yapmaktadırlar. Matbuada kucak dolusu para vererek yayınladığınız bir kitabın dağıtım ve tanıtımı için çok çile çekeceksiniz. Oysa, net-matbuatla bu çok kolay. Otur ekranın başına, yaz aklına geleni, bir anda yüzbinlerce kişiye ulaş.

İşte bu kolaylık, bu hızlı teknolojik gelişme, son dönemde Türk şiiri üzerine tümen tümen kara bulutlar yağdırmaktadır. Şiir ırmağı çağıl çağıl akmak yerine, bulanmış durumda. İnternet adeta bir “mısra çöplüğü” haline gelmiş... Hain ve acımasız saldırılar bir yana, eser hırsızlıkları da birbirini kovalar hale geldi. Hangi birini takip edeceğimizi şaşırdık. Ve hangi birisine hukuk zemininde hak aramak için koşacağımızı bilemiyoruz.

Bunun bütün sebebi “kolaylık” mı? Kolaylık asla olmamalı! Teknoloji düzensizlik ve “kara-çamurlu” bir düzenle akıtacağına şiir ırmağımızı, temiz-düzenli ve çağıl çağıl akıtmalı! Billur ve tertemiz olmalı şiir ırmağımız ve o büyük gönül okyanusuna kavuşmak için akmalı hep….

Akmalı, akmalı diyoruz ya; çaresizlik içinde dert yanmaktan da başka bir şey de yapmıyoruz.
Bazen benim gibi birkaç “kocamışın cılız seslenişini” işitir gibi oluyoruz. Bilmem gençlerimiz faydalanıyor mu? Feryadlarımızı duyuyorlar mı? Duyuyorlar olsa, bunca “tahlil” çalışmamız oldu, bunca söyledik, yazdık bir ilerleme görürdük, bir aks-i seda alırdık.

Ama olsun, bıkmayacağız. Yazacak, söyleyeceğiz işte…

İster şiirde, ister nesirde; hangi edebi türde olursa olsun EDEBİ TÜRLER dışında bence en önemli husus ANLATIM teknikleridir.

Özellikle genç şairlerimizin ve şiir yazma heyecanı ve koşusuna başlayan kardeşlerimizin, GÜZEL DİLİMİZ TÜRKÇE’nin en uygun bir şekilde yazılıp söylenmesine DİKKAT etmeleri gerekmektedir.

Bakıyorum da gençlerimiz tıpkı son zamanlarda İNGİLTERE’ de gelişen bir ŞİİR AKIMI gibi CEPLERİNE doldurdukları kelimeleri kur’a ile çekip, yan yana yazıp, diledikleri gibi mısraları alt altta dizip ŞİİR diye net ortamına yükleyip durmaktalar. Bülent ÖZCAN dostum anlatmıştı, İngiltere’ de bir cebine kök kelimeleri, öteki cebine SIFAT ve FİLLERİ koyup bir ondan bir ötekinden çekip, şansına ne çekersen onu yazıyorlar bunlar demişti. Geçtiğimiz günlerde bazı dostlarla bu konuyu açtığımda buna ÇEKMECE adı verip, sembolik ve SANAL BİR ATIŞMA’ da yapıp hayli gülüşmüştük.

Olmaz! Olmamalı! Şiir SAÇMALIK asla değildir. Şiir en GÜZEL, güzelden de güzel, çağlara yenilmeyecek bir edebi sanattır.

Bu sanatın malzemesi HARFLER –KELİMELER VE MISRALAR’ dır.
İnşaatçı bir binayı DEMİR-BETON-TUĞLA ve ÇİMENTO’ dan diker. Gökdelen de olsa o BİNA’ nın siz deyin 60, ben deyim 100-200 yıl ömrü olsun. Depreme, yangına, sele karşı dayanıklı olsun. Ama bir sonlu ömrü vardır binanın yani. Ama şiirin… Şiirin ömrü? Evet, şiir KALICI olmaya yakışan tek sanattır. Hem kendini hem şairini ÖLÜMSÜZ yapan sanat…ÇAĞLARI delip geçen, zamanı yenen güzel şiir…YIKILMAYAN, her türlü doğal afette bile DİK DURMASINI BİLEN MİMAR SİNAN’ın eseri benzeridir şiir…

O yüzden hafife alınmamalı. O yüzden BAYAĞILAŞMAMALI. O yüzden DİL’i ÇİRKEF ve iğrenç bir kaba sokmamalı, dil’in aynı zamanda “gönül” de demek olduğunu bilmeli insan…

HARFLER-KELİMELER VE MISRALAR, tamamen ANLATIM’ın temelleridir.

Şiir yazmışsın, ANLAŞILMAZ OLMAK İÇİN ÇABALAMIŞSIN GALİBA dediğimde birisine, “HOCAM NE KADAR ANLAŞILMAZ OLURSA, HATTA YAZAN OLARAK BEN BİLE ANLAMAZSAM O ŞİİR GÜZEL VE KALICI olurmuş” demez mi bir kardeşim. Hayretler içinde kaldım. Hayretler!

Tad mı, yok damağımda. Renk mi gözümde yok. Acı mı içime bağdaş kuramamış. Neş’e mi cism-i canımda en küçük bir kımıldama sağlamadı. Okudum, hiçbir şey anlamadım dedim. Güldü yüzüme ve ekledi “Demek ben başarılıyım! ”
İnsan bu kadar ANLAŞILMAZ olabilmek için çırpınır mı diye düşündüm. Ya KARACOĞLAN yayla çeşmesinde ASIRLARCA ÇALINIP SÖYLENEN O ARI-DURU TÜRKÇE ile söylemeseydi, “anlaşılmaz” olsaydı yani, ASIRLARI GEÇİP gelebilir miydi diye düşündüm. Hani koca koca ARAPÇA-FARSÇA DİVANLAR yazmışlar. Kütüphanelerimizde duruyorlar.Değerleri var, tamam, ama okuyan nerde? Ya bu koşmaktan-çılgınlıktan başka bir şey yapamayan zaman fakiri GENÇLİK ne zaman açar o eserlerin kapağını diye düşündüm. Keşke, TÜRKÇE’ ye çevrilebilselerdi…
Neyse,
ANLATIM dedik de, demek ki ÖNCELİKLİ OLAN DİL’ dir.
Şimdi gelelim ÖZELLİKLE şiirde ANLATIM TEKNİKLERİ’ne… Buraya GENÇ ŞAİRLERİMİZİN DİKKATLERİNİ ÇEKMEK istiyorum.

Şimdi bakın, ressamın birisi galerinin içine yüzlerce tabloyu asmış, sergilemiş. İnsanlar kuyrukta. Her bir resme bakıp, inceleyip geçiyorlar. Ama o tabloların içinde birisi var ki, üzerinde HİÇ BİR ÇİZGİ VE RENK YOK. Sırayla gelen insanlar “bu BOŞ tabloyu niye koymuş ki buraya” diyorlar, ama, tablonun önünde kalabalık yığılmış. Ressam koşmuş, gelmiş. Meraklı insanlar sormuşlar. “ Bu boş tabloyu buraya niye koydunuz? Hem de en pahalı fiyatı yazmışsınız? ! ” demişler. Ressam gülümsemiş. “Siz bu tabloda bir şey göremiyor musunuz? ” diye sormuş. Herkes, hep bir ağızdan “Yok, bi şey yok ki! ” demişler.
Ressam başlamış anlatmaya, “ bakın burada dedemin diktiği bir ağaç var. Dalda bir kuş, altında bir tilki ve orada şu yan tarafta da ben uzanmış yatıyorum” nasıl göremezsiniz? Kalabalık, “hani yok görünmüyor” demişler. Ressam, “Ben uyurken, daldaki kuşu zalim bir avcı gelip vurdu. Onu tilki yedi ve gitti. Zalim avcı, sonra baltasını çıkarıp ağacı parçaladı. Hayal-meyal GÖRDÜM OLAYLARI” Kalabalık hep bir ağızdan “Eeee sonra? Sonra? ” demiş. Ressam, “o zalim avcı parçaladığı ağacı alıp götürdü. O ağacı götürdükten sonra da ben uyandım, evime çekip gittim” demiş. Ve eklemiş kalabalık demek ki “geriye hiçbir şey kalmadı işte.” Kalabalık şaşırmış. Ressam, demiş onlara, BAKMAKLA GÖRMEK ARASINDA FARK VARDIR.
SİZ BAKTINIZ AMA GÖREMEDİNİZ. BEN GÖRDÜM VE YAŞADIM. AYRICA BUNU BEN DEĞİL BİR BAŞKASI DA YAŞAYABİLİRDİ, YAHUT DA GEÇMİŞTE DAHA BAŞKA BİRİSİ MESELA AĞACI DİKEN DEDEM DE YAŞAMIŞ OLABİLİR.

Şimdi bunu niye anlatıyorum derseniz, ANLATIM TEKNİKLERİ’ nin GİRİŞ KAPISI olan
Bakmak ve görmek KONUSUNU izah etmek için tabi.
Göz, BAKMAK içindir. Ama başımızdaki GÖRME ORGANI olan GÖZ kadar GÖNÜL GÖZÜMÜZ de önemlidir. İYİ ŞAİR her iki gözü de açık olandır ve özellikle GÖNÜL GÖZÜ AÇIK olandır. Aşık Veysel “âma-yani gözleri görmeyen” bir ozanımızdı. Fakat, gönül gözü açıktı, öyle değil mi?
Demek ki, hangi gözle olursa olsun BAKMALI ve GÖRMELİ. Bazen GÖRMEK işi REEL değil, fiziki değil HAYAL’ le de olur. O Gönül gözünün işidir işte. ŞAİR’ de en çok gıdasını oradan alır.
O BOŞ TABLO’ nun ressamı üç şekilde anlatmıştı boş tablosunu değil mi?

Eskilerin “TAHKİYE”, batılıların “Narration” adını verdikleri bir olayın, bir manzaranın yada KONU’nun bir ANLATIŞ DÜZENİ vardır.(Burası çok önemli! Dikkat!)

Şiirin bir ANLATIŞ DÜZENİ diyebilirsiniz buna. HİKAYE ediliş biçimi de denebilir. Basitce SIRAYA-DÜZENE KOYMAK, KARIŞTIRMAMAK da diyebilirsiniz.
YANİ, bir insan yüzü resmi çizeceksiniz GÖZ’ ü BOYUNA, BURUN yerine de KULAK koymamak gibi…

Su akar, nereye, aşağıya. Şair olmazı olduracak ya, zamanı da, takvimi de, saati de, olayları da akıtır. Tersine de akıtır. Su donar buz olur, kar olur; buharlaşır bulut olur. Sıcakta alınlarımızdan akan ter olur. Dere, göl, ırmak, deniz, okyanus olur. Ama TELEFON olur mu? Telefon olmaz ama, su “haber” de götürür. Yani MADDE-OBJE-ARAÇ-EŞYA ile EYLEM-FİİLİ iyi ayarlamak ve birbirine uygun düşürmek gerekmez mi?

(Kaldığımız yerden devam edersek)


Ressama gelelim. 3 şekilde anlatmıştı BOŞ tablosunu.
Bunlardan BİRİNCİSİnde kendisi vardı, değil mi?
İKİNCİSİNDE BİR BAŞKA ŞAHIS,
ÜÇÜNCÜSÜNDE DE DEDE’ Sİ VARDI.
Şimdi,
Bir Şiirin ANLATILIŞ-HİKAYE EDİLİŞ BİÇİMİ de aynen bunun gibidir. Yani,
1-Şair şiirini, KENDİ BAŞINDAN GEÇMİŞ gibi anlatır.
2-Şair şiirini, ÜÇÜNCÜ ŞAHISLARIN BAŞINDAN GEÇMİŞ GİBİ ANLATIR
3-Şair şiirini, DAHA ÖNCE GEÇMİŞ-BAŞKA BİR KİŞİNİN YAŞAMIŞLIĞI gibi anlatır.

İşte GENÇ ŞAİRLERimiz, en çok bu KONUDA HATA YAPMAKTALAR.

Kendi başından geçen bir anlatımda (M) harfi yoğunluğu vardır.
Gençlerimiz KELİME İSRAFI yapıyorlar. Bu birincisi.

Ne mi yapıyorlar?

Örnek: BENİM KALEMİM ‘ diyorlar. Oysa KALEMİM de ki SON (m) HARFİ ZATEN benim’i anlatmaya yetmektedir. Ne zaman BENİM KALEMİM deriz? Bir başkalarına ait kalemler varsa, onların içindekini İŞARET etmek için deriz değil mi? .

Şiir HASSASTIR. Üzerinde en KÜÇÜK bir fazlalık istemeyen DÜNYA GÜZELİ BİR SANATTIR ŞİİR. Her tarafı abur-cuburla,takmış takıştırmış, şaşkınlıktan çöp tenekesinin kapağını da göğsüne takmış güzel olur mu? Şiirde BAYAĞILAŞMAyı ayrı bir konu başlığıyla ele alacağımızdan; güzel, affedersiniz gerçekten güzel olmalı, BAYAĞILAŞMAMALI ve “klozet kapağını” da SÜS diye takmamalı değil mi?

Bakıyoruz, şairimizin şiirine KENDİ BAŞINDAN GEÇEN bir olayı yada yaşadığı bir DUYGU’yu anlatıyor şiirin başında, bir de baksak üçüncü mısrada, yada bir başka bölümde KOPMUŞ KENDİSİNDEN, ÜÇÜNCÜ ŞAHSA yada BAŞKA ZAMAN’a geçmiş.

Gerçek yada hayal hiç fark etmez, ANLATIM TEKNİĞİNİZ ya SİZİN (m HARFİ YOĞUNLUKLU) YA ÜÇÜNCÜ ŞAHISLARIN(I-R-S vb harf yoğunluklu) , VEYA GEÇMİŞ ZAMANDA OLMUŞ (Ş harfi ağırlıklı) olacaktır. Ha, bunların BİRLEŞTİRİLDİĞİ, BİR “kombinasyon” olduğu durumlar da vardır, onu ustalar yapar. Sözümüz gençleredir.

Özetle olayın içindesiniz, yada seyircisiniz, yahut da mazide olmuştur diyebiliriz olayı…
Ustalık işte bu noktada… ZAMANLAMADA YANİ…

Stadyumda maç seyretmeye gittiniz. Sahada oynayan futbolcu değilsiniz. Tezahürat yaparsınız ancak. Ama duanızla, tezahüratınızla sahadaki futbolcunun ayağına güç verebilirsiniz. Evet stadyumda, sahada oynayan FUTBOLCU’ nun ağzı ve duygusuyla maçı anlatmak ve yaşatmak başka; tribündeki seyircinin diliyle anlatmak başkadır. Siz o sahaya, O TUTTUĞUNUZ TAKIMA yüreğinizi VERİR VE YÜREĞİNİZLE SAHADA top koşturursunuz hem de, AMA ONU anlatırken, YANİ hayalen-yani tasarı olarak anlatırken seçeceğiniz kelimeler ve FİLLER farklı farklı olmalı değil mi?

Hece Vezni ile şiir yazan kardeşlerime bir önerim var

KELİME VE HARF KONUSUNDA, O DA ŞU. İnanın TÜRKÇE çok ZENGİN bir DİL… BİR şiirde TEKERRÜR(TEKRARLAMA) SANATINI kullanmıyor ve TONLAMA-VURGU yapmayacaksanız n’olur AYNI kelimeyi kullanmamaya gayret edin. Türkçe’mizde o kelimenin yerini tutan bir çok kelime daha vardır.

Hem düşünün bir ÇOCUK DOĞAR DOĞMAZ yürür mü? Çocuk beslenecek, gelişecek, zaman geçecek, büyüyecek ve ondan sonra yürüyecek değil mi? NEDEN PEKİ, ŞİİRİ DOĞAR DOĞMAZ NET ORTAMINDA YAYINLIYORSUNUZ? BEBEĞİNİZ-EVLADINIZDIR ŞİİR...ONU DOĞAR DOĞMAZ BU CANAVAR “NET ŞEHRİNE” NEDEN BIRAKIYOR VE “HADİ KOŞ” DİYORSUNUZ? ...

Hece ile yazanlara demiştim, bakın ALFABEDE BULUNAN bütün harfleri yan yana yazın, sadece mısra sonlarındaki KAFİYELERİNİZİN SON HARFLERİNİ o harflerin altına işaretleyiniz. Aynı HARFİ KAÇ KERE MISRA SONUNDA KULLANMIŞSSINIZ? Bakın ve görün olmaz mı?
Hecede ŞAİRİN ÇIKMAZI budur işte. KENDİNİ VE KELİMEYİ TEKRARDIR. Dün ustaların kullandığı UYAK ve AYAKlarla, benzetme(Teşbih) leri kullanmaktır. Bu şiiri SIĞ YAPAR.

Düşünün 4 kıtalık bir şiirin bütün KAFİYELERİNE R veya ı-a KULLANMIŞSSINIZ.. baştan sonra RRRRR veya AAAAA diyen bir şiir hoş mu olur? Türkülerimize, şarkılarımıza bakın. İlk kıta GİRİŞ, İKİNCİ KITA GELİŞME, ÜÇ VE SON KITALAR SONUÇ değil midir?

Türkü yada şarkıyı okuyan ikinci kıtaya geldiğinde VURGU yapar, yani BAĞIRIR-SESİNİ YÜKSELTİR değil mi? SES YÜKSELMESİ neyle olur? SESLİ HARFLERLE. Alfabemizde 8 sesli HARF var. Siz hangi sesli harfleri kullanmışsınız şiirinizde?

Geçenlerde bir genç şairimiz bir kitap getirdi. “Hocam beni acımasızca eleştir” dedi.”Peki darılma-gücenme yok” dedim. Bir kağıt çıkardım, alfabedeki 29 harfi yazdım ve “şiirleri okumadan, baştan başla kitabın sonuna kadar bütün şiirlerdeki KAFİYE SONLARINDAKİ HARFLER için bu kağıttaki her harfin altına bir çizik at, say” dedim. Ne görelim dersiniz? 112 sayfalık kitap sadece 6 harften meydana gelmiş KAFİYELERLE YAZILMIŞ. Mahcup oldu o genç kardeşim. “Anladım hatamı hocam” dedi ve “bu kitabı KEŞKE YAYINLAMADAN EVVEL SİZE BİR GÖSTERSEYDİM” dedi ve gitti. O da NET ORTAMINA değil evladlarını-şiirlerini doğar doğmaz, besleyip büyütmeden KİTAP ORTAMINA KOŞ BAKALIM diye sunuvermişti. Üzüldüm…

Gelelim Serbest Şiir yazan kardeşimize;
Evet o da aynı hataları, ZAMANLAMA HATALARINI yapıyordu. Getirmişti kitabını ve masaya koymuştu. Bir de üstelik “hocam sen hece şairisin ya, bak bakalım şuna demişti”. Hiç sesimi çıkarmadım.

Ona, önce NESİR -DÜZ YAZI ile ŞİİR arasındaki MANZUME ile ŞİİR arasındaki farkı anlatmaya çalıştım Ve ekledim HECE VEZNİNİ biliyor musun? O tam bilmediğini söyledi. Dedim: “En iyi SERBEST ŞİİRİ yazan şair, HECE’yi EN İYİ BİLENDİR.” Yüzüme sorgucu gözlerle baktı.

Şekil ve kalıp konusunda, N. Fazıl’ın “Şiirin iç nefesi mutlaka dış kalıbını arayacak ve onu fatihçe zaptedecektir. Başka türlü şiir namevcuttur”-“İnsanların güzel ve çirkinine bakarken iskeletlerini göremeyiz.Görebilseydik hepsinin iskelette birleşmiş olduğunu görürdük. Nitekim(Röntgen) camının gözlüğünde güzel ve çirkin olması gerek. Öyleyse bir şiire baktığımız zaman da onun iskeletini görmemeliyiz.Görmemeliyiz ki, gözlerine, dudaklarına, belinin inceliğine ve bacaklarına ve bütün bunların bir arada düğüm halindeki toplu endamına hayran olabilelim.””Yüne öyleyse şiirde şekil ve kalıp, görünen, tebrik ve ziyaret kabul eden bir ev sahibi değil, ev sahibinin boyunbağından evin paspasına kadar elini değdirmedik nokta bırakmamış sonra mutfağa çekilip kapanmış son derece titiz ve hamarat bir hizmetçidir. Ama, öylesine bir hizmetçidir ki, o giderse efendi kalmaz.””Şiirde şekil ve kalıp, zatiyle şekil ve kalıp olarak haykırdığı, “ben buradayım” dediği nisbette o şiir KÖTÜDÜR. O zaman o şiiri, gözlerindeki çukura alçı dökülmüş ve üzerine kömürle kaş, kirpik ve göz oturtmaya çalışılmış bir iskelet kafasına benzetsek yanlış olmaz.”şair, mutlaka bir şekil ve kalıba bağlı olan; fakat ONU AŞTIĞI, GİZLEDİĞİ, peçelediği ve manâyı ve edayı onun verâsından devşirebildiği nisbette NADİRLEŞEN BÜYÜK USTADIR.””Ancak, ŞEKİL VE KALIBIN KOLTUK DEĞNEKLERİYLE YÜRÜYEBİLEN NAZIMCI bir tarafa, harikulâde bir (step) temposu içinde elindeki ŞEKİL VE KALIP BASTONUNU HAVADA DÖNDÜREN BİR TARAFA…ŞAİRDE RUH, ŞEKLİ GİZLEMİYORSA O ŞAİR MİDİR Kİ? ...””Nazım tecrübesi içinde, sırtında kambur gibi şekil ve kalıplarını taşıyanlarla, aynı şekil ve kalıpları kaburga kemikleri gibi derisinin altında gezdiren İKİ SINIF VAR…Şirini şekil ve kalıp, öbürünü de şekil ve kalıbı ezmiştir…”””GERÇEKTEN ŞEKİL VE KALIBI HALI GİBİ AYAĞININ ALTINA ALIP ÇİNEMEDEN ŞAİR OLABİLMENİN İMKANI DÜŞÜNÜLEMEZ. Fakat bu, şekil ve kalıbı kaldırıp atmak, onu YOK ETMEK DEĞİLDİR. Böyle bir hareketin yeri, çürük iskelet dişleri sırıtan bir şekil ve kalıp esaretinden daha aşağıdır.” “

Ve

“Şekil ve kalıbın ana unsurları, dış ahenk, vezin, kafiye gibi kaba görünüşlü ölçülerde, herhangi bir lafı günübirlikten sonsuza devşiren ve UNUTULMAZ kılan birer VASITA hikmeti vardır. Ama sadece VASITAYLA GAYEYE ERİŞİLEMEZ. EVVELA UÇMAYA DEĞER GÖVDEYİ BULACAKSINIZ VE SONRA ONU, İNCELER İNCESİ VASITALARLA KANATLANDIRACAKSINIZ. Yoksa toprakta soluyan lâgar gövdelerde boş yere çırpınan kanatlar ne kadar gülünçse, o gülünçlüğe düşmemek için kanatlarını yolmuş dazlak gövdelerin uçmaya davranışı da o nisbette acındırıcıdır.” (N. Fazıl-Poetika”Wink sözlerinden sonra,

N. Fazıl ile N. Hikmet arasındaki farkı anlatmaya çalıştım.

Karşımdaki delikanlı şaşırmıştı. Dinledi, dinledi “ikisinin de arasında genelden bakarsak pek bir fark yok. Fark sadece şekilde” demez mi? “fark var, hem de pek çok” dedik VE onunda koyduk önüne bir kâğıt.
“bana dere kenarında bir kavaklıktasın. Kuvvetli bir rüzgâr esiyor. O andaki duygularını öyle anlat ki, hem rüzgârın sesini, musikisini duyayım ve okudukça sen de üşü bende” dedim. Aldı kâğıdı yazdı. Ve “hocam rüzgârı hissettiremiyorum, derenin akışının sesini de istersin benden” dedi. “Elbette” dedim.
Ardından ekledim, “o dere kenarında sen değil bir başkası var, onu anlat bana. Yahut, o dere yok şu an, ama yıllar önce varmış, o zaman yaşayan Hamza dayının başından geçenleri bugün sen anlat bakalım” dedim.
Genç kardeşim, anlamıştı.
ZAMANLAMA HATALARI ve olayları-şiirlerinde ELE ALDIĞI KONULARI DİZİŞTE-SERGİLEYİŞTE HATA YAPTIĞINI.
İç AHENK ve RİTM BOZUKLUKLARINI SÖYLEDİK ARDINDAN.
VE TABİİ NESİRLE ŞİİR ARASINDAKİ FARKI…

Şiir, kelimelerin duygusal dansıdır dedik. Üzüldü… Ahenkli bir dans sergilemiyordu dizeleri. O üzüldü, ben üzüldüm…

Serbest şiir demek DELİ TAY demek değildir. Tamam, deli tay olsun, ama, tay’ da KELİME BATAKLIĞINDA BOĞULMASIN…ÇÖPLÜKTE DÜŞÜP DEBELENMESİN. SANAT YAPIYORUM DİYE “O KURAL TANIMAZ ATI” SANATSIZLIK KURALINA HAPSETMEYİN…Evet, sanatsızlık da bir kuraldır. Taya su yerine zehir içirmek gafletten öte bir şeydir. Bir kulvarda koşan taylar arasında NEFESİNİ AYARLAYABİLEN kazanır.

Yani,
Eskilerin deyimiyle TAHKİYE, batılıların deyimiyle NARRATİON, şiirde ANLATIM DÜZENİ, SERBEST ŞİİRİN DE EN ÖNEMLİ KONUSUDUR. Genç şairlerimiz serbest şiirde de maalesef bu DÜZENİ KURAMADIKLARINDAN hata yapmaktalar.

SERBEST ŞİİR, düz yazı’yı (Nesri) makasla kesip alt altta kesik cümleleri RASTGELE sıralamak asla değildir. O zaman Düz yazı(Nesir) den farkı kalmaz ki, hatta nesri de bozmak olur o… Şekil ve kalıba HAPSOLMUŞ, ustaların eriştiği NOKTAYI geçememiş HECE VEZİNLİ şiir de MANZUME’ den öteye gidemez. ANLATIM-İfade- başarılı şairin KENDİ ŞİİR DÜNYASINDA YARATTIĞI bir TARZdır.

Bazı şiirleri okuduğunuzda onun şairini hemen bilirsiniz. Neden? Çünkü, o şair, şiir HALISINI DOKURKEN bir tarz-SÖYLEM BİÇİMİ’ ni- SESİNİN RENGİNİ yaratmıştır. Bir başkasına hiçbir şekilde benzemez.

ANLATIM TEKNİKLERİ’ nin bana göre BİRİNCİSİ TAHKİYE(Söylem-Öykülem) ’ dir, İKİNCİSİ de TASVİR’ dir.

Tasvir, yazı, çizgi, ses, madde veya sözle resim yapmadır. Batılılar Tasvir’e (Description) derler. Şairin ANA MALZEMESİ KELİME olduğu için, RESMETME İŞİNİ, yani TASVİRİ KELİMELERLE yapmak mecburiyetindedir.

Şair, CANLI veya CANSIZ olan her şeyi, İÇ, DIŞ, YAN, ÜST, ALT, KENAR, İÇİN İÇİ, DIŞIN DIŞI, hasılı bütün cephelerine girerek BAKTIĞI-GÖRDÜĞÜ-DÜŞÜNDÜĞÜ-HAYAL ETTİĞİ-ÖZLEDİĞİ-ALGILADIĞI her şekil ve şartta KELİMELERLE RESMEDER.

Tasvirin kullandığı araçlar BEŞ DUYU ORGANIMIZDIR. Görme, işitme, koklama,dokunma ve tadma… Fakat Şair, bu BEŞ DUYU ORGANI aracından başka, İNSANI İNSAN YAPAN DEĞERLER olan MORAL-ACIMA-NEŞELENME-HOŞ GÖRME-SEVME-TASALANMA vb değerlerini FAZLASIYLA kullanır. Bu yüzden Ressamla Şair arasındaki fark da bundan kaynaklanır.

Kelimelerle TASVİR yapacak şair, burada da DÜZENSİZ olamaz, olmamalı. Tamam, KALIP VE ŞEKLİ TEPELEMELİ ama, KELİMELERİN BİR BİRİYLE AHENKLİ DANSINI ASLA GÖZARDI etmemelidir. AZ KELİME İLE ÇOK ŞEY İFADE EDEBİLME, SÖYLENMEMİŞİ SÖYLEYEBİLME noktasına gelmeli, fakat SAÇMALAMAMALI, BAYAĞILAŞMAMALI. Şiirin ÖLÜMSÜZLÜK YARIŞINA giren bir sanat olduğunu önde tutmalı hep…

Peki TASVİR yapılırken hangi yol izlenmeli? Basit olarak iki yol vardır.
1-PARÇADAN BÜTÜNE GİTMEK
2-BÜTÜNDEN PARÇAYA GİTMEK.

Çünkü TASVİR, sadece ele alınan şey-konu-hal’i TANITIM AMACIYLA yapılır ve tanıtmak için de Şair, işin bir tarafından başlamalıdır, değil mi? Bakınız GENÇ ŞAİRLERİMİZ en çok bu noktada hataya düşüyorlar. Anlatmaya başladıkları konuyu parçadan bütüne, ya da bütünden parçaya BİR DÜZEN içinde anlatacaklarken, şiirin bir yerinde bir ANDA YÖN DEĞİŞTİRDİKLERİNDEN, hızla giden bir otomobilin bir anda ters yöne-geldiği yöne dönmek istemesi durumunda nasıl TAKLA ATARSA, ŞİİRİNİN DE aynen öyle o noktada KIRILIP, takla attığını görüyoruz.

Tasvir bir edebi tür değildir ama, TASVİR, edebi türleri doğuran bir ANLATIM-İFADE biçimidir. BU ANLATIM TEKNİĞİni ne FAZLA KELİMELERLE boğmalı yahut ne de KOLU BACAĞINI NOKSAN EDERCESİNE “kelime fakiri” yapalım. Konumuz, fikrimiz ve eylemimiz; tasvir etmeye çalıştığımız NESNE-OLAY-YER-ZAMAN’la uyumlu kelimeler kullanmalıyız.
Kullandığımız kelimelerin BAŞINA veya SONUNA getirdiğimiz TANIMLAR VE SIFATLARLA o kelimeyi BİR ANDA DAHA KUVVETLİ-DAHA ANLAMLI YAPMAMIZ MÜMKÜNDÜR. Örnek: Bulut kelimesinin başına (Kara bulut, mor bulut, ağlayan bulut, kaçan bulut, pamuk bulut vb..) yada sonuna (Bulut parça parça, bulut yorganım, bulut dağa küs, bulut hüzünlüydü vb) …

Örnek vermeye devam edelim:
ÇOCUK, evet küçük yaşında bir insandır, ancak ağlayan çocukla, beşikteki çocukla, koşan, arkadaşıyla kavga eden çocuk anlatımlarının farkına varmalıyız. Çılgın çocuk, çocuk topallıyordu, hıçkırıklara gömülen çocuk, oyuncağı kırılan çocuk, çocuk annesinin kucağında, babasının elinden tutmuş gezen çocuk, madde bağımlısı çocuk, zengin çocuğu, yetim çocuk, bayram sabahındaki çocuk, okula giden çocuk, çocuk dayak yemişti, gülen çocuk, çamura düşen çocuk, hasta çocuk vb… Daha da çoğaltabilirsiniz. Özeti şu, ÇOCUK kelimesinin önüne yada arkasına EKLEYECEĞİNİZ her kelime o ÇOCUK ANLATIMInı ya kuvvetlendirir, KONUNUZLA BÜTÜNLEŞTİRİP mısranızı DAHA SAĞLAM yapar, yada mısranızı yıkar, toz-duman eder.

Şair, KELİME KUYUMCUSUDUR.

Kuyumcu, altın değerindeki kelimeleri gelişigüzel ve savurganca kullanmaz.

Elbette, her edebi ANLAYIŞ’ın ayrı bir TASVİR söylemi, bakışı ve ona verdiği değer vardır. Bizim burada durmak istediğimiz, İFADE ETME-ANLATIM TEKNİĞİ olarak Genel bir TASVİRe bakış olacaktır.

Tahkiye-hikaye ediliş biçimi-söylem de anlattığımız ilkeler ışığında Şair, tasvirin içinde, dışında ya da bir başka kişi-nesnenin başından geçeni nakleden olabilir. Başarılı bir tasvirin içinde şairin RUH KÖKÜ-yüreği ve TARZI vardır.

Portakalın içi ve tadı yerine kabuğunu yedirmeye kalkmaz, soğanı doğrar da soğan kabuğunu yemeğe koymaz şair. Tamam dıştan bakınca gördüklerini anlatır ama acemi aşçı olmaz asla…

Peki parçadan bütüne giderek TASVİR yapmak nasıl olur derseniz? Buna TÜMEVARIM da diyebiliriz ve bir odayı ele alıp, bir evi mutfağı banyosuyla anlatabiliriz, sonra tüm apartmanı. Yani bu bir DİZİLİŞ ŞEKLİDİR. PARÇADAN BÜTÜNE, TÜME VARIM…
Bütünden parçaya varmak, yani TÜMDEN GELİŞ’ se TÜMEVARIM’ın tersidir. Önce apartman dışardan gözlemlenir, sonra daireler anlatılır, sonra ele alınacak daire ve daha sonra da bahsedeceğiniz oda…

Unutmayalım ki MERDİVEN BASAMAK BASAMAKTIR.

Tasvir çeşitlerini Üstad Ahmet KABAKLI şöyle sıralar ve tarif eder:

“1-PANAROMA: Yunanca Pan(tüm) ve Orama(görüş) sözlerinden yapılmıştır. Bir büyük manzaranın yücelerden görünüşü anlamına gelir. Edebiyatta panorama, bir şehrin, bir ormanın, bir geniş çevrenin UMUMİ GÖRÜNÜŞÜNÜ TASVİR ETMEKTİR.”

“ÖRNEK:
Orhan Veli KANIK’ın “İstanbul’u Dinliyorum” başlıklı şiiri
ve

BAYRAM
Birinci gün hava bir parça nâmüsaitti;
İkinci gün açılıp sonra pek güzel gitti
Gelin de bayramı Fatih’ te seyredin zirâ
Hayâle, hâtıra sığmaz o hercümerc-i safâ
Kucakta gezdirilen bir karış çocuklardan
Tutun da, tâ dedemiz demlerinden arta kalan
Asırlar ölçüsü boy boy asâlı nesle kadar
Büyük küçük bütün efrâd-ı belde hepsi de var!
Adım başında kurulmuş beşik salıncaklar
İçinde darbuka, defterle zilli şakşaklar.
Biraz gidin:kocaman bir çadır…önünde bütün
Çoluk çocuk, birer onluk verip de girmek için
Nöbetle bekleşiyorlar. Aceb içinde ne var?
“Caponya’ dan gelen insan suratlı bir canavar! ”
Geçin: sırayla çadırlar. Önünde her birinin
Diyor:-Kuzum, girecek varsa durmasın girsin.”
-
-Muhallebim de ne kaymak!
…………..-Şifâlıdır ma’ cun!
-Simit mi istedin â (ağa)
…………..-Yokmuş onluğum, dursun!
O başta:kuskunu kopmuş eğerli düldüller
Balocular, hacıyatmazcılar, fırıldaklar,
Horoz şekerleri, civ civ öten oyuncaklar.
Sağında atlıkarınca solunda tahtırevân;
Önünde bir sürü çekçek, tepende çifte kolan.
Öbek öbek yere çökmüş kömür çeken develer
Ferağ-ı bâl ile birden geviş getirmeler.
Koşan, geçen bağıran, mâniler düzüp çağıran
Davullu zurnalı-dans-eyliyen coşup bağıran
…………..(M.Akif ERSOY, Safahat, 1. Kitap)

2-PORTRE: Aslında resim terimi olan Fransızca bir sözdür. Bir kişiye veya başka tek bir varlığa tıpatıp benzeyen resimlere Portre adı verilir. Edebiyatta, bir şahsın dış görünüşünü(çehre, kıyafet, boy, baş, vücut ve yüz hareketleri) tanıtan yazılara portre denmektedir.

ÖRNEK:

NEF’İNİN PORTRESİ

Bir yağız çehre, çatılmış iki hançer kaşlar
Yine hançer gibi keskin iki mânâlı nazar.
…………….(Tevfik Fikret, Rübâb-ı Şikeste)

HASTA

-Çağırın hastayı gelsin…
………………….Kapının perdesini
Açarak girdi o esnâda düzeltip fesini,
Bir uzun boylu çocuk…Lâkin o bir levha idi!
Öyle bir Levha-yı rikkat ki unutmam ebedi;
Rengi uçmuş yüzünün, gözleri çökmüş içeri,
Elmacıklar iki baştan çıkıvermiş ileri;
O şakaklar göçerek cepheyi yandan sıkmış,
Fırlamış alnı, damarlar da beraber çıkmış.
Bet beniz kül gibi olmuş uçarak nur-ı şebâb
O yanaklar iki solgun güle dönmüş bitâb…
O dudaklar morarıp kavlamış artık derisi,
Uzamış saç gibi kirpiklerinin her birisi.
Kafa bir yük kesilip boynuna, çökmüş bağrı,
İki değnek gibi yükselmiş omuzlar yukarı
-Otur oğlum, seni dikkatlice bir dinleyelim…
Soyun evvelce fakat…
…………….-Siz soyunuz, yok hâlim!
………………….(M.Akif ERSOY, Safahat, 1. Kitap)

3-TAHLİL: (Çözümleme-Analiz)
Bir kişi, bir nesne, manzara ya da olay üzerinde, yazarın duygu, düşünce ve yorumlarını anlatan tasvir çeşidine TAHLİL denir. Tahlil bir nesnenin (obje) yüzeyinde kalmayıp iç yüzüne, derinliğine ulaşmak çabasıdır. Sözgelişi bir kişinin huy ve özelliklerini, olayın anlamını, bir güzelliğin sebeplerini kendine göre açıklamakta olan bir yazıcı, tahlil yapıyor demektir.

ÖRNEK:

SÜLEYMANİYE’DE BAYRAM SABAHI

Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye’ de.

Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi

Yer yer aksettiriyor mâvileşen manzaradan
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her ân aradan

Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.

Bir geliş var! .. Ne mübârek, ne garib âlem bu! .
Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu…

Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.

Bu sükunette karıştıkça karanlıkla ışık;
Yürüyor, durmadan insan ve hayalet karışık.

Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor birbiri ardınca ilâhi yapıya.

Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.

…………..(Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz)

4-DEKOR:
Daha çok tiyatro terimi olan Fransızca bir sözdür. Bilindiği gibi, oyun temsillerinden çevre, yazı ve söz ile değil, çizgi, desen yahut nesneler koymak suretiyle göz önüne serilir. Bu, kişilerin yaşadığı yerin bir çeşit temsili demektir. Oyun yazarları, sahnenin nasıl bir çevre içinde geçeceğini ve ne türlü eşya(aksesuvar) ile donatılacağını her perdenin başında kısaca belli ederler. İşte canlı olarak göz önüne serilen bu tasvir çeşidine Dekor adı verilir.”

Şimdi,
Bütün bu TASVİR örnekleri de gösteriyor ki, bir ANLATIM TEKNİĞİ olarak TASVİR, şairin en önemli kaynaklarından birisidir, öyle değil mi?

Bu önemli kaynağı şiirinde kullanırken şair, kelimelerle resim çizdiğine göre renk, ses, hareket, obje, eşya, olay ne varsa KENDİ SANAT anlayışına uygun bir DÜZENLEME ile hareket etmelidir.

Evet Saygıdeğer Dostlar,

“Şiir ve Anlatım” başlıklı çalışmamıza kaldığımız yerden devam edeceğiz. Ancak, yanlış anlaşılmalara sebep olmamak için, Bölüm-2-ye görüşlerini bildirirken Rahim TAŞ kardeşim “genelde hataya düşülen noktalarda GENÇ ŞAİRLERE göndermelerde bulunuyorsunuz.(genç şairlerden kastınızı şiire yeni başlamış şair adayları olarak algılamak istesem de) orta yaş veya yaşlı olanların san kı bu hatalara düşmediği gibi bir anlam çıkıyor.” Cümlesine bir açıklık getirmek istiyorum ve bunun için de Rahim Taş Kardeşime çok teşekkür ediyorum.

Hep söylemişizdir “ŞİİRDE BİRİNCİLİK DEVAMLI MÜNHALDİR” diye. Bugün birinci ilan edilen bir şairi belki de birkaç saniye sonra şiirini gönül fırınında pişire pişire çıkarmış olan bir başka kişi geçmiş de olabilir. Çünkü SON SÖZ SÖYLENMEDİ daha, son kurşun atılmadı daha…İnsanlık var oldukça da bu koşu, bu heyecan ve telaş, bu arayış devam edecektir.

Evet, şiirin yaşla, kariyerle, makamla, rütbeyle ilgisi yok denecek kadar azdır. Ama, genç yaştaki bir kişiye rağmen ileri yaştaki bir kişinin en azından tecrübe fazlalığı olabilir diye düşündüğümden “Genç Şairler” söylemini seçtim. Fakat, tabii ki gençlik de, ruhta-gönüldedir. Nice insan tanıyorum ileri yaşına rağmen benden daha genç ve zinde. ŞİİRİN İNSANI YAŞLANDIRMADIĞINI DA BİLENLERDENİM. Ama gönül kırmamak, söyleyeceklerimizi biraz daha net, verdiğimiz ve vereceğimiz örneklerin biraz daha tabiri yerindeyse “acıtıcı” olmaması için bu yolu seçtik. HATA bir YAMALI GÖMLEKTİR, HİÇ KİMSE SIRTINA GİYMEK İSTEMEZ. Genelden dil freni ayarlamamızı yapmak isteyişimiz de bundan. Yoksa, oturup isim isim, şiir şiir müşahhas örneklerle hatalar yumağını bir bir destan yapabiliriz, lâkin gönül kırmak istemiyoruz. Orta yaş ve yaşlı olanlar da HATALAR yapabilir tabi. Ama, HATA YAPTIĞINI ASLA KABUL ETMEYEN VE KENDİNİ DÜNYANIN EN BÜYÜK ŞAİRİ SANANLARDAN ÇEKİYORUZ, ne çekersek, değil mi? Hani, biz de yaşlıyız ya, biraz gençlerden yanımızda – yakınımızda can kardeşlerimiz de var ya, onlar da “Hocam 40 yılın birikimini anlat da faydalanalım” deyip durmaktalar ya, o yüzden Genç Şairler söylemini seçtik. Zira, o dostlarım beni, ben de onları çok sevmekteyiz. Hoş görüle diyoruz…

Gelelim asıl konumuza;

TASVİR’ den bahsediyorduk… Tasviri BANA GÖRE ŞAİR, GENE İKİ METOD İLE GERÇEKLEŞTİRİR.
1-GÖRÜLEN-FİZİKSEL BAKIŞLA
2-İÇSEL BAKIŞLA

Tasvire konu teşkil den olay,yer, kişi vb’ne GÖZ ile, bir fotoğrafçının OBJEKTİFİ ile FİZİKİ YAPIDAN bakılır ki, bu birinci yoldur. Ressam yada fotoğraf sanatçısının tespiti ne şekilde ise,şair de kelimelerle onu çizer, resmeder. Bir ÇANTA düşünelim. Çantayı RENK-ŞEKL-EBAD-AĞIRLIK-KOKU-DESEN-HANGİ MALZEMEDEN YAPILDIĞI-NEREDE VE NASIL DURDUĞU-HATTA KİME AİT OLDUĞU vb.. Tüm bunların fotoğrafını da çekersiniz, resmini de yaparsınız. Hatta kelimelerle bir güzelce anlatırsınız, şiirsel ifadelerle manzume yazabilir ya da şiirinizde konu da edebilirsiniz. İşte bu, Tasvir’in GÖRÜLEN-FİZİKSEL BAKIŞLA ele alınışıdır.

Aynı ÇANTA’ nın İÇİNDE NELER OLDUĞUNU, O İÇTE BULUNANLARIN KİME AİT OLDUĞU, NE ZAMAN VE NİÇİN ALINDIĞI, KAĞIT VARSA O KAĞITLARDA NE YAZDIĞI, ÇANTAYI HANGİ USTA HANGİ MAKİNADA HANGİ DUYGULAR İÇİNDE ÜRETTİĞİ, NEDEN RENGİNİN SİYAH OLDUĞU YADA BİR BAŞKA RENK OLMADIĞI, BOYUNUN NEDEN BÖYLE DÜŞÜNÜLDÜĞÜ, ÇANTANIN MASAYA NE YÜZDEN KONULDUĞU, KOYAN KİŞİNİN RUH HALİ vb… gibi tüm içsel, fiziki görünüşün dışındaki SORGULAMALAR VE SORGULAMALARA ARADIĞINIZ CEVAPLAR, işte bunları kelimelerle resmetmek İÇSEL BAKIŞLA TASVİR’ dir ve ŞAİRİN EN GÜZEL GIDASI da budur…

Şimdi, TASVİR konumuzu biraz daha ANLAŞILIR kılmak için, panoramik bir tasvir örneği olan Orhan VELİ’ nin İstanbul’u dinliyorum şiirinin sadece bir bölümünü ele almaya çalışalım.

“İSTANBUL’U DİNLİYORUM

İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yapraklar ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.”


Şimdi, bu ilk bölümde şair, bakınız TASVİR’i dediğimiz gibi NASIL BİR DÜZEN İÇİNDE kelimelerle dans ede ede resmetmiştir?

“İstanbul’u dinliyorum” diye söze başlıyor değil mi? Dinlemek kulakla olur. Kulak neyi dinler? SESİ, öyle mi? Evet! Şir ne diyor? “Gözlerim kapalı dinliyorum haa” diye ikaz edercesine, aslında USTALIĞINI göstererek İÇ GÖZÜNÜN BAKIŞLARIYLA tasvir yapıyor. Kulağına Önce HAFİFTEN BİR RÜZGAR ESİNTİSİNİN SESİ GELİYOR. RÜZGAR ESİNCE NE OLUR? Ağaç yaprakları sallanır değil mi? O da “yavaş yavaş sallanıyor/yapraklar ağaçlarda; ” demekte. Yapraklar neden yavaş sallanıyor, ÇÜNKÜ ESEN RÜZGARIN HAFİFTEN ESTİĞİNİ söylemişti. Hah tamam işte! Burası önemli, RÜZGAR HAFİFTEN ESERKEN SİZ ŞİİRİNİZDE YAPRAKLARI HIZLI SALLANDIRIRSANIZ OLMAZ ELBETTE.
Yapraklar hafiften sallanırken bir ses çıkarır, şair o hafif rüzgarda o sesi dinliyor. Uzaklarda, çok uzaklarda(Bakın UZAKLARDA dedikten sonra ÇOOOOK UZAKLARDA DERCESİNE-VURGU YAPIP-TEKRAR SANATINI VE İŞARETLEMEYİ-MESAFE KOYMAYI BAŞARIYOR ve o çok uzaklarda sucuların hiç durmayan çıngırakları diyor…

Görüleceği gibi, Orhan Veli, TASVİR’inde bir DÜZEN -TERTİP kurmuş ve olaylarla-objeleri birbirine UYUMLU BİR ŞEKİLDE BAĞLAYARAK yolunu devam ettirmiş. Söz konusu şiiri alınız, bölüm bölüm bir DÜZ YAZI(Nesir’e) çeviriniz, en küçük bir diziliş hatası bulamazsınız. DİZİLİŞTE DE SEBEP SONUÇ İLİŞKİLERİ İYİ KURULMUŞTUR.
Evet, TASVİR' den sonra üzerinde duracağımız üçüncü konu 'HİTAP' dır.
Hitap(Oration) , şiirin en temel unsurlarından birisidir.

Nutuk, konferans, masal özellikle hitaba dayanan edebi türler olduğu gibi romanla, hikâyeler ve makalelerde de 'hitap' önemli bir yer tutar.

Basit bir tanımlamayla, 'DAĞIN FARE DOĞURMAMASI' için, şiirinizde öz'le SÖYLEM birbirine uygun olmalıdır. Dev görünümlü bir kişinin ağzından çıkan sözcüklerin, ses tonunun 'çocuk sesine' benzemesi sizleri şaşırtır. Öyle değil mi?

Şiir: yürek aynasının yansımalarıdır. Yürek aynasından mısralarınıza düşen yansıma birebir-paralelse o şiir sizin de hoşunuza gidecektir. Yansımada noksanlık varsa, siz de şiirin noksanlığını hissedeceksiniz.

Şiir: az sözle çok şey ifade etme sanatıdır.

Düşünün ki, kürsüye çıkmış bir şair, şiirini okumaya başlamış ama, saatler geçmiş, halâ konun etrafında dolanıp duruyor. Sizi sıkmaz mı?

Yani, kelime israfı şiirin en sevmediği bir olaydır.

O halde, şiirde dolambaçlı, uzun uzadıya söz söylemek, konunun etrafında dönüp durmak iyi değildir.

Hitap sırasında çoğu kere, tek heceli, çok sesli kelimelere de baş vururuz. Ey! Vay! vb... Türk Halk Edebiyatında 'Koçaklama' ve 'Varsağı' bu tür söylemlerle dokunan nazım türlerindendir.

Hitabı, 'bağırmak-çağırmak' anlamında da ele almamalıyız.

Şiir'in güzelim gövdesine yakışmalı dilden çıkacaklar. İMGE yapmak için de, sanat yapmak için de 'uyumsuzluğa' düşmemeliyiz derim.

Temel ve çatı arasında 'ahenk' olursa seyrine doyulmaz şiir yapısının.

Şair, hitap sırasında ya BİR KİŞİ'ye-bireye; yada ÇOK KİŞİ' ye-çoğula; (bu eşya, obje, vb de olabilir) seslenir. Çoğula-çok kişiye söylenirken, onların içinden birisine hitap etmenin de yolu yordamı vardır tabi. Ne yapmanız gerekir? Kalabalığın içinden o bir kişiyi işaret 'zamir-yada sıfatlarıyla' bir şekilde çekip çıkarmayı bilmelisiniz, öyle değil mi?

Her şiir bir iklimin havasını taşır. Hüzün iklimindeki şiirinize bir anda kahkahalar attırıp, neşeli hale getiremezsiniz. Zira, o esnada 'hitap' da 'değişim' ve 'kayma' ya ihtiyaç vardır. O da istenmeyen bir durum olur...Ölü evine kahkahalarla gitmek kimsenin hoşuna gitmez her halde... Ama, şair şiirinde olmazları da oldurmalı deriz. Deriz de 'gülünç' duruma düşmesini de istemeyiz. Bu sebeple buna işaret ederiz...

Kelimeyi, zamanı, eşyayı, iç girdapları kırmalı-bükmeli-savurmalı; ancak mucizeler sergilemek için de uyumsuzluğa ve bayağılığa inmemeli.
Şiirle fotoğraf arasındaki önemli farklardan birisi 'hitap' dır. Fotoğraf, görüntüsü-fiziksel haliyle hitap eder. Şiir, kelimelerle...

HECE ŞİİRİNDEN NOTLAR….:

ÖNCE bir binanın projesi-iskeleti gibi HECE ŞİİRİ’nin de projesine –iskeletine bakalım, olur mu?

DİYELİM ÜÇ kıtalık şiir yazacağız. İşte projesi:

………………………………..a
………………………………..b
………………………………..a
………………………………..b
xx
………………………………..c
………………………………..c
………………………………..c
………………………………..b
xx
………………………………..d
………………………………..d
………………………………..d
………………………………..b

işte bu kadar.
Buradaki a,b,c,d ler KAFİYE’lerdir. KAFİYE NEDİR dersen. Kafiye: mısra sonlarındaki ses benzerlikleridir. Yani (acı,bacı,öcü veya gül,tül,bülbül yada bak,yak,tak,çak,ak,çık,çek,ek,tek gibi) tamam mı?

En çok KAFİYEDE hata yapar şairler. O da şundan: Kafiyeyi KÖK’ ten değil de EK’ ten yaparlar. O bir hatadır. Yani, (GİTTİM-GELDİM kelimelerinin ikisi de TİM-DİM le bittiği halde KAFİYE DEĞİLDİR. Çünkü KÖKten değil, ekten yapılmış oluyorlar. Bu iki kelimenin kökleri GİTMEK ve GELMEK’tir değil mi? İkisi de MEK LE BİTTİĞİ HALDE git ve gel kelimelerinde UYUM yoktur, yani KAFİYE değildirler. Şairlerin yaptığı ÖNEMLİ HATA BUDUR. Sadece türkü ve şarkı sözlerinde bu hoş görülebilir. ALDIM-SATTIM kelimeleri de aynen öyledir. AL ve SAT kelimeleri birbirine uymaz, kafiye değildirler yani. Oysa AL’ın kafiyeleri al,dal,sal,bal,hal,kal,ol,dol vb olduğu gibi SAT’ın kafiyeleri de Sat,at,yat,hat,kat,mat,çat vb dir.

Bak kardeşim,
KAFİYE ÖNEMLİ. KAFİYE:Kelimeleri kesip parçalamak yada Kelimelerle DANS etmektir.
DANS etmek dedim de bak bir iki örnek veriyim sana. KIRTASİYE kelimesini keselim KIRT ve ASİYE olur demi? Mesela KALABALIK kelimesini keselim KALA ve BALIK olur, ya da
DÜNYA kelimesinin önüne bir kelime ekleyelim DÜNYA…GÖRDÜNYA…Gör kelimesini ekleyince bak değişti. DÜŞERİM kelimesiyle dans edelim DÜ ve ŞER’İM(Dü=iki demek, ŞER=Kötü demek; veya DÜŞ, ER’im yaptık DÜŞ=rüya, hayal demek ER=asker DEMEK DEĞİL Mİ? BAKAN kelimesini keselim BAK ve AN oluyor değil mi?

Yani can kardeşim, yolda gördüğün levhaları, yazıları, okuduğunu, işittiğini hep kes, biç, oyna KELİMELERLE…BUNU ALIŞKANLIK HALİNE GETİR. Göreceksin bak neler bulacaksın ve TÜRKÇE’mizin ne kadar zengin olduğunu öğreneceksin.

BALIK kelimesinin önüne bir kelime ekleyelim KALA yı ekleyelim. Ne olur? KALABALIK değil mi? Al, sana şahane üç kafiye: BALIK / KALABALIK / ALIK

Aynen böyle olduğu gibi COŞAR / KOŞAR/ TAŞAR/AŞAR/ŞAŞAR/BAŞAR/YAŞAR vb. kelimelerde Ş ortada ses veren harftir.

Neyse ileride bu konuya daha DETAYLICA gireceğiz.
Asıl konumuza gelelim.
ÜÇ KITALIK PROJEMİZE… Projemiz şöyleydi değil mi?

………………………………..a
………………………………..b
………………………………..a
………………………………..b
xx
………………………………..c
………………………………..c
………………………………..c
………………………………..b
xx
………………………………..d
………………………………..d
………………………………..d
………………………………..b
DEMEK Kİ, birinci kıtanın İLK SATIRINDAKİ SON KELİME ile 3. satırındaki son kelime KAFİYE olacak, (a ve a işaretli)
Aynen öyle 2. satırdaki son kelime ile 4. satırdaki son kelime kafiye olacak demektir.(b ve b işaretli)

DEMEK Kİ, ikinci kıtaya bakalım, 1,2,3 satırlar (c,c,c işaretli) birbiriyle kafiyeli olacak 4. satırı ise BİRİNCİ KITANIN SON SATIRI İle KAFİYELİ olacak

Ve DEMEK Kİ, üçüncü kıtaya bakalım aynen 2. kıta gibi, 1,2,3. satırlar (d,d,d işaretli) birbiriyle kafiyeli olacak 4. satırı ise BİRİNCİ KITANIN SON SATIRI ile KAFİYELİ olacak.

İşte PROJE-yani ŞİİR BİNASININ iskeleti bu. Anladık mı?

İSTERSEN buraya kadarı dön bir daha oku.
Şeklimiz bu işte:

………………………………..a
………………………………..b
………………………………..a
………………………………..b
xx
………………………………..c
………………………………..c
………………………………..c
………………………………..b
xx
………………………………..d
………………………………..d
………………………………..d
………………………………..b

Örnek verecek olursak

Bu vatan toprağın kara BAĞRINDA
Sıradağlar gibi DURANLARINDIR
Bir tarih boyunca onun UĞRUNDA
Kendini tarihe VERENLERİNDİR

Bak bu ilk kıtada BÜYÜK HARFLE yazdığım BAĞRINDA-UĞRUNDA (a,a) ve DURANLARINDIR-VERENLERİNDİR(b, b)

Şimdi kinci kıtasına bakalım

Tutuşup kül olan OCAKLARINDAN
Şahlanıp köpüren IRMAKLARINDAN
Hudutlarda gaza BAYRAKLARINDAN
Alnına ışıklar VURANLARINDIR.

Burada BÜYÜK HARFLE yazdığım OCAKLARINDAN,IRMAKLARINDAN,BAYRAKLARINDAN(c,c,c) iken son satır VURANLARINDIR (b) olmuştur. Yani BİRİNCİ KITADAKİ -DURANLARINDIR,VERENLERİNDİR ve burada da VURANLARINDIR olmuştur, değil mi?

Gelelim 3. kıtaya

Ardına bakmadan yollara DÜŞEN
Şimşek gibi çakan, sel olup TAŞAN
Huduttan hududa yol bulup KOŞAN
Cepheden cepheyi SORANLARINDIR

Evet, gördün mü, aynen 2. kıta gibi DEĞİL Mİ?

İşte bu kadar PROJE miz,….

İSLÂMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI (? -11. yy.)

Evet Sevgili Dostlar;
Dünü bilmeyen, bugünü de bilemez diye bir söz vardır. bana göre çok doğru olan bu pırlanta söz eşliğinde, bugün sizlerle yeni, yepyeni bir edebi yolculuğa çıkacağız. Bugünkü yolculuğumuzda kervanımız, Atalarımızın yaşadığı Orta Asya bozkırına uğrayacak, Yahya Kemal Beyatlı' nın deyimiyle 'Kökü mazide olan bir âti' olduğumuzu bir kere hatırlayacağız.

Bana göre, detsanı olan milletler köklü milletlerdir. Destanı olmayanlar ise, bence millet olamamışlar, sadece birer toplulukturlar. Zira, 'Destan' dönemine uzanacağımız bu yolculukta biraz da kendi Büyük ve Yüce Türk Milletimizin gönül ve ruh köküne inmeye çalışacağız ve yeryüzünün en necip milleti olduğumuzu bir kere daha hatırlayıp Türklüğümüzle gurur duyacağız.

Neyse, sözümüzü fazla uzatmadan konumuza girelim, olur mu?

İslâmiyet’ten önceki Türk Edebiyatı, Türklerin Orta Asya’da yaşadıkları devirlerde bütün Türk boyları arasında müşterek ve büyük bölümü sözlü olan edebiyattır. İslâm öncesi Türk edebiyatı ulusal bir edebiyattır; nazım şekil ve türleriyle kullanılan ölçü tamamen millîdir.

Bu dönem edebiyatı, İslâmiyet’in kabul edilmesinden sonra oluşmaya başlayan yeni edebiyat anlayışına kadar devam etmiş, hatta etkisi daha sonraki dönemde de görülmüştür.

İslâm öncesi Türk edebiyatı sözlü dönem ve yazılı dönem olmak üzere ikiye ayrılır.

A. Sözlü Dönem (? -8. yy.)

Türklerin henüz yazıyı kullanmadıkları dönemdir. Yani başlangıçtan 8. yüzyıla kadar olan dönemdir.
Bu dönem ürünleri tamamen sözlüdür ve genellikle şiir şeklindedir.
Ve elbette ürünlerin bazıları günümüze kadar gelmiştir.

Sözlü Dönemin Özellikleri şunlardır:


-Şiirler kopuz denilen saz eşliğinde söylenir.
-Şairlere ozan, kam, baksı, oyun, şaman gibi adlar verilir.
-Dil sadedir.
-Bu döneme ait yazılı eser yok denecek kadar azdır.
-Bu dönemde Türkler, göçebeliğe dayanan günlük hayatlarında ve özellikle düzenledikleri törenlerde (sığır: av töreni; şölen: ziyafetler; yuğ: ölüm töreni) bir araya geldiklerinde “ozan”, “kam” veya “baksı” denilen şairler “kopuz” denilen saz eşliğinde “koşuk”lar ve “sagu”lar söylerlerdi.
-Bu şiirler (sagu, koşuk, destan) hece ölçüsüyle söylenen ve yarım kafiye kullanılan şiirlerdir.
-Anlatım söze dayanır.
-Düşünce ve hayaller şiirle anlatılmıştır.
-Nazım biçimi dörtlük, vezin hece veznidir.
-Yarım kafiye kullanılmıştır.
-Bu ürünler düzenlenen törenlerde (sığır: av töreni; şölen: ziyafetler; yuğ: ölüm töreni) ortaya çıkmıştır.
-Daha çok somut konular işlenmiştir.
-Kahramanlık, savaşlar, tabiat ve aşk konuları işlenir.
-Şairlere ozan, kam, baksı, oyun, şaman gibi adlar verilir.













http://www.radyogulluk.net

Radyo GÜLLÜK

TÜRK ŞİİRİNİN YÜKSELEN YILDIZI